• Sonuç bulunamadı

Aynü’l-Kudâtın Kur’an ve Sünnet Işığında Yapılan Eleştirilere Cevabı

sünnet’ten verdiği örneklerle cevap vermeye çalışır. Bize göre savunmasının en dikkat çekici kısmı da burasıdır. Hatırlarsak öncelikle savunmasını ‘’akıl ötesi alan’’ üzerine kurdu. Daha sonra sûfîlerin sözlerini kendisine referans olarak seçti ve onlardan farklı bir şey söylemediğini anlatmaya çalıştı. Ve en sonunda da Kur’an ve Hadisler’den vereceği örneklerle sözlerinin nasıl anlaşılması gerektiğini ortaya koymaya çalışır.

Aynü’l-Kudât, öncelikle eleştirilen sözlerinin öncesi ve sonrasıyla ele alındığında maksadının anlaşılacağını iddia eder. O, adeta cımbızlanan ifâdelerinin öncesi ve sonrası ile bağlamı koparıldığı için bu kadar yanlış anlaşılmaya müsait muğlak ifâdelere dönüştüklerini dile getirir. Bunu daha iyi ortaya koymak için bazı âyet ve hadisleri örnek olarak getirir. Kur’an-ı Kerimde geçen “Kim Allah’a güzel bir borç vermek ister”283, “Allah, kulları’nın tevbeleri’ni kabul eder ve sadakaları alır”284 ve “Allahın eli, onların ellerinin üstündedir”285gibi ayetler ile “Allah gök semasına iner ve

283 Bakara Sûresi, 2/ 245. 284 Tevbe Sûresi, 9/104. 285 Fetih Sûresi, 48/10.

113

şöyle nida eder”286veya “Allah kulun tevbesine en çok sevinendir”287gibi hadisleri

zikrederek bu naslarda Allah (c.c.)’a nispet edilen; el, borç alma, sadaka kabul etme ve sevinme gibi eylemlerin te’vile ihtiyaç duyduğunu anlatmaya çalışır.Verilen örneklerin dışındaki başka naslarda; istivâ, nüzûl, gadab (kızgınlık), muhabbet, gülme ve tereddüt etme gibi vasıfların da Allah(c.c.)’a nispet edildiğini belirtir.

Yukarıda verilen bilgiler ışığında Aynü’l-Kudât’ına göre biz, zahirine bakıldığında anlam itibari ile sorunlu gibi görünen bu ayet ve hadisleri te’vil etmeden, Kur’anda veya hadislerde geçtikleri yerleri dikkate almadan öncesi ve sonrası ile olan bağlamından kopararak bunları arka arkaya koyarsak o zaman tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük sıkıntılar oluşur. Hatta biz bu ayet ve hadislerin kaynağını belirtmeden bir kimseye: “Birisi Allah (c.c.)’ın eli olduğunu, borç aldığını, tereddüt ettiğini, sevindiğini ve hastalandığını söylüyorsa bunun hakkında ne dersin?” diye sorsak hiç şüphesiz bu kişi : “Bunları söyleyen kâfirdir”, diyecektir. İşte sûfîler hakkında yapılan itham ve suçlamaların sebebi de budur.

Aynü’l-Kudât bu bölümde verdiği örneklerden birisi de Hz.Musa ile Allah c.c. arasında geçtiği iddia edilen diyalog’dur. Biz bunun kaynağını bulamadık ancak aynı ifâdelerde Müslim de geçen bir hadise ulaştık. Kıyamet’te Allah ile âdemoğlu arasında geçen bir diyalog ki, Aynü’l-Kudât’ın anlattığı kıssa ile tam örtüşmektedir. Hatta lafızlar dahi hemen hemen aynıdır. Hadiste geçtiği şekli ile Allah cc, kuluna:“Ey Âdemoğlu! Ben hasta oldum ve sen beni ziyaret etmedin” buyurduğunda, kul: “Ey Rabbim! Sen Âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirim” der. Bunun üzerine Allah Teâlâ: “Bilmedin mi, falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin. Eğer onu ziyaret etseydin yanında beni bulacaktın!” buyurur. AllahTeâlâ:“Ey Âdemoğlu! Ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın!”, buyurur. Kul diyecek ki: “Ey Rabbim! Ben seni nasıl doyururum, Sen ki, Âlemlerin Rabbisin” bunun üzerine Allah Teâlâ: “Benim falan kulum senden yiyecek istedi ama sen vermedin, eğer onu doyursaydın Beni onun yanında bulacaktın!” buyurur.288

Yukarıdaki hadiste geçtiği gibi bütün bu tür ifâdelerin te’vil ve yorumu vardır.

286 Müslim, h. no: 758 287 Müslim, Tevbe, h. no: 5. 288 Müslim, Birr, h. no: 43.

114

Bu gibi ifâdeler bazı insanların dalâlete sürüklenmesine neden olmuştur. Aynü’l- Kudât’ın bildirdiğine göre bazı kimseler yukarıda geçen hadisler hakkında “Madem nübüvvet haktır, o halde nasıl olurda bir peygamber Allah (c.c.)’a cismiyyet isnat ediyor. Malum olduğu üzere her cisim hâdis’tir.” gibi, düşünceler içerisine girerek mürted olmuşlardır. Bu durum, o kimselerin düşünce ufkunun zayıflığından kaynaklanmıştır. Bunun yanı sıra “Kişi bilmediğinin düşmanıdır” kaidesi uyarınca bu gibi kimseler kavrayamadıkları şeyleri tümden inkâr cihetine girmişlerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerimde “( O inkârcılar), ilmini kavrayamadıkları ve hakîkati/yorumu kendilerine gelmemiş olan şeyi yalanladılar” 289 buyrularak bu gerçek ortaya

koyulmuştur.

Aynü’l-Kudât’ın da belirttiği gibi din hakkında derin anlayış sahibi olan âlimler katında yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadislerin anlamları şüphe götürmez derecede açık ve net’tir. Zâten birilerinin iddia ettiği gibi bu mücmel âyet ve hadislere vukûfiyet kolay olsaydı, Hz. Resûlullah(s.a.v.), İbn Abbas için “Ya Rabbi! Onu dinde Fakîh kıl ve ona Kur’an’ın yorumunu öğret”290 şeklinde duâ etmezdi. Evet, âvâm için bunlarda

hakîkatlere ulaşmak zor olsa da, bu ilmin mütehassısları için kolaydır.

Aynü’l-Kudât’ın bütün bunlardan sonra lafı yine eleştirildiği konulardaki sözlerine getirerek şu manaya gelen bir tespit ortaya koyuyor:“Bu ifâdeler büyük bir titizlikle kayıt altına alınmış sözlerdir. Oldukları gibi nakledilen bu ifâdeler bu konularda bilgi sahibi olmayan kimselerin kafalarında soru işareti bırakıyorken, bana nispet edilen ancak lafızları değiştirilerek farklı bir kalıba sokulmuş olan ifâdelerimin ne şekilde yanlış yerlere çekileceğini sizler tahmin edin’’291

Daha sonra da kim sözlerimin sıhhatine vakıf olmak istiyorsa benim yazdığım eserleri eline alır ve orada okur. Bu sırada yazdığı bazı eserlerin isimlerini zikreder. Ancak saydığı eserlerin büyük çoğunluğu günümüze ulaşmamıştır. Saydıkları arasında günümüze ulaşan sadece Zübdetü’l-Hakâik adlı eseridir ki, bizler burada düşüncelerini tahlil ederken bu esere yeteri kadar atıf yaptık.

Hülâsa Aynü’l-Kudât, hasımlarının art niyetli olduklarını düşünmektedir. Çünkü

289 Yunus Sûresi, 10/39.

290 Buhârî, Kitâbu’l İ’tisam bi’l-Kitab ve Sünne, h. no:7271. 291Aynü’l-Kudât, Şekva’l-Garîb, s. 39.

115

onlar, mücmel ifâdeleri, öncesi ve sonrası ile bağlamlarından koparmakla kalmamış yanlış anlaşılmalarına zemin hazırlamak için lafızları da değiştirmişlerdir. Böylece hakkında idam kararının çıkarılması için türlü entrikalar çevirmişlerdir. Yalan ve iftira temelli bu suçlamaların haksız olduğunu kendisine bunları reva görenleri Allah (c.c.)’a havale ettiğini dile getirmektedir.

III. TASAVVUFUN GELİŞİM SÜRECİ VE SÛFİYYE’NİN İLERİ

GELENLERİ

Savunmanın bu kısmını Aynü’l-Kudât tasavvufun tanımına, konusuna, gelişim sürecine ve bu yolun büyük şahsiyetlerine ayırmıştır. Aslında bu bilgiler risâlede karışık bir şekilde yer almaktadır. Örneğin kendisine yapılan eleştirilerden birini cevaplarken bir bakıyoruz tasavvufun konusu ile ilgili bilgiler vermeye başlıyor. Veya zindanda yaşadığı sıkıntılardan bahsederken büyük sûfî şahsiyetlerin sözlerini nakletmeye ve eleştirilen sözleri ile ilişkilendirip kendi haklılığını ortaya koymaya çalışır. Bizler bu şekilde yazılmış olan risâleyi kendimize göre bir düzene koyarak bölümlere ayırdık. Bu şekilde konuları ayrıştırarak bölümler arasında konu bütünlüğünü sağlamaya çalıştık.