• Sonuç bulunamadı

Ayette Yer Alan “Hâsirîn” ( َنيِرِساَخ) Kavramı

1.5.2 Surenin Tarihsel Arka Planı

1.7. AHKÂF SURESİ, 46/18 AYETİN TEFSİRİ 1 Ahkâf Suresinin Genel Özellikleri 1 Ahkâf Suresinin Genel Özellikler

1.7.4. Ayette Yer Alan “Hâsirîn” ( َنيِرِساَخ) Kavramı

“رْس خ” ve “ناَرْس خ” kelimeleri “sermayenin azalması, batmak, zarara ve ziyana uğramak” anlamlarına gelir. Bazen dünyadaki mal ve makam gibi dış kazançların kaybı için, bazen de iman, sevap, sağlık, akıl gibi iç kazançların kaybı için kullanılır. Allah Teâlâ’nın Kur’ân’da sözünü ettiği her “ناَرْس خ” kelimesi ilk anlamda değil, ikinci anlamda kullanılmıştır. Örneğin Zümer, 39/15; Bakara, 2/27 ve 121 ayetlerinde ikinci anlamda kullanılmıştır.236

1.7.5. Ayetin Siyâk-Sibâk İlişkisi

1.7.5.1. Ayetin Öncesi İle Münasebeti

Ahkâf suresi “مح” diye başlayan ve arka arkaya gelen yedi surenin sonuncusudur. Allah Teâlâ sureye Kur’ân’ın mu’ciz ve mucize olduğuna dikkat çekmek için “مح” 234 Ahkâf, 46/29. 235 Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, V, 335-337. 236

hurûf-u mukatta’ası ile başlamış ve Kur’ân’ı Hz. Muhammed’e kendisinin indirdiğini; gökleri, yeri ve içerisindeki bütün varlıkları kendi birliği ile sonsuz gücünü göstermek için yarattığını ve onlara tayin ettiği muayyen vakit dolunca (kıyamet günü) yok edeceğini bildirmiştir.

Kendisine türlü şeyleri ortak koşan müşriklerden taptıkları putların yeryüzünde herhangi bir şeyi yarattığı veya kendisi ile herhangi bir ortaklıkları bulunduğu iddialarını kanıtlayan bir kitap ya da geçmişlerden bahseden bir eser göstermelerini istemiştir. Devam eden ayetlerde de bu isteğin hiçbir zaman cevap bulamayacağını, putların kıyamet gününe kadar hiçbir şekilde cevap ve fayda veremeyeceklerini, kıyamet gününde de kendilerine tapanlara karşı düşman kesilerek tapınmalarını reddedeceklerini bildirerek müşrikleri bütünüyle aciz bırakmıştır. Meryem, 19/81-82; Kasas, 28/63; Yunus, 10/29 ve Furkan, 25/18. ayetleri bu hususu desteklemektedir. Risaletin ilk yıllarında Hz. Peygamber’in çağrısına yoksullardan ve kölelerden oluşan bir grup icabet ederek öncü konumunu almışlardı. Bu durum müşriklerin önde gelenlerine göre İslâm’ın kusurlu olmasından kaynaklanıyordu. “Şayet bu Kur’ân ve din hayırlı bir şey olsaydı onu önce biz kabul ederdik. Bilâl, Ammâr, Süheyb, Habbâb (ra) gibi aşağı sınıftan birkaç köle, zayıflar ve fakirler bizden önce iman etmezlerdi. O’nun sıradan halkı inandırma gayreti içerisinde olması bu davette kesinlikle bir yanlışlık olduğunu göstermektedir. Bu sebepten dolayı ondan uzak durun.” diyerek halkı Hz. Peygamber’den soğutmaya çalışıyorlardı. Sahip oldukları servet ve saltanata güvenerek Allah’tan gelecek her iyi ve güzel şeyin öncelikle kendilerine gelmesi gerektiğine inanıyorlar, kendilerinin kabul etmedikleri her şeyin de hidayet değil dalalet olduğunu zannediyorlardı. İnsanların Allah Teâlâ indindeki değerlerinin servet ve saltanata değil de kalplerindeki imana, ahlaka ve yapmış oldukları iyiliklere bağlı olduğunu göz ardı ediyorlardı. Böylece hak olan Kur’ân ile doğru yolu bulamıyorlar, onun eskilerden beri nakledilegelen bir yalan olduğunu ve Hz. Muhammed’in de onu alıp Allah’a nispet ettiğini iddia ediyorlardı. Allah Teâlâ müşriklerin bu iddialarına “Siz Allah’ın Musa’ya Tevrat’ı indirdiğini ve onu kendisine uyulan bir önder kıldığını tartışmıyorsunuz. Tevrat aynı zamanda Muhammed’in geleceğini de müjdelemektedir. Onun Allah katından olduğunu kabul ettiğinize göre, Muhammed’in Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu ve getirdiği hükmü de kabul edin. Bu Kur’ân kendinden önceki kitapları da tasdik

eden Arapça bir kitaptır. Onu nasıl inkâr edebiliyorsunuz. Hâlbuki Kur’ân Tevrat’tan daha açık, mucizeliği daha tesirli ve delili daha parlaktır. Bu Kur’ân zalim Mekke kâfirlerini cehennem azabı ile korkutmak, güzel amel işleyen mü’minleri de na’îm cennetleri ile müjdelemek için indirilmiştir.”şeklinde cevap vermiştir.237

1.7.5.2. Ayetin Sonrası İle Münasebeti

Allah Teâlâ azaba müstahak olanların durumunu beyan ettikten sonra Hz. Peygamber’e, muhatabı olan müşriklere ibret almaları için Hz. Hûd’un kavmi Âd ile olan kıssasını anlatmasını emrederek sureye devam etmiştir. Bu ayetlerde kısaca Âd kavmine Mekke halkından çok daha fazla kudret ve serveti verdiği halde onların itaat etmediklerini, kendi ayetlerini inkâr ettiklerini ve sonunda alay edip durdukları azabın helak edici şiddetli bir rüzgâr olarak onları bulduğunu bildirmiştir. Ayrıca surenin tarihsel arka planı bölümünde bahsettiğimiz Hz. Muhammed’in namazda Kur’ân okurken cinlerden bir topluluğun duyarak iman ettikleri ve kendi topluluklarına döndüklerinde İslâm’ı tebliğ etmeye başladıkları kıssayı aktararak ibret alınmasını tembihlemiş ve Hz. Peygamber’i teselli etmiştir.

1.7.6. Ayetin Tefsiri

Allah Teâlâ Kur’ân’ı Kerîm’i ve Hz. Peygamber’i yalanlayan müşriklerin durumlarını bildirdikten ve kendisini birlemeyi, yapılan ibadette samimi olmayı ve doğruluktan ayrılmamayı emrettikten sonra anne babaya itaat etmeyi emretmiştir.238 Bu ayetlerde Allah Teâlâ peygamberlerle muhatap oldukları insanlar arasındaki ilişkiyi anne ve babalar ile çocukları arasındaki ilişkiye benzetmiştir. Anne ve babaların nice eziyetler çekerek dünyaya getirip büyüttükleri, kendilerine ümit bağladıkları çocuklarının da birbirine benzemediği, bazılarının itâatkar, bazılarının da hayırsız çıktığını hatırlatarak hem Hz. Peygamber’i hem de mü’minleri teselli etmiştir.239

Allah Teâlâ burada evvela anne ve babasına itaat eden kimselerin cennetliklerle beraber haşrolunacaklarını, ardından da onlara asi olan kimselerin cehennem azabını

237

Hayreddin Karaman vdğr., Kur'ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, V, 31; Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, VI, 59-60.

238

Kur’ân-ı Kerim’in birçok yerinde tevhid ve ibadeti Allah'a tahsis ile anne babaya itaat birlikte zikredilmektedir. Bu da anne babaya itaatin önemini göstermektedir. Örnek: İsrâ, 17/23; Lokman, 31/14.

239

tadacaklarını bildirmiştir. Özelde anne ve babasına itaat ya da isyan eden çocukların, genelde peygamberine itaat ya da isyan eden muhataplarının akıbetlerini karşılaştırmalı olarak haber vermiştir. Bu mutlu ya da hazin sonun neye göre verildiğini ise “Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır.”240

ifadesi ile

açıklamıştır. İnsanoğlunun işledikleri iyi veya kötü amellerinin kıyamet gününde Allah katında dereceleri vardır. Mü’minlerin dereceleri müspet, kâfirlerin dereceleri ise menfidir. Allah Teâlâ herkesin işlediği amele göre cennette ya da cehennemde dereceler verecektir. Bu dereceler verilirken hiç kimsenin zerre kadar hakkı zayi edilmeyecek, müspet veya menfi yapılan her şey karşılığını bulacaktır. Sonuçta insanoğlu dünya hayatında ne ekerse ahirette onu biçecektir.241

Mevzumuz olan 18. ayete gelince, Allah Teâlâ bu durumdaki isyankâr her kişinin akıbetinin nasıl olacağını “İşte bunlar, üzerlerine azap sözü hak olmuş kimselerdir.” buyurarak bildirmiştir. Yani bu asiler haklarında azap hükmü Allah tarafından verilmiş olan kimselerdir. Bu insanlar kendilerinden önce gelip geçmiş olan, cin ve insanlardan meydana gelen kâfir ümmetlerle birlikte Allah’ın çetin azabını tadacaklardır.242

Çünkü bu kâfir ümmetler amelleri zayi olmuş, yani yaptıkları boşa çıkıp cenneti kaybetmiş ve hüsrâna uğramış olanlardır.243

Mevdûdî’ye (v. 1399/1979) göre de bu ayette iki tip karaktere vurgu yapılmıştır ve adeta dinleyiciye bu iki karakterden hangisinin daha üstün olduğu sorularak buna kendisinin karar vermesi istenmiştir. Dinleyici için bu iki karakteri ayırt etmek ve üstün olanı bilmek ise zor olmasa gerektir. Bu durum Kureyş’in ileri gelenlerinin “Eğer kitaba inanmak iyi bir şey olsaydı bir kaç genç ve köleden evvel bizim inanmamız gerekirdi.” demelerine verilen bir cevaptır. Bu cevapta sanki “Onlara inananların karakteri ile inanmayanların karakteri nasıl olurmuş?” diye herkesin kendini kontrol edeceği bir ayna tutulmaktadır. Sonuçta salih insanların yaptığı iyilikler karşılıksız ve kötü insanların yaptığı kötülükler de cezasız kalmayacaktır.244 Üzerlerine azap sözü hak olan kâfirler cehenneme atılacakları zaman onlara “Dünyadaki hayatınızda güzelliklerinizi bitirdiniz, onların zevkini sürdünüz. Bugün

240

Ahkâf, 46/19.

241

Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XXI, 146.

242

Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, XXI, 146.

243

Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l- Kur’ân, XIX, 203.

244

ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı, alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız.”245

denilecektir. Allah Teâlâ bu ayette

dünyada iken zevk-ü sefa içerisinde yaşayan, fısk-u fücûra dalan ve hakka boyun eğmeyi gururlarına yediremeyen insanların ahirette hiçbir nimetten yararlanamayacaklarını ve cehennem azabına sürükleneceklerini beyan etmiştir. İsrâ, 17/18; Hûd, 11/15 ve Şûrâ, 42/20. ayetler aynı durumu ifade etmektedirler.

İsmail Hakkı Bursevî’ye (v. 1137/1725) göre buradaki sözden maksat, Allah Teâlâ’nın şeytana hitaben söylemiş olduğu “Andolsun ki, cehennemi mutlaka senden

ve onların sana uyanlarından, topunuzdan tıka basa dolduracağım.”246

ayetindeki

tehdittir. Üzerlerine cehennem ateşi hak, kesin ve vacip olan bu topluluklar şeytana uymak suretiyle asli fıtratlarını kaybetmişler ve bu azaba müstahak olmuşlardır.247

Elmalılı Hamdi Yazır’a (v. 1361 /1942) göre ise buradaki sözden maksat, “Ve

Rabbinin “Andolsun ki, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan suçlularla tamamen dolduracağım!” sözü böylece tamam olup kesinleşti.”248

ayetinde ifade

edilen azap sözüdür. Burada “ ٍمَم ا ىِۤف”, “ümmetler içinde” ifadesi gerideki “ ِبَاح ْصَا ىِۤف ةَّن َجْلا”, “cennetlikler içinde” ifadesinin mukabilinde kullanılmıştır ve cehennemlikleri göstermektedir. 249

“ل ْوَقْلا مِهْيَلَع َّقَح” ifadesi ise Allah Teâlâ’nın önceden vermiş olduğu azap sözünün bu cehennemliklere inkâr ve isyanlarından dolayı vacip olduğunu ve bu azabın onlara mutlaka verileceğini ifade etmektedir.

245 Ahkâf, 46/20. 246 Sâd, 38/85. 247

İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, VIII, 80.

248

Hûd, 11/119.

249

2. “HAKKA’L-KAVL” (لوقلا قح) İFADESİNE ANLAM YAKINLIĞI OLAN