• Sonuç bulunamadı

Aydınlanma

Belgede Modernite ve bencillik (sayfa 35-38)

1.3. Moderniteyi Oluşturan Temel Unsurlar

1.3.3. Aydınlanma

Aydınlanma, insan ve tabiatını ortak bir akıl paydasında birleştirerek, aklı, objektif bir bilgi kaynağı, insanı da elde edilen bu objektif bilgiyle, kâinatı sınırsız bir şekilde dönüştürme hak ve yetisine sahip bir ontolojik kategori olarak gören başka bir ifadeyle insan aklını ve özerkliğini yücelten, kendi fikirleri dışında, insanın hayatını biçimlendirecek hiçbir ilke ve değer kabul etmeyen ve 17. yüzyılın başından itibaren Batı Avrupa’da hâkim olmaya başlayan felsefi ve sosyal bir harekettir (Seyyar, 2007: 100). Bu hareketin amacı, insanları köleleştirdiğine inanılan mit, önyargı ve hurafelerin (dolayısıyla da bunları üreten ve kurumsallaştırdığı varsayılan kurulu dinin) temsil ettiğine inanılan ‘eski düzen’den kurtarmak ve böylece insanları ‘özgürleştirici’ olduğu kabul edilen ‘aklın düzeni’ne sokmaktır. Aydınlanma’nın entelektüel yapısında aklın düzeni, bütün insanlar için a priori olarak iyi addedilen bütün ögeleri kapsamaktadır. Dolayısıyla her türlü felsefi ve toplumsal proje akla ve akılla ya da akılda somutlaşan ilkelere yaslanmak zorundadır. Bu nedenle Aydınlanma aynı zamanda Akıl Çağı olarak adlandırılmaktadır (Çiğdem, 2001: 13- 14). İnsanın doğuştan kötü ve günahkâr olduğu inancının tersine Aydınlanma düşünürleri, hümanistlerin iyi ve erdemli insan doğasını savunur. Onlara göre başta din olmak üzere eski gelenek ve kurumlar insanları köleleştirmektedir. Bu yüzden özgür ve eleştirel akılla tüm dogmalar sorgulanarak bütün insanlık aydınlanmalıdır.

Amaç, insanları içinde bulundukları korkulardan arındırmak, bağlı bulundukları sistemin kölesi olmaktan kurtarıp efendi konumuna getirmek ve toplumu insan aklı ve doğasıyla yeniden düzenlemekti. Rönesans ve Reform hareketleriyle beraber dışlanmaya başlanan din, Aydınlanmayla çok daha öte bir noktaya taşınmıştır. Aydınlanmanın bir sonucu olan modern düşüncede, rasyonel düşüncenin varlığı sadece bilmeye değil, onu düzenlemeye dahi yetkili olduğu yönünde sarsılmaz bir inanç hâkimdi. Bundan hareketle de insanların artık dine

ihtiyaçlarının olmadığı, bilimin önündeki tek engelin din olduğu ileri sürüldü (Kar, 2014; 178).

Aydınlanma, insanlık tarihinde akıl ve düşünce’nin bireyin en güçlü yetisi olarak birleşmiş bir biçimde, doğaötesi ve gizemli bir şekilde anlaşılmasına dayalı geleneksel toplum ve bilgi yapılarını ortadan kaldırmak üzere göreve çağırıldığı önemli bir aşamayı oluşturmaktadır. Aydınlanma’nın temel özelliği olan dini dünya görüşüne meydan okuma, dünyevi olmayan güçlerin iktidarını dünyevi güçlerin alması, toplum ve bireyler üzerindeki iktidarın yalnızca kendi ürünü olduğu, gerektiğinde bireyler ve akıl tarafından değiştirilebileceği kabulü kültürel bir davranış kodu olarak yaygınlık kazanmaktaydı (Çiğdem, 2008: 21-22).

Aydınlanma dönemi, aslında Orta Çağ’da gelişen tüm düşünce inançlardan kopuşun yaşandığı Rönesans dönemindeki düşünsel ve toplumsal değişimlerin üzerinde yükselir ve yeni insan ve toplum inşa etme projesinin düşünsel ve felsefi temellerini oluşturur. Yeni insan her şeyden önce kendi aklını kullanma cesaretini gösteren bir özellikle donatılmalıdır (Çüçen, 2006: 25-26). Kant ‘Was ist Aufklaerung’ (Aydınlanma Nedir) (1748) adlı yapıtında Aydınlanma’yı şöyle tanımlar: Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmayış durumundan kurtulup aklını kendisinin kullanmaya başlamasıdır. Ona göre, insan bu duruma aklın kendisi yüzünden değil, onu kullanmaması yüzünden düşmüştür; çünkü insan şimdiye kadar aklını kendi başına kullanamamış, hep başkalarının kılavuzluğunu aramıştır. O halde ‘aklını kendin kullanma cesaretini göster!’ sözü bundan böyle parola olmalıdır (Gökberk, 2007: 289). Kant’ın bu sözü aydınlanmanın başlangıcı sayılabilir. Burada insana ve insan aklına duyulan sonsuz güven söz konusudur. Akıl hiçbir baskıya boyun eğmeksizin kullanılmalı, var olan düzeni eleştirmelidir. Çünkü ancak eleştirel düşünce insanı özgür kılar. Aydınlanma düşünürlerinin akıl ve bilimi temele alarak yeni bir toplum oluşturmayı amaçladıkları yeni toplumun öznesi özgür insandır. Bu yeni toplumda “her birey aklı kullanma yetisine sahiptir. Böylece aklın özerkliğinin savunulması aslında birey(lik)in savunulmasıdır” (Çiğdem, 2008: 25).

Aydınlanma düşünürleri, erdemli bir insanın bu dünyada yokluk içinde ve kendini inkâr ederek yaşaması gerektiğini öne süren dini dünya görüşüne karşı çıkmıştır. Onlar, duyusal hazzın kendisinin önemli bir bileşenini meydana getiren mutluluğu etik bir ideal olarak öne sürmekle kalmazlar. Mutluluk, bireyciliğin yeni dünyasıyla ve kişisel çıkarın meşruiyetiyle yakından ilişkili olduğu için, aynı zamanda politik bir ideal olmak durumundadır. Bu bakımdan, Aydınlanma düşünürleri, ‘hayat, özgürlük ve mülkiyet’ten meydana gelen kutsal üçlemeyi ya aynıyla ya da üçlemenin üçüncü ögesini ‘mutluluğu arama’ ile değiştirerek korurlar. Çünkü mülkiyet ve bireyin mülkiyet hakkı onun mutluluğu aramaktan çok daha genel hakkının sadece bir ifadesi ya da görünümü olmak durumundadır. Bireyin mutluluğunu en temel değer olarak ortaya koyan aydınlanma, her bireyin mutluluğunun kendi iyi yaşam anlayışına uygun olarak peşinden koşma hakkının kutsallığını politik dünyanın merkezine yerleştirerek meşrulaştırır (Cevizci, 2002; 14-15).

Aydınlanmanın kurucularından biri olan John Locke, din ve metafiziği, bilimsel bilgi önündeki en büyük engel olarak görür. Ona göre bilimsel bilgiyi verecek aydınlanmış akıl, ancak o aklı kullanma cesaretini gösterecek bireylerin oluşturduğu bir toplum düzeninde yaşama şansı bulur. Bu yeni toplum düzeni için, bireyin yaşama hakkını, özgürlüğünü ve mülkiyet hakkını güvence altına almış liberal hukuk devletini önerir. Devlet, bireyin çıkarlarını korumak için vardır ve aydınlanmış birey ancak aydınlanmış bir hukuk devletinde yani aydınlanmış yöneticilerin ve toplumsal uzlaşımla kurulmuş hukuk düzeninde gerçek anlamını bulur. Bu nedenle dinsel devletler yerini akıl devletlerine bırakmalıdır. Çünkü aydınlanma ancak insanların bireyselleşmesi ve toplumun gelişmesiyle gerçekleşir (Çüçen, 2006; 28). Tarihsel süreç içerisinde oluşan bütün kurumlar, aklın eleştirisinden geçirilerek; toplum, din ve eğitim, aklın ilkelerine göre yeniden düzenlenmeye çalışılmıştır. Böylece tarih boyunca insan hayatında çok etkin bir rol oynayan olan din, Aydınlanma ile birlikte sekülerleştirilerek, insan hayatından giderek uzaklaştırılmış, dinin insan ve toplum üzerindeki etkisi azaltılmıştır. Başka bir deyişle dünya hayatına odaklanılması sonucunda ortaya çıkan boşluk akıl ve bilim ile doldurulmaya çalışılmıştır (Kar, 2014; 175).

İlerleme fikrine kucak açan ve modernitenin savunduğu o tarih ve gelenekle kopuşu aktif bir biçimde hedefleyen Aydınlanma düşüncesi, her şeyden çok, insanları özgürleştirmek amacıyla bilginin ve toplumsal örgütlenmenin mistik ve kutsal kabuğunu kırmayı hedefleyen laik bir hareketti. Alexander Pope’un ‘insanlığın esas araştırma alanı insandır’ yolundaki öğüdünü çok ciddiye alıyordu. İnsanlığın ilerlemesi adına insan yaratıcılığını, bilimsel keşifleri ve bireysel mükemmeliyeti onaylıyordu. Bu tehlikeli değişimi olumlu karşılayan Aydınlanma düşüncesi, gelip geçici, anlık ve parçalanmış olanı, modernleşme projesinin gerçekleştirebilmesi açısından zorunlu bir koşul olarak görüyordu. Eşitlik, özgürlük, insan zekâsına inanç, evrensel akıl öğretileri her yandan fışkırıyordu” (Harvey, 2012: 26).

Soros’a göre, Aydınlanma dönemine kadarki ahlaki ve politik otorite, kutsal ve dünyevi olan dışsal kaynaklardan devşiriliyordu. Aydınlanma ile birlikte daha önceleri egemen olan ahlaki ve politik ilkelerden ileriye doğru atılmış dev bir adım atılmıştır. Akla, neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verme imkânı tanımak, muazzam bir yenilikti. Bu modern çağın başlangıcıydı. İster kabul edelim ister etmeyelim, Aydınlanma, politika ve ekonomi hakkındaki fikirlerimizin -aslında dünyaya bakışımızın temellerini oluşturmuştur (2004: 123).

Belgede Modernite ve bencillik (sayfa 35-38)

Benzer Belgeler