• Sonuç bulunamadı

Aydın ve Bürokratların Yeni Nizama Katkıları

BÖLÜM 2: OSMANLI’DA ANAYASA HAREKETLERİ VE HUKUKİ

2.6. İlk Anayasa I.Meşrutiyet

2.6.6. Aydın ve Bürokratların Yeni Nizama Katkıları

Daha önce Yeni Osmanlılar hareketinin tek bir çatı altında toplanamayacağını onların, teoride farklı yaklaşımlara sahip olduklarını belirtmiştik. Şinasi’nin, kompleksiz Batıcılığı, Namık Kemal’in İslam, hukuk siyasi, kültür ve geleneksel değerleri Batı fikirleriyle uzlaştırma çabası ve Suavi’nin, laikliğin yanı sıra şimdilerde bile epey radikal sayılabilecek dinle ilgili görüşleri, “örneğin ibadetin Türkçeleştirilmesi, namaz surelerinin ve ezanın Türkçe okunması gibi” (Karakoyunlu, 1995:105). Türkçülük temellerini teşkil eden yaklaşımlarına rağmen Yeni Osmanlılar’ı yine de bir isim etrafında toplamamızı gerektirecek önemli asgari müşterekler de az değildir. Her

85

şeyden önce onları geleneksel Osmanlı devlet sistemi içinde modern manada kurulan ilk muhalefet partisi olarak görmek mümkündür.

Karal’a göre onları ayıran en önemli vasıf bu muhalefet karakteridir. Bir liderleri, sabit bir merkezleri mevcut olmasa da “bir program ve usulleri vardı. Programları, ümmet adı verilen Osmanlı tebaasına eşit haklar sağlanması; bu hakların kanun teminatı altına alınması; meşrutiyet idaresinin kurulması ve vatanseverlik hissi ile fertlerin bir birine bağlanmasından ibarettir.”(Karal, 1995b:314). Yeni Osmanlılar her ne kadar bu programı uygulamada “muvaffak olamadılar ise de, hürriyet fikirlerini, küçük ve büyük memurlarla subaylar arasında geniş ölçüde yaydılar ve gelecekte inkılâpların bu suretle ilk tohumlarını attılar. Bundan başka, dini idealden başka değer tanımayan halka, bir vatanseverlik ideali getirdiler” (Karal, 1995b:314).

Böylece Osmanlı- “Müslüman unsurlar arasından çıkan entelektüel elitlerin, edebiyat, eğitim ve basın aracılığıyla, siyasal elit tarafından ülkenin otantik tarihsel milli kimliği olarak lanse edilen etnik Türk kimliğine dönüştürmekte büyük bir rolleri olmuştur” (Karpat,2009b:18). Başta Namık Kemal olmak üzere Yeni Osmanlılar, “her şeyden önce memlekete yeni bir kıymetler nizamı getirmişlerdir. Namık Kemal, bu kıymetleri Fransız ihtilalini hazırlayan yazarlardan almış, fakat onları milli kültürle kaynaştırmıştır. Mazluma acıma, millete hizmet, vatan için fedakârlık, hürriyetin yüksek bir değer olduğu fikri” (Kaplan,2005: 44–45) Kaplan’a göre İşte Namık Kemal’in ortaya koyduğu ve yücelttiği değerler bunlardır. Bu yeni kimliğin oluşmasında anahtar kavram “vatan” ve “millet”tir. “Vatan” ideali, Vatanseverlik duygusu, millet, kavramlarının yerleşmesi, büyük bir zihniyet değişiminin alâmetifarikasıdır.

Gerek İslam gerekse ilk dönemlerdeki Osmanlı Devlet’i belli bir toprağı, kavmi veya dili hiçbir zaman kendi uyruklarının siyasal kimliğinin ve sadakat ve bağlılığının temeli olarak kabul etmedi. Arap kabilelerinin belli toprakları sahiplenip kendilerini bu topraklarla özdeşleştirmesine karşın İslam, başından itibaren toprağa bağlılık ve sadakat düşüncesine karşı çıktı. Toprağa bağlılık ve toprakla özdeşleştirme İslam’ın iki temel direğiyle, yani inancın mutlak ve manevi özü ve ümmetin birliği ilkeleriyle çelişiyordu. İslam, ilk dönemlerinde, her türlü maddi nesneye bağlanmayı ve onunla

86

özdeşleşmeyi putperestliğin bir biçimi olarak görerek reddetti. Toprağa bağlılıkta bunlardan biriydi.

“İslam teorik olarak dünyayı Müslümanların egemenliğindeki Darü’l-İslam, gayri Müslimlerin egemenliğindeki Darü’l- Harp ve İslam yönetimi altında yaşayan gayrimüslimlerle meskûn Daru’s-Sulh olarak üçe bölmekteydi” (Karpat, 2009b:17– 24). Karpat’a göre, “İslam’da devletin toprak karşısındaki önceliğinin en iyi ifadesi, belli bir toprak Müslüman olmayan hükümdarların eline geçtiğinde buradan ayrılarak Müslüman topraklarına yerleşmeyi şart koşan “hicret teorisidir.” (Karpat, 2009b:17– 24). “Hal böyleyken ülkeye bağlılık ve vatan sevgisi “vatanım şeraitin hüküm sürdüğü yerdir” diyen geleneksel İslami anlayışla çatışıyordu” (Karpat, 2009b:17– 24).Geleneksel İslami anlayışta toprak üzerinde yaşanılan yer olması dışında nesne olarak herhangi bir kutsallığı olmadığı gibi uğrunda ölünecek bir ideal değildir. Cevdet Paşa’nın deyimiyle, “Vatanı, köyün orta yerindeki meydandan ibaret sayan bir Müslüman köylü çocuğundan vatan için savaşması ve ölmesi nasıl istenecekti” (Karpat, 2009b:23).

“Bu sorunun aşılması için diğer kavramlardakine benzer bir meşruiyet yoluna gidildi. (Kur’an da geçen Şura ayeti ve meşrutiyet ilişkisi gibi ) Bu çerçevede “Hub’ül vatan minel iman” (vatan sevgisi imandandır) hadisi çok yaygın olarak telaffuz edilmeye başlanmıştır”(Karpat, 2009b: 26). “Hadisin ikinci kısmı olan “min-el iman” toprağı yüce bir sadakat ve bağlılığın konusu haline getiriyor ve onun savunulmasını askeri bir yükümlülük olarak ortaya koyuyordu. Bu yüzden hadis, Namık Kemal’in siyasal vatan anlayışına uyuyor, ona dini bir yaptırım kazandırıyor ve böylece bu tip bir vatan anlayışını yaygınlaştırıyordu” (Karpat, 2009b: 26).

Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal’in öncülüğünü yaptığı Tanzimat dönemi aydınları, 18. yüzyıl da Fransız düşünsel ve siyasal yapısına damgasını vuran Voltaire, Rousseau, Montesquieu, Condillac gibi düşünürlerden etkilenerek, Osmanlı’nın geleneksel kurumlarını yenileyerek devleti içinde bulunduğu bunalımlardan kurtarma yolunu seçmişlerdir. Bu düşünürlerde devletin kurtulması ve geçmiş ihtişamına kavuşması halkın da kurtuluşu ve refahı demektir. Bu düşünsel zemin ekseninde Batı’da meydana gelen değişimleri, İnsan hak ve özgürlüğü, eğitim, hukuksal eşitlik, iktidarın kanunla sınırlandırılması gibi siyasi ve hukuki talepleri gündeme getirmişlerdir. Bu yönüyle

87

Osmanlı tebaası, “hak, adalet, kanun, eşitlik, hürriyet” gibi yeni kavramları yine gazete gibi yeni bir tür aracılığıyla ilk kez Yeni Osmanlılar sayesinde tanımışlardır.

Şinasi'nin, Tanzimat'ın ünlü ismi sadrazam Mustafa Reşit Paşa'ya atfen yazdığı

“Ey ahali-i fazlın reis-i cumhuru' diye yani faziletli insanların cumhurbaşkanı diye anması ve yine Reşit Paşa için yazdığı: "Ettin azad bizi olmuş iken zulme esir/ Cehlimiz sanki idi kendimize bir zincir/ Bir ıtıknamedir insana senin kanunun/ Bildirir haddini sultana senin kanunun..." (Tanpınar, 1997: 196).

Dizeleri yeni bir zihniyetin teşekkülünü göstermesi açısından son derece anlamlı ifadelerdir.

Batılılaşmanın öncüsü olan yöneticilerin söz etmekten dahi hoşlanmadıkları Anayasa ve Meclis gibi kurumları da devletin kurtuluşu ve milletin refahı için zaruri görüyorlardı. Bu sebeple Tanzimat’la başlayan siyasi ve hukuki reformları yeterli görmemiş, Gülhane Hattı’nın getirdiği can, mal ve namus güvenliği gibi reformların Meşrutiyet yönetimiyle ve buna bağlı olarak da anayasa hükümleriyle güvence altına alınmasını istemişlerdir.

88