• Sonuç bulunamadı

2. KAVRAMSAL ÇERÇEVE

3.1. Avrupa Kimliğinin Siyasallaşması

"Siyasallaşma" (politicization), meseleleri doğrudan ya da dolaylı olarak siyasetin parçası haline getiren bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Avrupa kimliğinin siyasallaşması ile AB içerisindeki siyasi kurumlar ve eylemler ile Avrupa arasındaki karşılıklı etkileşiminin anlaşılabilirliği genişletilmektedir. Bu sürecin etkileri ulusal ve AB kurumları bazında ayrı ayrı ele alınmakla birlikte sınır çizimleri ve dışlama dinamikleri, göç ve hareketliliklerin yapısal etkileri veya geçmişteki tecrübeler ile günlük pratiklerin reaksiyonlarında da ortaya çıkabilmektedir. Örneğin; 2004 ve 2007 AB genişlemeleri neticesinde, AB'nin devam etmekte olana anayasal süreci ve dinsel anlamda yeniden güçlenmesi Avrupa kimliğinin çeşitli şekillerde siyasallaşmasına sebebiyet vermiştir.215

3.1.1. "Biz" Olgusunun Siyasallaşması

Avrupa kimliği özellikle 1991 yılındaki Maastricht Anlaşması ile 2007 yılındaki Lisbon Anlaşması arasındaki süreçte oldukça yoğun şekilde siyasallaşmıştır. Bu siyasallaşma neticesinde Avrupa kimliğine yönelik iki ayrı proje geliştirilmiştir. Bunlardan birincisini siyasal haklar ve vatandaşlık konularına vurgu yapan dışa dönük, kozmopolitan Avrupa kimliği inşası oluştururken, diğerini ise ekonomik ve kültürel tehditlere odaklanan içe dönük, ulusal–popülist Avrupa kimliği

214 Ray Hudson, "One Europe or Many? Reflections on Becoming European", Transactions of the

Institute of British Geographers, New Series, Cilt 25, Sayı 4, 2000, s. 419.

215

inşası oluşturmuştur.216

Söz konusu bu kozmopolitan ve popülist kimlik kavramsallaştırmaları siyasallaşma içeriği ve formu açısından çeşitlilik arz etmektedirler. Buna göre; kozmopolitan yaklaşım elit seviyedeki siyaset tarafından motive edilirken popülist yaklaşım daha çok kitle siyasetini yansıtmaktadır.

Checkel'in belirttiğine göre; kozmopolitanizm (cosmopolitanism) 18. yüzyıldaki orjinal anlamıyla "yabancılara yönelik gösterilen tolerans"ı ifade ederken günümüzde ise insanlık temeline indirgenmiştir. Avrupa kozmopolitanizmi ise sınır ötesinde sadece mal ve hizmet değişimini değil, Avrupalıları da kapsayan geniş bir kabul içermektedir. Fakat 2004 ve 2007'deki genişlemeler neticesinde Avrupa'nın sosyal yapısında artan heterojenlik neticesinde "Avrupalılık" kimliği ve "Avrupa'nın sınırları" bizatihi Avrupalılar tarafından sorgulanır hale gelmiştir. Popülist Avrupa politika söylemlerinde ise "Avrupa" ile "ötekiler" arasına kesin sınırlar çizilmektedir. Bu konuya dair en iyi örneği Türkiye'nin AB'ye tam üyelik süreci oluşturmaktadır. Bu ilişkinin bu derece uzatmalı ve tartışmalı olmasının özünde Avrupa ile İslam arasındaki olumsuz ilişkiler gösterilmektedir.217

Netice olarak Avrupa kimlik politikaları kapsamındaki "biz" olgusunun siyasallaşması kozmopolitan ve popülist formlarda çeşitli dönem ve şekillerde birbirlerine baskın olarak gerçekleşmiştir. Örneğin; 1980'lerde ve 1990'larda kozmopolitanizm popülizm üzerinde daha baskın gözükürken, özellikle son yıllardaki Avrupa anayasasına dair tartışmalar ve genişlemelerin yaratmış olduğu öz kimlik muğlaklığı ve öteki tayinindeki sorunlar sebebiyle üstünlük popülist Avrupa kimliği formuna geçmiştir. Bugünün Avrupası'nda ise hiçbir kimlik projesi, Avrupa'nın sosyal, ferah ve barış içindeki vizyonunun giderek artan sayılardaki göçmeni etkilediği –Suriyeli mültecilerin Türkiye üzerinden Avrupa'ya çeşitli yollardan girme girişimleri ve bu girişimlerin dramatik sonuçları gibi– gerçeğinden kaçınamamaktadır.218

216 Paolo Belluci, David Sanders & Fabio Serricchio, "Explaining European Identity", The

Europeanization of National Polities? Citizenship and Support in a Post-Enlargement Union,

Editörler: David Sanders, Paolo Belluci, Gabor Toka & Mariano Torcal, 1. Baskı, Oxford University Press, New York 2012, s. 62.

217 Jeffrey T. Checkel & Peter J. Katzenstein, a.g.m., s. 13. 218

3.1.2. Dinin Siyasallaşması

Avrupa'nın günden güne değişen sınırları içerisinde din ve dini kimlikler giderek ön plana çıkmaya başlamış, yeni ve derinlemesine siyasallaşan roller üstlenmiştir. Soğuk Savaş döneminde ideolojik kamplar arasındaki mücadelede araçsallaştırılan din olgusu, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle beraber yerini terörizm temalı yeni bir güvenlik algısına bırakmıştır. Özellikle Soğuk Savaş döneminde komünist ideolojiye karşı panzehir olarak geliştirilen siyasal İslam ve köktendinci akımlar, pek çok proje –Yeşil Kuşak Projesi vb.– ile desteklenmiş ve realize edilmiştir. SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte uluslararası arenadaki ideolojik kutuplaşma ortamı sona ermiş ve yepyeni bir sosyal yapı inşa süreci başlamıştır. Rusya Federasyonu’nun Ortodoks karakteri, 1990 sonrasında yükselişe geçen Avrupa Katolik Doktrini karşısında kendisini tanımlamış ve bu ötekileştirme üzerinde kendi varlığını oluşturmuştur. Bu bağlamda 1990'lı yıllar, dini aktivitelerdeki yeniden canlanmayla beraber uluslararası ve toplumlararası ilişkilerdeki din etkisinin ivme kazandığı yıllar olarak gözlenmiştir. Kilise ve mezhep oluşumlarının sayısındaki artış, dinin Avrupa'nın seküler kamusal alanında öne çıkmasına sebebiyet vermiştir. Avrupa entegrasyonu kapsamında ise Avrupa kimliği ile din arasındaki tarihsel bağa yenilenmiş siyasi önem atfedilmiştir. Bu bağlamda özellikle Roma Katolik Kilisesi, Avrupa bütünleşmesi inşasındaki rolünün yanı sıra Avrupa'nın ruhani mirası üzerindeki etkisiyle de ayrı bir ilgi alanı oluşturmaktadır. Örneğin; II. John Paul'un papalığı döneminde Kilise, Avrupa bütünleşmesi projesini kuvvetli şekilde desteklemiş, on yıl sonraki papalık seçimlerinde Kardinal Ratzinger seçildikten sonrasında da Vatikan'ın Avrupa'ya yönelik alakasında herhangi bir azalma olmamış, aksine Avrupa'nın yaşayan kültürel mirasının özünde dini değerlerin yer aldığı ve bu değerlerin korunup geliştirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.219

Din olgusu, sadece Avrupa'nın kendi içerisindeki eski ve yeni üyeleriyle olan ilişkiler açısından değil, Avrupa dışındaki dünya ile olan ilişkiler anlamında da

219 Lucia Faltin, "Introduction: The Religious Roots of Contemporary European Identity", The

Religious Roots of Contemporary European Identity, Editörler: Lucia Faltin & Melanie J. Wright, 1.

belirleyici rol üstlenmektedir. Kıtasal olarak Avrupa refah devleti, sol ve sağ görüşleri kapsayan iki taraflı geniş bir desteğe sahiptir ve bu desteğin ideolojik olarak tesisinin kökleri sıkı sıkıya Hıristiyan Demokratik doktrini ve siyasal eylemlerine dayanmaktadır. Amerikan ve İngiliz neoliberal politikalar ve ekonomik küreselleşme, söz konusu olan bu refah devleti konseptine büyük bir meydan okuma gerçekleştirmiştir. Avrupa'nın anti-Amerikancı bu tutumu, hem Başkan Bush döneminde ayırıcı politikalara hem de iki farklı toplum arasındaki değer çatışmalarına bağlanmıştır.220

Sonuç olarak; Avrupa birleşme ve bütünleşme projesi olan entegrasyon hareketine "Avrupalılaşma" sürecinin de etkisiyle beraber artan din siyasallaşması, Katolik Kilisesi'ne Avrupa kültürel mirasına sahip çıkma gayesiyle öncü rol fırsatı tanımış ve gerek Avrupa içi ilişkilerde gerekse Avrupa dışındaki dünyayla olan bağlantılarda belirleyicilik ithaf etmiştir. 11 Eylül 2001 yılında ABD’de meydana gelen terör saldırıları neticesinde ise "küresel terörizm" başlığı altında ortaya çıkan "İslami terörizm", uluslararası ilişkilerin yeni tehdidi olarak algılanmıştır. 2001 sonrasında hem ABD’de hem de Avrupa’da giderek artan terör saldırıları, kendi oluşumlarında ve karakterlerinde İslam dinini ön plana çıkaran ve İslam medeniyetinin cihat anlayışına vurgu yapan örgütlerce üstlenilmiştir. Söz konusu saldırılara yönelik Müslüman yoğunluklu ülkelerden gelen sönük tepkiler ve samimi bulunmayan yaklaşımlar neticesinde ise dünya genelinde İslam dinine yönelik korku ve endişe hali fazlasıyla yükselmiştir. Bu yükselme zamanla "İslamofobi" adını almış ve toplumsal anlamda çok ciddi sorunları da beraberinde getirmiştir. Yükselen İslamofobiye paralel olarak ise özellikle Katolik Hıristiyanlık Doktrini giderek önem kazanmış ve bir tür medeniyetler mücadelesi şeklinde karşı karşıya gelmişlerdir. Bundan dolayı çağdaş ve modern Avrupa içerisindeki Katolik Hıristiyanlık ile İslam arasındaki ilişkiler, öz kimliklerini karşılıklı olarak birbirlerini ötekileştirmelerinden inşa etmeleri nedeniyle halen oldukça karmaşık ve kırılgan bir yapıya sahiptir.

220