v ^ ^ ^ ^ v y v w v / M Yazan: İhsan Ilgar
fJ U USTAFA Kemal, ilk savaşı, 27 kasım '*'* 1911’de İtalyanlar’a karşı Trablusgarp’ ta vermişti. Koşa koşa gitmek istediği Lib ya Savaşı’na giderken, sınıf arkadaşı Asım Gündüz’ü İstanbul’da görmüş: «Korkarım ki Asım, döndüğümde bizim Rumeli de Osman- lı İmparatorluğu sınırları içinden çıkmış ola cak!» (1) demişti. Sonra da Ruslar’m teş vikiyle Balkan devletleri, Osmanlı İmpara torluğuna saldırınca, Avrupa yoluyla, Ro manya üzerinden İstanbul’a vatan hizmeti ne koşmuştu.
Mustafa Kemal, Balkan savaşı sonunda Sofya’ya ataşemiliter olarak 27 ekim 1913’te gönderilmişti. O sırada Fethi Okyar da Sof ya’da sefir olarak bulunmaktaydı.
1914’te I. Dünya Savaşı Bosna • Hersek teki patlayan silâhla başlayınca, Avrupa yı bir kan ve barut dalgası kaplamıştı. Musta fa Kemal, ilk iş olarak bu savaşa girilme- mesini istemiş, hem de kendisine orduda bir vazife verilmesini arzulamıştı. 19. tümen kumandanı olarak yaptığı hizmet, İstanbul’u kurtarmış, İngiliz kara taarruzlarını durdur muş, Balkan savaşında lekelenen Türk or dusunun şerefini kurtarmıştı.
I. Dünya Savaşı sonunda yapılan mütare-
Mustafa Kemal, ilk savaşını verdiği Trablusgarp'te,
Ali Çetinkaya He beraber.
keden sonra, İstanbul’a gelen Mustafa Ke mal Paşa, İstanbul’da çıkan «Zaman», «Va kit», «Minber» gibi gazetelere bazı beya nat vermişti. 1918’de yayınlanan Minber’in 18. sayısında, gizli bir sima mânâsına gelen (Nühüfte Bir Sima) başlıklı bir yazıya rast ladım. Yazı şöyle başlıyordu:
«İtiraf edelim, vatanın emsalini yetiş tirmekte semahat göstermediği birkaç ze- kây-ı müstesnadan biri ve hattâ birincisi Mimber, Zaman, Vakit gazetelerinde beya natı neşredilen Mustafa Kemal Paşa dır. Milletin en ziyade hayırkâr evlâdından ol duğu halde, en az mazhar-ı takdri olan yine müşarünileyhtir.
Fakat kime isnad-ı kabahat edelim? Kendisi o kadar şöhretgiriz, o derece mah- viyetkârdır ki, Anafartalar’m yegâne mü dafii ve İstanbul’un halâskân yalnız ken disi olmasına rağmen bu hakikati pek çok zaman ifşa etmedi ve bu suretle bütün bu muvaffakiyetlerin şan ve şerefleri, çapul cuların hisse-i inhisânna kaydedildi».
Gazete daha sonra, devlet adamlarının, devlet parasıyle, kendi mevhum faziletle rini, halka terennüm ettirerek milleti al dattıklarını yazdıktan sonra, 1914’te yaz dığı bir mektubu yayınlamaktadır.
Mektubun baş tarafları hususî mahiyet te olduğu için asıl siyasî ve askerî kısmı
(1) Orgeneral Asım Gündüz’ün hâtıraları.
kapsayan şu şâyân-ı dikkat satırları bura ya alalım:
«Sofya’dan İstanbul’a gidip {...) gö ren ve benim arkadaşımdan bir zata ( ...) odası kapısında biîmünasebe is mim zikrolunması üzerine (...) aynen:
— Onun yüzünü şeytan görsün, (2) diyor. İstanbul'a gelip bu gibi insanların yüzlerini görmek beni müteezzi edecektir.
Bundan başka bir takım insanlar var dır ki, benimle gayet samimî arkadaş gi bi göründükleri halde, bilmem mazinin bazı suitefehhümlerinden mi, yoksa ba zı meslek ve meşrep ihtilâfından mı ne dir, hakkımdaki fikirleri daima menfîdir. Mesela, ( ...)ın beni biraz methetmesi üzerine, bu medh-ü senânın ne suretle a- leyhimde tefsir edildiğini sen pekâlâ bi lirsin, ve ben zannediyorum ki bazı kim seler, hal ve atide bigünâ ihtilâf zemi ni kalmamak ve bu suretle vatan ve mil lete hizmet (!) eylemiş olmak itibariyle, benim her ne suretle olursa olsun izale-i vücudumu dahi caiz görebiliyor. Bu su retle düşünmekte ne kadar haksız olduk larını izaha lüzum görmem. Çünkü siz benim efkâr ve hissiyatıma değil, kalp ve vicdanıma nâfizsiniz.
Pekâlâ bilirsiniz ki, benim bütün haya tımda bu ana kadar takip ettiğim gaye hiç bir vakit şahsî olmamıştır. Her ne dü şünmüş ve her ne teşebbüs etmişsem dai ma memleketin, milletin ve ordunun nam ve menfaatine olmuştur. Hiç bir zaman şahsımın teferrüt ve temeyyüzünü nazarı dikkate almamışımdır.
Eğer o fıtratta olsaydım, maateessüf sergüzeştçiliğe, pek müsait olup, muhit ve vaziyetlerde fırsatlar eksik değildi. Bu gün dahi, mesleğim mazide olduğumun aynıdır. Gayesi vatan ve milletin tahlisi ve ordunun ıslahı noktasına matuf olan ve bu gayeyi, nezih ve her türlü hissiyat-ı şahsiyeden ârî olarak takip edenlerle be raber çalışmak bence pek şerefli bir hâ dise olur.
Bu şartın adem-i mevcudiyeti halinde memlekete muzır olmaktan Allah beni vi kaye etsin. Kat’iyyen şahsî iğbirarını bir takım menfî teşebbüslerle tatmine kat mak âdiliğine tenezzül etmem. Azamî ya pacağım şey, istifa edip, mütevekkilâne temin-i maişet esbabına tevessülden iba ret olur.
Hangi tarafın galip geleceğine dair olan kanaat-ı fikriyemi söylemekten hazer ede rim. Nazik ve mühim bir devre içinde bu lunduğumuza şüphe yoktur. Almanlar bü yük ve şayân-ı hayret bir savletle müte addit Fransız kalelerini çiğneyerek sağ ce nahı ile Paris’i geçip, Fransız ordusunu
— arkası İsviçre olmak üzere— sıkıştır dı. Herkes, bunun Almanların yegâne maksadı olduğu ve ona da muvaffakiyet elverdiği fikrinde birleşmişti. Ve bütün kâinat, artık son ve k a ti meydan mu harebesine ve onun neticesine intizar edi yordu. Halbuki bu neticeye mukabil. Al man ordularının Fransız ordusu karşısın da yüzlerce kilometre geri çekildiği görül dü.
Şarkta, Ruslar ve Almanlar ve Avustur yalIlar arasında cereyan eden vakayide. Şarkî Prusya’da Ruslar bozuldu. Fakat cenupta Ruslar’m pek faik kuvvetleri kar şısında Avusturya ordusu çekiliyor, garp ta Fransız ordusu müheyyây-ı taarruz. Bi naenaleyh, Alman ordusu serbest değil, şarkta Rus ordusu faik ve Avusturya or dusu çekilmeye mecbur.
Vaziyeti şöyle tefsir edebiliriz: Alman lar, Fransız ordusunu k a ti meydan mu harebesiyle henüz mağlup edemiyecekle- rini ve Avusturya ordusunun da faik Ruslar karşısında daha ziyade mukavemet ede- miyeceğini görerek garpte bütün orduyla geri çekilerek binnisbe şarka yaklaşmak ve sonra Fransız ordusu karşısına bir mü dafaa ordusu terkederek mütebaki ordu- lanyle şarka teveccüh edip, Avusturya or dusuyla birlikte Rus ordusunu vurmak istiyorlar.
Pek güzel! Fakat bu defa Rus ordusu geriye, şarka çekilmeye başlarsa ve bu or duyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan Fransız ordusu muka vemet için muavenet talebine mecbur o- lursa, bu defa da gene şarkta Ruslar’a karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp, garbe mi teveccüh edilecek!? Ve böyle mekik gibi, bir şarka, bir garbe gide gele Alman ordusunun hali ne olur ?
Aziz kardeşim, ilân-ı hürriyet günlerin de bilmem nerede nutuk iradına kıyam edip de iki şaklak üzerine kürsi-i hitabet ten inen ve niye indin sualine karşı:
— Ne... şaklak ettiler ya! demek iş bit ti!, diyen ağanın hali olmaz mı (3).
işte bugünkü halimizi bir lisan-ı mi zah ile ifade etmek istersek acaba ay nı cümleyi tekrar edemez miyiz?
4 eylül 1330 Mustafa Kemal
(2) Mustafa Kemal’in yüzünü görmek isteme yen zat, harbiye nazırı olan Enver Pafa’dır. Da ha hürriyetten evvel, bu iki zekânın aralan hür riyet ve hürriyetten sonra takip edilecek sistem hakkında fikir ayrılıklarıyle açılmıştı.
(3) Bu hikâyeyi sen söylüyordun, taklak mit tapşın mı, sen bilirsin!
OIE fURCHE
Hayat müessese- sinin yayınladığı Subhatu’l - Ahbâr hakkında bir ma kale neşreden Die Furche mecmuasının başlığı.