• Sonuç bulunamadı

ASİMİLASYON KARŞISINDA DİASPORİK KİMLİKLER

Modern Diasporalar

ASİMİLASYON KARŞISINDA DİASPORİK KİMLİKLER

Bu çalışmada altı çizilecek olan bir başka nokta ise, Çerkes toplumunun sık- ça geçmişte yaşandığını iddia ettiği asimilasyon tartışmalarına ilişkin bazı farklı yaklaşımları dile getirme çabasıdır. Diasporik özneye bakıldığı zaman, bu tür öznelerin farklı süreçlerde ve farklı konjonktürlerde farklı siyasal katı- lım stratejileri geliştirdikleri görülür. Geliştirdikleri bu siyasal katılım strate- jisi bazen asimilasyonu benimseme şeklinde kendini gösterebilir. Çünkü ilk gelen kuşakların önceliği, bu toplumda yaşamanın ön koşulu olan egemen kültüre asimile olmuş şekilde yaşamayı becerebilme yetisi geliştirmekti. Dola- yısıyla asimile olmak çoğunluk toplumunun veya siyasal iktidarın çok bilinç- li bir uygulaması olsa da, burada bireyi gözardı etmemek gerekir. Bireylerin

diasporalar: geleneksel ve modern diasporalar 33

rasyonel olduklarını ve içinde yaşadıkları sosyal, siyasal ve kültürel koşullar içerisinde varolmayı hedeflediklerini ve bu hedef için ellerinden ne geliyorsa yapma eğiliminde olduklarını unutmamak gerekir. Bunun adı asimilasyon ol- sa da, asimilasyon tek taraflı değildir. Asimile eden varsa, asimile olan da var- dır ve asimile olanın kendi tercihleri bunu gerektiriyor olabilir. İlk kuşaklar o dönemde kendileri için rasyonel bir karar verdiler ve asimile olmayı seçtiler. Çerkes dilini genç kuşaklara öğretme konusunda bu nedenle pek istekli olma- dılar, Çerkes kültürünün incelikleri üzerinde bu nedenle çok itina ile durma- dılar. Aynı şey ABD’deki birinci kuşak göçmenler için de geçerliydi. İlk kuşak İtalyanlar, Almanlar, İsveçliler ve diğerleri benzeri siyasal katılım stratejileri benimsediler. 20. yüzyıl başlangıcındaki egemen söylem olan ‘eritme potası- nın’ içerisinde erimek birinci kuşak göçmen aileleri için kaçınılmaz bir tercih olarak belirmişti. Milliyetçilik üzerine uzman olan antropolog Ernest Gellner’in çok önemli bir tesbiti vardır bu konuda: ”Amerika’ya baktığımız zaman birinci kuşağın unuttuğu şeyleri, kültürel kimlikleri 3. ve 4. kuşak ha- tırladı” demiştir. Yazılı tarihleri olmayan, tarihlerini daha çok şifahi yollarla kuşaktan kuşağa aktaran topluluklar köklerine ve geçmişlerine erişebilmek için hayal güçlerini kullanırlar. Bu bağlamda, özellikle genç kuşaklar, ataları- nın unuttuklarını anımsamaya çalışarak kendi imgelemleriyle adeta yeni bir tarih yazarlar:

Amerika’ya göç edenlerin davranış kalıplarını betimleyen ve ikinci kuşağın unuttuğunu üçüncü kuşak hatırlamaya çalışır şeklinde özetlenebilecek üç kuşak kuralı, dünyanın farklı yerlerinde yaşayan yerleşik topluluklarda da- hi geçerliliğini sürdürmektedir: Okulda yeni şeyler öğrenen ikinci kuşak, ebeveynlerinin geleneklerini sürdürme merakı taşımamakta, ancak kent- soylu torunlar, yani üçüncü kuşak ise, pekâlâ geçmişe ve geleneğe dönmeyi tercih edebilmektedirler (Gellner, 1964; s. 164, tercüme benim).

Ernest Gellner’in ifade ettiği biçimde göçmen kökenli grupların asimi- lasyon ile ilişkilerine bakıldığında alışıldık olan değerlendirmelerin dışında değerlendirmeler yapmak mümkün olabilir. Genellikle asimilasyonun ulus- devlet tarafından gerçekleştirilen tek taraflı bir edim olduğu görüşü hakimdir. 2008 yılında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Al- manya’ya gerçekleştirdiği resmi bir ziyaret sırasında Köln’de Türkiye köken- li bir topluluğa yaptığı konuşmada “Asimilasyon insanlık suçudur” şeklinde bir cümle kullanmıştır. Hatırlanacağı üzere 3 Şubat 2008 tarihinde Almanya’nın Ludwigshafen kentinde çıkan bir yangında 9 Türk hayatını kay-

34 birinci bölüm

betmiş ve bu yangının bir kundaklama sonucu ortaya çıktığı konusunda spe- külasyonlar yapılmıştı. Erdoğan’ın kullandığı söylemin, Alman siyasetini ve toplumunu daha gerdiği ve Almanya-Türkiye ilişkileri bağlamında yapıcı ol- maktan ziyade yıkıcı bir etki yarattığı gözlemlenmiştir. Yine hatırlanacağı üzere bir İngiliz turiste tacizde bulunduğu iddiasıyla yargılanan Alman genci Marco’nun Antalya’da tutuklu kaldığı süre içerisinde, özellikle Alman med- yası konuyu iki uygarlık arasındaki çatışmanın izdüşümü olarak resmetmiş ve Türkiye’de insan hakları ihlallerinin devamına dikkat çekmiştir. Baş ba- kan’ın açıklamaları ise Almanları hiç de hak etmediklerini düşündükleri bir ithamla karşı karşıya bırakmış ve İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana aslında oldukça başarılı bir şekilde tecrübe ettikleri ‘geçmişle yüzleşme’ (Vergangen-

heitzbeweltigung) sürecinin başarısız olduğuna dair şüphelere gark etmiştir.

Almanya göç ve entegrasyon politikalarını asimilasyonist olmakla itham eden Başbakan, aslında önemli bir gerçeği atlıyordu. Bu gerçek, Almanya’nın ya- kın zamana değin ne bir entegrasyon ne de bir asimilasyon politikasına sahip olmasıydı. 2001 yılına değin göç alan bir ülke olduğunu dahi resmi olarak ka- bul etmeyen Almanya, yeni yeni göçmenlerin entegrasyonundan söz eder ol- du aslında. Ondan öncesinde, Almanya Türkiyeli göçmenlere ve Alman ırkın- dan olmayanlara karşı, entegrasyon politikaları değil, segregasyon yani dışla- ma politikaları uygulamıştır. En ucuz yöntemi kabul eden Almanya bu ne- denle kendini ne göçmenlerin ve onların çocuklarının eğitimi konusunda ne de onların istihdamı konusunda yeterince sorumlu hissetmiştir. Entegrasyon ve asimilasyon sanılanın aksine çok maliyetli politikaları gerektirir. Eğitim kurumları, dil okulları, entegrasyon kursları, eşitlikçi istihdam politikaları, sosyal hizmetler ve benzeri pek çok alanda büyük maliyetlerden bahsediyo- rum. Entegrasyon politikaları nedeniyle Hollanda, bu alanlarda büyük mali- yetleri göze alan bir ülkedir söz gelimi. Ama Almanya hiçbir zaman bu mali- yetleri göze almamıştır.

Asimilasyon konusunda dikkat edilmesi gereken bir diğer unsur da, bazen göçmenlerin kendi özgür iradeleriyle asimile olmayı tercih edebilmele- ridir. Pek çok açıdan ötekini dışlayıcı bir karaktere sahip olan bir ülkede göç- menlerin asimile olmak suretiyle sosyo-ekonomik ve politik anlamda yüksel- meyi tercih etmeleri pekâlâ mümkün olabilir. Kaldı ki, Almanya-Türkleri arasında yaptığımız ‘Euro-Türkler’ adlı çalışmada Türkiyelilerin yaklaşık % 20’sinin asimile olmayı tercih ettiklerini saptadık (Kaya ve Kentel, 2005 ve 2008). Çerkes diasporasının da, özellikle homojenleştirme politikalarının uy- gulanmaya konduğu dönemlerde bir yandan uluslaşma projesinin bir gereği

diasporalar: geleneksel ve modern diasporalar 35

olarak merkezi devlet tarafından asimilasyona maruz kaldıkları, diğer yan- dan da egemen ideolojinin/stratejinin homojenleşme olduğu bir siyasal ve toplumsal düzlemde ‘bilerek ve isteyerek’ bir taktik olarak asimile oldukları sonucuna da varılabilir. Diğer bir deyişle, asimilasyon tek taraflı olmayabilir, çift taraflı bir süreç olabildiği gerçeği de gözden kaçırılmamalıdır.

Asimilasyonun çift taraflı bir süreç olabileceği iddiasını Fransız sosyo- log Michel De Certeau’nun (1984) Gündelik Hayatın Pratiği (The Practice

of Everyday Life) adlı çalışmasında kullandığı ‘strateji’ ve ‘taktik’ kavramla-

rına referansla biraz daha açmakta fayda var. Michel De Certeau (1984), bi- reylerin gündelik hayatta kendi üzerlerinde hissettikleri stratejilerin, ideolo- jilerin ve baskıların ağırlığı karşısında bazı taktikler geliştirdiklerini iddia eder. Geliştirilen bu taktikler, hayatta kalmanın ve devletin, kurumların, ai- lenin, cemaatin, toplumun ve benzeri oluşumların uyguladığı baskılara kar- şı gelmenin yöntemlerini ifade ederler. Bu yaklaşımdan hareketle, asimile ol- mayı seçen birey, asimilasyonist ideolojinin/stratejinin/pratiğin egemen ol- duğu bir düzlemde kendini korumayı amaçladığından böyle bir tercihte bu- lunmuş olabilir. Bireylerin, devletin ve siyasal iktidarın baskıcı stratejileri karşısında kendine özgü taktikler geliştirmesi kaçınılmazdır. Değerlendirme- yi biraz daha ileri götürmek gerekirse, bazı durumlarda asimilasyonun görü- nürde olduğu ancak bireylerin kamusal alanda takiye yapıp kendi özel alan- larında kendilerine ait olan kültürel, etnik ve dinsel kimliklerini yaşattıkları bilinmektedir. Bireyler, devletin sahip olduğu ve yurttaşları üzerinde uygula- dığı baskıcı güç (hard power) ve yumuşak güç (soft power) karşısında kendi kaçak güçlerini (fugitive power) kullanarak, diğer bir deyişle ‘kaçak güreşe- rek’ kendilerini korumaya ve güvence altına almaya çalışırlar (Bauman, 2000; Farrell, 2004; Cohen, 2007).3 Sözgelimi, Çerkesler Adığe dilini kamu- sal alanda konuşmamayı tercih ederek, asimile oldukları izlenimini verip, kendi özel alanlarında anadillerini, kültürlerini, ritüellerini ve pratiklerini yaşatmaya devam edebilirler.

İlerleyen bölümlerde Çerkeslerin Türkiye’nin farklı coğrafyalarında varlıklarını sürdürebilmek için ne tür bireysel taktikler geliştirdikleri konusu ayrıntılarıyla işlenecektir. Ancak daha önce küreselleşme süreçlerinin “göç- men” kavramını nasıl değiştirdiğini ve günümüz göçmenlerinin modern ileti-

3 Kaçak güç (fugitive power) kavramı Zygmunt Bauman (2000), Katherine N. Farrell (2004) ve Ro- bin Cohen (2007) trafından kullanılmaktadır. Kaçak güç kavramı, silahlar ve kanunlar gibi baskı- cı güç (hard power) ve normlar, gelenekler, kültür ve ideoloji gibi yumuşak gücün (soft power) eri- şemediği alanlarda bireyler tarafından inşa edilen demokratik gücü ifade eder.

36 birinci bölüm

şim ve ulaşım araçları vasıtasıyla nasıl aynı anda hem anavatanı hem de dias- porayı reel ve sembolik düzeyde tecrübe ettiklerine bakmakta fayda var. Öy- le ki, yakın zamana değin Çerkes diasporası için anavatan adeta Kafdağı’nın ardındaki hayali bir imgeyken bugün bu hayali imgenin giderek gündelik ha- yatın sıradanlığı içinde reel bir hal aldığını görmek ve yaşamak mümkündür.

İKİNCİ BÖLÜM