• Sonuç bulunamadı

2.3. Fütüvvetnâmeler

2.3.2. Arapça Fütüvvetnâmeler

Fütüvvet adabı ve erkânı hakkında bilgi veren bu risalelere veya fütüvvetnâmelere Arapça’da en yaygın isimlendirme “Kitabu’l-Fütüvve”dir.

Fütüvvet kitaplarının özellikle XIII. yüzyıl itibarıyla, mesleki ağırlıklı yazılanlarına da -Ahilikte olduğu gibi- “Fütüvvetnâme” denilmiştir. Hâlbuki bunlar, araştırmacı Ahmet Yaşar Ocak’ın da belirttiği gibi, mesleki yönerge ağırlıklıdır. Önceki yüzyıllarda yazılan fütüvvet risaleleri gibi “sufi” deseni çok değildir. Lakin böyle olmakla birlikte sufi niteliğin kaybolduğu söylenemez. Demek oluyor ki, “mesleki fütüvvet kitapları”, asıl fütüvvetnamelerin hayatın derinliklerinde dal budak salmış tarzıdır. Bununla birlikte sözü edilen eserleri, iki sınıfa ayırarak inceleyen araştırmacılar da vardır. Bunlardan Ahmet Yaşar Ocak iki ayrı türden söz eder. Birincisi Fütüvvet teşkilatına ait Fütüvvetnâmeler. Bunlar XIII-XIV. yüzyıllar arasında yazılanlardır.

İkincisi Ahi loncaları Fütüvvetnâmeleri. Bunlar XIII-XVI yüzyıllarda bulunabilir.47 Bu durum kökleri ve dalları ile bir ağaç gibi fütüvvet ile ilgili eserlerin, amaçları doğrultusunda devam ettiklerinin tezahürüdür. Hayattan kopmamak ve insanlara

44Şeyh Safi Buyruğu, s.34-35.

45 Gölpınarlı, İslam ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı, s. 324-325.

46 Çağatay, Neşet, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Konya 1981, s.180.

47 Ocak, Ahmet Yaşar, “Fütüvvetname”, DİA, c.XIII, s.264.

geleceklerini kazandıkları meslekte rehber olmak, ışık tutmak doğal süreçtir, olması gerekendir. Bu yadsınmadığı gibi kabul görüp gelişimin önü açılmıştır. Aksi olsaydı durağanlık ve hayattan kopuş gerçekleşirdi ki, bu da fütüvvetnâmelerin bir dönemden sonra telif edilmemesi sonucunu doğururdu. Bahsettiğimiz süreç sosyolojinin gereğidir.

Başka bir perspektif ile söylersek, İslami ilimlerin “mezhep ve görüş zenginliği”

ekseninde geniş zamanlara intibakı ve bu sayede hayatın içinde oluşu ne ise fütüvvet kitaplarının yaşadığı süreç de odur. Fütüvvetin konusu olan ahlaki değerler evrensel olduğu için bütün zamanlara uyarlanabilecek yeni ve güncel fütüvvet risaleleri geçmişte bir ihtiyaca binaen kaleme alınmışlardır. [çev.]

Arapça telif edilen fütüvvetle ilgili müstakil eserlerden bazıları şunlardır:

Ebu Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî (ö.412/1021), Kitabü’l-Fütüvve. Hace Abdullah Ensârî (ö.481/1089), Kitabü’l- Kitabü’l-Fütüvve. Ali İbnü’l-Hasan İbn Ca’dveyh (ö.485/1092), Kitabu Mir’âti’l-Mürüvve.Nizam’ül- Mülk adına yazılmıştır.Seyyid Muhammed er-Radavî (ö.920/1514), Miftâhu’d-Dekâik fi Beyâni’l-Fütüvve ve’l-Hakâik. Ahmed b. İlyas en-Nakkâş el-Harbûtî, Tuhfetü’l-Vesâyâ. Ebu Hasan Ali b.Nâsır Li-dinillah(ö. 611/1215), Umdetü’l-Vesîle. Anonim, Kitab fî Bahri’l-Fütüvve. Anonim, Zikru- Şecereti’l-Feyz. Abdurrahman el-Kâşânî (ö. 736/1335),el-Fütüvve.

Şimdi bu Arapça eserler hakkında tanıtıcı kısa bilgiler sunabiliriz.

Sülemi’nin eseri, bu alanda yazılmış ilk Arapça fütüvvetnâmedir. Eserde fütüvvet büyüğü nebiler zikredilir. Akabinde sufilik yolunun vasıfları ve tanımları yapılır. Kur’an ve sünnet üzerine bina edilmiş sahih itikad beyan edilir. Eserde fütüvvet tefsiri ve bazı mutasavvıfların menkıbelerine de yer verilir.48

Abdullah Ensârî’nin eseri Sülemî’nin eserine benzemektedir. Ensâri’nin risale hacmindeki eserinde fütüvvet konusunda derin tahliller yapılır. Mesela: “Fütüvvet, kendinde bir fazilet ve hak görmemendir. Bu da üç derecedir: Birincisi düşmanlığı terk etmek, kusuru görmezden gelmek, eziyeti unutmaktır. İkincisi sana isyan edene yaklaşman, eziyet edene ihsanda bulunman, kötülükte bulunana iyilik etmendir.

Üçüncüsü de bunları yaparken kızgınlığını yenerek değil, tabii ve razı olarak, takva ile hoş görmektir. Nitekim böyle olmaz da özür dilemeye mahkûm etmek ve bundan utanmamak ve kabahatliyi ezmek gibi haller kimde bulunursa o kişi fütüvvet kokusunu alamaz. İstidlal yoluyla hakikat nurunu dileyen kişiye fütüvvet davasında bulunmak

48 Sülemi, Kitabü’l-Fütüvve, Tasavvufta Fütüvvet, Çeviren: Süleyman Ateş, Ankara 1977, s.22-35.

ebediyen helal olmaz.”49 Ensârî, fütüvvetin “kal/söz”den ziyade eyleme yansıyan bir

“hâl” olduğunu vurgulamaktadır.

Mir’âtü’l-Mürüvve müellifi İbn Ca’dveyh, daha ziyade mürüvvet kavramı bağlamında fütüvvetten söz eder, fütüvvet umdelerinden, esaslarından bahseder fakat erkânından söz etmez.

Radavî’nin eseri Fütüvvetnâme-i Kebîr adıyla da anılır. Kitabın Türkçe çevirisi yaygındır ve muhtelif kütüphanelerde yazmaları vardır. Fütüvvet konusunda zengin bilgileri barındıran eserde Alevi-Bektaşi kültürünün yansımaları belirgindir. Kendinden sonra yazılan fütüvvetnâme kitapları için kaynak mahiyetinde önemli bir eserdir.

Harbûtî, kitabını Halife Nasır’ın oğlu Ebu Hasan Ali adına yazmıştır. Tuhfetü’l-Vesâyâ dakendinden sonra yazılan fütüvvet kitaplarına çoğu zaman kaynak olmuştur.

Umdetü’l-Vesîle’nin Harbûtî tarafından hülasa edildiği bilinmekle birlikte, eser günümüze ulaşamamıştır.

Diğer eserler genel itibariyle kendinden önceki eserlerden bir tür derleme tarzında oluşturulmuş eserlerdir.

Arapça telif edilen ve kısmen fütüvvetle ilgili eserler deyince aklımıza hemen hemen tüm tasavvuf klasikleri içerisinde ya bab ya fasl başlığı altında fütüvveti ele alan ve bazıları müstakil risale halinde kopyalanan risaleler gelmektedir. İbnü’l-Arabî’nin Fütûhât’ı, Kuşeyrî’nin Risâle’si, Sühreverdî’nin Avârif’i, Hz. Ali’nin Sad Kelime’si, Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye, Hz. Ali’nin Hz. Hasan ve Hüseyin’e Vesâyâ’sı gibi farklı isimler veya başlıklar altında oldukça yekun tutatan bir edebiyat birikimi bulunmaktadır.

“Ankara, Milli Kütüphane’de DVD Numarası:1727, Yer Numarası: 60 Zile 65, yaprak sayısı 378, sayfa satır sayısı: 27 olan ve müellifinin ismi Muhammed İbn Muhammed Üskübi diye yazılı bulunan, İbrahim b. Yahya Akkirmani tarafından en son istinsah tarihi 1083 (1671) olarak belirtilen: “Delailü’n-Nübüvvet-i Muhammedi ve Şemailü’l-Fütüvveti Ahmedi” ismi ile müsemma Arapça-Osmanlıca bir eserden de orijinal nüshanı [vr:24] yorumsuz olarak örnek almakta yarar gördük:

“Enne’n-Nebiyye sallallahu aleyhi ve selemle kane yegulü: Ellahümme inni es’elüke’l-hüda ve’t-teka ve’l-ıfafe ve’l-ğına.”

Yani Hazreti Seyyidi’l-Kevneyn sallallahu Teâlâ aleyhi ve selemle dayima iderdi: Ya Allah! Senden toğri yola delalet isterem. Ve havf ve iffet ve ğına isterem.

İmdi, bu bize ta’limdir ki ekser halde Hak Teâlâ’dan isteyuz. Hak Teâlâ toğri yolde

49Ensârî, er-Risâle, Süleymaniye Ktp./Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 479, vr.78ab.

sabit eyleye. Ve kendüden havf ve emr-i dünyada iffet ve ğına kalb-i müyesser eyleye.

Münacaat:

Ya Müfettiha’l-kulub. Ya Kaşife’l-kürub. Ey âşıkların gözleri senünile Ruşen ve ariflerin kalbleri senünile Ruşen. Ey Zat-ı Kadiymin cemiy’ı âlemden müsteğna!

Ey Sıfat-ı Ezeli’nin fena ve zevalinden ğına! İlahi! Âşıkların batınları envarı hürmetine ve müştakların havatırı izzetine, diydemizi basıyret nuriyle ruuş eyleye. Hadayik-i kulubimizi hadayik eyleye. Ve hakayikı eyleye. Gülşen eyleye. Oi nesne ki Hazretine

“Laa bi-kaderin” anı sabit eyleye! Ve ol ki layık değildir, kalbimizden ihraç eyleye!

Günahımızı kelime-i tevhid hürmetine afv et! Bu kelime izzetine red eyle!..

“Zad el’Meani” nam kitabda rivayet olunur ki bir padişah-ı adil var idi. Bunun bir zalim veziri var idi. Reaya padişaha vezirden şikâyet ittiler. Birinci def’a padişah cevab itmeyub bir gün iytdi: Ben dahi bilürem zalimdir. Emma azli mümkin değildir!

Bir gün bazı hasları yanında padişah iytdi: Bu vezirin hakkı benim yanımda sabit olmişdir. Saltanatımdan evvel bana ırak Şam’a firar iytmek iktiza iytdi. Şam’da bir bakkal var idi. Def’ı melal için anın dükkânında oturdim. Bir gün beni ğayet gasavette gördi. Ve halimnden sual iytdi. Bazı halimden haber virdim. Ve dar ve diyarımdan dür oldiğimden ve ekriba ve teallukatımdan mehcur oidiğimden şikâyet ittim. Bana ittiy: Ya şimdi diyarına gitmeğe mani’ nedir? İytdim: Eğer silahım ve biyneceğim olsa gitmek mümkin idi. İkinci gün ol kimesne dükkânın satub ve memalikin bana teslim iytdi.

Çünkim mekarrıma geldim Hak Teâlâ bana padişahlık müyesser eyledi! Murad eyledim ki ol kişiye mükâfat idem! Çünkim andan sual iytdim, ahrete intikal iytmiş! Ol kimesnenin siyre-i ve sureti hayalimde kalmış idi. Bu şahsı ana müşabehe gördim. Vezir iytdim. Madame ki hayattayım anı mağzul iytmezem! Eğerçi (gerçi) ef’alde müşabih eşkıyadır! Lakin akvalde müşabih enbiyadır.

İlahi! Kemal-i kereminden kabaih-i a’malimize nazar itmeyub Enbiya-ı Kiramın hürmetine bizi cennetine idhal idüb didarını müyesser eyle!

Yedinci Münacaat!

Sahih-i Müslim’de Tarık b. Eşim El’Eşcaaıy radıyallahu anhu’dan merviydir:

“Kane’r-raculü izaa esleme, alleme’n-nebiyyü sallallahu aleyhi ve selemle es’salaate. Sümme emerahu en yed’uve bi-haaulaai’l-kelimaati:

Ellahümme’ğ-firliy ve’r-hamniy ve’h-diniy ve aafiniy v’erzukniy”

Yani kaçan, bir kimesne [kimse] islam’a gelse, Hazireti Resul-ü Ekrem sallallahu aleyhi ve selleme; ana nemazı ta’liym iderdi. Ve bu duayı okumayı emri derdi. Demek olurki Ya Allah! Beni yarlığa ve rahmet ve hidayet eyle ve sihhat

müyesser eyle ve rızgımı sühületle iysaal eyle!” 50