• Sonuç bulunamadı

Yakın zamana kadar, çocuk cinsel istismarını durdurmaya yönelik çabaların çoğunluğu istismarcıyı cezalandırmak ve mağdurlara ve ailelerine tedavi üzerine odaklanmıştır. Önleme çabaları ise daha az yaygındır. Günümüzde ise büyük ölçüde

okul temelli eğitim programları yoluyla çocukların davranışlarını değiştirme ve konu ile ilgili bilgilerini arttırma konusuna yoğunlaşılmıştır (Chasan-Taber ve Tabachnick, 1999). Walsh, Zwi, Woolfenden ve Shlonsky (2015) okul temelli cinsel istismarı önleme programlarına katılımın çocukların kendini koruma bilgi ve becerilerini arttırdığını bildirmektedir. Bununla birlikte bu bilgi ve becerilerin cinsel istismara uğrama olasılığını azaltıp azaltmadığının bilinmediğini eklemektedirler. Gibson ve Leitenberg (2000) yaptıkları çalışmada çocukluk çağında okul temelli cinsel istismardan korunma programına katılmayan kadınların katılan kadınlara oranla iki kat fazla cinsel istismar yaşantıları olduğunu bildirmektedirler. Ayrıca Savla vd. (2013) çocukluk çağı istismarının etkilerinin zaman içinde yok olmadığını, orta yaş ve yaşlılık dönemindeki aile içi ilişkileri etkilemeye devam ettiğini bildirmektedirler. Bu nedenle çocuklara verilecek olan cinsel istismarı önleyici eğitimlerin hem çocukların cinsel istismardan korunması ya da cinsel istismarın meydana gelmesinin engellenmesi yönünde hem de istismarın uzun süreli etkilerinin azaltılmasına yönelik ülkemizde gerçekleştirilecek müdahale çalışmalarının geliştirilmesinde stratejik bir rol oynayabileceği düşünülmektedir.

Her türlü istismar için olduğu gibi cinsel istismarın tanınması ve önlenmesinde de öğretmenler ve okulların rolü önemlidir. Bunlardan ilki, çocukların istismar konusunda bilgilendirilmesidir. Çocuklar hem istismar hem de korunma konusunda okullarda öğretmenler tarafından eğitilmektedirler (Aksel ve Yılmaz Irmak, 2015).

Baginsky’ye (2003) göre çocukların günün üçte birini okulda geçirdikleri göz önüne alınırsa, öğretmenler ve eğitim sektöründe çalışan diğer kişiler çocuk istismarının tanınması ve önlenmesine katkıda bulunmak açısından önemli bir konuma sahiptirler.

Öğretmenlerin, çocukları günlük olarak gözlemleme ve davranışlarını geçmiş davranışları ve yaşıt normlarıyla karşılaştırma olanakları vardır (Crenshaw, Crenshaw ve Lichtenberg, 1995). Ayrıca 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK, 2004) 103.

maddesine göre, çocuk cinsel istismarı suç kapsamına alınmıştır. Yine TCK’nın 278.

maddesi ile her vatandaş, 279. maddesi ile kamu görevlilerinin tümü bu suçun işlendiğini öğrendiklerinde bunu yetkili makamlara bildirmekle yükümlü tutulmuşlardır.

Bu nedenle cinsel istismarın tanınması ve bildirilmesi noktasında başta öğretmenler olmak üzere okul personeline büyük görev düşmektedir. Walsh, Mathews, Rassafiani, Farrell ve Butler (2010) öğretmenlerin çocuk cinsel istismarını bildirmeye yönelik tutumlarıyla ilgili 58 araştırmayı inceledikleri derleme çalışmalarında öğretmenlerin bildirme tutumları hakkında bir çalışmaya rastlamamışlardır. Yine Walsh, Rassafiani,

Mathews, Farrell ve Butler tarafından (2012) bu araştırmada da kullanılan

“Öğretmenlerin Cinsel İstismarı Bildirme Tutumları Ölçeğinin (TRAS-CSA)”

geliştirme çalışmasında katılımcıların % 22’sinin daha önce cinsel istismar bildiriminde bulunduklarını bildirmektedirler. Ülkemizde ise Aksel ve Yılmaz Irmak (2015) tarafından yapılan çalışmada öğretmenlerin istismar konusunda hem üniversite eğitimleri süresince hem de hizmet içi eğitim olarak yetersiz eğitim aldıklarını, ayrıca çocuk cinsel istismarı konusunda doğru bilgilere sahip olmakla birlikte resmi kurumlara bildirim konusunda bilgilerinin yetersiz olduğunu bildirmektedirler. Sonuç olarak ebeveyn, öğretmen ve okul psikolojik danışmanlarının da cinsel istismar konusunda bilgilendirilmeleri ve cinsel istismarın yaşandığına ilişkin ipuçlarının neler olduğunun öğrenmeleri ve yasal sorumlulukları konusunda bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Bu eğitim programlarının uygulanması ve ebeveyn ve okul personelinin cinsel istismara ilişkin bilgilendirilmeleri yoluyla bireylerin cinsel istismara karşı uyanık, bilinçli ve donanımlı olmalarında önemli ve etkili bir adım atılmış olacaktır (Çeçen, 2007). Bu çalışma da bu eksikliğin giderilmesine yönelik bir adım niteliğindedir.

Wenar (1994), pek çok önleme programının çocuklara temel kavramları ve becerileri öğretmeyi amaçladığını bildirmektedir. Bunların en önemlileri: 1- çocuklar vücutlarına sahiptirler ve kendilerine karşı olan (istismar) girişimleri kontrol edebilirler;

2- iyi dokunuştan kötü dokunuşa doğru bir süreç vardır; 3- çocuklar kendilerini rahatsız ya da yabancı hissettiklerinde güvenilir yetişkinleri bilgilendirmelidir. Fakat günümüzde toplumlar internet ve pedofil ağları nedeniyle çocuklar üzerinde yeni cinsel istismar yolları ile karşı karşıya kalmıştır (Topping ve Barron, 2009). Günümüze kadar geliştirilmiş olan programlar çocukların daha çok fiili anlamda cinsel istismara uğrama durumlarını önlemeye yönelik programlardır. Bununla beraber çocukların internet üzerinden cinsel istismarını önlemeye yönelik herhangi bir çalışma olmaması bu araştırmanın alanyazına sağlayacağı önemli bir katkı olarak düşünülmektedir.

Sonuç olarak geliştirilmiş olan bu programın çocuğa yönelik cinsel istismarın önlenmesi konusunda yeni araştırmacılara ve uygulayıcılara rehberlik etmesi, cinsel istismar konusunda ulusal düzeyde yapılabilecek yeni çalışmalara zemin hazırlayabilmesi ve okul psikolojik danışmanlarına ve öğretmenlere gerekli müdahaleler konusunda kaynaklık etmesi beklenmektedir. Bu çalışmada oluşturulan ve sınanan, cinsel istismarı önlemeye yönelik okul temelli programın hem ülkemiz ve dünya alanyazınına katkı sağlaması hem de okullardaki psikolojik danışmanlara ve danışmanlık alanında çalışanlara uygulama yönünden geçerli ve güvenilir bir program

sağlaması beklenmektedir. Yine sanal dünyada (web, sosyal medya araçları, oyunlar v.b.) üzerinden cinsel istismar ile ilgili ailelere ve öğretmenlere yönelik yapılacak bilgilendirme çalışmalarının öğrencilere yönelik hazırlanacak programa entegre edilmesinin günümüzde yeni boyutlar kazanan cinsel istismarın önlenmesi noktasında yurtdışı ve yurtiçinde yapılacak araştırmalara farklı bir bakış açısı kazandıracağı düşünülmektedir.