• Sonuç bulunamadı

Kaplıcalar ve doğal sıcak sular hakkında yapılan çalışmalar ve sözlü elde edilen bilgiler, yapılı çevre ile ilgili olmaktan çok, şifalı suyun kullanımı ve verdiği şifa üzerinedir. İncelenen kaplıcaların büyük çoğunluğu hakkında halk arasında bilinen pekçok efsane vardır. Bu efsanelerin varlığı da göstermektedir ki; kaplıca kullanım geleneği yüzyıllardır sürmektedir. Buna rağmen, bu kullanımın içinde gerçekleştiği yapılı çevrenin mimari niteliği ardıl bir olgu olarak ortaya çıkmaktadır. Mimarlık tarihine konu olmuş anıtsal nitelikteki kaplıcalar hariç, incelenen örneklerde yapıların ilk yapım tarihleri, kimin tarafından ve hangi süreçler sonucunda yaptırıldığı bilinmemektedir. Bunda doğal sıcak suyun kullanımının, yapıların tarihinden daha önceye dayanıyor olması ve bu kullanımın sürekli olması nedeniyle yapıların değişim içinde olması etkili olmalıdır. Bu yapılar hakkında pekçok kişi birbirinden bağımsız olarak sayısız karar üretmiş olmalıdır ve bu yapıların “tasarlanmamış” olmaları en belirgin özellik olarak ortaya çıkmaktadır. Tek yapı ölçeğinde mimarinin ardıl bir olgu olması, araştırmada öncelikli aydınlatılması gereken bir durum olarak kabul edilmiştir.

Kaplıca olgusu mimarlık tarihi çalışmalarında hamam yapıları bütününde incelenmiştir. Hamamlar tarih boyunca yıkanma-temizlenme işlevinin gerçekleştirildiği, bu işlev ile birlikte birçok toplumsal, sosyal ve kültürel değerin mekânsal olarak temsil edildiği yapılardır. Bu bağlamda farklı dönemlerde farklı mimari üsluplarla yapılmışlardır. Mimarlık tarihi çalışmaları incelendiğinde, hamam ve kaplıca yapıları arasında görülen fark, hamamlarda ısıtılmış suyun kullanılması, kaplıcalarda ise doğal sıcak suyun kullanılmasıdır. Bu yapıların birbirinden farklı olmasının sebebi sadece sıcak suyun elde edilme şekli midir? Ya da sıcak suyun elde ediliş biçiminin farklı olması yapıların mimarisini belirleyen bir etmen midir? Oysa hamam ve kaplıca arasında işleve ve bu işlevin anlamına dönük bir farklılık vardır; hamamlar temiz vücudu temsil ederken, kaplıcalar sağlıklı vücudu temsil etmektedir. Bu durumda, araştırmada kaplıcaların işlevlerinin görünmeyen yönlerinin ve anlamlarının incelenmesi, mekânsal ilişkilerinin kurulması gerekmektedir.

46

İncelenen örneklerde bina ölçeğinde mimarinin ardıl bir olgu olarak ortaya çıkması, buna rağmen işlevlerin ve işlevlerin anlamlarının yüzyıllardır aynı önemde devam etmesi araştırmada işlev-anlam odaklı bir yaklaşımın benimsenmesini gerekli kılmıştır. Birçok kaplıcanın günümüzde halen kullanılıyor olmasının sebebi, işlevini yitirmemiş olmasıdır. Bu işlevlerin farklı dönemlerde ve farklı bölgelerde gerçekleşme şekilleri ve buna bağlı olarak oluşan yapılı çevrenin çözümlenmesi gerekmektedir.

Yapılı bir çevrenin çözümlenebilmesi için öncelikle “çevre”den ne anlaşıldığı aydınlatılmalıdır. Rapoport (2004) çevreyi, “ (a) mekân, zaman, anlam ve iletişimin örgütlemesi, (b) bir ortamlar sistemi, (c) kültürel peyzaj, (d) sabit, yarı sabit veya sabit olmayan elemanlardan oluşan bir şey” olarak alt bileşenlerine ayırmaktadır (s.31).

…en önemli nokta, insanların mekânda olduğu kadar zamanda da yaşıyor olmalarıdır. İnsan eylemleri zaman içinde örgütlenir (gece/gündüz, hafta içi/hafta sonu, iş günü/dinlenme günü, dünyevi / kutsal vb.). Bunun birçok sonucu olur: Aynı kentin imajı farklı zamanlarda farklı görünür; mahremiyet mekânsal bölünmeyle, fiziksel düzenlenmelerle ve öteki (kültüre özgü) mekanizmalarla sağlanabileceği gibi, eylemler belli zaman dilimleri içinde örgütlenerek de sağlanabilir (Rapoport, A., çev., 2004, s.32).

Rapoport’un yaklaşımına göre yapılı bir çevrede gerçekleşen işlevler, aynı mekânda farklı zaman dilimlerinde farklı şekilde örgütlenebilirler. Bu farklılıkta işlevin en önemli bileşeni olan “anlam” etkili olmaktadır. “Anlam, herhangi bir eylemin en görünmeyen yanı olduğuna göre bu demektir ki anlam ‘işlev’ eklenmiş bir şey değildir, bu anlamın kendisi en önemli işlevdir; çevrenin formu da buna verilen cevaptır” (Rapoport, A., çev., 2004, s.55).

Rapoport çevreyi bir ortamlar sistemi olarak kavramsallaştırmaktadır. “Bir ortam içinde süregelen (yani düzenli ve öngörülebilen) davranışların bulunduğu bir durumu tanımlayan bir muhitten oluşur” (Rapoport, A., çev., 2004, s.33). “Ortam” her zaman sınırları belirli bir mekânı tariflememektedir. Bir mekân aynı zamanda birçok ortamı

da içerebilmektedir. Örneğin geleneksel bir konutta, aynı odada hem yatma, hem yeme-içme, hem de oturma eylemleri gerçekleşebildiği gibi. Zamana bağlı olarak oda içinde eylemlerin örgütlenme şekilleri değişmektedir. Bu durum ortamın fiziki elemanları ile sağlanmaktadır. Ya da aynı mekân, farklı zamanlarda farklı ortamları barındırabilmektedir. Örneğin bir üniversitede hacimlerin farklı zamanlarda farklı amaçlarla kullanılmasında olduğu gibi.

Ortamlar tek başına değil, ancak (içinde eylemler sisteminin yer aldığı) sistemler halinde örgütlenmiş halleriyle ele alınabilir. Her ikisinin de örgütlenmesi kültürel yönden değişkendir. Dolayısıyla ortamlar birbirlerine sadece mekânsal olarak değil, değişken karmaşık yollarla bağlanmıştır; bunları yakınlık-uzaklık meseleleri, bağlantılar ve ayrımlar, sınırlar belirlediği gibi, zaman içinde de - ardışık düzenlemeleriyle- belirlenirler (Rapoport, 2004, s.36).

Buraya kadar özetlenecek olursa, çevre alt bileşeni olan ortamlar sistemine, ortamlar sistemi de alt bileşeni olan eylemler sistemine bölünmektedir. Aynı eylemleri barındıran çevreler sonsuz bir çeşitliliğe ve değişkenliğe sahip olabilmektedir. Bu çeşitliliğe neden olan şeyin “eylemler” olduğu ileri sürülmektedir. Burada “eylem” için kastedilen “işlev” için de geçerlidir. Buna göre Rapoport eylemleri dört bileşen altında toplar:

-Eylemin kendisi -Nasıl yapıldığı

-Öteki eylemlerle sisteme nasıl bağlandığı -Eylemin anlamı

Birincisi eylemin aletsel ve bildirim yönüdür (yani aşikârdır ve bellidir); sonuncusu ise gizli yönüdür. Önemli olan çeşitliliğin aletsel-bildirim olandan eylemin (veya işlevin) gizli yanına doğru ilerledikçe çeşitliliğin de artacağına dikkat etmektir (Rapoport, A., çev., 2004, s.48).

Eylemin (veya işlevin) bu şekilde çözümlenmesi kaplıca ve hamam yapılarındaki işlev farkını ve buna dayalı olan mekânları çözümleyebilmek için kullanılabilir. Her

48

iki yapıda da, eylemin kendisi “yıkanmaktır”. Fakat nasıl yapıldığı hem dönemsel, hem kültürel, hem de coğrafi olarak farklılıklar göstermektedir. Bununla birlikte “yıkanmak” işlevinin anlamı hamamlarda “temizlenmek” iken, kaplıcalarda “iyileşmek” olmaktadır. Aynı eyleme yüklenen farklı anlamlar, yapılı çevre içinde birbirinden farklı ortamlar oluşturmaktadır. Benzer bir biçimde, yıkanmak eyleminin “temizlenmek” ve “iyileşmek” gibi farklı anlamları ile birlikte, “barınmak”, “ibadet” vb. gibi kaplıca çevresi içinde bulunan öteki eylemlerle kurduğu çapraz ilişkiler de değişmektedir.

… bir durumda evin içinde yer alan eylemlerin çoğu… bir başka evin içinde çok daha dağınık bir şekilde yer alabilir… Esas mesele hangi eylemin nerede yer aldığıdır. Dolayısıyla karşılaştırılacak olan şeyler iki ev değil, özgül eylem sistemlerinin içinde yer aldığı yerleştirme sistemleridir (Rapoport, A., çev., 2004, s.28).

Rapoport’un barınağı kavramsallaştırırken kullandığı “eylemlerin yerleştirilme sistemi” önermesi bir kaplıcayı çözümlerken de kullanılabilir. Rapoport konutu çevrenin özgül bir tipi olarak tanımlamaktadır. Dolayısıyla kaplıca yerleşmelerinin içinde bulunduğu çevrelerde benzer bir biçimde çözümlenebilir. Kaplıcalarda gerçekleşen özgül eylemler (yıkanmak, yüzmek, barınmak vb.) yukarıda sözü edilen alt bileşenlerine ayrılarak incelenen yapılı çevrelerde nasıl yerleştirilmektedir? Eylemler ve kaplıca çevrelerinde nasıl ilişkiler kurulmaktadır?

Çevrenin alt bileşeni olarak kavramsallaştırılan “kültürel peyzaj” olgusu çevrenin tasarlanmamış ya da çok küçük bir bölümünün tasarlanmış olması ile ilişkilidir. Rapoport’a göre tasarlanmamış çevreler pekçok kişinin birbirinden bağımsız olarak verdiği kararlardan oluşur ve bu çevreler ile ilgili yakalanacak imgeler tüm çevreyi tanımlamaya yetebilmektedir.

“Kültürel manzara” (kültürel peyzaj) terimi kültürel coğrafyadan gelir. İnsan eylemleriyle “ilkel” manzaranın zaman içindeki karşılıklı ilişkilerinin sonuçlarına gönderme yapar…. Bizim tipik olarak “doğal” diye adlandırdığımız manzaralar

gerçekte kültüreldir ama doğal malzemelerden –bitki, toprak, kaya, su vb. oluşmuştur. Buna karşılık daha çok insan yapısı malzeme ve elemanlardan oluşan yerleşmeler, hatta ekip biçme ve su devreye girince daha “kültürel” görünüyor. Farklılık değişimin derecesindedir, ama bunların hepsi kültürel manzaralardır (Rapoport, A., çev., 2004, s.38).

İncelenen kaplıcalar (Bursa, Yalova ve Allianoi’deki tarihi kaplıcalar hariç) belirli bir kişi ya da kurum tarafından tasarlanmış çevreler değildir, daha çok zaman içinde farklı kişi ya da kurumların, dönemin koşullarına göre kararlar üreterek geliştirdiği, bazı yapıları yıkıp bazılarını onardığı, yeni yollar, çevre düzenlemeleri vb. yaptığı ya da terk ettiği, bir başka deyişle sürekli değiştirdiği çevrelerdir. Mevcutta varolan kültürel peyzaj, ya da kültürel peyzajlar arasındaki farklılıklar kaplıcaların özgül karakterleri ile ilgili hangi ipuçlarını vermektedir?

Çevrenin kavramsallaştırılmasında en son bileşen en somut bileşendir. Çevre sabit, yarı sabit ve sabit olmayan elemanlardan oluşmaktadır.

Sabit elemanlar altyapı, binalar, duvarlar, döşemeler, tavanlar, kolonlar vb.dir; bunlar değişirse de, bu değişim çok seyrek ve dolayısıyla yavaştır. Yarı sabit elemanlar çevrenin -içerideki veya dışarıdaki- mobilyalardır. Kentsel ölçekte bunlar ağaçlar ve bahçeler, çitler, işaretler, bilbord’lar, ışıklar, sıralar, köşkler vb.; bina içinde ise mobilyalar, dekorasyon, süslemeler, perdeler, pancurlar vb.’dir…. Sabit olmayan elemanlar tipik olarak insanlar ve eylemleri, davranışları, giyim kuşamları ve saç biçimleri, ayrıca araçlar ve hayvanlardır (Rapoport, A., çev., 2004, s.39).

Yukarıda özetlenen Rapoport’un “çevre” olgusunu kavramsallaştırma yaklaşımından hareketle, incelenen örneklerde kaplıca, içerdiği işlevler- eylemler bazında bir çevre olarak kavramsallaştırılmıştır. “Yıkanma” işlevi görünmeyen anlamları ile birlikte odak işlev olarak, bu işlevin farklı tarihsel dönemlerdeki (zaman) anlamlarının (sağlık, temizlik, kutsallık vb.) ve oluş biçimlerinin (tekil- çoğul, yüzme-duş, açık-kapalı vb.) ve diğer işlevler (barınma, alışveriş, ibadet vb.) ile kurulan çapraz ilişkilerin bir kaplıcada görünen ya da görünmeyen olası ortamları

50

oluşturduğu kabul edilmiştir. Bu ortamların ise, kaplıcaları kullanan insanların kültürel değerleriyle (komşuluk, iletişim vb.), ait oldukları sosyal çevreye göre sahip oldukları davranış biçimleriyle (mahremiyet vb.) besleneceği, dolayısıyla mekânların mimarisini ve yapılı çevreyi belirleyeceği öngörülmüştür. İncelenen örneklerdeki kaplıcaların değişim-dönüşüm şekli, kaplıcalardaki doğa-insan ilişkisi, Rapoport’un tanımlaması ile “kültürel peyzaj” kaplıcaların toplumsal olarak ifadesini çözmekte yöntem olarak kabul edilmiştir (Şekil 3.5).

Şekil 3.5 Kaplıca olgusunun kavramsallaştırılması

Batı Anadolu Bölgesi’nde incelenen kaplıcalar banyo eyleminin oluş şekli açısından benzerlikler gösterse de, sahip oldukları ortamlar sistemi ve kültürel peyzaj açısından farklılaşmaktadır. Buna göre belirli bir kurum ya da kişi tarafından yönetilmiş bir oluşum sürecinin ürünü olmayan, tarihsel olarak belirli bir dönemin izlerini taşımayan, anonim karakterdeki kaplıcalar “kırsal kaplıcalar” olarak değerlendirilmiştir. Aşağıdaki bölümde bu kaplıcalar eylemlerin örgütleniş şekillerine göre üç grupta incelenmiştir. Tarihi nitelik taşıyan kaplıcalar ise, bu bölümün sonrasında konu edilmiştir.