• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: SERVET-İ FÜNÛN ROMANLARINDA MEKÂN

2.2. Apartmanlar ve Kâgir Evler

İstanbul’da 18.yüzyıla kadar “Sivil Osmanlı mimarisi” hâkimdi. Batı etkisi 1730’dan

sonra görülmeye başlanır. Osmanlı mimarisinde “batı süsleme dekorasyonu” çok yaygındı. Dışta balkon, pencere, kapı süslemeleri, içeride tavan, duvar kalem işi süslemeleri, “dolap-yüklük kapılarında stilize çiçek motifleri” çok revaçtaydı. Yaşanılan yıllara göre binalarda “Neo Klasik”, “Neo Barok”, “Gotik”, “Art Nouveau” stili kullanılırdı. Adalar, Yeşilköy, Bakırköy, Arnavutköy, Erenköy semtlerinde “batı etkili” binalara çok rastlanırdı. Buna karşılık Fatih, Aksaray, Zeyrek, Süleymaniye, Sultanahmet, Üsküdar gibi muhafazakâr semtlerde genellikle “Sivil Osmanlı

terk edilmeye başlanır. “Her biri İstanbul’un büyük bir kısmını silip süpüren yangınlardan sonra umumiyetle kârgir inşaat da yavaş yavaş terk edilmeye başlamıştı. Böylece İstanbul evlerinin mimâri özelliğinde nisbî bir değişme başlamıştı.” (Okay, 1975:93)

Handan İnci Elçi, Batılılaşma modasının semtler gibi ev tiplerini de değiştirdiğini söylemektedir: “Avrupaî yaşamak isteyenler işe evlerinin malzemesinden başlar. Ahşap ev gelenekselin, taş konak ise batılılığın göstergesi olur. Ancak mimaride ahşaptan kâgire geçişi sadece Avrupaî olmak hevesiyle açıklamak yetersiz kalır. Bu değişim özellikle İstanbul’u sık sık tehdit eden ve şehri ‘nice yazmanın, elişinin, sanat eserinin eridiği bir fırın’a çeviren yangın tehlikesini önlemek için gerekli görülür.” (Ortaylı, 1987:29-35; aktaran İnci-Elçi, 2003:80-81)

1874’de İstanbul’a gelen ünlü İtalyan yazarı Edmondo de Amicis İstanbul adlı eserinde

İstanbul’un eski ahşap evlerinin dış görünüşünü şöyle ifade etmektedir:

Her şey tam manasıyla şarklıdır. Çeyrek dakikalık bir yol yürünür ama ne kimseye rastlanır, ne de bir ses duyulur. Orada burada, rengârenk boyanmış, birinci katı zeminden, ikinci katı birinci kattan taşmış küçük ahşap evler vardır; büyük evlere bağlı küçük evler görünüşündeki her tarafı camlı ve kafesli şahnişinler sokaklara hüzün ve esrar dolu, kendine mahsus bir hava verir. Bazı yerlerde yollar o kadar dardır ki, karşılıklı iki evin çıkma katları neredeyse birbirine değer ve bu insan kafeslerinin gölgesinde, günün büyük bir kısmını oturdukları yerden gökyüzünü azıcık görerek geçiren Türk kadınlarının ayaklarının tam altından yürünür. Bütün kapılar kapalıdır, zemindeki bütün pencerelerde demir parmaklıklar vardır; herşeyde bir itimatsızlık ve kıskançlık kokusu duyulur, insan bir manastır şehrinden geçiyormuş gibi olur. (Amicis, 1981:40-41)

19.yüzyılda Galata’da ve Beyoğlu’nda gayrimüslimlerin oturdukları yerlerde apartmanlar yapılmaya başlanır. “İstanbul’da ilk apartımanlar ‘Yahudihâne’ ve ‘Müteehhilîn Odaları’ denilen” binalardır. “XIX yüzyıl sonunda İkinci Abdülhamid devrinde İstanbul tarafında yapılan ilk apartıman Şehzadebaşı’nda yarı kâgir bir binâ olan ‘Letâfet Apartımanı’dır.” (Koçu, 1971:5405) Yeni yerleşim tarzı olan apartman

dairelerinde bir süre sonra gayrimüslimler dışında İstanbullu ailelerin de oturmaya

başladığı görülür. Zamanla apartıman yapısı büyük şehrin etrâfına da yayılmış, İstanbul’un

kadimden beri yazlık huzur, dinlenme semtlerini öylesine istilâ etmişdir ki çamlıklar, büyük büyük bağçeler içinde eski ahşap evler ve köşklerden hemen hemen eser kalmamış, apartıman yapısı salgını hem o binâları, hem de bağçe ve korucuklarını kalmış yeşilliğin kucakladığı o huzur semtleri, dazlak mahallere inkılâb etmiştir. Zamanımızda yazlığa gitmek, bir apartıman katından çıkıp, muvakkaten başka bir apartıman katına gitmek olmuştur. (Koçu, 1971:5404)

Nihat Sami Banarlı apartmanlardan, “yan yana, üst üste, duvar duvara, kapı kapıya vererek, içindekilerin yalnız vücutlarını değil, ruhlarını da en dar, en sıkıcı, en rahatsız edici bir beton kalıplığı ve bir cemiyet yığınlanması içinde hapseden yeni, medeni binalar” (Banarlı, 1986:84) diye bahseder. Eski İstanbul Evleri adlı yazısında beton yapılarını eleştiren Perihan Balcı apartman binaları için şu yorumu yapmaktadır:

Şimdi evler yerini beton yığınlarına bırakmış, arnavut kaldırımı asfalt olmuş,

netice sokak özelliğini kaybetmiş. Artık onu gözleyene hiç bir şey vermiyor. Buna mukabil Boğaziçi yalılarında bir yenilenme başladı son yıllarda. Apartman yalılardan ahşap yalılara bir kayış var, gözönünde bariz, apaçık. Rütubetli iklime sahip İstanbul’da beton yalılar ve apartmanlar içinde oturanların sıhhatini tehdit edenler oldu. Ahşap yapı her şeyiyle sağlıklı idi. Ne yazık ki bunları yakarak yerine beton binalar yaptık. (Balcı, 1981:4)

“Apartmanlaşma süreci İstanbul’un Beyoğlu gibi semtlerinde aile yaşantısındaki modernleşmenin de başladığı yerdir.” (Daşcıoğlu ve Koç, 2009:874) Bu devirde

İstanbul’da özellikle de Şişli ve Nişantaşı’nda yeni yapılan binalarda sadece bir ailenin

oturabileceği ve tüm binanın ısıtıldığı daireler insanlara daha çekici gelmeye başlar. Cansever’in de ifade ettiği gibi, “mahalle-toplum ilişkilerinin en yoğun şekilde yaşandığı” mahremiyeti olan Türk evi, yerini insanı yaşadığı çevreden uzaklaştıran, yabancılaştıran, apartman binalarına bırakır. (Cansever, 1992:43) Toplumdaki “etkili aydın ve yönetici(lerin) geliştirdiği modalar özellikle şehirlerde apartman modası, ev ve yaşama kültürünün sona ermesine yol açtı. İstanbul, İzmir, Ankara, vs. büyük

ışıksız, bahçesiz, zevksiz, çirkin apartmanların oluşturduğu mahallelere göç ettiler.” (Cansever, 1992:44)

Mehmet Rauf’un Meşrutiyet’ten sonra yazdığı romanlarında apartman dairelerinin ağırlıklı olarak işlendiği görülür. Hâlid Ziyâ’nın romanlarında ise apartman daireleri değil, kâgir evler yer almaktadır.

Hâlid Ziyâ’nın Ferdi ve Şürekâsı eserinde Ferdi Efendi, “üç katlı kâgir, cesim, ceviz kafesli demir cumbalı” bir konakta oturmaktadır. (Hâlid Ziyâ, 1945:111) Ferdi Efendi, babası öldükten sonra Unkapanı civarındaki fakir evi bırakarak ticaret merkezine yakın bir ev yaptırma kararı alır. Yenicami civarındaki bu ev yapıldığı sırada sağlığı bozulan Ferdi Efendi, depolara kadar gitmeye mecbur kalmamak ve işlere “nezaret” için orada birkaç memur bırakarak yazıhaneyi yeni eve naklettirir. Ferdi Efendi evinin birinci katının sofasını, bir büyük ve bir küçük odasını dört memurla bir uşağa “tahsis eder.” Kendisi de evinden çıkmaksızın tüm işlerini yürütmeye başlar. (Hâlid Ziyâ, 1945:18)

Nesl-i Ahîr romanında Azra’nın teyzesi ve ailesi Çağaloğlu’nda temiz kâgir bir evde

yaşamaktadır. Onların en büyük meşguliyeti çocukların terbiyesi idi. Cüneyd dört yaşına girer girmez eve bir mürebbiye, Türkçe için de bir hoca gelir.

Süleyman Nüzhet’in tanıdığı Şevket Bey de büyük, karanlık, kâgir bir evde oturmaktadır. Nüzhet Paris’teyken, Şevket Bey’in yazdığı mektuplardan, kocasından kalan evinin odalarını kiralayan dul bir ermeni kadının evinde yaşadığını öğrenmişti.

İtalyan Çocuk Apollo ve İrfan’ın görmek için yanına gittikleri Paşa, Beşiktaş’ta

Yenimahalle’ye tırmanan sokaklardan birinde, yüksek ahşap binada yaşamaktadır. Onlar binanın önüne gelince Apollo’yu tanıyan uşaklar yanına koşar ve sarılırlar. “Apollo kendi evinde gibiydi. İrfan’a bir oda açtı. Uşaklara onun için kahve, sigara emretti.” (Hâlid Ziyâ, 2009:123)

Romanda Nüzhet’in yeğeni Şefik’in evleneceği kız İstinye’de oturmaktadır. Beyoğlu’nda hanlarının, Mısır Çarşısı’nda mağazalarının olduğundan bahsedilir.

Mehmet Rauf’un Ferdâ-yı Garâm romanında Macit’in babası Beykoz’daki çiftliği onarıp yeni binalar yaptırır. Macit’in babasının düşüncesi artık bundan sonraki günlerini sakin bir biçimde geçirmekti. Babası geldikten sonra Macit’in de kesinlikle karşıya, Beykoz’a geçmesi gerekecekti. Bu durum onun alışkanlıklarında bir değişiklik olacağı anlamına geliyordu. Dolayısıyla bu onu biraz rahatsız ediyordu. Macit “zengin doğanın ortasındaki” Beykoz’a geçtikten sonra çok sıkılır. Yeniköy’deki sohbetlerin sıcaklığını, burada bulamıyordu.

Eylül romanında Süreyya’nın arkadaşı Necip, Beyoğlu’nda bir apartman dairesinde

oturmaktadır. Necip aynı zamanda Süreyya’nın halazâdesidir. Yazın, Beyoğlu’nda sıcaktan bunalınca Süreyyalar’ın yanına gelir ve birkaç gün kalırdı.

Gece Beyoğlu’nda ne kadar bunaldığını, bugün Ada’ya gitmek istediği halde oraya gidip bir takım renksiz çehreler, lakayt dostlar, bîgâne kalpler göreceğine gelip fildişi yuvalarındaki dostlarının misafiri olmayı tercih ettiğini anlattı:

Ah görseniz artık, diyordu görseniz, Beyoğlu ne kadar tahammül edilemeyecek hale geldi… Sabahları yine biraz serince oluyor, rutubet biraz işe yarıyor; fakat sabahları da Beyoğlu’nun o baş ağrıtan satıcı gürültülerinin evlerin içinde nasıl çınladığını bilseniz… Sonra, öğle oldu mu, durmak, oturmak kabil değil. Toz, güneş, ter… İnsan boğuluyor… Onun için buraları adama bir köy gibi geliyor. Hele bu Yeni Mahalle… Sahihen fildişinden yuva… Uzak, uzak… Sanki kaçmış, kaybolmuş… Ah buraya gelip dünyayı unuttuğunuza ne iyi ettiniz. (Mehmet Rauf,

1899:53-54)

Menekşe’de Madam Saryan apartmanda oturmaktadır. Eserin kahramanı Hüseyin

Bülent Bey, Şişli’de bir apartman dairesinde oturan Madam Saryan’ın evine ziyarete gider.

(B)irinci katın camında, ailenin büyük kerimesi Madam Saryan kendisini görmüş, memnuyetle bir yüz bezi kaldırarak eliyle işaret ediyordu. (…) ‘Bonjur bonjur Madam… İnşallah afiyettesiniz…’ sözlerini söyleyerek onun delâletiyle içeri odaya girdi. Burası büyükçe bir kabul odası idi; evvela caddeye nazar geniş pencerenin önünde oturmakta olan ak saçlı ihtiyar Madam’ın, aile validesinin önüne gidip

Karanfil ve Yasemin romanında Saraylı Hanımefendi vasıtasıyla tanıdığımız Fahri

Bey’in Beyoğlu’nda bir apartmanı vardır. Samim de Şişli’de küçük bir apartmanda hizmetçi bir kadınla bekar hayatı yaşamaktadır. Samim, kendi apartmanında Nevhiz’in hoşuna gidebilecek kıymetli ne varsa Kadıköy Moda’daki evine getirir.

Mehmet Rauf’un Böğürtlen adlı romanında Şekûre, Mahmûre ve Nigar adlı üç kız kardeş, Nişantaşı’nda büyük bir apartmanda oturmaktadırlar.

Son Yıldız’da Ayasofya’nın bir köşesinde karanlık basık bir evde kocasıyla oturan

Perran’ı, Fahri Cemal Şişli’ye geçirtir. Nişantaşı’nda bir apartman dairesine yerleşen Perran’ın ve dairenin tüm masraflarını sevgilisi Fahri Cemal karşılamaktadır. Perran’ın sevgilisi Fahri Cemal’in evi de Taksim Sıra Selviler’dedir. “Sarı boyalı”, kâgir bir evde oturmaktadır. (Mehmet Rauf, 1927a:476) Bir gün Fahri Cemal ve Perran, vapurdan indiktan sonra bir otomobile binerler. Yolda Fahri Cemal veda edip Taksim Meydanı’ndan Sıra Selviler’deki evine doğru yürümeye başlar. (Mehmet Rauf, 1927a:397)

Romanda Fikret Bey’in kız kardeşi Fehamet Hanım ailesiyle Perran Hanım’a yakın bir yerde Osmanbey’in arkasındaki Çavuş apartmanının ikinci katında yaşamaktadır. Almanya’da beş sene, Amerika’da üç sene yaşayan Fikret Bey bir elektrik şirketinde mühendis olarak çalışmaktadır. Fehamet Hanım ise eşi sayesinde simendifer işinde çalışmıştır. Zengin bir aileye mensup olan Hidayet Hanımlar Perran’ın oturduğu apartmanın 4. katında oturmaktadırlar. Hidayet Hanım, Nişantaşı ve çevresinde “Ayçiçeği” olarak bilinmektedir. Perran’ın genç sevgilisi Fuat İlhami de Osmanbey Bomonti sokakta Şerbetçiler apartmanının 4. katında oturmaktadır.

Define’de Hadiye Hanım, Birinci Dünya Savaşı’nın ilânında Fransa’dan kızıyla

İstanbul’a döner. İki sene sonra burada evlenir, üç sene sonra kocası ölünce ilk

kocasından olan kızıyla Taksim Sıraselviler’de Cambazyan apartmanının 4 numaralı dairesinde yaşamaya başlar.

Halâs romanında Mütareke ve Milli mücadele dönemi anlatılır. Romanda mekân İzmir

ve İstanbul’dur. Eserin kahramanı Nihat bir subaydır. İzmir’e babasından kalan İzmir Kapalıçarşı’daki iki dükkânını, Karantina’daki evini satmak için gelir. Bunların satışından üç bin sekiz yüz lira para alır. Paraları da taşımaktan kurtulmak için

İstanbul’dan alınmak üzere bir bankaya verir. Bu sırada Nihat burada Miralay Emin

Bey’le tanışır. Nihat’a, İstanbul’da yaşayan kızı İclâl’e ve Binbaşı Ekrem Behiç’e vermek üzere iki mektup bırakır. Nihat, İzmir’den ayrılmadan Miralay Emin Bey kalp krizi geçirir ve ölür. Nihat bu mektup sayesinde İclâl Hanım’la tanışır. İclâl Hanım

İstanbul’da Maçka Caddesi’nde Halit Bey apartmanında 2 numarada dayısı Saim Remzi

Beyefendi ile yaşamaktadır. Ona babasından İzmir Karşıyaka’da bir kule, bir bağ, Manisa’da bir bağ, İzmir içinde üç dükkân ve üstlerinde ikişer katlı bir ev kalır. Romanda Ekrem Behiç Bey’in de Taksim Sıra Selviler’de Topçu apartmanında oturduğu belirtilir. Nihat’ın hemşiresi Seniha da Çağaloğlu’nda bir evde yaşamaktadır.

İzmir’de “Frenk” mahallesinde kaldığı vakitler Nihat, Beatriçe adlı bir İngiliz kızıyla

tanışır. Nihat İzmir’den ayrılmadan önce Beatriçe ona duygularını açar ve evlenme teklifinde bulunur. Ancak Nihat, Beatriçe’yi reddeder. Daha sonra Beatriçe İstanbul’a gelir ve Beşiktaş’a inen yokuşun ağzındaki bir evde yaşamaya başlar. Bu ev eserde

şöyle anlatılır: Nihat’ı getiren araba evin önünde durunca evin kapısı açılır ve

“sahanlığa” bir kadın çıkar. Nihat temiz mermerli dört basamak merdiven çıktıktan sonra “sahanlık”ta bekleyen Beatriçe’yle beraber evin holüne girer. Burası ılık bir holdü. “Ötede beride yüksek palmiyeler, zarif yeşillikler kollarını tavana uzatmışlar, renk renk ve şekil şekil lâmbalar masaları ve tavanı tezyin ediyor, tavanda ve duvarda kartonpiyer süslerinin arasında bu palmiyelerin gölgeleri hayalamiz resimler yapıyordu.” (Mehmet Rauf, 1929:330-331)

Görüldüğü gibi, Hâlid Ziyâ’nın romanlarında ağırlıklı olarak kâgir evler işlenir. Onun romanlarında apartman dairelerine rastlayamayız. Ferdi ve Şürekâsı ile Nesli Ahîr romanlarında kâgir evler yer almaktadır. Ferdi ve Şürekâsı’nda Ferdi Efendi üç katlı kâgir bir evde ikamet etmektedir. Nesl-i Ahîr romanında Azra’nın teyzesi Çağaloğlu’nda kâgir bir evde yaşamaktadır. Süleyman Nüzhet’in tanıdığı Sevket Bey de

Mehmet Rauf’un romanlarında apartman daireleri yer almaktadır. Apartmanlar ilk olarak 19. yüzyılın sonlarında İstanbul’un Galata-Beyoğlu semtinde gayrimüslimlerin yaşadıkları yerlerde yapılmıştır. Daha sonra Nişantaşı ve Şişli’de apartman sayılarının sayıca arttığı görülür. Maddî durumu iyi olan kişiler modern hayatı simgeleyen apartman dairelerine taşınırlar.

Yazarın Eylül romanında Süreyya’nın arkadaşı Necip, Beyoğlu’nda bir apartman dairesinde oturmaktadır. Menekşe’de Madam Saryan, Şişli’de bir apartman dairesinde yaşamaktadır. Karanfil ve Yasemin’de Samim, Şişli’de bir apartman dairesinde oturmaktadır. Fahri Bey’in Beyoğlu’nda bir apartmanı vardır. Böğürtlen’de Şekûre, Mahmure ve Nigar kardeşler, Nişantaşı’nda bir apartman dairesinde yaşamaktadırlar.

Son Yıldız romanında Perran, Nişantaşı’nda, Fuat İlhami, Osmanbey’de bir apartman

dairesinde oturmaktadır. Define’de Hadiye Hanım Taksim Sıraselviler’de apartman dairesinde yaşamaktadır. Halâs’ta Nihat’ın tanıdığı İclâl Hanım’ın ve Saim Remzi Bey’in Maçka Caddesi’nde Halit Bey apartmanında, Ekrem Behiç Bey’in Taksim Sıra Selviler’de Topçu apartmanında oturdukları görülür.

Cumhuriyet devrinin ilk yıllarına kadar büyük camiler, medreseler, hanlar hamamlar, fırınlar ve bazı okullar hariç, İstanbul büyük bir “ahşap şehirdi;” fetihten bu yana yüz yıllar boyunca yapıların çoğu yangınlarda yanmış ve sonra yeniden ahşap evler yapılarak “ihyâ” edilmişti. Ahşap yapıların yerini zamanla beton evler ve apartmanlar alır. (Koçu, 1971:5400) Burada dikkat çeken bir başka husus, “şehirleri vücuda getiren yapılar(da) kalıcı veya geçici malzeme(nin)” kullanılmasıdır. “(Y)apıların bir kısmının (…) sürekli değişen aile yapısına uyum sağlamak için geçici malzemeyle” yapıldığı görülür. “(İ)darî, dinî” ve sosyal hizmet veren “han, hamam, çarşı gibi yapılar kalıcı malzemeyle” yapılmıştır. (Cansever, 2010:19-20) Sağlam olarak inşa edilen bu yapılar o kültürün ve inancın simgesini göstermesi bakımında önemlidir.