• Sonuç bulunamadı

2. GENEL BİLGİLER

5.4. Antropometrik Ölçümler

Son yıllarda yapılan çalışmalar, serum prolaktin düzeyleri ile vücut ağırlığı arasında bir ilişki olduğunu bildirmektedir. Uzun dönemdeki hiperprolaktinemi, vücut ağırlığının artışı ile ilişkilendirilmektedir. Sebebi ne olursa olsun prolaktin hormonunun yükselmesi vücut ağırlığını arttırmakta ve serum PRL düzeyinin normalleşmesi ile vücut ağırlığı düzelmektedir (35). Hiperprolaktinemi; beyaz adipoz dokuda lipogenezi stimüle eder, lipolizi ve dopaminerjik tonu azaltır, sirkadyen nöroendokrin aktiviteleri bozar, hipotiroidizme veya gonadal hormonlardaki farklılaşmaya neden olur. Bu nedenle serum prolaktin düzeyinin artışı ağırlık kazanımı ile ilişkilendirilir (39).

Yapılan retrospektif bir çalışmada, BKİ sınıflandırması kullanılarak prolaktinomalı bireyler değerlendirildiğinde, makroprolaktinomalı bireylerin BKİ ortalaması 30.3±7.6 kg/m², mikroprolaktinomalı bireylerin BKİ ortalaması 27.6±5.6 kg/m² olarak belirlenmişitr. Mikroprolaktinomalı hastaların %60’ı hafif şişman ve obez bulunmuştur (94). Yapılan bir başka çalışmada, hiperprolaktinemisi olan prolaktinomalı bireylerde vücut ağırlığı ortalaması 89.4±19.1 kg, BKİ ortalaması 35.0±7. kg/m2 iken, bu değerler sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubunda sırası

ile 87.8±16.1 kg ve 34.3±5.7 kg/m2 olarak saptanmıştır. Bel/kalça oranı ise vaka

grubunda 0.95±0.06 iken, kontrol grubunda 0.94±0.09 olarak bulunmuştur (90). Bu çalışmada ise, çalışma grubundaki bireylerin vücut ağırlıkları ortalamaları çalışmanın başlangıcında 85.5±17.34 kg iken, zayıflama diyeti aldıktan sonraki 3. ayda yapılan ölçümde 78.0±15.94 kg olarak saptanmıştır (p<0.05). Kontrol grubunun vücut ağırlığı ortalamaları ilk ölçümde 76.4±16.22 kg iken, son ölçümde 77.0±16.03 kg olarak saptanmıştır (p>0.05). Çalışmanın başlangıcında çalışma grubunun BKİ ortalaması 31.7±5.88 kg/m2 iken, kontrol grubununki 28.4±5.05 kg/m2 olarak

hesaplanmıştır. Üç ay sonunda çalışma grubunun BKİ ortalaması istatistiksel açıdan önemli bir azalma göstermiştir (p<0.05). Kontrol grubunun son BKİ değeri ise

97

28.5±5.00 kg/m2 olarak saptanmıştır (p>0.05). Çalışma ve kontrol grubunun ilk

bel/kalça oranı ortalamaları, Freitas ve arkadaşlarının (90) yaptığı çalışma verilerinden daha düşük bulunmuştur (Tablo 4.3.1).

Farklı etnik gruplarla yapılan meta-analiz çalışmasında, bel/boy oranının bel çevresi ve BKİ’ye göre diyabet, dislipidemi, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıklarda her iki cinsiyet için de daha iyi bir risk faktörü göstergesi olduğu kabul edilmiştir (95). Yapılan bir çalışmanın sonucuna göre, teşhis edilmemiş Tip 2 diyabet ve bozulmuş serum açlık glukozu düzeyi ile bel/boy oranı veya bel çevresi arasındaki ilişki; BKİ veya bel/kalça oranı arasındaki ilişkiden daha güçlü olarak bulunmuştur (96). Prolaktinomalı erkek hastalarda yapılan bir çalışmada yeni tanı almış hastaların bel/boy ortalaması 0.6±0.5, dopamin agonisti tedavisi alanların ise 0.5±0.1 olarak bulunmuş ancak istatistiksel açıdan önemli bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Bel/boy oranındaki bu azalma, yeni tanı almış prolaktinomalı hastaların vücut yağ kütlelerinin daha fazla olması ile ilişkilendirilmiştir (97). Bu çalışmada ise, benzer olarak her iki grupta da bel/boy oranlarındaki değişim istatistiksel açıdan önemli bulunmamıştır (p>0.05). Her iki grupta da ağırlık kaybının gözlemlenmesi nedeni ile önemli bir fark görülmediği düşünülmektedir. Kontrol grubundaki serum leptin düzeyleri ile bel/boy oranı arasında pozitif yönde ve istatistiksel açıdan önemli bir sonuç saptanmıştır (p<0.05) (Tablo 4.5.2).

Prolaktinomalı ve sağlıklı obez olmayan bireylerle yapılan bir çalışmada, her iki grupta da vücut yağ yüzdesi benzer çıkmıştır (98). Prolaktin reseptörü olmayan ratlarda yapılan bir başka çalışmada, 16 haftanın sonunda ratların vücut ağırlıklarında azalma gözlemlenmiştir. Bu azalmanın dişi ratlarda daha fazla olduğu saptanmıştır. Dişi ratların abdominal yağ kütlesi %49 azalmıştır. Plazma leptin düzeyleri dişi ratlarda azalmış fakat erkeklerde değişmemiştir. Abdominal yağdaki bu azalma adipozitlerde laktojen aktivasyonunun gerçekleşmemesi ile ilişkilendirilmiştir (99). Yapılan bu araştırmada, çalışma grubunun yağ yüzdesindeki azalma istatistiksel açıdan önemli bulunmuş (p<0.05), kontrol grubunda ise istatistiksel açıdan önemli bir fark gözlemlenmemiştir (p>0.05) (Tablo 4.3.2). Kontrol grubunun son ölçülen yağ yüzdesi ile serum leptin düzeyleri arasında pozitif yönde istatistiksel açıdan önemli bir ilişki saptanmıştır (r=0.633, p=0.037). Bu sonuçlar yağ dokusunun

98

toplam kütlesi ve serum leptin düzeyleri arasında doğru bir orantı olduğunu açıklamaktadır. Çünkü leptin metabolizmada temel olarak besin alımında azalma ve enerji tüketiminde artışa sebep olmaktadır (100).

BKİ ile serum prolaktin düzeyleri arasında hem çalışma grubunda hem de kontrol grubunda negatif ve istatistiksel açıdan önemli olmayan bir ilişki gözlemlenmiştir (p>0.05). BKİ ile HOMA-IR değerleri arasında ise çalışma grubunda pozitif ve istatistiksel açıdan önemli olmayan bir ilişki saptanırken (p>0.05), kontrol grubunda bu ilişki istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur (p<0.05). Çalışma grubunda bel çevresi ile HOMA-IR değerleri arasında pozitif yönde bir ilişki saptanmış ve bu ilişki istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur (r= 0.728, p= 0.011) (Tablo 4.5.1 ve Tablo 4.5.2). Bel çevresi ve abdominal yağlanma Tip 2 diyabet oluşumu için bir risk faktörü olarak kabul edilmektedir (101). Prolaktinin hem glukoz metabolizması üzerinden direk etkisi hem de adipoz doku üzerine dolaylı etkisi nedeni ile prolaktinomalı bireyler diyabet hastalığı riski taşımaktadır. Serum prolaktin düzeyleri ve HbA1c değerleri arasında ise her iki grupta da negatif yönde ve önemli olmayan bir ilişki saptanmıştır (p>0.05) ( Tablo 4.6.1 ve Tablo 4.6.2). Bu sonucun ise çalışmanın örneklem sayısının yeterli olmamasından kaynaklandığı düşünülmektedir.