• Sonuç bulunamadı

Ani’de Halkın İnanç Durumu

BÖLÜM 2: MİMARİ YAPILAR VE SANAT

2.1. Ani’deki Mimari Yapılar

2.1.4. Dini Kurumlar

2.1.4.1. Ani’de Halkın İnanç Durumu

Ortaçağda büyük üne sahip olan Ani, 1001 kiliseli şehir olarak tanımlanmaktadır. Yapılan kazı ve araştırmalarda elde edilen bulgular neticesinde ortaya çıkarılan Ateşgede Ani’de bir dönem Sassaniler’in etkisinde kalınarak Zerdüşt inancının yaşandığını göstermektedir.

Ermeniler, dördüncü yüzyılın başında Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. 301 tarihinde Kirkor Lusavoriç denilen bir din adamının etkisi altında kalarak ve kralların bu dini kabul etmesi üzerine Hıristiyan oldular. Eskiden İranlılar gibi güneşe ve yıldızlara tapan Ermeniler, Hıristiyan olunca, Kirkoriye (Gregorien) kilisesini kurmuştur. Bunun üzerine Ermenilerin büyük bir kısmının mensubu olduğu mezhebe Gregoryen denilmiştir. Bu kilisenin ibadet usulleri ve dini inançları tamamen bağımsızdı. Katolik ve Ortodoks kiliselerinin ibadet usullerine pek benzemezdi (Metin, 1997: 20). Ortaçağ’da Ermenilerin yoğun yaşadığı yerlerden biri olan Ani’de halk Gregoryen mezhebine inanıyorlardı.

Ermeni Bagratlılar III. Aşot(961-977) döneminde Ani’nin başkent olması şehrin ehemmiyetini daha da arttırmıştır. Korunmaya elverişli ve ipek ticaret yolu üzerinde olan şehir hızlı bir yerleşime sahne olur ve nüfusu artar(Barthold, I, 1993a: 435), kaynaklarda nüfusunun yüz bini geçtiği ifade edilir (Solmaz, 2000: 132).

Bagratlılar döneminde çok sayıda kilise ve manastır inşa edilerek şehir adeta kutsal bir mekân haline gelir. Bugün Ani Harabeleri’ni gezdiğimizde ayakta kalan yapıların kilise, manastır ve cami olması bu ifadeyi kuvvetlendirmektedir. Ani başkent olduktan sonra da Gagik I. (990-1020) zamanında 993 ten itibaren Ermeni Katolikosluğunun merkezi olmuştur (Barthold, I, 1993a: 435).

Ermeni Bagratlılar hâkimiyeti döneminde Ani’de Hıristiyanlık kabul gören ve yaygın bir inançtı. Komşusu Gürcü ve Bizans’ın aksine Gregoryen mezhebi tercih eden Ani halkı bahsedilen bu iki devletin baskısına maruz kalmıştır. İstanbul patriği, kendi mezhebini kabul etmeyen Ermeni ve Süryanilerin kutsal değerlerine saldırdığını ifade edilmektedir. Suryani kiliselerinde bulunan kitapları, mukaddes şeyleri ve eşyasını yaktırıldığı, Ermenilerin de Hz. İsa’nın timsali olan mukaddes ekmeği, şarabı ve yağı yere döküp çiğnendiği belirtilir (Patrik Mihail, 1944: 23).

Bizans İmparatorluğu, Anadolu’da özellikle Ermenilere yoğun bir baskı uygulayarak, onları Ortodoks Hıristiyanlığa geçmeye zorluyordu. Ermeniler üzerindeki bu baskıya daha sonra Rumlar da katıldı ve Rumlar ile Ermeniler arasında etnik çatışmalar meydana geldi. Dolayısıyla Anadolu şehirlerinde Ermeni ve Rum kaynaşması olmadığı gibi Selçuklular’ın Anadolu’ya gelişi ile Müslüman Türkler ile Hıristiyan ahali arasında kuvvetli bir kaynaşma yaşandı (Demir-Turan, II, 2007: 191).

Türklerin Anadolu’ya ilk akınlarının başladığı dönemde Bizans tahtına çıkan IX. Konstantin Monomak(1042-1055), Bizans’ın mali kaynaklarını Ermenilerden karşılamaya başlamış ve bunun için de onlara ağır vergiler yüklemiştir. O, ayrıca, Ermeni ileri gelenlerini Anadolu içlerine sürmüş ve Ermenileri silahlarından arındırmış, Türklere karşı kullandıkları Ermeni gücünü küstürmüş ve yok etmiştir. Ayrıca Bizans ileri gelenleri ve Piskoposları, Ermeni Kilisesini ve Manastırlarını ele geçirip buralara yerleşmiş, dini kıyımlara girişmişlerdir (Küçük, 2003: 85).

Anadolu’nun ön korunma kalesi olarak görülen Ani, Bizans hâkimiyeti döneminde, sıkı bir askeri idare altında düzene konup tahkim edilirken bir yandan da Ortodoks Rumlar tarafından baskıya maruz kalmışlardır. Halk merkezi hükümetin tatbik ettiği idari ve dini politikadan son derece şikâyetçi idi. Rum rahiplerinden haris bir zümre eski Ani Krallığı içindeki zengin piskoposhaneleri, manastırları ve iradlarını ellerine geçirdiler.

Ortodoks monophysitler sonsuz eziyetlere başladılar. Bunların bu uygulamaları Ermenilerde büyük tepkilere sebep olmuştur (Kırzıoğlu, I, 1953: 320).

Bizans hâkimiyeti döneminde Ani halkı ağır vergilerden dolayı göç edecek kadar sıkıntıya düşmüştü. 1057-1063 arasında Ani’de vali olan Vikhekli Bagrat’ın, Katedral’in güney duvarına, Bizans imparatoru X. Konstantinos Dukas adına koydurttuğu yedi satırlık bir yazıttan, bazı vergilerin kaldırılarak halkın üzerindeki yükün hafifletilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır (Karamağaralı, 1997: 102).

Ermenilerin yerlerinden çıkarılması, Ermeni topraklarının ilhakı ve Ermenilerin bunun sonucunda dağılmasının yarattığı dini problemler, kültürel ve milli gelişimleri dini gelişimleri ile sıkı bir bağlantı içerisinde olan Ermenilerin, Bizans’a karşı direniş göstermesine sebep olmuştur. Yunanlılar ve Ermeniler birbirlerinden nefret etmişlerdir. Bu nefret düşmanlığa sebep olmuştur. Bunu, Kayseri’deki Yunan papazı Markos tarafından alıkonulan Ani kralı Gagik’in yaptığı eylemlerden görebiliriz. Papaz Ermenilerden o derece nefret ediyordu ki köpeğini Armen-Ermen diye çağırıyordu. Kral Gagik papazın bu tahkirine dayanamayarak köpeği çuvalın içine koydu buna engel olmaya çalışan papazı da çuvala koydular ve ardından kralın adamları papazı, köpeğini, parçalara ayırana kadar dövmüştür. Fakat bu krizlerden daha da önemlisi, orduya duyulan düşmanlıktır. Asya bölgesinin kaderini belirleyen Malazgirt Savaşını Bizans kaybetmiştir çünkü Ermeni askeri birlikleri boşalmıştı. Sadakatleri pek azdı (Charanis, 3, 1961: 153, Sımbat, 1946: 43-44).

Yüzyıllardan beri dillerinin, adetlerinin, geleneklerinin ve bilhassa dini inançlarının farklı olması Rumların, Ermenilere karşı düşmanlığını arttırmıştır. Bu ayrılıklar iki toplum arasında sürüp giden büyük düşmanlıklara vesile olmuştur. Ermeni ve Süryani vakanüvisler, o devirde, Rumların Ermenileri yurtlarından çıkardıklarını, kendi mezheplerini kabul etmeyen Ermeniler ve Süryanilere zulmetmeye, onları ezmeye başladıklarını kaydetmişlerdir (Mateos, 2000: 98-99).

Bu dini baskı doğu Hıristiyanlarının İslam hâkimiyetini Avrupalıların hâkimiyetine tercih etmelerine sebep olmuştur. İslam hâkimiyeti, Hıristiyanlığın her mezhebini, her cemaatini akidelerinde tamamıyla serbest bırakıyor, hatta o inanç mensuplarının birbirleriyle olan hukuki münasebetlerinin tanzimini de yine onlara bırakıyordu. İslam

fetihlerinin Bizans topraklarında hızlı bir şekilde yayılmasının sebeplerinden biri de resmi Ortodoks kilisesinin şiddetli takibine uğrayan birtakım Hıristiyan mezheplerine mensup cemaatlerin kendilerini zulümden kurtaracak olan bu hâkimiyeti şiddetle arzu etmeleridir (Barthold-Köprülü, 2004: 115).

Bizans baskı ve zulmünden bıkan ve savunmasız kalan halk Selçuklular’ın Anadolu’ya gelişleri karşısında Bizans’ın durumuyla ilgilenmemiş, onların başlarından gitmesini ve Türklerin kendilerine hâkim olmasını istemişlerdir. Malazgirt Savaşında (1071), bir taraftan Bizanslıların Ermenilere baskı yapıp kendi dini anlayışlarını kabule zorlamış olmaları, diğer yandan yakın temas sonucunda Türklerin dini hoşgörüsünü görmüş bulunmaları Ermenileri, ancak Türk hâkimiyetinde rahatça yaşayabilecekleri kanaatine ulaştırmıştır. Bundan dolayı da Ermeniler Malazgirt Savaşı’nda Bizans’ın kazanmasından çok Türklerin kazanmasını arzulamış ve Bizans'a yardım etmemişlerdir (Patrik Mihail, 1944: 26, Şeker, 1985: 18, Küçük, 2003: 86, Demir-Turan, II, 2007: 192).

Türkleri bir kurtarıcı olarak karşılayan Ermeniler, zaman zaman Anadolu’da isyanlar çıkararak Bizans’ın çöküşünü hızlandırmışlardır. Greklerin kendilerine uygulamış olduğu baskıcı yönetime ve Bizans saray çevresi tarafından aldatılmış olmalarına rağmen (Ani’nin Bizans’a verilişi örneğindeki gibi) yine de bazı Ermeni Prensleri, dini yakınlıkları dolayısıyla Greklere yönelmiştir. Diğer büyük bir kısmı, Selçuklu hâkimiyetini kabul etmiştir. Bir kısmı da bulundukları yerleri terk etmemiş, kendi inanç ve geleneklerini muhafaza ederek yaşamışlardır. Alparslan’ın ölümünden sonra yer yer Ermeniler arasında da ayaklanmalar olmuş, isyan edenler itaat altına alınırken mallarına, canlarına dokunulmayıp vergiler arttırılarak cezalandırılmışlardır. Ani Ermeni Katolikosu Barseğ, bu vergilerin ağırlığını ve dörde çıkarılmış olan Ermeni Patrikliğinin durumunu görüşmek üzere İsfahan’a giderek Sultan Melikşah’ın huzuruna çıkıp şikâyetini açıklamış. Sultan Melikşah da Barseğ’in heyetini iyi karşılayarak, Ermeni Katolikosluğu’nun tek bir makamla temsil edilmesi, bütün kilise, manastır ve ruhanilerin vergi dışı tutulması hususlarını içeren bir ferman Barseğ’e vermiştir (Mateos, 2000: 176, Sevim, 1983: 19-20). Melikşah bu durumun takibi için Melik Kutbüd-Din İsmail’e emir vermiştir. Kutbüd-Din İsmail, vergileri kaldırmış, bölgede imar faaliyetlerine girişmiş, Ermeni kilise ve manastırlarını Selçuklu Devleti’nin

himayesine almıştır (Ersan, 33, 2001: 604). Sultan Melikşah’ın bu çok müsamahakâr hareketi imparatorluk dâhilindeki Hıristiyanların kendisine karşı meclûbiyet ve devlete karşı sadakatini arttırmıştır (Kafesoğlu, 1953: 117). İlk Selçuklu hükümdarları özellikle Alparslan ve Melikşah yaşantıları ve uygulamaları ile takdir edilmişlerdir (Barthold, 1990: 326).

Selçuklu hâkimiyeti döneminde ve Şeddadiler yönetimindeki Ani’de halk barış içerisinde, dini mekânlarına ve yaşantılarına dokunulmadan yaşamışlardır. Ani Selçuklu hâkimiyeti altına girdikten sonra burada yaşayan Müslüman halkın ibadet etmeleri için cami ve mescitler inşa edilmiştir. İlk inşa edilen cami ise Manuçehr camisidir. Bunun dışında Alparslan tarafında camiye çevrilen katedral ve boz minareli camii de sayabiliriz. Bugün Ani’de gezdiğimiz zaman karşımıza çoğunlukla cami, kilise ve manastır yapılar çıkmaktadır. Bu da Ani’de yaşayan halkın inançlarında özgür oldukları ve barış içerisinde yaşadıklarının göstergesidir.

Kırzıoğlu, Kars Tarihi I. cildinde Türk fethi sırasında Ani halkının şehirden topluca göç etmediğini, buranın eski yerli ahalisinin adil Müslümanlar idaresinde olduğu gibi kalarak Ortodoks-Rumların baskısından kurtulup rahatça yaşadıklarını belirtir. Barthold da Şeddadilerin Ani’deki Hıristiyan tebaalarına karşı iyi muamelede bulunduklarını, Bagratlılar ile akrabalık bağı kurmuş olduklarını, bundan dolayı da Ermeniler tarafından kendilerine yerli ve meşru bir hanedan nazarıyla bakıldığını belirtmektedir. (Kırzıoğlu, I, 1953: 345, Barthold, 1993a: 436).

Vardan, Manuçehr’in Ani’nin kalelerini çoğalttığını, dışarıda kalmış bütün Ermeni prensleri şehre götürdüğünü, Apirat’ın torunu ve Vasak’ın oğlu olan Grigor’u büyük merasimle istikbal ettikten sonra şehre aldığını yazar. Grigor’un büyük bir orduya malik ve maiyetinde birçok asilzadenin var olduğunu belirten Vardan, Manuçehr’in emri ve bütün Ermenilerin rızasıyla Georg’dan sonra (Ani Başpiskoposu) Der Barseğ’in kardeşi Halbat/Hağbat’ta Katolikos takdis olunduğunu ve Ani şehri imar edilerek evvelki halinden hiç farkı kalmadığını yazar. Ermeni müverrihlerin bu ifadeleri Ani’de yaşayan halkın Selçuklu-Şeddadi yönetiminin memnun olduğunu göstermektedir (Vardan, 1937: 179).

Ani’de ve Anadolu’nun diğer şehirlerinde halk, Selçuklu idaresi altında inançlarını rahat bir şekilde yaşıyorlardı. Anadolu’daki Selçuklu idare sistemi asla teokratik bir mahiyette olmamıştır. Ortaçağda Anadolu şehirlerinde muhtelif dinlere mensup olanlar ayrı mahallelerde oturuyorlardı. Şehir hayatı Müslümanlarla gayrimüslim unsurları kültür bakımından birbirlerine yaklaştırıyordu. Türkler ile Ermeni ve Rum halkı arasında birbirlerinin dilini ve dinini öğrenme (Ani’li Kadı Burhaneddin örneğinde olduğu gibi) de gerçekleşiyordu. Selçuklu idaresindeki şehirlerdeki Müslüman ve Hıristiyanlar arasında dini sebeplerden doğmuş husumet ve mücadele söz konusu olamamıştır (Köprülü, 2003: 85).