• Sonuç bulunamadı

Anılardaki İpekböceği

Belgede MURADİYE’DE GÜL DEVRİ (sayfa 63-66)

Eskiden ipek fabrikaları buhar kazanları ile çalışırdı. Fabrikanın saat 08.00’de işbaşı yapabilmesi için buhar kazanı saat 05.00’da yakılır, işçiler işbaşı yapana kadar buhar ka-zanı islimi anca topalardı. Fabrikanın buhar kazanını her sabah babam yakardı. Daha güneş doğmadan evden çıkar fabrikaya giderdi. Ben o zamanları çok küçüktüm. Ama babamın evden sessizce çıkışını yaka-layabilirsem babama katılır onunla beraber fabrikaya giderdim. Akşam paydostan sonra

kazancı, bir sonraki gün için kazanı hazırlar, babam kazancının cehennemlikte hazırla-dığı çıraları tutuşturur, daha sonra kazanın önünde küçük taburenin üzerine oturup, sabırla islimin yükselmesini bekler, islim saati yükselmeden oradan ayrılmazdı. Hala dün gibi hatırlarım; kazan dairesinin loş ışığı, fabrikadaki sessizlik, buhar kaza-nının kapağından sızan kızıl alevin duvarda dans eden yansıması, ateşin çıkardığı kula-ğa hoş gelen çıtırtı sesleri ve babamın kısa bacaklı taburede oturuşu.

Ben babamı 13 yaşımdayken kaybettim. Babam yaşıyor olsaydı 102 yaşında ola-caktı. Onunla yaşadığım kısa anların içinde beni en çok etkileyen, kazan dairesinde yaptığımız sohbetlerdi. Her fırsatta bana Çanakkale savaşını anlatırdı. Orada yaşanan kahramanlıkları, fedakarlıkları ve şehitleri-mizi anlatırken gözleri dolar, benden gizli gözünde biriken yaşlarını silerken boğazına düğümlenen sesini hala dün gibi hatırlıyo-rum. Yaşım küçük olduğu için anlattıklarını bazen korkuyla dehşetle dinlerdim. Bir in-sanın bile bile kendisini ölüme atması, kor-kusuzca düşmanın sıktığı kurşuna göğsünü siper etmesi, bana dehşet verici gelirdi. Yaşım ilerleyip de ülkemi, vatanımı ve üzerinde yaşayanları tanımaya başladıkça, içime dolan vatan sevgisi, mevzisinden çıkıp daha bir dakika önce şehit düşen arka-daşının üzerine basarak ilerleyen ve iki adım atmadan anlından vurulup oracıkta o kutsal Kozahan’da Koza satışları-1940’lı yılların başı

mertebeye ulaşan Ahmet’in, Mehmet’in, Hasan’ın ve Hüseyin’in yaptığı fedakarlık benim en kutsalım olmuştur.

Hep şunu düşünmüşümdür, onları o ana hazırlayan o ana getiren neydi. İlla ki içle-rindeki vatan sevgisi, koruma içgüdüsüydü. Ya peki vatan dediğimiz nedir? Üzerinde gezip tozduğumuz, karnımızı doyurduğu-muz, çocuklarımızı büyüttüğümüz, öldüğü-müzde gömüldüğümüz toprak parçası mı-dır? İlla ki yaşamak ve var olmak için bunlar yapmamız gerekenler. Ama vatanı vatan yapan bizi biz yapan üzerinde yaşayan kültürümüz, geleneklerimiz, göreneklerimiz değil midir?

Vatan dediğimiz yer kuru bir toprak parçası olsaydı ne Hasan ne Hüseyin o mevziden çı-kar, ne de Seyit Onbaşı o mermiyi yerinden kaldırabilirdi. Onlara o günü o cesareti, o gücü o aşkı veren, bir düğüne gidiyormuş-çasına onları o ana hazırlayan bu toprak-larda yaşayan kültürümüz ananelerimiz ve göreneklerimiz değil midir?

Bu güzel ülkemizin her şehrinde her kö-yünde var olup, günümüze kadar gelmeyi başarmış, bir o kadar da kaybolmaya yüz tutmuş, hatta unutulup gitmiş kültür yelpa-zelerimizi yazmaya kalksak ne kalemler ne de sayfalar yeterli olurdu.

Bu güzel vatanın en güzel şehirlerinden bir tanesinde yaşıyoruz. Elbette Bursamız’da birçok ananelerimiz göreneklerimiz yaşa-dığımız kültürün içinde yüzlerce örnekler sergileyip kaleme alabiliriz. Ama 15 asırdır bu şehirle bütün haline gelmiş, hatta yaşa-dığımız şehrin soyadında yaşamış bir ipek ve koza kültürümüz var, ben her şehrin bir ruhu olduğuna inanırım. Ruhu olup da ismi olmazsa olmaz tabiki. Eğer ki bu şehrin adı Bursa ise soyadı da ipektir.

Yüzyıllarca koza bakıcılığı, Mayıs ayı gelip de Haziran kapıya dayanınca köylerimizde bir coşkuyla heyecanla karşılanırdı. Baba-dan oğula, dededen toruna ananeleşerek yeni nesillere aktarılan koza bakım gele-nekleri kültür yelpazemizin içerisinde en

güzel renklerimizden birisi olarak günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.

Köylerimizde koza bakımı yaklaşıp da, dut yapraklarının boyları kuzu kulağı kadar olduğunda böcek tohumları evlerde açılırdı. Hatta aman eve gelenin nazarı değecek diye koza bakımı boyunca eve misafir bile kabul edilmezdi. Köylerimizi bir heyecan sarardı. Ahmet amcanın oğlu tarladan topladığı dut yapraklarını eve getirirken, bir yandan da yavuklusunu düşünür koza satılıp da parasıyla yapacakları düğünün hayallerini kurardı. Kardeşi de ona yardım eder, babasının koza parasıyla şehirden alıp getireceği koza helvasının, koza şekerinin hayallerini kurardı.

Ya Ahmet amcanın komşusu, Hüseyin am-canın kızı! O da tırtıllardan gözünü ayırmaz, koza satılınca babasının ona söz verdiği iki tel bileziğe kavuşmak için sabırla 40 günü sayardı. Hüseyin amca ise avlunun kapı-sından daha yeni girmiş, sırtında belki de taşıyamayacağı kadar dut dallarını almış, yaprakları yere bırakıp da bir oh çekip, “bu sene son artık, sırtımda taşımayacağım, bu seneki koza parasını da eklersem traktörü kapının önüne çekerim, seneye de bir paket daha fazla koza bakarım” derdi.

Köylerimizde düğünler koza mevsiminden sonra yapılırdı, düğün yapılacak evde paket sayısı 3 veya 4’de çıkar, o sene halalar, dosya konusu / Bursa İpeği / Ben Bursa Böceğiyim

amcalar, teyzelerde o eve yardım ederlerdi. Düğünde çalınan davul zurnanın sesi bile kulağa bir başka hoş gelirdi. Çünkü koza el birliği ile bakılmış 7’den 70’e herkesin emeği geçmiş, küsleri, dargınları koza barış-tırmıştır.

Ya peki Koza Han! Hepimiz kapısından geçtik. İçeride oturup çay içip ipekli kumaş-lardan satın almışızdır. Üst kapıdan girdi-ğimizde kapının hemen yanında küçük bir tabelada yapım tarihi yazmaktadır. Belki de gözümüz takılıp bir çırpıda okuyup yanın-dan geçmişizdir. Peki orada yazan tarihi hiç düşündünüz mü ne anlam taşıyor? Koza Han Amerika’nın keşfinden tam bir yıl önce tamamlanmış ve faaliyete geçmiştir. Peşin parayla çalışan dünyanın ilk borsasıdır. Ne kadar eski değil mi!

Ya peki Kapalı Çarşı! Kapalı Çarşı esnafı da umutla koza mahsulünü beklerdi. Yıl içinde toptancısına yapacağı ödemelerinin vadesini koza mevsimine yapar, bilirdi ki köylü Koza Han’a gelecek, kozasını satacak, iki saat içerisinde parasını alacak ve Kapalı Çarşı’dan alışveriş yapacaktır.

Yüzyıllarca bu güzel gelenekler alışkanlıklar bu topraklarda yaşadı. İnsanlarımıza umut, dertlerine çare, hayallerine umutlarına ışık olmuştur. Çocuklar torunlar bu hikayeleri dinleyerek büyüdüler.

Ya ipek fabrikaları! Türkiye’nin ilk fabrikası 1833 yıllarında Bursa’da kurulan ipek fabri-kasıdır. İpekçiliğin hızlı olduğu dönemlerde Muradiye’de, Hamzabey’de, İpekçilik’te, Yeni Mahalle ve Şible Karamazak yokuşun-da yüzün üzerinde irili ufaklı ipek imalatha-nesi ve fabrikası vardı. Bugün Bursamız’da bu kadar büyük ve köklü bir sanayinin var olmasının temelinde ipek fabrikaları vardır. Biz kurtuluş savaşımıza çok fakir girmiştik. Paramız ve hazinemiz yoktu, hatta elimizde işgal kuvvetlerine karşı kullanılacak doğru düzgün ordunun elinde mühimmat bile yoktu. İçimizde büyüyen çaresizlik ve ondan daha büyük olan vatan sevgisi damarla-rımızda dolaşırken çareler bulmaya çalışı-yorduk. İpek fabrikalarında kullanılan tüm

makinalar pas yapmaması için o yıllarda bakırdan imal edilirdi. Kurtuluş savaşı baş-langıcında Bursa’daki ipek fabrikalarındaki bütün makinalar sökülüp eritilmiş askere mühimmat yapmak için kullanılmıştır. Peki hiç düşündünüz mü; o işgalcilere sıkılan kurşunların materyalleri vaktiyle Hüseyin amcanın, Hasan amcanın Muradiye’de, Demirkapı’da, Hamzabey’de ipek fabrikala-rında çalışan işçilerin alnından akan terlerle defalarca yıkandığını. Peki Mehmetçik bilmez miydi o savaşta sıktığı merminin ne-reden, hangi şartlarla mavzerinin jarjörüne geldiğini! Peki o mermi hedefini bulmasında hangi mermi hedefini bulsun, öğle değil mi. Hatta işgal eden güçler, bu kültürü bu top-raklardan silmek için özel kuvvetler kurmuş-lar, bu birlikleri köylerimize göndererek dut ağaçlarını kökünden sökmüşlerdir.

Son 25 yıldır Bursamız’da yerli ipek üretimi yapılamamaktaydı ama Koza Birlik var ol-duğu sürece elinden geldiği kadar köyleri-mizde bu kültür kaybolmasın, koza bakıcılığı devam etsin diye tüm gücüyle sahip çıkma-ya çalışmaktadır. Bugün devletimiz sınırsız bir hibe ile koza bakan köylümüze destek vermektedir.

Yapılan çalışmaların içinde en önemlisi de Bursa Büyükşehir Belediyemizin

önderliğin-de, yan kuruluşlarının biraraya gelerek baş-latmış olduğu projelerdir. Koza bakımından kumaşın ve halının yeniden dokunmasına kadar olan döngü Bursa’da yeniden hayat bulacaktır.

Kaybolmanın eşiğine gelmiş, tarihin karanlık sayfalarına gömülmekte olan bir kültürü-müzün daha elinden tutup yeniden gün ışığına kavuşmasını sağlayan Bursa Büyük-şehir Belediye Başkanımız Recep Altepe’ye, Kültür ve Turizm Daire Başkanı Aziz Elbas ve çalışma arkadaşlarına Bursa olarak sonsuz teşekkürlerimizi sunarız.

araştırma / Tayyare Kültür Merkezi

ASLINDA HERŞEY

Belgede MURADİYE’DE GÜL DEVRİ (sayfa 63-66)