• Sonuç bulunamadı

BİRİNCİ BÖLÜM AKL-I SURH (KIZIL AKIL)

3. AKL-I SURH (KIZIL AKIL) HİKÂYESİNİN TAHLÎLİ

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

Her iki âlem mülkünün sahibi olan Sultan’a şükürler olsun. Var olan her şey O’ndandır.204 Var olan her şey O’nun varlığıyladır. Var olacak her şey O’nun varlığından olacaktır. O Evvel’dir, Âhir’dir ve Zâhir’dir, Bâtın’dır ve O her şeye Âlimdir.205

Selâm ve duâ yaratılmışlara, gönderdiği elçilerine özellikle de Onunla nübüvveti sonlandırdığı Muhammed muhtâra, ashabına ve din âlimlerine – Rızvanullahi Aleyhim Ecmaîn- olsun.

204

“Allah vardı ve O’nunla beraber hiçbir şey yoktu.” (Buhari, Bedü’l Halk,2) 205

Dostlardan aziz bir dost bizden bir sual etti: “Kuşlar birbirinin dilini bilir mi?”

Dedim: “Evet, bilirler” dedi: “Sen nerden biliyorsun?” dedim: “Hakikatin musavviri bidayette beni yaratmak istediğinde beni de bir atmaca sûretinde yarattı. Benim bulunduğum o ülkede başka atmacalar da vardı. Birbirimizle konuşur, birbirimizi duyardık ve birbirimizin sözlerini anlardık.”

Hakikatin musavviri, tüm varlıklara şekil ve sûret veren en mükemmel sanatkâr Allah’u Teâlâ’dır.206 Uçma özelliğine sahip olan kuşlar ise yükselme ve alçalma özelliklerinden dolayı evvela ulvî âlemden madde âlemine düşen, daha sonra da maddi âlemden ulvî âleme yükselen insanı sembolize eder. Bu sebeple irfanî mektepte insan ruhu, kuşlarla sembolize edilir.207 Tasavvuf edebiyatında da önemli bir yere sahip olan kuş sembolizmi birçok sufi tarafından sıkça kullanılmıştır. Tarihe baktığımızda İran şiir, edebiyat, hikmet ve sanatı cezbedici kuş tasvirleriyle doludur.208 Sühreverdî’nin kendi eserlerinde de buna rastlamaktayız: Âvâz-i Per-i Cibrîl, Safîr-i Sîmurg ve bazı nüshalarda Kızıl Akıl risalesinin başlığı için kullanılan Mantıku’t-Tayr ve Risaletu’t- Tayr gibi. 209 Nitekim Sühreverdî Sîmurg’un Islığı (Safîr-i Sîmurg) adlı risalesinde şöyle yazar: “Tüm ilimler Sîmurg’un ıslığındandır ve ondan çıkmışlardır. Org ve onun gibi güzel çalgılar onun sesinden üretilmiştir.”210 Sühreverdî’nin eserleri boyunca çeşitli kuş sembolleriyle karşılaşmaktayız: Örneğin “bâz”, Akl-ı Surh risalesinde211; “Sîmurg”, Safîr-i Sîmurg 212 ve Akl-ı Surh213 risalelerinde; “hüdhüd”, Kıssatü’l-Ğurbetü’l- Ğarbiyye214 ve Lugat-ı Mûrân215 risalelerinde, “tavus”, “bülbül”, “yarasa”, “baykuş” ve

206

Haşr, 24; Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 229; Bkz. İhvan-ı Safa, Resâilu İhvanu’s-Safa ve

Hullânu’l-Vefa, 1. Baskı, ed-Dâru’l İslamiyye, 1412, Beyrut, c.2, s. 277

207

Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 226-227; Remz ve Dastanhâ-yı Remzî, Der Edeb-i Farsi, 8. Baskı, Şirket-i İntişârât-ı İlmi ve Ferhengi, Tahran 1386/2007, s.403-410

208

Rıza Kuhken, Akl-ı Surh, Mukaddime. Nasrullah Purcevadi, 1. Baskı, Müessese-i Pejuheşi-yi Hikmet ve Felsefe-yi İran ve Müessse-yi Mutâlaât-i İslami-yi Danişgah-i Azad-i Berlin, Tahran, 1390/2011, s. 98

209

Sühreverdî, Kıssatü’l-Ğurbeti’l-Ğarbiyye, (Mecmua-yi Musannefât), c. 2, s. 276; Risâletu’t-Tayr, (Mecmua-yi Musannefât içinde), c.3, ss. 199, 200, 202, 203; Lugat-ı Mûrân, (Mecmua-yi

Musannefât), c.3, s. 297; Safîr-i Sîmurg, (Mecmua-yi Musannefât içinde), c. 3, s. 316; Kuhken, a.g.e., s. 98

210

Sühreverdî, Safir-ı Sîmurg, (Mecmua-yi Musannefât), c. 3, s. 315 211

Sühreverdî, Akl-ı Surh, (Mecmua-yi Musannefât), c. 3, s. 226 212

Sühreverdî, Safîr-i Sîmurg, (Mecmua-yi Musannefât), c. 3, s. 314-315 213

Sühreverdî, Akl-ı Surh, (Mecmua-yi Musannefât), c. 3, s. 232-234 214

Sühreverdî, Kıssatü’l-Ğurbeti’l-, (Mecmua-yi Musannefât), c. 2, , ss. 280, 283 215

“subaşındaki rengârenk bir kuş”, Lugat-ı Mûrân risalesinde216; “kafes” ve “kuş” sembolü Der Hâleti’t-Tufûliyye217 risalesinde ve son olarak bâtınî ve zâhirî duyuları sembolize eden “beş gizli kuş” ve “beş açık kuş”, Safîr-i Sîmurg218 risalesinde geçer.

Eflatun, ebedi bir cevher ve tüm canlıların kaynağı olan nefsi, kuş ile sembolize eden ilk kişilerdendir.219 İbn-i Sînâ (ö. 1037 ) Kaside-i Ayniye’de, insanî nefsin sergüzeştini, ulvi âlemden inerek beden kafesine esir düşen ve böylece asıl vatanına dönmeyi arzulayıp feryat eden güvercin hikâyesi ile sembolize eder.220 Yine İbn-i Sînâ Risaletü’t Tayr adlı eserinde de, bu âlemde bedensel kalıba esir düşen ve ardından bu tuzaktan kurtulmak için çırpınan insanî nefsin/ruhun sergüzeştini irfanî bir sembolizmle ortaya koyduktan sonra, dünya ve madde tuzağından kurtulanların, el ve ayaklarındaki bent ve bağlardan onları tamamen kurtarmak için Melik’e doğru çileli ve zorlu bir yola düştüklerini ve aşılması oldukça zor olan dokuz dağı geçerek Melik’in yanına vardıklarını hikâye eder.221 Ebu Hamit Gazzâlî (ö. 1111) de kendi yorumuyla yeniden yazdığı ve aynı ismi verdiği Risaletü’t-Tayr adlı risalesinde, insanın Hak’ka doğru girdiği ruhanî seferlerini, kendi padişahları olan Anka kuşuna kavuşmak üzere çok zorlu ve tehlikeli bir sefere çıkan kuşların sembolik öyküsüyle betimlemiştir.222 Yine Feriduddin Attar (ö. 1221), kuş sembolünden ve kadim insanî tecrübelerden yararlanarak ve beslenerek tasavvufî bir manzum eser olan Mantıku’t-Tayr adlı şaheseri yaratmıştır.223

216

Sühreverdî, Lugat-ı Mûrân, (Mecmua-yi Musannefât), c. 3, 294-311 217

Sühreverdî, Fi Haleti’t-Tufûliyye, (Mecmua-yi Musannefât içinde) c. 3, s. 264 218

Sühreverdî, Safîr-i Sîmurg, (Mecmua-yi Musannefât), c. 3, s. 332 219

Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 227’den, Eflatun, Çhar Risale-i Eflatun, Risale-i Pederos, s. 137-138 220

Muhakkik Sebzevari, Esraru’l Hikem: Şerh-i Kaside-yi Ayniye-yi İbn-i Sînâ, Mukad. Üstat Saduki, tsh. Kerim Feyzi, 1. Baskı, İntişârât-i Matbuat-i Dini, 1383/2004, s. 358

221

İbn Sina, Resâilu İbn Sina, Risâletu’-Tayr, İntişârât-i Bidar, Kum, 1400, s. 400-405; Ayrıca bkz. Ahmed bin Hadir Ahsiketi, Tercüme-i Risâletu’t-Tayr, (Farsça), 1. Baskı, İntişârât-i Zehra, Tahran, 1370/1991, s. 7-13; Ömer bin Sehlan Savi, Şerhu Risâletu’t-Tayr, 1. Baskı, İntişârât-i Zehra, Tahran, 1370/1991; Şerhu Risâletu’t-Tayr, Adsız Yazar, 1. Baskı, İntişârât-i Zehra, Tahran, 1370/1991. Sühreverdî de bu risaleyi Farsça’ya çevirmiştir, Risâletu’t-Tayr, (Mecmua-yi Musannefât), c. 3, s. 198-207

222

Ebu Hamit Muhammed Gazali, Mecmuâtu Resâili el-İmam Gazzali, Risâlet’u-Tayr, 1. Baskı, Daru’l Fikir, Beyrut, 1416, s. 293-296

223

Bkz. Feriduddin Attar, Mantıku’t-Tayr, tsh. Seyyid Sadık Gevherin, 27 Baskı, İntişârât-i İlmi ve Ferhengi, Tahran, 1390/2011; Serhat Küçük, “Feriduddin Attar’ın Hayatı ve Eserleri”, Tarih Kültür

ve Sanat Araştırmaları Dergisi, c. 2, S. 1, Mart 2013, s. 244;Kübra Eskigün, “Klasik Türk Şiirinde Efsanevi Kuşlar”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilimdalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ağustos 2006, s. 24

Yine İbnu’l Arabî, vücud mertebelerini kartal, güvercin, anka ve karga adını verdiği dört ruhânî kuş (tuyûr-u’l-erbaâti’r-rûhâniyye) ile sembolize eden İttihâdu’l- Kevnî isminde bir risale kaleme almıştır. 224

Sühreverdî’nin burada tahlil etmeye çalıştığımız Akl-ı Surh hikâyesi, dostlardan aziz bir dostun Sühreverdî’ye soru sormasıyla başlar. Bu tür tasavvufî hikeyeler ya da sembolik anlatılar için bir veya birçok dostun ya da hakikat kardeşlerinin hazır bulunuşluğuyla yapılmalıdır. İbni Sina’nın Risaletu’t-Tayr’ı da hakikat kardeşlerine seslenerek anlatılan bir sembolik hikâyedir. Bu irfani anlatılar ancak hakikate ve marifete kulak açan, belli bir irfanî düzeye ermiş hakikat erleriyle paylaşılır.225

Kuşların birbirlerinin dillerini bilmesi Hz. Süleyman’a verilen mucizeye226 bir göndermedir.227 Ayetin zâhirî manasını tercüme eden müfessirler, Allah’ın gerçekten kuşlara Hz. Süleyman’la konuşma ve Hz. Süleyman’a da onların dilinden anlama kabiliyeti vermiş olabileceğini söylemişlerdir. Lakin Attar ve Mevlana gibi arifler Hz. Süleyman’ın kuşların dillerini bilmesinden maksadın, Hz. Süleyman’ın manevi ve ruhanî yönden ulaştığı marifet derecesi gibi, tarikatta kemale ermiş kişilerin (insan-ı kâmil) ya da insanî ruhun ulaşabileceği üstün mertebe olduğunu belirtmişlerdir.228

Sühreverdî, yazdığı tüm irfani hikâyelerini aslında kuşların dili veya karıncaların dili ile yazmıştır. Çünkü bir dünyalının alfabesi, grameri ya da algılama biçimi dışında bir dille kaleme almış ve bu hikâyeleri anlamak için maddi dünyanın dışına çıkmayı, daha doğru bir ifadeyle misal âlemine yükselmeyi gerekli kılar. Misal âleminin dili ise misali, istiari, sembolik veya ikonik bir dildir. Bu dili bilmek, metafizik sırları bilmek, bir bakıma gaybi hazinelerin anahtarlarına sahip olmakla da eşdeğerdir.229

Beni de bir atmaca sûretinde yarattı sözüyle Sühreverdî, âlem-i mahsustan önceki ruhlar âleminde kendi hakikatini bir atmaca sûretinde tasvir eder.230 Bununla, gerek ruhun bedenle irtibatından önceki, gerekse ruhun bedenle birleşmesinden sonra

224

İbn Arabî, Nurlar Risâlesi, çev. Mahmut Kanık, İnsan yay.,İstanbul 1991, s. 77-78; Kılıç, a.g.e., s. 278-279 225 Corbin, İslam-i İrânî, c.2, s. 355 226 Neml, 27/16 227

Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 228 228

Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 228 229

Corbin, İslam-i İranî, c. 2, s. 355 230

çile ve riyazetle bedensel veya tensel bağ ve kayıtlardan kurtularak maddi âlemden çıktığı sonraki ve fakat her iki durumda da ruhlar âlemindeki gerçek manaya sahip özüne ve aslına dikkat çeker. Ruhların tasavvur edilmesi, bu âlem ya da mahsus veya oluş ve bozuluş (âlem-i kevn u fesad) âlemi olan dünyamızdaki cesetler üzerinden tanınmaktan başka çare olmadığından, ruhların topraktan müteşekkil tensel duvarlar olmaksızın algılanabilecekleri bir diğer âlem tasavvur edilmelidir. İşte burada Sühreverdî, sûret ve maddeden tamamen arınık olan ma’kul (aklanî) sûret ile maddeden mürekkep olan mahsus/hissi iki âlem arasında, bu kez ne tamamen ruhanî ve ne de maddi olan aksine, maddi ve cismanî hiçbir özelliği olmayan ve yalnızca sûretlere sahip olan varlıklar âlemini tesis eder ve bunun adına mîsal âlemi der.231 Mîsal âleminde varlıklar, sözkonusu diğer iki âlem olan ma’kul ve mahsus âlemin aksine, kendi mânâlarına uygun gelen sûretlerle tezâhür ederler. Mîsal âleminde ruhlar, bir alt mertebeye düşmeden ve sûret ile maddeden mürekkep olan âlemde insanların maddi cesetlerine bürünmeden önce, kendi manalarına denk gelen kuşlar sûretinde görünürler. Bundan dolayı, hikâyede geçen bir dostun ‘kuşların dili’ne dair sorduğu soruya, mîsal âlemi penceresinden bakılmalı ve soruya verilen olumlu cevap da aynı şekilde, insan nefisleri/ruhlarının birbirlerini anlayacakları bir şekilde konuştukları ve yekdiğerinin dilini bildikleri mîsal âleminin kapsam alanı içerisinde değerlendirilmelidir. Mîsal âleminin dili, doğal olarak, bu dünyamızdaki gibi, ne ses, gürültü ve sesleri oluşturan fizyolojik mekânizmalar ile oluşan bir dil ne de o sesleri algılama aracı işitme organıdır. Aksine bu dünyaya ait sesler ve ifadelerin formundan çıkarak gerçekleştirilen ruhlar arası tanımsız bir diyalog şeklidir. Bu yüzden, metafizik âlem ya da Aynu’l Kudat Hemedani’nin (Ö. 535/1131) sözüyle ezelî âlem hakkındaki marifet söz konusu olduğunda, onu tanımlamak için, taşıdıkları manalar ve mesajların herkes tarafından anlaşılmayan sembolik ifadelere sığınmak ya da teşbihlerden istifade etmekten başka çare yoktur. Nitekim kelime ve lafızlar bu dünyadaki anlamlar için oluşturulmuşlardır ve kulağa geldiklerinde, söz söyleyen kişinin muradı, duyusal tecrübelerle algılanan zâhirî manalar olmadığı halde çaresiz zahir anlamları anlaşılmaktadır.232

231

Bkz. Nefise Ehl Sermedi, “Ez Kuvve-yi Hayal Ta Hazreti Misal”: (Caygah-i Musul-i Muallika der Felsefe-yi Sühreverdî, Faslname-yi Felsefe ve Kelam-i İslami, Ayne-yi Maarifet-i Danışgah-ı Şehid

Beheşti, Bahar, 1388/2009, ss. 19-82

232

Aynulkudat Hemedani, Zübdetu’l Hakâik: Şekve’l-Garib Ani’l-Evtan İla Ulemai’l-Buldan, tsh. ve thk. Afif Useyrân, 1. Baskı, Dar-i Babilyun, Paris, 1962, ss. 67, 88

Burada üzerinde durulması gereken bir diğer nokta kuşlar içerisinde atmaca (bâz) sûretindeki yaratılışa yani tasarrufatı yüksek olan ruhlara yapılan işarettir. Bilindiği üzere bu kuş, güçlü kanatlara sahip olan, çok yükseklerde uçabilen ve eski zamanlarda sultanlar ve emirler tarafından kuşların avlanması amacıyla yetiştirilen bir kuş türüdür.233 Daha önce ifade edildiği gibi, kuşlar, ruhları sembolize eder. Hikâyenin kahramanı, kendi varlığının sûretini, duyusal âlemden önceki âlemde yani mîsal âleminde, atmaca/şahin sûretinde betimlemektedir. Kuşlar içerisinde atmacayı seçmesinin iki nedeni vardır: Birincisi, başlangıçta, mîsal âleminde ve cisimle birleşmemiş ve maddi âlemde esir edilmemişken ruhi mertebesinin yüceliğini ima etmektir. Nitekim atmaca hızlı ve yükseklerde uçabilen bir kuştur. İkincisi, bu kuşun av ve av sanatı için yetiştirilmeye elverişli olması, yazarın amacıyla son derece örtüşüktür. Ruhun yüceliğini sembolize eden atmaca imgesinden yararlanmak Sühreverdî öncesi kadim bir geçmişe sahiptir. Örneğin Hallac (ö. 309) ruh âleminde kendisini beyaz bir atmaca olarak tanıtmaktadır. 234 Meybudî’nin Keşful Esrar isimli eserinde Hz. Muhammed ve onun ruhanî ve nuranî varlığının diğer varlıklardan önceliğine yapılan vurguda âlemi avlamak üzere bir atmaca gibi yetiştirildiği ifade edilmektedir.235

Kuşlar içerisinde Sühreverdî’nin daha önce bir atmaca suretinde yaratıldığını söylemesi, atmacanın zaman ve mekânın şartlarına esir düşmeyen bir kuş olmasından dolayıdır. Eğer hava soğursa uçar ve sıcak memleketlere gider. Eğer yiyecek ve içecek azalırsa orayı terk ederek bolluğun hâkim olduğu bir memlekete gider. Nitekim atmaca ve şahin dünyadaki en yüksek kaleleri ve dağları bile aşabilecek kadar yükseklere uçabilen, hareket alanları asla kısıtlanamayan özgür kuşlardır. Biz yüksekte uçan bu tür kuşları özgürlüğün ve yüceliğin sembolü olarak kabul ederiz. Bu yüzden Sühreverdî kuşlar içerisinde özellikle sınır tanımayan bir özgürlüğe ve yüce ruha sahip bir yaratık olduğunu ifade etmek için bilinçli bir şekilde atmaca kelimesiyle kendisini tanıtmaktadır.236

233

Eskigün, a.g.t., s. 36 234

Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 230 235

Ebu’l Fazl Reşiduddin Meybudî, Keşfü’l-Esrâr ve İddetu’l-Ebrâr, thk. ve tsh. Ali Asgar Hikmet, 5. Baskı, İntişârât-i Emir Kebir, Tahran, 1371/1992, c.9, s. 375

236

Emir Hüseyinşah Halili, “Akl- Surh-i Şehid Sühreverdî”, s. 7, http://www.vajhedin.blogfa.com/post- 15.aspx, 20/02/2014

İrfanî (gnostik) edebiyatta can ya da insanî ruh, birçok kere atmacaya benzetilmiştir. Mevlana’nın (ö. 1273) Külliyat-ı Şems’inde de mükerreren bu sembolden istifade edilmiştir.237 Bunun dışında bu sembol aynı şekilde Hafız tarafından da benzer manada kullanılmıştır.238

O vilayet ile hikâyenin kahramanı, bu vilayete (âlem-i mahsûs) gelmeden önce, atmaca sûretinde bulunduğu mîsal âlemi kastedilmektedir.239 Diğer atmacalar ile mîsal âleminde bulunan diğer ruhların mîsali sûretleri kastedilmektedir. Ruhi mertebe açısından mîsal âleminde yer alan bu diğer kuşlar, hikâyenin kahramanı gibi o âlemde atmaca sûretine sahiptirler. Ancak Sühreverdî Yezdanşinaht adlı risalesinde insanın düşünen nefislerini, cüz’iyatın potansiyel bilgisine sahip ve onların faal akıllarını kuvveden fiiliyata çıkaran semavi düşünen nefislerden feyz etmiş olarak görmektedir.240 Sühreverdî’nin bu sözünden anlaşıldığı üzere insanî nefislerin yetenek ve mertebeleri bizzat varlığın başlangıcından beri eşit değiller ve bu yüzden o âlemdeki bütün insanî nefislerin atmaca sûretinde sembolize edilmediği sonucuna varılabilir. O halde mîsal âleminde bulunan ruhlar içerisinde atmaca sûretinde olanlar, daha yüce ve daha üstün olan ruhlardır.

Sâdî’nin aşağıdaki beyitlerinde de kuş ile sembolize edilen insan ruhu, Anka ile kendini maddi varlıklardan soyutlayan insan-ı kâmili simgelerken serçe ile de âcizliği ve güçsüzlüğü simgeleyerek insanın mahiyetinde var olan farklı istidat ve kabiliyete gönderme yapılmıştır. 241

Hırs çemberinden uçarsan, Can kuşun ulvî seferler yapar Ancak sende anka sabrı yok,

237

Mevlana Celaleddin-i Muhammed Belhi, Külliyât-ı Şems, tsh. Bediuzzaman Fruzanfer, 3. Baskı, Neşr-i Kitab-ı Parse, Tahran 1379/2000, ss. 26, 35, 51, 64, 85, 86, 97, 223, 247, 249, 261, 313, 335, 349

238

Hace Şemsuddin Muhammed Hafız Şirazî, Divân-ı Hâfız, thk. ve tsh. Muhammed Kazvinî-Kasım Gani, 4. Baskı, İntişârât-i Zevar, Tahran 1385/1996, s. 345

239

Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 230 240

Sühreverdî, Yezdanşinaht, (Mecmua-yi Musannefât içinde), c. 3, s.426-430 241

Çünkü şehvet tuzağında serçe gibi âcizsin.242

“Peki, şu anki hal nasıl oluştu?” dedi?

Dedim: Bir gün kaza ve kader avcıları takdîr tuzağını kurdular ve irade tanelerini (yem) oraya yerleştirdiler. Böylece beni bu yolla esir ettiler. Daha sonra benim yuvam olan o vilâyetten diğer bir vilayete götürdüler. O an iki gözümü kapatıp üstüne dört farklı bent (perde) çektiler ve on kişiyi; beşini önleri bana dönük sırtları dışarıya ve beşini de sırtları bana dönük önleri dışarıya bakar vaziyette üzerimde nöbetçi kıldılar. Sırtları bana ve yüzleri dışarıya dönük olan beş kişi beni şaşkınlık (tahayyür) âlemine koydular ve böylece kendi yuvam olan o vatanı ve bildiğim her şeyi unuttum. Artık ezelden beri böyle olduğumu sandım. Bir müddet böyle devam ettiğinde gözlerim biraz açıldı. Görebildiğim kadar etrafa baktığımda daha önce görmediğim şeyleri görüyor ve gördüklerime şaşırıyordum. Böylece günden güne gözlerim biraz daha açıldı ve ben (yeni) gördüğüm her şeye daha çok şaşırıyordum…

Bu hal ile kastedilen, bir atmaca sûretindeyken ruhlar âleminden kopup gelerek mahsus âleme ve insanî cismin kabuğuna giriftar olma durumudur.

Burada tasavvufî hikâyelerde işlenen ana izleklerden birisiyle daha karşı karşıyayız: Nâmütenâhî özgürlükler alanı olan arz-ı melekûttan maddi ve cismanî duvarlarla örülü dünya zindanı ile beden kafesine insanî ruhun düşüşü. Senaryo, İbn Sînâ’nın Risaletü’t-Tayr hikâyesinin hemen başındaki düşüşle oldukça benzerdir. Burada da Sühreverdî, misal âlemi ya da arzı melekûtta özgür bir biçimde dilediği yere kanatlanan bir kuş hatta bir şahin veya atmaca gibi olağan üstü imkânlara sahipken, maddi âlemde kurulan bir tuzağa düşüşünü ve esarete maruz kalışını dramatize eder. İnsani ruhun bu dramatik düşüşü Sühreverdî’nin Lugat-ı Mûrân ile Kıssatü’l Gurbetü’l Garbiyye’sinde de benzer şekilde işlenmektedir.243

Kaza ve kader avcıları ile ilahî irade ve meş’iyyete gönderme yapılmıştır. Nitekim avcılar tuzağı kurarak ve içine daneleri yerleştirerek bir kuşu esir aldıkları gibi ilahî kaza ve kader de Allah’ın irade ve meş’iyyeti sayesinde -insana cüz’i irade

242

Sadi Şirazî, Mevâiz, Gazaliyât, Gazel. 62,http://ganjoor.net/saadi/mavaez/, 02/05/2014 243

vererek- bir oluş ya da bir varlığın bu âlemde tezâhür etmesini sağlamakta ve onu vehim ve hayal tuzağının kurulduğu duyusal âlemin şartlarında tutkun ve esir kılmaktadır. 244

Takdir tuzağı sembolüyle, ilahî takdir tuzak gibi görülmüştür. Çünkü takdir sözlükte ölçmek veya tartmak olduğu gibi aynı zamanda kader ve talih anlamına da gelmektedir. Takdir, gerçekte yaratılmış olan bir varlığın sınır, ölçü ve ihtiyaçlarını belirler. Öyleyse takdir, adeta mümkün bir varlığın (Vacibu’l-Vücûd dışındaki her varlık) ona yakalanmak ve varlık sûretini elde etmek üzere kaza ve kader tarafından kurulan bir tuzak gibidir.245

İrade taneleri ise, bu âlemde herhangi bir oluş ya da yaradılışın meydana gelmesine ilişkin olan, kula verilmiş Allah’ın isteği ve meşiyettidir.246 Bu âlemde bir varlığın meydana gelmesinin sebebi Allah’ın irade ve meşiyetidir. Nitekim O bir şeyin var olmasını dilediğinde diğer bir ifadeyle bir varlığın oluşunu (kevn) istediğinde ona yalnızca “ol!” der ve böylece o şey/varlık da oluş sürecine girer ve tekâmülle olma sürecine girer. O halde tıpkı tuzak danesinin, kuşu havada kendine doğru çekmesi gibi Allah’ın meşiyeti de bu âlemde bir şeyin vücut bulmasını sağlar.247 Her ne kadar ilâhî bir plan olan kaza ve kader avcıları şu cismanî dünyada bir tezgâh ve bir yaşam alanı insanoğlu için tasarlamışlarsa da o tezgâha inip oradan tane gagalamak insanın iradesine bırakılmıştır. Ve bir bakıma insan kendi isteği ve özgür iradesiyle bu dünya tezgâhına konmayı ve orada yaşamayı seçmiştir.248

İki gözün bağlanması var oluşsal gaflete düşüşü anlatır. Salik gaflete düştüğünü, bu yüzden kim olduğunu, nereli olduğunu, anavatanının nerede olduğunu ve hangi varlık neyistanından geldiğini unutacak kadar bir hafıza kaybı yaşamaktadır. Ve bu gafletten dolayı kendisine ait olmayan, ruhuna tamamen yabancı olan, aslında kendi türü ve cinsi olmayan maddi, cismani bu somut dünya ile tüm varlığıyla meşgul olmasına, kendini buranın albenilerine kaptırmasına ve cismani gözlerinin açılmasına yol açmıştır. Nitekim avcılar bir atmacayı veya şahini yakaladıklarında yaptıkları ilk iş onun kafasına bir külah geçirip gözlerini kapatmak olurmuş. Böylece bu özgür kuş

244

Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 232 245

Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 232 246

Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 232 247

Purnamdariyan, Akl-ı Surh, s. 232 248

etrafını görecek gözlerden mahrum kaldığı için ne yol bulabilir ne de o özgür olduğu diyara uçabilirmiş. İnsan ise anavatanından dünya tuzağına düştükten sonra hakikati gören gözü, bâtıni gözü veya basireti bağlanır. Onun yerine somuta kilitli gözü, zâhirî gözü ve maddi organik gözü açılır ve böylece kendinden yani aslı, nefsi ve ruhundan bîhaber kalır.249

Purnamdariyan’ın bu konuya yaptığı şerhte “İki göz”ün, nazarî akıl ve ameli akla tekabül ettiği görülmektedir. Nebatî ve hayvanî nefisler ile insanî düşünen nefislerin/ruhların her birinin kendisine ait özellikleri vardır. İnsanın düşünen nefsine ait potansiyeller, hikâyede açık iki göz ile sembolize edilen nazarî ve ameli akıldır. Nazarî akıl, bilgiyi algılama ve doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etme potansiyeliyken ameli