• Sonuç bulunamadı

C. Entelektüel Kişiliği ve Metodolojisi

1.1.1. Aklın Dilsel İnşası: Cahiliyye ve Dili

Teolojinin temeli vahiy ise bu vahyin anlaşılması ve yorumlanması ancak dil yoluyla mümkün olabilmektedir. Bunun içindir ki dilsiz bir teolojiden bahsedilemez.

Teolojinin kavramlara, isimlere, fikirlere, metaforlara, gramere kısaca bir retoriğe ihtiyaç duyması da bu yüzdendir. Teoloji bu retorik sayesinde kültürel ve dilsel olarak bir yere bağlanır. Bunun için de kavramlar, isimler, fikirler ve metaforlar belli tarihsel ve sosyal şartlar içinde cereyan edip, bu şartlardan kaynaklanır ve ortadan kaybolduklarında da bu tarihsel ve toplumsal koşullardan uzaklaşmış olur. Bu durumda teoloji, bizden farklı ve bizim dışımızda kök bulan, ama aynı zamanda farkına/bilincine vararak içine kendimizi de kattığımız dilsel bir süreçte oluşur.213 Teolojik dilin kavramsallaştırılması önceden kabul edilmesi gereken kendine özgü bir dildir. Allah, din, peygamber, ibadet, melek, şeytan, cennet, cehennem vs. gibi terimler, içerikleri önceden hesaba katılmaksızın telaffuz edilemezler. Bu terimlerin, genel felsefe ve sosyal bilimlerde kullanılanlar gibi herkes tarafından kabul edilmeleri mümkün değildir.214

Bu minvalde Câbirî Arap aklının tarihsel gelişimi ve epistemolojik mutasyonlarının dille olan ilişkisi üzerine yoğunlaşırken az sayıdaki modern Arap düşünürün izlerini sürmektedir. Bunlar arasında, hepsi de yirminci yüzyıl Arap dünyasının entelektüel ortamı üzerinde büyük etki yapmış Ahmed Emin (1886-1954), Mustafa Abdu’r-Razık (1882-1947), Ali Sami en-Neşşâr (1917-1980), İbrahim Medkur (1902-1995), Tayyib Tizinî (1934) ve Abdu’r-Rahmân Bedevî (1917-2002) yer almaktadır. Ancak Câbirî, çağdaş Arap aklını İslam öncesi ya da Cahiliye devri kökenlerine kadar izlemede yalnız görünmektedir. Her ne kadar Câbirî, İslam'ı Arap aklındaki en büyük mutasyon olarak görse de, İslam’ı Arap aklının başlangıcı olarak değerlendirmek ona göre kesinlikle yanlıştır.215 Bu nedenle Câbirî, Arap aklının 1500 yıllık tarihi boyunca en istikrarlı özelliklerini tanımlamaktadır. Arap aklının bu uzun dönem boyunca yaşadığı derin kırılmaların sonucu olarak, epistemolojik birlikle donanmış olması gerektiğini düşünmektedir. Bu büyük kırılmalardan birisi, yedinci

213 Şaban Ali Düzgün, Allah Tabiat ve Tarih, Lotus Yayınları Ankara 2005, s.58

214 Hasan Hanefi, “Teoloji mi Antropoloji mi?”, (Çev. M. Sait Yazıoğlu), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt XXIII, 1978, s.509.

215 Bu Toshihiko Izutsu'nun ana tezlerinden birisidir ve özellikle onun Kur’an’da Dinî ve Ahlakî Kavramlar adlı çalışmasının en önemli iddialarından birisidir. Bkz. Kur’an’da Dinî ve Ahlakî Kavramlar (Çev. Selahattin Ayaz) Pınar Yayınları, İstanbul 1997, s. 46-70.

yüzyılda Arabistan'da İslam'ın doğuşudur. Her ne kadar bu kapsamlı yaklaşım, Arap düşüncesinin bu dönem boyunca yaptığı başlıca katkıların tam bir değerlendirmesini sunmasa da, yine de Arap düşünce yapısına ve onun çağlar boyu gelişimine ışık tutabilecek tek metodudur.216

Bu bağlamda Câbirî, oluşturulmuş aklın, kültürün kendisine sunmuş olduğu ya da kendini bireye, bireyin bilinçaltı şeklinde benimsettiği ilkelerle inşa edilen akıl olduğu ortaya konulduktan sonra, Arap aklına niteliğini veren ve onun kimliğini kazandıran kültürün ne olduğunu belirleyemeye girişirken önceliği Arap diline verir.

Çünkü Arapça, Câbirî’ye göre, Arap aklının oluşumunda yapı ve etkinlik olarak öncelikli belirleyici olup Arapça yazdıkları ve Arap-İslam aklının üretim biçimlerine tabi oldukları için, İslam kültüründe bilgi üreten bütün düşünürler Arap-İslam aklına mensupturlar ve kültürünün bilgi üretme mekanizmasını oluşturan en önemli unsur, bedevî Arapların evrene ilişkin tasavvurları ve bu tasavvurların gelişmiş hali olarak İslâmî ilimlerin temelini oluşturan “geçmiş örnek üzerine kıyas” mantığıdır. Dil, sadece o dilin mensubu olan bireylerin konuşma edimlerini gerçekleştirdiği araç olmaktan öte, insanın evrene bakışını, algılama biçimini, kısaca dünya görüşünü belirleyen, en azından çok önemli bir etkiye sahip olan, özneler üzerinde belirleyici etkiye sahip olan kültürün en önemli unsurudur. Bu anlamda dil, konuşma ve düşünme için bir araç olmakla birlikte, düşünme biçimini de belirleyen bir olgudur. Söz konusu etkisiyle dil, oluşturulmuş aklın oluşumunu belirleyen en önemli unsurdur.217

Tedvin asrında Arapçanın derlenip kurallarının belirlenmesi, bedevi Arabın diline müracaat yoluyla gerçekleştirilmiştir.218 Arapçanın bir dil olarak tedvin döneminde derlenip, kurallarının belirlenmesi sürecine bakıldığında, Arap-İslam kültürünün kognitif bilinçdışını oluşturan Arap kültürünü daha net olarak görmek mümkün olacaktır. Arapçanın derlenmesi Arap aklının tüm boyutlarını ortaya koyan bir delil olmaktadır. Câbirî, Arapça ilimlerin tedvin döneminde derlenmesini Yunanlıların felsefe mucizesi olarak nitelendirdiği olguya kıyasla, Arapların mucizesi olarak nitelendirerek, bu dönemde yapılan derleme faaliyetlerinin anlam ve değerini olumlar, fakat bu olumlama onun tarihsel bir inşa oluşunu ortaya koymaya matuf bir olumlamadır. Arapçanın derlenip kurallarının belirlenmesi eyleminin dilin aslına gitmek

216 Ebu-Rabi, Çağdaş Arap Düşüncesi, s. 359.

217 Câbirî, Arap-İslam Aklının Oluşumu, s. 86-87.

218 Câbirî, Arap-İslam Aklının Oluşumu, s. 88-89.

adına bedevi Arab’ının diline müracaatla yapılması bu eylemin aynı zamanda problemli yönünü de ortaya koyan bir durumdur. Dilin derlenme eyleminde saf ve kimliğinin bozulmamışlığı gerekçesiyle bedevi Arab’ın diline müracaat edilmesi, Arapçayı bedevinin dünyası ile sınırlı kalan bir dilin içine hapsedilmiş bir dil durumuna düşürmüştür. Câbirî’nin ifadesi ile Arap dili mumyalanarak dondurulmuştur.219 Sonuçta söz konusu eylem neticesinde ulaşılan dil, bedevinin dünyasının şartlarının oluşturduğu hayatın dinamizminden koparılmış, bedevinin somut dünyasının isimlendirdiği sözcüklerle sınırlı kalmış bir dil olduğundan gelişme imkânından mahrum bırakan sınırlamanın içine sıkışıp kalmıştır. Bu dil soyut ve felsefi kavramları isimlendirme yeteneğinden yoksun bir dil olduğu içindir ki soyut ve teorik düşüncenin gelişimine müsait bir dil olmaktan uzaklaşan bir duruma düşürülmüştür. Câbirî’ye göre Arapçanın sınırlı oluşu ve gelişmeye müsait olmayışı problemini ortaya çıkaran bir diğer unsur ise, onun derlenmesi faaliyetinde müracaat edilen yöntem olup Arapçanın derlenmesinde müracaat edilen bu prosedür oluşturulmuş bir akıl olan Arap aklının oluşumunda en önemli süreci oluşturur. Halil bin Ahmet el-Ferâhidî (ö.175/791),220 bu dilin derlenmesi ve kurallarının belirlenmesi faaliyetinde, alfabedeki harflerle matematiksel bir ilişki kurmuş, bu harflerin oluşturabilecekleri muhtemel kombinasyonları belirleyerek sınırlandırma cihetine gitmiştir. Halil b. Ahmed ile titiz şekilde başlatılan sözlük çalışması ile “tabiî ve fıtrî bir dil” âdeta bilimsel ve kurallı bir dile dönüşmüştür. O’nun dil alanında koyduğu ilkeler, daha sonraki dilbilimciler tarafından ya aynen devam ettirilmiş ve sonrakilere esin kaynağı olmustur. Bu tedvîn işlemiyle dağınık bir dil toplanıp içsel yapısı düzenlenirken dilin gelişmesi ve yenilenmesi imkânlarına dokunulmaması yerine, “sert ve değişmez kalıplar” içinde dilin yeniden şekillendirilmesi ve kendiiçine sıkıştırılması tercih edilmektedir.221

Câbirî’ye göre, tarihsel bağlamı içerisinde ele alındığında bu faaliyet son derece rasyonel bir tavrı ifade etmekle birlikte, paradoksal bir tarzda negatif bir anlamı da bünyesinde barındırmaktadır. Bu söz konusu negatif etki, teorik planda hiçbir şeyi dışarıda bırakmadığı düşünülen, muhtemel tüm durumların düşünsel olarak çözüme kavuşturulduğu iddiasına sahip tüketici bir faaliyet olmasındandır. Arap aklının tarihsel

219 Câbirî, Arap-İslam Aklının Oluşumu, s. 89. Ayrıca bkz. Soner Gündüzöz, Arap Düşüncesinin Büyübozumu-Arap Dilbiliminin Felsefî ve İdeolojik Yapılanma, Etüt Yayınları, Samsun 2011, s. 65-97.

220 Geniş bilgi için bkz. M. Sadi Çöğenli, Kenan Demirayak, Arap Edebiyatında Kaynaklar, Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Yayınları, Erzurum 2000, s. 111- 112.

221 Câbirî, Arap-İslâm Aklının Oluşumu, s. 83.

olarak donuk oluşunu belirleyen etkenlerden biri de bu söz konusu faaliyet olmuştur.

Dilin tarihsel olarak belirli bir zamana bağlı dondurulması, dolayısıyla da dile bağlı olarak da düşünce ve aklın değişimine, gelişimine engel olmasına sebep olan en önemli unsurlardan biri de budur.222

Oysa Câbirî, dilin derlenmesi ve kurallara bağlanmasında müracaat edilmesi gereken yöntemin, Kur’an metninin anlaşılmasında düşülebilecek muhtemel hatalardan korunmak için, Arapça metinlerin en fasihi olan Kur’an’a dayandırılması gerektiğini düşünür. Zira ona göre, Kur’an Arapçası, tedvin asrında derlenmiş sözcüklerin ve bedevinin dar, sınırlı dünyasının yansıtıcısı olan, bundan dolayı kendisi de sınırlı ve donuk olan Arapçadan daha kapsamlı ve medeniyet bakımından daha ileridir.

Dolayısıyla, Kur’an Arapçası, tedvin döneminde dili derleyenlerin, Arapça için koydukları sınırlara mahkûm olmayan bir dildir. Kur’an, Arapça olmayan kelimelere de yer vermiş, bu yolla onları Arapçaya kazandırmış ve dilin dinamizmini gerçekleştirmiştir.223 Arapçanın tarihsel bir dil olmayışı -ki Câbirî bununla dilin kendini geliştirip genişlemesini kasteder- ve duyusal niteliğinden dolayı tedvin döneminde, Kur’an’ın bu üstün ve medeniyet niteliğinin kavranma imkânı da engellenmiştir.224 Bedevi Arabın dilinin niteliğinin dilbilimcilerin çalışmalarındaki belirleyiciliği, aynı zamanda kültürel faaliyet alanlarının da niteliğini determine etmiştir. Tüm tedvin döneminde dilin derlenme ve kurallarının belirlenme çalışmaları, daha sonra tedvin ve tasnif çalışmaları yapılan ilimler için bir model olduklarından dolayı, lügatçilerin ve nahivcilerin kullandıkları metod, kavramlar ve dayandıkları zihinsel mekanizma, İslami ilimlerin teşekkülünü gerçekleştirmeye çalışan ilim adamları için esas teşkil eden kaçınılmaz bir referans kaynağı olmuştur.