• Sonuç bulunamadı

AKIL HASTALIĞININ CEZA SORUMLULUĞUNA ETKİSİ BAKIMINDAN TARİHSEL GELİŞİMİ

Psikoloji ve psikiyatri bilimleri ortaya çıkıp gelişene kadar, akıl hastaları ve zekâca geri kalmış insanlar çoğu toplumlarda tehlike oluşturabilecek kişiler olarak kabul edilmişler ve bu korku ile karşılanmışlardır. Bilinmeyen davranış silsilesine karşı evrensel anlamda duyulan ürküntü muhakkak en büyük paya sahiptir. Bilgi boşluğu ile oluşan bu korku boşluğunun çoğunlukla hurafeler doldurduğundan bu akıl hastalarının şeytanlarca, cinlerce ele geçirilmiş oldukları kanaati yaygındı.169

Tehlikeli oldukları için korku ile yaklaşılan akıl hastalarının ceza sorumluluğunun olup olmadığı konusu çok eski medeniyetlere kadar dayanıyor.

Zaman zaman parlak medeniyet seviyesine ulaşmış olan kadim Hint, Çin, Mısır, Sümer, Asur, Babil, Eti, İbrani milletlerinin hukukunda suç işlemiş olan kişilerin adli durumları dikkate alınmaksızın sorumlu tutuldukları anlaşılmaktadır. Ancak bu uygarlıklar da akıl hastaları tanrılar tarafından baskı altına alındığı ve bu baskının ortadan kaldırılması için duaların okunması ve efsunların yapılması gerektiğini kabul etmişlerdir.170

Roma hukukunda akıl hastaları (furios) ve küçükler işledikleri suçtan dolayı ceza sorumluluğunun olmadığı kabul edilmiştir. Akıl hastalığına yakalanmış kimse hakkında suçlu muamelesi yapılmamıştır. Akıl hastalığının sorumlu olmayacağına dair düzenleme Lex Aguilia’da yer almıştır. Roma hukukunda furor kelimesiyle ifade edilen akıl hastalığı geniş bir anlam taşımaktadır. Bazılarına göre yüksek ateş sebebiyle oluşan hezeyanlar dahi bu kavramın içinde değerlendirilmekte iken bazıları

168 İÇEL, 2013, s. 184.

169 ÇAYA, Sinan, Akıl Bozukluğu Hallerinde Suça Karşı Tedbirler, Kazancı Dergisi, Yıl: 2010, Sayı:

75-76, s. 240.

170 ŞENSOY, Naci, Ceza Mesuliyetini Tamamen veya Kısmen Kaldıran Akli Maluliyet, İstanbul

ceza sorumluluğunu azalttığını kabul etmekle tamamen ortadan kaldırmadığını savunmaktadır.171

Cermen hukukunda akıl hastalarının ceza sorumluluğu olmayacağı kabul edilmiştir. Bunlara göre akıl hastalığı kudurmuş veya deli bir insana suç isnat edilemeyeceği esasını kabul etmişlerdir. Böyle bir kimse tarafından yapılan zararla kudurmuş bir köpek veya başka bir hayvan tarafından ortaya çıkarılan zarar gibi kabul edilerek nasıl ki böyle bir hayvan hiçbir cezaya maruz kalmamakta ve öldürülebilirse; akıl hastalığına kapılmış bir insanında ceza sorumluluğu olmaksızın öldürülebileceği kabul edilmiştir.172

Ortaçağ Avrupa’sında, akıl hastalarının ceza sorumluluklarının olduğu kabul edilmekteydi. Hatta akıl hastalarının içlerine şeytanın girdiği, cinler tarafından çarpıldığı sanılmaktaydı ve 1789 yılına kadar ağır muamelelere tabi tutulmaktaydılar.173

Batı da uzun bir dönem akıl hastaları suç işlemeseler dahi toplumsal ve dinsel cezalara layık görüldükleri karanlık çağdan sonra reformist hareket öncülüğünde hastalarında hakları iade edilmeye başlanmışsa da, modern anlamda akıl hastalarının ceza sorumluluğunun tartışıldığı hukuk sistemleri 18. Yüzyılda oluşmaya başlamıştır. Azalmış suç sorumluluğu ilk defa 1800’de III. George’a ateş eden Hantfiel davası ile hukuk sistemine girmiştir.174

Adli psikiyatri tarihinde bir dönüm noktası oluşturan M’Naughten kuralları adını başbakana suikast düzenleyen sanıktan almıştır. Kuzey İrlandalı Protestan Daniel M’Naughten’in, Papa’nın, dönemin İngiltere Başbakanı tarafından öldürüleceğine ilişkin perseküsyon hezeyanları doğrultusunda 1843’da Londra’ya gitmiş. Başbakan yerine yanlışlıkla sekreterini öldürmüştür. ABD’li psikiyatri Ray’ın, sanığın psikotik oluğuna ilişkin adli psikiyatri ile ilgili tezlere doğrultusunda yapılan savunma sonucunda M’Naughten cezalandırılmamış ve hastaneye

171 ŞENSOY, 1950, s. 119.

172 ŞENSOY, 1950, s. 120.

173 ARTUK/GÖKCEN/YENİDÜNYA, 2012, s. 497.

yatırılmıştır. Bu dava sebebiyle doğan tartışma ortamında Avam Kamarası’nın önde gelen 15 Yargıca görev vermesi üzerine bir dizi kurallar oluşturulmuştur. Yargıçlardan 14’ü M’Naughten asılması kanısını bildirmişler bu arada da akıl hastalarının cezalandırılmalarına ilişkin içtihat kuralları çıkartmışlardır.175Sanığın

temize çıkartılmasından sonra Lordlar Kamarasında geliştirilmiştir. M’Naughten kararı sanığın “Eylemi yaptığı sırada suçlanan taraf yaptığı eylemin doğasını ve niteliğini bilemeyecek kadar akıl hastalığı sebebiyle bu tip kusurlar yapıyorsa veya neyi yanlış yaptığını bilmiyorsa” temize çıkartılmasını ifade eder. M’Naughten kuralı bu sebeple bilişsel bir değerlendirmedir.176

Hurafelerin en çok olduğu ortaçağda doğu dünyası bilimde Avrupa’nın çok ilerisindeydi. Arap-Fars âlemindeki Bimarhaneler dünyanın en ileri tıp merkezi olarak kabul edilmekteydiler.177 İslam inancının akıl hastalarına bu insancıl yakın

ilgilisin altında Hz. Peygamberin, “akıl hastaları Allah’ın sevgili kullarıdır ve gerçeği söylemeleri için O’nun tarafından seçilmişlerdir” sözü yatmaktadır. Bu nedenle İslam dünyasında akıl hastalarına ayrı bir önem verilmiş ve çoğu zaman deli ve veli isimleri beraber kullanılmıştır.178

İslam Hukukuna göre akıl hastalarının algılama yetenekleri olmadığı için ceza

sorumluluğunu yoktur.179 Ancak her ne kadar akıl hastalarının ceza sorumluğu kabul

edilmemiş olsa da gerek kendi selametleri gerekse toplumun huzuru için gözetim altında tutulmaları gerektiği kabul edilmiştir.180 İslam hukuku akıl hastalığını uzun

süreli akıl hastalığı ve kısa süreli akıl hastalığı olmak üzere ikiye ayırmıştır. Uzun süreli akıl hastalığına “cünun-ı mutbik”, bu durumdaki hastaya “mecnun-ı mutbak

175 ÖZDEN, 2007, s. 100.

176 KAPLAN, I. Harold/SADOCK, J, Benjamin, Klinik Psikiyatri El Kitabı (Çev: E. Abay/o.

Çalıyurt/C. Tuğlu), Nobel Tıp Kitapevleri, İstanbu, 1999, s. 329.

177 ÇAYA, 2010, s. 240.

178 ÖZTÜRK, Orhan/KARAN, Doğan/ORHON, Ahsen/SAVAŞIR, Işık/SAVAŞIR,

Yusuf/YÖRÜKOĞLU, Atalay/ZİLELİ, Leyla/BİRSÖZ, Sunar/ÜNAL, Mehmet/ÖKTEM, Ferhunde/SONUVAR, Birsen, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları, Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği Yayınları, Ankara, 1981, s. 5.

179 RUDANİ ve CANAN’dan, Aktaran: AVCI, Mustafa, Osmanlı Ceza Hukuku Özel Hükümler, 2.

Baskı, Mimoza Yayınları, Konya, 2014, s. 61.

180 SAVA PAŞA’dan, Aktaran: AVCI, Mustafa, Osmanlı Ceza Genel Hükümler, 2. Baskı, Mimoza

aleyh”; kısa süreli akıl hastalığına “cünun-ı gayr-i mutbik” ve bu durumdaki hastaya da “mecnun-i gayr-i mutbak” adını vermiştir.181 Uzun süreli akıl hastalığında ceza

sorumluluğunun olmadığı gibi kısa süreli akıl hastalığında nöbetin geldiği anda kişiyi ehliyetsiz kılması açısından uzun süreli akıl hastalığının sonuçlarını doğurduğu kabul edilmiştir.182 Ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran akıl hastalığında İslam Hukuku,

had ve tazir suçlarında ceza sorumluluğunun tamamen ortadan kalktığını kabul etmiştir. Örneğin, hırsızlık, içki içme, zina gibi had suçlarında suç işleyen akıl hastası için öngörülün had cezalarını çarptırılmazlar. Ancak kısas suçlarında ise kul hakkı ile bağlantılı olduğu için akıl hastaları kısasla cezalandırılmamakla beraber diyet ödemek zorundadırlar.183 Fiili işlediği sırada ve akıl hastalığı olan kişi fiili işledikten

sonra iyileşmiş olsa dahi sonuç aynıdır. Fakat suç işlendikten sonra akıl hastalığına maruz kalan kişiye ceza uygulanıp uygulanmayacağı konusunda ise İslam Hukukunda tam bir görüş birliği yoktur.184

İslam Hukuku ile birlikte akıl hastalarına yönelik bilgi birikimi önce Selçuklular’a sonra Osmanlı İmparatorluğu’na geçmiştir. Türk kültüründe akıl hastaları Ortaçağ Avrupa’sındaki gibi dehşetengiz varlıklar olarak ele

alınmamışlardır. 185 Bunların tedavisi için Osmanlılar döneminde Edirne’de,

Manisa’da, İstanbul’da özel tedavi kurumları açılmıştır.186 Bedensel manada hasta

kişilerin paraleli olarak kabul edilen akıl hastaları bu kurumlarda, saldırgan olanların ıhlamur ağaçlarının ıtırlığı rayihası altında tutma, melankolik ve depresif olanlara çeşitli makamlarda musiki dinletmek gibi özel yöntemlerle tedavi edilmelerine çalışılmıştır.187

Ancak tarihimizde ne Fatih Sultan Mehmet, ne Kanuni Sultan Süleyman, ne Sultan İbrahim ve IV. Mehmet zamanındaki kararnamelerde ne de Tanzimattan sonra

181 DÖNMEZ, İ. Kafi, İslam Ansiklopedisi, Cilt: 8, Divanlaş Diyanet Vakfı Neşriyat Pazarlama ve

Ticaret, İstanbul, 1993, s. 126.

182 ÖZDEN, 2007, s. 101.

183 CİN, Halil/AKYILMAZ, Gül, Türk Hukuku Tarihi, 2. Baskı, Seyram Yayım Basım, Konya, 2008,

s. 200.

184 DÖNMEZ, 1993, s. 128-129.

185 ÇAYA, 2010, s. 240.

186 YÜKSEL, Nevzat, Ruhsal Hastalıklar, 3. Baskı, Nobel Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 2006.

yayınlanmış olan 1256 tarihli Ceza Kanunnamesinde ve 1267 tarihli Kanun-u Cedit’te akıl hastalarına ilişkin herhangi bir düzenleme yoktur. İlk defa 1274 (1858) tarihli Ceza Kanunname-i Hümayun’un 41. maddesinde “Mücrimin bir cürmü hin-i irtikabında cinnet halinde bulunduğu sabit olursa mücazat-ı kanuniyeden ma’füv tutulur” şeklinde düzenleme yapılmıştır.188

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile birlikte 1926 tarihli 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun tam akıl hastalarının düzenlendiği 46. maddesinin ilk metninin “Cürmünü işlediği zaman şuur ve harekâtının serbestîsini kaybedecek surette ruhi zaafa müptela olan kimseye ceza verilmez” şeklinde düzenlendiği, daha sonra çok kapsamlı olan “ruhi zaaf” terimi “hiddet, korku” gibi doğal bir takım psikolojik halleri de içine alabileceği endişesi ile 1933 yılında değişiklik yapılarak “ruhi zaaf” terimi yerine mehaz İtalyan Ceza Kanununda ki “in fermita mentale” kavramı karşılığı olan “akli maluliyet” terimine yer verildiği; ancak 1955 yılında yapılan değişiklik sonucunda “fiili işlediği zaman şuurunun veya harekâtının serbestîsini tamamen kaldıracak surette akıl hastalığına duçar olan kimseye ceza verilmez” denilerek son hali verilmiştir.189 Nihayetinde 12.10.2004 tarihinde resmi gazetede

yayımlanarak yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile 765 sayılı Türk Ceza Kanunu yürürlükten kaldırılarak 5237 sayılı TCK’nın 32. maddesinde akıl hastalarının ceza sorumluluğuna ilişkin düzenleme yapılmıştır.

Benzer Belgeler