• Sonuç bulunamadı

3. MATERYAL VE YÖNTEM

3.1 Materyal

3.1.2 Akdeniz’in kültürel özellikleri

3.1.2.4 Akdeniz’in mimari özellikleri

84 

gerektirdiği geniş iç hacimlere olanak sağlayacak duruma getirir. Böylece, Roma’nın görkemli üslubu kendiliğinden gelişim göstererek ortaya çıkmış olur (Braudel 2007).

Roma mimarisi sadece döneminde etkili bir mimari olarak kalmamıştır, aynı zamanda Akdeniz için bir taban oluşturmuştur. Petruccioli (2008) geniş coğrafi alanlarda karşılaşılan tipler arasındaki benzerliğe dikkat çekmek için Doğu Akdeniz’deki, Venedik, Dalmaçya, Osmanlı, Türk, Halep ve Lübnan evleri arasındaki sıra dışı benzerlikleri örnek vererek bunun bir rastlantıdan çok, ortak Roma-Bizans evi alt katmanı üzerine yapılan bir aşılamanın sonucu olduğunu öne sürmektedir. Domus (avlulu ev) gibi bir alt katman tipinin tüm Akdeniz tabanında, ortaçağ dokusunun altında arkeolojik olarak kalıcı biçimde var olduğunu ileri süren Petruccioli; bu katman tipinin üzerinde yapılan birçok değişiklikle dahi değiştirilemeyen ve yerin inşai belleğine dahil edildiğinden derin ve antropolojik bir strüktüre eşdeğer; ayırıcı bir kültürel veri olduğunu da eklemektedir.

Bu konu üzerinde çalışan birçok kişi Domus’un Padania (Po Vadisi), Mağrip ve Ortadoğu’nun geri kalanında öncü tipken Akdeniz çevresinde düzenli biçimde dağılmadığını gözlemlemiştir. Roma İmparatorluğu’na ait bölgelerin en azından 5.

yüzyıla kadar Domus’tan etkilendiğini söylemek mümkün olsa da; Orta İtalya (Roma dahil olmak üzere), Güney İtalya (Napoli bölgesi hariç) ve Provence’ın bazı bölümlerinde Domus’a ait bir hiçbir ize rastlanmamıştır. Bunun nedeni iklim değildir;

nitekim Milano ve Halep’te aynı tip bulunmaktadır ancak ikisinin de iklimleri birbirinden farklıdır (Petruccioli 2008).

Avlulu evin yaygın varlığı, bunun Bizans kültürünün sürekliliği ile ilgili bir durum olabileceğini akla getirmektedir. Nitekim imparatorluk tarafından terk edilmiş alanlarda inşa eyleminin yeniden canlanması, göreceli olarak gerileyici, neredeyse temel hücrenin devamı olan bir tipe dayanmaktadır. İslam dünyasında ise avlulu ev, kadınların gözden uzak tutulması ve korunması gibi başlıca İslami gereksinimleri çok etkin bir biçimde cevaplamıştır. Bu durum, Emevilerin Akdeniz sahillerine ulaştıklarında, erken Yemen modellerinden avlulu tipe kolayca geçişini de açıklamaktadır (Petruccioli 2008).

86 

Akdeniz mimarisi elbette sadece Roma mimarisi ile sınırlı değildir. Petruccioli (2008)

‘Bellek Yitiminin Ardından Akdeniz İslam Kent Dokusunun Öğrettikleri’ adlı çalışmasında Akdeniz bölgesinde görülen ev tiplerine ilişkin detaylı bilgiler vermektedir. Örneğin, ortaçağda İspanya’daki son Müslüman kalesi olan Alpujarras Dağları’ndaki öncü tip penceresiz, tek başına ayakta duran dikdörtgen biçimli tek hücreli bir evdir. Bu strüktürün daha gelişmiş hali olan benzer strüktürler Capileira’daki Granada bölgesinde de keşfedilmiştir. Bu evlerin de üstünün, yerel olarak ‘Endülüs Sahını’ diye bilinen launa içindeki bir terasla örtülü dikdörtgen bir odadan oluştuğu belirtilmektedir. Bu tür dikdörtgen yada kare biçimli evlere hem Endülüs’te, hem de Lübnan’da rastlanılmıştır.

Binaların ya da evlerin biçimlerinin yanı sıra doğrultularına ilişkin de genel bir kanı bulunmaktadır. Bu konuda yine Petruccioli (2008)’nin açıklamaları bina biriminin, Akdeniz’de güney-güneybatı açılımı anlamına gelen, güneş ışığından doğrudan ve en uzun süre yararlanmaya göre yönlendirildiği yönündedir. Ona göre yönlenmenin binadan çok üretim gereksinimleriyle ilişkili olduğu kırsal alanlarda bu kural katı bir şekilde uygulanırken; kentlerde bu kurala çok da bağlı kalınmamaktadır.

Güney yönlenmesinin yaygınlığına bağlı olarak çevrili alan içindeki yapılaşmış kesim, yola paralel ya da dik yerleştirilmektedir. Bunun nedeni avlulu eve, sadece üç olası giriş seçeneğinin olmasıyla ilgilidir: Birinci durumda, bina yola paralel ve bitişik olduğundan giriş bina biriminin içinden olmakta ve binanın dağılımsal olanaklarını kısıtlamamak için en uzak uca itilmektedir. Diğer iki durumda ise bina ya yola paralel , ya da ona diktir; giriş ise boş tarafın ortasında yer almaktadır (Petruccioli 2008).

İslam kentinde sıra ev genellikle alt sınıf konutu olarak görülürken, ortaçağ Avrupa’sında kentsel orta sınıfa ait bir ev tipi olarak görülmektedir. Sıra ev tipi, Akdeniz’in Arap kıyıları boyunca uzun ve yerel bir tarihe sahiptir. Genellikle konut mahallesinin sınırında; koruyucu bir perde gibi uzanan dükkan cephelerinin üstünde, küçük hücreler biçiminde görülmektedirler (Petruccioli 2008).

Petruccioli (2008)’e göre “Filtreleme mekanizmalarının tümü her zaman var olmaz;

sadece ‘skifa’, Müslüman-Arap evinin vazgeçilmez bir özelliğidir”. Berberi yerleşimlerinde filtreleme mekanizmalarının var olmasının, bu toplumlarda kadınların sahip olduğu göreceli özgürlüğe bağlı olduğu varsayılsa da; Cezayir, Kabiliye ve Aures’te eve doğrudan avludan girildiği belirtilmiştir. Benzer biçimde, Kuzey Afrika’daki Yahudi ‘mellah’ında da filtre bulunmamaktadır (Petruccioli 2008).

Açıklık ve kapalılıkların dizilimindeki hiyerarşinin Arap dünyasındaki sosyal ilişkiler ve kabileler arası ittifakların yansıması olduğu bilinmekle birlikte, bu öğeler sadece İslam’la özdeşleştirilmemelidir. İkili ya da şaşırtmalı giriş, Urart’tan Harappa’ya ve Tell el Amarna’ya kadar tüm Ortadoğu evlerinde ve hatta Delos ve Atina’da da bulunmaktadır. Olinto ve Pompei’de ise bu giriş tipine ilişkin hiçbir iz bulunmadığı gibi; Olinto’da birbirine hizalanmış çift kapılar, Pompei’de ise tipin güçlü eksenselliğinin merkezi bir perspektifle güçlendirildiği görülmektedir (Petruccioli 2008).

Bütün bu açıklamalar bir çok faktörün etkisindeki Akdeniz kentinin diğer özelliklerinde olduğu gibi, mimari özelliklerini de kesin yargılara bağlamanın güçlülüğünü ortaya koymaktadır. Farklı kıtalarda ve farklı özellikteki alanlarda benzer yapıların görülmesi veya aynı coğrafyada farklı strüktürlere sahip yapıların görülmesi ancak kültürel bağlamda kompakt bir yapı ile ilişkilendirilebilinir. Nitekim Petruccioli (2008)’e göre Lübnan, Venedik ve Türkiye’deki evler, rastlantısal olamayacak benzerlikler göstermektedir. Akdeniz’i araştırmalar açısından cazip kılan da bu çok yönlülüktür denilebilir.

Akdeniz’de bir medeniyetin belki de belli kaygılar nedeniyle uygulamış olduğu bir tarz yada strüktür, diğer medeniyetler tarafından da benimsenip uygulanmaktadır ve bunun sonucunda bir karakter oluşmaktadır. Venedik bunun en güzel örneklerindendir.

Venedik’te avlular, parselin bir yanındaki su ile diğer yanındaki yol arasında bir geçiş noktası olarak hizmet vermektedir. Parselin iki yanını birleştirme kaygısı, Venedik evinin karakterini ve kendine özgü tipolojik sorununu belirlemiştir. Nitekim Venedik

88 

evi karakterinin Venedik etkisi altında kalmış olan tüm Akdeniz yerleşimlerinde kullanıldığı görülmektedir (Petruccioli 2008).

Akdeniz mimarisinde kullanılan malzemeler bakımından da bir çeşitlilik söz konusudur.

Medeniyetlerin ilerlemesi, buluş ve icatların çoğalması, madenlerin bulunması ve işlenmesi doğrultusunda, malzemelerdeki çeşitlilik ve dayanıklılık da artmıştır. Savaşlar esnasında yerleşimlerin ateşe verilmesi ile birlikte yok olan kentlerin devamlılığını sağlama düşüncesi de kullanılan malzemelerin seçimini etkilemiştir.

Eski Romalılar, Akdeniz’de kemer ve tonoz kullanan bir kagir yapı kültürü ortaya çıkarırken, eski Yunanlılar kiriş-kolon çerçeveleri tercih etmişlerdir. Bu nedenle, Yunan tapınağı plastik özelliğe sahip malzemelerin kullanıldığı ahşap kültürünün bir ürünüdür (Petruccioli 2008).

Pişmiş tuğla Yunanistan’da ancak M.Ö. 3. yüzyılda, Roma’da ise bundan iki yüzyıl sonra yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bunun en önemli nedeni; tuğlanın belli bir yaşam düzeyinin işareti olan, pahalı bir malzeme olmasıdır (Braudel 2007).

Beton tekniği, kökleri M.Ö. 2. yüzyıla uzanan önemli bir buluştur. İlk başlarda basit bir kum, kireç ve taş parçaları karışımı olan opus caementicium’da (antik Roma betonu), daha sonraları kireç yerine çoğunlukla puzolan (Pozzuoli yakınında çıkartılan ve su katılarak yapılan betonda iyi sonuç veren volkanik kül) veya dövülmüş tuğla kullanılmıştır: Birçok imparatorluk yapısının karakteristik kırmızımtrak renkli harcı bundan kaynaklanmaktadır. Tahtadan yapılma inşaat kalıpları içine dökülüp katılaşmaya bırakılan, su altında bile kullanımı kolay bu beton; Romalıların o zamana dek görülmemiş büyüklükte kemer ve tonozları olan, daha önce görülmemiş mimari özelliklere sahip, büyük yapıları hızlı ve az masraflı bir biçimde inşa edebilmelerine olanak sağlamıştır. Daha o zamandan ‘sanayi ürünü’ özelliği taşıyan ve kentlerdeki bir çok külliyenin inşasında kullanıldığı bilinen bu malzeme; daha iyi bir görünüm kazandırılmak için taş, mermer, mozaik, yalancı mermer, hatta tuğla ile kaplanarak da kullanılmıştır (Braudel 2007).