• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: AĐLE ve EVLĐLĐK KURUMU

1.3. Ailenin Bireysel ve Toplumsal Đşlevi

Daha önce de belirtildiği gibi aile ”Nüfusu yenileme, milli kültürü taşıma , çocukların (yeni kuşağın) sosyalleştiği, ferdi yalnızlaştırmama, ekonomik, biyolojik, ve psikolojik

tatmin fonksiyonlarının yerine getirildiği (Erkal, 1995: 92) (sosyo-kültürel, dini ve ekonomik vb. unsurların belirleyiciliğiyle oluşan ) sosyal bir müessesedir”.

Ailenin ilk kuruluşundan beri süreklilik kazanmış fakat yaşanılan kültür ve toplum yapısına göre değişen başlıca evrensel ve temel işlevleri yukarıdaki tariften anlaşılacağı üzere yedi yada sekiz temel özellik göstermektedir.

Ailenin yukarıdaki işlevlerine ilave olarak Erkal, “insanı sosyal varlığı itibariyle gerginliklerden koruma ile üyelerinin bütün olarak ekonomik faaliyetlere katılması ile kültür nakli şeklinde” iki işlevinden daha bahseder (Erkal, 1994: 57).

Ailenin biçimi ve özellikleri ne olursa olsun genel işlevlerinin bütün aile şekillerinde bulunduğu ve evrensel olduğu bilinmektedir (Bilgin, 1991: 42).

Ailenin temel işlevlerini araştıran Ogburn (1963) ailenin yedi işlevi üzerinde durmuştur. Bunlar, insan neslini üretmek, ekonomik ihtiyaçları karşılamak, statü sağlamak, çocukların eğitimini planlamak, din eğitimi vermek, boş zaman faaliyetlerini gerçekleştirmek, aile üyelerinin birbirini koruması, karşılıklı sevgi ortamı yaratmak ve cinsel doyum sağlamak gibi işlevlerdir. Ackerman ise (1958) tüm işlevleri; "biyolojik", "sosyal", "psikolojik" ve "ekonomik" olmak üzere dört genel başlık altında toplamıştır (Özgüven, 2000: 20).

Eröz, ailenin evrensel bir müessese olduğunu belirtirken, sosyal bir kurum olarak ailenin bütün toplumlarda vazgeçilmezliğine de işaret etmektedir. Bu ortak işlevleri de aşağıdaki şekilde açıklamaktadır:

1. Đnsan neslinin devamının sağlanarak, bireylerin cinsel beklentilerinin karşılanması.

2. Tabii ve sosyal tehlikelere karşı insanların korunmasının gerçekleştirilmesi.

3. Đnsan yavrusunu beslenme, güvenlik ve diğer ihtiyaçlarını tek başına karşılamayacak bir yapıda doğması ve bunları karşılamak için diğer canlılardan çok daha uzun süre başkasına bağımlı kalması.

4. Ailenin, insan kişiliğinin ve psikolojik yapısının teşekkülüne, sosyalleşmesine, sevgiyi ve tatmini yaşayarak tanımasına imkan veren bir ortam teşkil etmesi (Eröz, 1977: 56).

Ailenin biçimi ve özellikleri ne olursa olsun bu işlevlerin, bütün aile şekillerinde bulunduğu ve evrensel olduğu bilinmektedir. Eröz bütün toplumlarda görülebilen ortak vazgeçilmez işlevlerin 4 madde üzerinde toplandığını açıklamıştır. Ailenin toplumdan topluma değişen kültürel yapıları da, işlevlerin milli bir kimlik kazanmasını sağlamaktadır.

Aile içinde karşılıklı sevgi, saygı, dayanışma, bağlılık ve işbölümü esastır (Erkal, 1995: 93). Ailenin boyutları ve içeriği değişmekle birlikte ilk insandan bu yana evrenselliğini ve toplumun temel birimi olma özelliğini korumuştur. Ailenin ortak evrensel işlevleri olmasına karşılık içinde bulunduğu toplumun zihniyet, kültür ve sosyal yapısına göre farklılık gösterir.

Belirli işlevleri karşılarken fertlerin aile müessesesine kavuşmaları, farklı toplumlarda, hatta aynı toplum içinde farklı yörelerde geçerli olan örf ve adetlere göre gerçekleşir. Bu bakımdan, insanların evlenme ile aileye kavuşmaları “sosyal bir olay”dır. Çünkü, bu olay belirli ve sosyal kabul görmüş kurallara göre yerine getirilmektedir (Erkal, 1994: 57).

Kapsamı yaşanılan topluma ve zamana göre değişse de yapısının gereği işlevlerini devam ettirmektedir. Halbuki Batı kaynaklı zihniyet, düşünür ve devlet erkini elinde tutan bazı yönetici elit, ailenin sonunun geldiğini ve zaten üreme dışında temel bir işlevinin de olamayacağını savunmuş hatta komün çiftlikleri ile özgür çiftleşmelerin yapıldığı uygulamalar denenmiştir.

Marksist zihniyetin aileyi reddetmeleri temelde mülkiyet duygusuna karşı oluşlarıyla çelişiklik yaşamamak yönündeki düşüncedendir. Sovyetler Birliğinde 1917 ile 1928 arasında aile yok sayılmaya çalışılmış fakat toplumsal yapı buna 1936 da son verirken 1944 yılında tekrar aileye yöneliş resmiyet kazanmıştır. Sovyet devrimi tarafından alınan karara ve yönlendirmeye rağmen aileler eski ahlaki sistemi muhafaza ederek yaşatmışlardır (Zimmerman, 1964: 68). Kısacası bunun gibi yaşanan bazı denemeler ideolojik birer fantezi olarak tarihteki yerlerini almışlardır.

Sosyalizasyon sürecinde en etkin kurum olarak aile, çocuğun kişiliğini oluşturan, tutum ve davranışlarına yön veren ve onu destekleyen bir kurumdur. Çocuk, değerleri, duyguları ve statü beklentilerini ailenin her üyesiyle olan ilişkileri aracılığıyla

öğrenmektedir. Aile, iç içe ilişkilerin en sık ve kuvvetli olduğu bir kurumdur. Bu sebeple, ferdin tutum ve arzularının meydana gelmesinde birincil etkileşimi temin etmesi bakımından ayrı bir öneme sahiptir (Tezcan, 1976: 122).

Öne çıkan ortak unsurlardan yola çıkarak, işlevselliğini dikkate alarak, ittifak edilen bir tarif yapılacak olursa; “Aile, üyelerinin aralarında informel ve samimi ilişkilerin bulunduğu, nüfusu yenileyen, sosyalizasyon süreciyle bireyin sosyalleştiği, ekonomik, psikolojik ve biyolojik ihtiyaçlarını sağlayarak tatmin duygusunu yaşatan ve milli kültürün taşıyıcısı en temel toplumsal kurumdur.” Cemiyetin küçük bir modeli olan aile, üyelerinin içten ilişkiler kurup toplumsal alan içinde kendini rahat ve özgür hissettiği özel bir alandır.

Aile durgun değil, daima hareket içindedir. Çağlar boyunca gelişmelere ve değişmelere uğramış bir kurumdur. Bu gelişme ve değişmeleri meydana getiren toplumsal-ekonomik düzen ve bir tam olarak, toplumsal ilişkilerin bir sonucudur (Ozankaya, 1987: 215). Zaten bu yüzden devamlı olarak değişim kabiliyeti taşımaktadır.

Türkiye de endüstrileşme, tarımın destelenmemesi ve ekilebilir toprakların sınırlılığı, tarımın makineleşmesi, kır bölgelerinin yüksek nüfus artışı, ulaştırma ve iletişimdeki hızlılık gibi değişme nedenleri, göçün hızlı artışına sebep olmakta bu da düzensiz

şehirleşme olgusunu ortaya çıkarmaktadır. Bunun sonucu ise düzensiz ve daralan çekirdek aile yapısının artarak adeta tek aile yapısı haline gelmesidir.

Yapısal bazı işlev değişmelerine rağmen Türk ailesi geniş aileden kalma yaşlı ana ve baba, 18 yaşını geçen kız ve erkek çocuklar ile yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunmaya devam etmektedir. Ayrıca önemli bir olgusal durum olarak, ailelerdeki eşlerin üçte birinin daha önceki kan akrabalığına bağlı olanlardan seçilmesi de, bu yapının devam etmesini sağlamaktadır (Erkal, 1995: 98).