• Sonuç bulunamadı

Ahilerin Kılık Kıyafeti ve Kendine Özgü Kuralları

I. BÖLÜM

1.12 Ahilerin Kılık Kıyafeti ve Kendine Özgü Kuralları

Ahi Örgütü ve üyelerinin yaşam anlayışı, tasavvufçuların anlayışından oldukça farklıdır. Tasavvuf yoluna girmiş kişiler daha çok mâneviyata ağırlık verirken, Ahiler halkla iç içe olarak, günlük hayatın doğal seyrine uyarlardı. Günlük yaşamlarını ve mesleki aktivitelerini halk arasında ve halk için gerçekleştirdikleri için, bu yaşayışlarının kıyafetlerine de yansıdığı görülmektedir. Örneğin, tasavvuf erbabı “hırka” adı verilen giysiyi tercih ederken, Ahiler “şalvar” kullanırlar, zanaatkârlar bellerine “şed” ya da “peştamal” sararlardı. Bu kıyafetler törenlerde önemli yer tutardı. Genç Ahiler ise, şalvar dışında, üzerlerine abadan bir giysi olur, ayakkabı olarak da günümüzde de kullanılan “mest” tercih ederlerdi. Bu gençler, bellerine kemer bağlar, kemer üzerine de bir tür bıçak olan ve bir metreden uzun olabilen “saldırma” asarlardı. Başlarında yetmiş santim uzunluğunda bir tür sarık olan ve “taylasan” adı verilen kumaş vardı. Bunlar, zaviyelerde toplandıkları zaman başlarındakini çıkarıp önlerine koyarlar, o zaman başlarında yalnız bir “terlik” (takke) kalırdı. Temel mantığını Hz. Peygamber hadislerinden alan fütüvvetnâmelerde, “Ahiler ipek giysi giyemezler.” şeklinde uyarı bulunduğundan, Ahi erkekleri ipekli kumaş giymezler ve altından imal edilen takılar da kullanmazlardı. Silah taşıyan savaşçı Ahiler, o dönemin askeri kıyafetlerini tercih ederlerdi. Ahilerde, hiçbir peygamberin sarı ve kırmızı renkte kıyafet giymemiş

olması ve bu renklerin fütüvvetnâmelerde “firavn-ı lain donudur.” (Lanetlenmiş firavun giysisi) şeklinde tanımlanmasından dolayı, sarı ve kırmızı renkte giysiler de tercih edilmezdi. Ahilerin beğenerek kullandıkları renkler; siyah, beyaz, yeşil ve mavi renklerdi. Yeşil rengi; padişah, kadı ve müderrisler, beyaz rengi; kâtipler, yazarlar ve hâfızlar, siyah rengi ise; teşkilata yeni girmiş, henüz yetişmemiş olanlar yani, yiğitler kullanırlardı (Çağatay 1990: 79).

Ahilerin toplandıkları yerler gösterişli, halkı rahatsız eden mekânlar olmazdı. Buna özellikle dikkat ederlerdi. Toplandıkları bu yerlere “mahfil”, “iclâs” veya “sohbet” denilmekteydi. Bu tür meclislerde hiyerarşik oturma düzeni vardı. Muhtasar fütüvvetnâmede bu düzen şöyle anlatılmaktadır:“Şeyhu’l-meşayih gelüb sadra otura. Yanında şeyhler ve şeyhlerden aşağa halife, anlarda aşağa mahfilliler (müfrediler) ve andan yâr-galib müfrediler ve dahi aşağa nim, tarikler, dahi aşağa olan lâ-büdd ahbâb otura.” Esere göre mahfilde oturmanın da bir âdâbı vardır. Bu husus da şöyle kaydedilmektedir: “Şeyh geçüb mahfilde edeb birle otura, edebiyle söyliye. Adama karşı tükürmiye ve ayağ uzatmaya ve kahkaha ile gülmeye. Ve şeri’ate ve tarikate muhalif sözden ve hareketten sakına”denmektedir. Ayrıca Bu toplantılarda nakipler ayakta durup daima hizmet edici durumdadırlar. Buna göre nakipler; tarikat arkadaşlarının her halini bilmeli ve onlara yardımcı olmalı, sağlıkta ve hastalıkta, ölüde ve diride, düğünde ve mahfilde hizmet etmeli, Allah için çalışmalıdır. Çünkü aynı hizmeti, Hz. Şit, Hz. Nuh, Hz. İbrahim de yapmışlardı. Hz. Peygamber bu hizmetin önemini vurgulamak için “Bir toplumun efendisi o topluma hizmet edendir.” buyurmuştur. Hatta Selman-ı Farisi, bu manadaki hizmetinden dolayı Hz. Peygamber’in “Selman bizden ve ehl-i beytimizdendir.” iltifatına mazhar olmuştur (Şeker, 2011: 195).

Bununla birlikte, Çobanoğlu fütüvvetnâmesine göre zaviyelerde; dil eğitimine büyük önem verilir, başta Türk dili olmak üzere, Arapça ve Farsça dilleri ile edebiyat konuları genç Ahilere öğretilirdi. Bunun yanında, Kur’an-ı Kerim okuma yazma, aşçılık, enstrüman çalma, türkü söyleme, tarih, tasavvuf büyüklerinin hayatı gibi alanlarda da düzenli eğitimlerin verildiği anlaşılmaktadır. Ahiliğe yeni dâhil edilmiş genç Ahiler, böylelikle bütün Ahi öğretilerini, okuyarak ve dinleyerek özümsemiş oluyorlardı. Zaviyelerde eğitim öğretim faaliyetleri icra eden öğretmenlere “muallim

Ahi” ya da “emîr” adı verilmekteydi. Muallim Ahi, öğrencisi olan genç Ahiye; öncelikle namaz, oruç gibi İslâm’ın şartlarını, daha sonra Ahi ahlak ilkelerini titizlikle kavratırdı. Cumartesi günleri, fütüvvetname okunarak gençlere Ahiliğin kuralları belletilirdi. Bununla beraber zâviyeler, teorik bilimleri daha çok medreselere bırakıp, daha ziyade erdemli insan yetiştirmeye odaklanmışlardır. Nitekim Ahilerin sahip olduğu, birlik, beraberlik, yardımlaşma, insanı ve bütün yaratılmışları sevme, misafirperverlik gibi temel insani erdemlerini tarafsız bir şahit olan Müslüman Seyyah İbn-i Batuta net olarak anlatmaktadır (Çağatay 1990: 81).

Ahi gelenekleri arasında bulunan helva yapma ve yapılan helvayı dağıtma usulü de önemlidir. Fütüvvetnamelerde helva pişirmenin adabından bahsedilerek pişirilen helvanın gerek mahfilde gerekse mahfil dışında nasıl dağıtılacağı uzun uzun anlatılmaktadır. Buna göre, öncelikle helal para ile alınan ve bal, yağ, undan ibaret olan helva malzemesi mahfile getirilerek kurallarına göre pişirilmelidir. Adeta bir tören havasında pişirilen helva, daha sonra mahfilde bulunanların sayıları ve dereceleri göz önüne alınarak bölüştürülür. Bu helvadan mahfilde bulunmayan “erkân erenlerine” de pay gönderilir. Eserlerde bunun için sağlam kapaklı bir kutunun kullanıldığı ve içine helva konduktan sonra kapağının sıkıca kapatıldığı anlatılmaktadır.Bütün bunların ayrı bir "erkân” ile yapıldığı ve hatta helva kutusunu kapatanlarda ve açan kimselerde bazı özelliklerin bulunması ve yol yordam bilmeleri gerektiği ifade edilmektedir (Şeker 20177:199-200).

Yine her esnafın bir davetçisi vardır. Görevi, kâhyanın ya da mütevellinin odasını açıp kapamak, temizlemek, gerekli kişileri çağırmak, namaz vakitlerini ve akşam üzeri dükkânların kapanma zamanını duyurmaktır. Her esnafın görevli bir çeşmecisi ve karcısı vardır. Bu kişi su yollarını onarır, çeşmeyi temizler ve esnafa, yazın kar ve soğuk su dağıtır. Bununla beraber Ahi Birliklerinde her esnaf zümresinin kendisine özgü büyük bir sancağı ve bir de sancaktarı vardır. Bu bayrağa bir kordonla her esnaf türünün ayırıcı belliği (alamet-i farikası) takılırdı (Çağatay, 1990: 82-84).

Yapılan çalışmalar, Ahilerin sıkı örgüt yapısının, yalnızca iş hayatı ile sınırlı kalmadığını göstermektedir. Güne nasıl başlanacağı, üzerlerine ne giyecekleri ve giydikleri kıyafetlerin ne renk olması gerektiği konularında da oldukça kuralcı

oldukları anlaşılmaktadır. Bu belli tip kıyafet uygulaması günümüzün kurumsallaşmış firmalarında çalışanların giydikleri, çalıştıkları firmayı ve o firmada hangi bölümde çalıştıklarını belirten kıyafetlerle önemli ölçüde örtüşmektedir. Ahilerin gün bitiminde akşam namazından sonra toplandıkları zaviyelerde de aynı hiyerarşik yapının ve adabın devam ettiğini söylemek mümkündür. Ahinin bulunduğu konum oturduğu yeri ve ne kadar konuşması gerektiğini belirten bir kıstas durumundaydı. Günümüz işletmelerinde de bu durumun hemen hemen aynı şekilde uygulandığını söylenebilir.