• Sonuç bulunamadı

Ahd veya Bey’at

Belgede Tarikat Âdâbı (sayfa 112-123)

II. XVI ASIRDA MISIR’DA HALVETİYYE TARİKATI

2.1. TARİKATA GİRİŞ

2.1.2. Ahd veya Bey’at

Bu kısımda bir mürşidi kâmilden tasavvuf terbiyesi alma olarak da kabul edilen Ahd ve Bey’at kavramları, bunların dini ve tasavvufî anlamları ile tasavvuf ve tarikatlarda nasıl anlaşılıp uygulandığı gibi hususlar ele alınacaktır.

Ahd, lügatte; söz verme, söz alma, taahhüt etme, üstlenme ve bakıp gözetmek diye adlandırılmıştır.24 Bir başka tanıma göre ahd,

misakta Allah’a verilen sözün korunması, emrolunduğunu kaybetme- mek, nehyolunanı işlememektedir.25

Dinî anlamda ahd, insanların ezelde Allah’ı Rabb olarak tanı- yacaklarını, kendilerinin de Allah’ın kulu olduklarına dair Allah’a verdikleri söz ve yaptıkları muâhededir. Bu husus Kur’ân-ı Kerim’de şu şekilde anlatılır: “Rabbin, insanoğlunun sülbünden soyunu alıp de- vam ettirmiş, onlara: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: ‘Evet şahidiz,’ demişlerdi.”26 İşte

ilk ve umumî ahit veyahut ilahî ahit budur.

Tasavvufî bir ıstılah olarak ahd; Şeyhin bir talibi müridliğe aldığı- na, talibin ise onun müridi ve müntesibi olacağına dair söz vermeleri ve ahitleşmeleridir.27 Bu anlamda müridlerin tarikata girerken şeyhlere

verdikleri söze de ahit denir. Bu ahitte, Allah’a ve Resul’üne verilen 23 Furkan, 25/70.

24 İsfahânî, s. 1058,1059.

25 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, İstanbul 2004, s. 36.

26 A’râf, 7/172.

ahde bağlı kalmanın lüzumu üzerinde durulur. Zira müridi yüksek mertebelere ulaştıracak olan bu bağlılıktır. Mürid, şeyhe verdiği ahde, sıkıntılı ve rahatlık zamanlarında aynı derecede sadakatle bağlı kalıp asla ahdi bozmaz, ahdinde sebat gösterir. Müride merasimle giydirilen hırka, onun verdiği ahde vefa göstereceğinin sembolü olarak kabul edi- lir. Şeyhe verilen ahit, müridin ona karşı samimi ve dürüst davranaca- ğını, hiçbir emir ve tavsiyesine muhalefet etmeyeceğini ve hiçbir sırrını şeyhinden saklamayacağını taahhüt etmesi anlamına gelir.28

Bey’at kelimesi de ahd ile aynı anlama gelir. Arapça’da değeri belirlenmiş bir şeyi verip, karşılığında bir değer almaktır.29 Tasavvuf-

taki anlamı ise mürid adayının şeyhe ve onun vereceği emirlere tam anlamıyla bağlı kalacağına dair verdiği söz manasında kullanılır. Mü- bâyaa, ahz-ı tarîk, ahid, intisap, intimâ, telkîn-i zikr, inâbe, el almak ve ikrar vermek gibi terimler de aynı anlama gelir.30

Bey’at, konusu hem Kur’ân-ı Kerim’de hem de Hz. Peygamber (s.a.v)’in sünnetinde farklı durumlarla ilgili olarak çeşitli şekillerde ele alınmıştır. Bu anlamda Hz. Peygamber (s.a.v)’e yapılan bey’atları iki şekilde ele almak mümkündür. Birincisi, Hz. Peygamber (s.a.v)’e yapılan ve Kur’ân-ı Kerim’de geçen bey’atlardır. İkincisi ise Hz. Pey- gamber (s.a.v)’e yapılan ve hadislerde geçen bey’atlardır.

Kur’ân-ı Kerim’de Sahabe efendilerimiz sıkıntılı zamanlarda ve her türlü olumsuz koşullarda Hz. Peygamber (s.a.v)’i yalnız bırakma- ma ve onunla beraber olma konusunda ona söz verdiklerini görüyo- ruz. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Hudeybiyye’de bey’at eden sahabe övülmekte, onların Allah’ın Resulüne yapmış oldukları bey’atleri, 28 Uludağ, “Ahid”, DİA, TDV Yayınları, İstanbul 1988, I, 533,534; Ahmet Yıldırım,

Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2000, s. 211.

29 İsfahânî, s. 253.

Allah’a yapılmış sayılmakta ve bu konuda yaşananlara dikkat çekil- mekte ve şöyle buyrulmaktadır: “Sana biat edenler (İslâm uğrunda ölünceye kadar savaşmak üzere sana söz verenler), gerçekte Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli, onların ellerinin üzerindedir. Kim ah- dini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah’a verdiği sözü tutarsa Allah (c.c) ona büyük bir mükâfât verecektir.”31 “Allah (c.c)

şu mü’minlerden râzı olmuştur ki onlar, ağacın altında sana biat edi- yorlardı, Allah (c.c) onların gönüllerinden geçeni bildiği için onların üzerine huzûr ve güven indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi.”32

Yine Kur’ân-ı Kerim’de imandan sonra yapılacak ameller ko- nusunda Hz. Peygamber (s.a.v)’e yapılan bey’atlerle ilgili şöyle buy- rulmaktadır: “Ey peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zinâ etmeme- leri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftirâ uydurup getirmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususun- da sana bey’at ederlerse onların bey’atlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah (c.c), çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”33

Bir başka ayette ise müminlerin mallarını ve canlarını Allah (c.c) yolunda vermeleri ile ilgili Allah’a verdikleri söz yani bey’at hatırlatıl- makta ve şöyle buyrulmaktadır: “Allah (c.c), mü’minlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah (c.c) yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın, Tevrât’ta, İncil’de ve Kur’ân’da üstlendiği gerçek bir sözdür! Kim Allah’tan daha çok sözünde durabilir? O halde O’nunla yaptığınız bu alışverişiniz- den ötürü sevinin. Gerçekten bu, büyük başarıdır.”34

31 Fetih, 48/10. 32 Fetih, 48/18. 33 Mümtehine, 60/12. 34 Tevbe, 9/111.

Hadislerde geçen bey’atlarla ilgili ise Hz. Peygamber (s.a.v) İs- lam’a girişten ayrı olarak değişik zaman ve mekânlarda pek çok konu- da Ashab-ı Kiramla bey’at yapmıştır. Bildiğimiz anlamda ve usulde (erkeklerle el ele tutarak, kadınlarla da sözlü olarak) yapılan ilk bey’at hicretten önce Birinci Akabe denilen yerde yapılmıştır. Daha sonra İkinci Akabe bey’atı, Hudeybiyye’de Rıd’van bey’atı ve Mekke’nin fethinde yine umumî bey’at yapılmıştır.35

Hz. Peygamber (s.a.v)’in yapmış olduğu bey’atlardaki ortak konu olarak da genelde şu hadisin muhtevasındaki hususlar rivayet edilir. Ubade b. Samit’in rivayetine göre bir defasında şöyle buyurdu: “Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina işlememek, Al- lah’ın haram kıldığı bir cana meşru bir sebep olmaksızın kıymamak üzere bana bey’at edin.” buyurdu. Bir başka rivayette ise “Çocuklarınızı öldürmemek, halde ve istikbalde iftirada bulunmamak, meşru daire- deki emirlerde ne bana ne de görevli kimselere isyan etmemek üzere biat edin. Kim vereceği bu sözlere sadık kalır, ahdine vefa gösterirse karşılığını Allah’tan alacaktır. Kim de bu yasaklardan birini işleyecek olursa artık onun işi Allah’a kalmıştır. Dilerse affeder, dilerse azap verir cezalandırır.” buyurdu. Biz de bu şartlarda biat ettik.36

Tasavvufta ise bey’at, talib denilen mürid adayının şeyhe ve onun vereceği emirlere bağlı kalacağına, mal satan insanların el ele tutuşması gibi bir musafaha ile şeyhe söz vermesidir. Aralarında bazı önemsiz farklar bulunmakla beraber bey’atın şekli ve gayesi bütün tarikatlarda hemen hemen aynıdır. Tarikata girmek isteyen mürid üç 35 Dilaver Selvi, Kur’ân ve Tasavvuf Tefsirlerinin Tasavvufa Bakışı, editör: A. Ali Ural, tashih: Tarkan Kaba, Şule Yayınları, İstanbul 1997, s. 263. Bey’atların, tasavvufî in- tisabdaki sonuçları ile bey’atta konu edilen ameller ve ileri sürülen şartlar hakkında daha geniş bilgi için bkz. Selvi, s. 264-284.

36 Buhârî, İman, 11; Müslim, Hudûd, 41, 42; Tirmizî, Hudûd, 12; Nesâî, Bey’at, 9. Hz. Peygamber’e yapılan bey’at şekilleri ile ilgili geniş bilgi için bkz. Abdullah Şazelî, el-İltizamü’s-Sufi, Dârü’l-Âfâki’l-Arabiyye, Kahire 2006, s. 210-212; Selvi, s. 264- 272; Yıldırım,s. 217-222.

gün oruç tutar, boy abdesti alır, temizlenir, iki rek‘at namaz kılar, is- tihâre eder, Allah (c.c) rızâsı için sadaka verir. Yatsı namazından sonra şeyhin yanına giderek yüzü kıbleye gelecek şekilde huzurunda diz çö- ker. Şeyh, tâlibe bütün geçmiş günahlarından tevbe ve istiğfar etme- sini söyler. Üzerinde kul hakkı varsa bunları ödeyeceğine veya helâl ettireceğine dair ondan söz alır. Sonra şeyh sağ elini uzatıp müridle musafaha eder. Farz olsun nâfile olsun bütün şer‘î hükümleri yerine getireceğine, dinine ve ahlâk esaslarına bağlı kalacağına dair ondan söz alarak biat hakkındaki âyetleri okur.37

Tâlibe, şeyhinin dostuna dost, düşmanına düşman olmasını, re- fahta ve sıkıntıda ona itaat etmesini, hiçbir emrine karşı çıkmamasını tenbih ederek kelime-i tevhidi üç defa okur, peşinden tâlip bunu tekrar eder. Şeyh, “Allah’ı Rabb, İslâm’ı Din, Hz. Muhammed’i Peygamber, Kur’ân’ı rehber, Kâbe’yi kıble, Efendimiz falan zatı (meselâ Abdülkā- dir-i Geylânî) şeyh, mürebbi ve rehber olarak gönül hoşluğuyla kabul ettim.” der, tâlip de bunu tekrarlar. Sonra ellerini kaldırırlar, şeyh dua eder, mürid de âmin der. Bu merasimden sonra tâlip mürid olarak ihvan arasına girer, sohbetlere katılır. Biat tam anlamıyla şeyhe bağlılık söz- leşmesi olduğundan bey’atı bozmanın mânevî sorumluluğu da ağırdır.38

Tasavvuf âlimlerine göre, nasıl ki kalbi kirleten ve gönül hayatını körelten duygulardan arınabilmek için zahirî ilimleri öğrenmek va- ciptir. Aynen bunun gibi tasavvuf ve tarikat şeyhlerini mürşid olarak tanımak, onların irşat ve işaretlerine göre kendi içi dünyasını temizle- mek, davranışlarını düzenlemek ile gönül hastalıklarından kurtulma çarelerini kâmil bir mürşitten öğrenmek de lüzumlu ve vaciptir.39

37 Türer, “Biat”, DİA, VI, 124.

38 Türer, “Biat”, DİA, VI, 125; Mehmet Ali Aynî, Tasavvuf Tarihi, Sadeleştiren, Hüseyin Rahmi Yaranlı, Kitabevi Yayınları, İstanbul 1991, s. 266; Hasan Kâmil Yılmaz, Tasavvuf Meseleleri, Erkam Yayınları, İstanbul 1997, s. 86.

39 Ömer Ziyaüddin Dağıstânî, Tasavvuf ve Tarikatlarla İlgili Fetvalar, trc. İrfan Gündüz, Yakup Çiçek, Seha Neşriyat, Ankara s. 3.

Tasavvuf anlayışında bir insan-ı kâmilden daha iyi istifade etmek için ona biat etmek, onun müntesibi olmak gerekir. Bu şekilde bir insan-ı kâmile bey’at eden toplumla ve fertle daha bilinçli bir ilişki kurmuş olur. Topluma bakan yönüyle insan-ı kâmil dinin ihyasında büyük rol oynar ve o toplumun yegâne irşad edicisidir. Bu fonksiyonu hiçbir dönemde değişmemiştir. Dolayısıyla her asırda rûhî terakkisini elde etmek, manevî kemâlata ulaşmak, imanını kemâle erdirmek iste- yen insanlar mürşid-i kâmile intisab etmiş ve kabiliyetleri ölçüsünde kendisinden istifade etmişlerdir. Yine “letâif ” denilen insanın manevî dünyasının kötü duygulardan arınması ve Allah (c.c) sevgisiyle dol- ması için bir insan-ı kâmile bey’at elzemdir.40

Bey’atın zâhiri, şeyhin elinden alınan istiğfardır, batını ise bey’at ettikten sonra Muhammedî ahlak ile ahlaklanıp şer’i manadaki iba- detlerini yerine getirmektir. Bu anlamda bir kişi bey’atın zahirine uyar ancak manasını bilmez, yanlış huylarını terkedip, iyi huylar ile ahlak- lanmaz ve tarikat sahibine uymazsa, bey’atın batınına ve hakikatine ulaşamaz. Dolayısıyla bu kişi bey’at ehli olmaktan çıkar bid’at ehli olur. Zira batın biatın hakikati amelleri yerine getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak ve kötü huy ve alışkanlıklarını terk edip Muhammedî ahlak ile ahlaklanmaktır. Yoksa zahiren bey’at edip, bey’atın batınına uymayan kişiler sadece zahiren şeyhin elinden istiğfar etmiş olurlar.41

Bu tür bey’at şekil ve uygulamalarının özü kalbin teslimiyet gös- termesi için sağlam niyet ile yapılmış amellerdir. Yoksa buradaki bir- takım şekil ve alametler asıl gaye değildir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in manevî varisi olan mürşid-i kâmiller, tamamen Allah ve Resulüne teslimiyetten ibaret olan tevbe ve intisab ameliyesini, bu sünnet şekil- lerinden birisiyle icra edebilir. Sünnet ve edeb dairesinde Allah (c.c) için yapılan her amel makbuldür. Dolayısıyla İslam’da, cihad, hicret 40 İsa Çelik, Tasavvufî Düşüncede İnsan-ı Kâmil, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2010, s.

123.

ve takva adına sahabe efendilerimizin Hz. Peygamber (s.a.v) efendi- mizle yaptıkları bütün bey’at şekilleri daha sonraki devirlerde mürşid ile mürid arasında yapılan manevî akid ve intisab için bir nevi örnek teşkil etmektedir.42

Semennûdî, ahd konusunu ele alırken ahdin lugat manası, şer’i manası, şer’i delilleri ile ahd ve bey’atın yapılışı gibi hususları ele al- mıştır.

Semennûdî’ye göre ahd, ister hak, ister batıl herhangi bir şeyi gelecek zaman içinde yapma konusunda söz vermek veya kendisini sorumlu ve yükümlü tutmak demektir. Mesela “Falan oğulları şunun özerine taahhüt ettiler.” cümlesindeki taahhüt kavramı, bu anlamda kullanılmıştır. Şer’i manası ise, kişinin Allah’a yaklaştıran dini bir hu- susta dini bir ameli üstlenmesidir. Mesela Ensar’ın kendi kadınlarını ve çocuklarını korudukları gibi Allah Resulünü de her türlü şeyden koruyacaklarını üstlenmeleri gibi.43

Semennûdî, ahdin şer’î deliline Fetih suresinin yukarıda da zik- redilen ayetini örnek verir.44 Semennûdî’ye göre Peygamber Efendi-

mizin Ensar’la ahid yapması ile bu konu Peygamberimizin fiillerinde de sabit olmuştur.45

Ahd’in Şartları

Semennûdî’ye göre tasavvufî anlamda bir ahdin gerçekleşmesi için şu şartlar gereklidir:

1- Şeyhin kemâle ermiş kâmil bir mürşid ve bu işin ehli olması. 2- Müridin bu hususta şeyhine tam bağlı olması.

42 Türer, “Biat”, DİA, VI, 124, 125; Selvi, s. 275.

43 Semennûdî, Tuhfetu’s-Sâlikîn, vr,2a; Semennûdî, Âdâbu’s-Seniyye, vr,19a. 44 Fetih, 48/10

3- Bu işin içinde aynı zamanda seyr u sülûk işinin de olması.46

Semennûdî’nin seyr u sülûk işinin yapılmasını şart koşması as- lında önemli ve üzerinde durulması gereken bir husustur. Zira sülûk insanı Allah’a giden yolda nefis ve şeytanın hilelerine karşı dikkatli ve hazır hale getiren aynı zamanda da müridi ruhen olgunlaştıran bir terbiye metodudur.

Ahdin Yapılışı

Semennûdî ahdin yapılışını şu şekilde izah eder: Şeyh ve mürid beraber abdest alırlar. Şeyh, sağ elini uzatır, elinin ayasını müridin sağ elinin ayasının üzerine koyar ve başparmağından kavrayarak elini tutar. Sonra kovulmuş olan şeytandan Allah’a sığınır, besmele çekerek Allah’tan istiğfarda bulunur ve müride tevbeyi emreder. Sonra sırasıy- la; “Ey inananlar! Yürekten tevbe ederek Allah’a dönün.”47 “Şüphesiz

sana baş eğerek ellerini verenler (biat edenler), Allah’a baş eğip el ver- miş sayılırlar.”48 “Ahitleştiğiniz zaman Allah’ın ahdini yerine getirin.

Allah’ı kendinize kefil kılarak sağlama bağladığınız yeminleri boz- mayın. Allah (c.c) yaptıklarınızı şüphesiz bilir.”49 ayetlerini okuduk-

tan sonra peşinden şu duayı okur: “Allah’ım ona yardım et, onu koru, tevbesini kabul et, evliyâna ve enbiyana bütün hayır kapılarını açtığın gibi ona da bütün hayır kapılarını aç. Allah’ım bizi kabul et ve bizden kabul et, bize fayda ver ve bizimle faydalandır, bize hidayet ver ve bi- zimle hidayete ulaştır, bizi irşad et ve bizimle irşad et, bizi ıslah eyle ve bizimle ıslah eyle. Bize hakkı hak olarak göster ve hakka ittiba etmeyi bize ilham eyle. Bize batılı batıl olarak göster ve batıldan sakınmakla bizi rızıklandır. Allah’ım bizi senden alıkoyacak her şeyden bizi alıkoy 46 Semennûdî, Tuhfetu’s-Sâlikîn, vr,2a.

47 Tahrim, 66/8 48 Fetih, 48/10 49 Nahl, 16/91

ancak bizi kendinden alıkoyma. Allah’ım bizi senden başka hiç kimse ile meşgul ettirme.” Sonra şeyh Allah (c.c) bizim dediğimiz her şeye vekildir der ve Fatiha okur.50

Ahitten Sonra Müridin Bilmesi ve Yapması Gereken İşler

Semennûdî, müridin şeyhine bey’at edip tarikat yolunu kabul et- tikten sonra bilmesi ve yapması gereken bazı hususlara dikkat çeker ve bu hususları şu şekilde özetler:

1- Allah (c.c) yoluna sülûk edip O’na ulaşmak isteyen kişi evvela tevhid sonra da nübüvvet bilgisine sahip olmalıdır.

2- Kişi kendisine iman ettiği Allah’ı tanımaya çalışmalı, Pey- gamberlik makamını anlamalı ve Peygamberlerin özellikleri hakkın- da bilgi sahibi olmalıdır. Allah (c.c) hakkında bilinmesi vacip olan şeylerle Allah (c.c) hakkında bilinmesi caiz olan şeyler ve Allah (c.c) hakkında bilinmesi muhal olan şeyleri mutlaka bilmelidir.

3- Keza mürid bütün peygamberler hakkında da vacip, caiz ve muhal olan şeyleri bilmelidir.

4- Bundan sonra da mürid hiçbir zaman ayrı kalmayacağı ve kendisini ona vakfedeceği Kur’ân’ı kâfi miktarda öğrenmelidir. Sonra günahlarını görmeli, kalbini kibirden, gururdan, hasetten, kötü dü- şüncelerden tarikat usullerine uygun şekilde temizlemelidir. 51

Semennûdî’ye göre tarikatın bu hususla ilgili uygulamalarından bazıları şunlardır:

1- Mürid, tam ve kâmil bir şekilde Allah’a teslim olmalı, başına gelecek her şeyden dolayı Allah’a rıza göstermeli, amelini engelle- yecek ve geçersiz kılacak derecedeki hastalıklardan dolayı halinden şikâyet etmemelidir.

50 Semennûdî, Tuhfetu’s-Sâlikîn, vr,5b, 6a; Semennûdî, Âdâbu’s-Seniyye, vr, 23b, 24a. 51 Semennûdî, Âdâbu’s-Seniyye, vr,30a.

2- Keza mürid hem kavlî hem de amelî olarak sünnete uymalı ve bunu hayatında uygulamalıdır. Tarikat ehlinin sünnete uyma ile ilgili uygun gördüğü hususların bazıları da duhâ namazlarına, ak- şam ile yatsı arasındaki evvâbîn namazlarına, teheccüd namazlarına, vitir namazlarına ve revâtib sünnetlere ilk başladığı günkü gibi de- vam etmeli, aşırı bir zaruret olmadıkça bunları bir tek gün bile terk etmemelidir.

3- Mürid, mümkünse günde bir defa yemek yemelidir.

4- Kendisine cünüplük hali vaki olmuşsa hemen gusletmeli bu- nun süresi bir saati geçmemelidir.

5- Yürdüğü zaman önüne bakmalı, sağa sola bakarak yolda yü- rümemelidir.

6- İnsanlara eziyet veren şeyleri yoldan kaldırmalıdır.

7- Üstü başı dağınık ve insanların hakir gördüğü kimselere selam vermelidir.

8- Zaruret hali olmadıkça hamamlara girmemelidir. 52

9- Farz namazlarını vaktinde ve mutlaka cemaatle kılmalıdır. 10- Gecenin son üçte bir kısmında ve Cuma gecelerini uyanık geçirmeli, bu saatlerde uyumamalı, Kehf suresini okuyarak ve salâtu selam getirerek Peygamberimize hediyeler göndermelidir.

11- İnsanlardan gelen eziyetlere katlanmalı fakat kimseye eziyet vermemelidir.

12- Kimseye asla beddua etmemelidir. Namazda başına bağladı- ğı sarığını ayaklarının altına veya yerlere koymamalıdır.

13- Abdest ihtiyacı için def ’i hacet yapacaksa bunu insanların görmeyeceği uzak yerlerde yapmalıdır.

14- Mürid kendisine yetecek kadar helal kazancı varsa bununla yetinmeli, dinî vecibelerini ihmal edip başka işlere yönelmemelidir. Çünkü dinin selameti dünya işlerinden önce gelmektedir.

15- Şüphe ihtimali olan her şeyden uzak durmalıdır.

16- Eğer mürid, Salih bir kişi diye meşhur olur ve insanlar da onu sık sık ziyaret etmeye başlarlarsa onlardan kaçması ve uzak dur- ması gerekir. 53

17- Farzların dışındaki ibadetlerini mümkün mertebe halktan gizli yapmalı ve Allah’tan başka kimsenin kendi halini bilmesine fır- sat vermemelidir.

18- Kendisine vacip olmadığı sürece kimsenin davetine icabet etmemelidir.

19- Düğün ve davet yemeklerine kesinlikle icabet etmemelidir. 20- Şüpheli bir şey yediğinde mutlaka onu dışarı çıkarmaya ça- lışmalıdır.

21- İnsanlar onu ancak ya mescitte, ya bir hasta ziyaretinde ve- yahut da bir cenazede görmelidirler.

22- Müslümanlar için faydalı olan şeyleri nefsi ihtiyaçlarına ter- cih etmelidir.

23- Bu yolun yolcusu gücünü Allah’a olan imanından almalıdır. 24- Aynı zamanda seherlerde uyanık, kalbi kırık, huşû sahibi, gözü yaşlı, doğruluğa âşık, mütevazı ve nefsiyle uğraşan kişi olmalıdır. O bu hal üzere devam ettiği sürece de Allah (c.c) onu hidayete erdirir, yoluna ulaştırır ve razı olacağı işlere onu muvaffak kılar.54

53 Semennûdî, Âdâbu’s-Seniyye, vr, 30b. 54 Semennûdî, Âdâbu’s-Seniyye, vr, 31a.

Aslında bahsedilen bu hususların bir kısmı günlük hayatta he- men her Müslümanın uyması ve riayet etmesi gereken düsturlardır. Özellikle de günümüzde günlük hayatta nefsimize hitap eden ve in- sanın kendisini korumasının zorlaştığı bir ortamda insanın nefis ve şeytanın şerrinden korunması için hayatını bu çizgide yaşamasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyması açısından fevkalade hayati prensiplerdir.

Belgede Tarikat Âdâbı (sayfa 112-123)

Benzer Belgeler