• Sonuç bulunamadı

IV. BÖLÜM: TESLİM OLANLAR

4.1. İlk Adımlar

“Onlar, gaybe inanırlar, namaz kılarlar, rızıklandırdığımız şeylerin bir kısmını yoksullara harcarlar.” (Bakara 2/3)

Türkiye’nin kapitalist dünyaya entegre olmasında dönüm noktası olan 1980’de Turgut Özal’ın aldığı 24 Ocak Kararları Türkiye’nin tüm siyasi ve ekonomik hayatını etkilemişti. 1980 yılı Turgut Özal ve 24 Ocak Kararlarının öne çıktığı yıllar olmuş ve Türkiye’nin tüm siyasi ve ekonomik hayatını etkilemişti. Özal’ın o dönem etkisinde kaldığı kişiler, eski bir Hollywood oyuncusu olan 40. ABD başkanı Ronald Reagen ve Birleşik Krallık’ta ise muhafazakar görüşteki Margaret Thatcher’dı. Bu dönemde kapitalist sistem içerisinde ortaya çıkan kar problemleri ve politik ve sosyal disiplinin sağlanması ihtiyacına çare olarak neoliberalizm sunuldu (Heller, 2019:79). Neoliberalizm ile hedeflenen devletin ekonomiye olan müdahalesini mümkün olduğunca en aza indirmek ve özel sektörü güçlendirmekti. Görünen o ki neoliberalizm hedeflerinin birçoğuna ulaştı ve kuralsızlığın hakim olduğu bir piyasa oluşturmayı başardı. Bu elbette tüm ekonomik faaliyetleri ele geçirdi ve ekonomi alanında var olan tüm ilişkilere de yansıdı. Böylece sıradan bir tüketicinin bu ilişkilerden kaçmasını neredeyse imkansız kıldı ve en temel tüketim pratiklerinde dahi etkili olmayı başardı.

Küreselleşen dünyada hayatlarımızın pek çok alanına sızmayı başarmış böylesi bir sistemden kaçmak imkansıza yakındır. Ancak temelinde rekabetin olduğu bu sistemde herkesin sunulan mal ve hizmetlere aynı oranda erişmediği de bir gerçek. Neoliberal kapitalizm sürekliliğini sağlamak adına kendi ideal tüketicisini yaratarak, bu fikirleri insanlara sundu. Neoliberalizmin ideal tüketicileri, çoğunlukla ellerinde üretim araçları bulunduran

69

ve/veya piyasanın sunduğu mal ve hizmetlere keyfi isteklerini ya da zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla sermaye sıkıntısı yaşamadan, sorunsuzca ulaşan kişilerdir. Öyleyse bu noktada mevcut iktisadi organizasyonda ideal tüketici olarak yer almayan kişileri iki gruba ayırabiliyoruz: kaynak yetersizliği nedeniyle yer alamayanlar ya da bunu bir tercih sonucu gerçekleştirenler. Türkiye’de eğer bu düşüncelerden 1970 öncesi bahsetmiş olsaydık birileri çıkıp aynı zamanda muhafazakar Müslüman olmanın da kişileri sermayeye ulaşmaktan alıkoyduğunu ve devletin desteklediği elit sınıfın bu konuda ayrıcalıklı olduğunu söyleyebilirdi. Fakat hiç kuşkusuz bu durumdaki değişim 1980 yılı ile hızlandı. Günümüz Türkiye’sinde ise bu iddia tamamen ortadan kalkmış durumda ki yine de biri çıkıp buna benzer bir düşünceyi öne sürse genel anlamda kabul görmeyeceği aşikar. Müslümanların artık sadece inançlarından dolayı piyasada karşılaştıkları hiçbir engel kalmadı – bazılarına göre aksine avantajlı hale geldiler. Fakat bu durum daha önce laikliği destekleyen herkesi zenginleştirmediği gibi, Türkiye’deki tüm Müslümanları da varlıklı hale getirmedi.

Benim alan çalışmamda da çoğunluğu, kaynak yetersizliği nedeniyle ideal tüketici olmayan birinci gruptaki kadınlar yani çalışmayan ve eşinin kazandığı para ile ev geçindiren veya çalışsa bile gündelik ya da asgari ücrette maaş alan kadınlar oluşturdu oluşturdu. Geriye kalanlar ise daha önce bahsettiğim ikinci grupta yer alan; kaynak sıkıntısı yaşamasa da mümkün olduğunca tüketimden uzak kalmayı tercih eden kişilerden oluşmaktadır.

Araştırmamda yer alan kadınların tercihlerini etkileyen şey inançları olmuş fakat benzer tercihlerde bulunan her kadının sebep olarak inancını öne sürdüğümü iddia etmek naif bir düşünce olurdu. Ancak araştırmamda, çalışma konuma uygun olarak, yalnızca dini sebeplerle bu kararı vermiş kişiler yer aldı.

Araştırmamda yer alacak kadınlara ulaşmak benim için kolay olmadı. İşe ilk olarak yakın çevremdeki kadınlarla görüşerek başladım. Hepsi benim yaşlarımda, üniversiteden arkadaşlarımdı. Görüşmek istediğim kadınlarda tek aradığım şey kendilerini öncelikli olarak

70

inançlı bir Müslüman olarak tarif etmeleriydi. Doğrusunu söylemek gerekirse bunun çok da zor olmayacağını düşünmüştüm. Ancak bir süre sonra bu konuda yanıldığımı anladım.

İletişim kurduğum kadınların çoğu ilk başta Müslüman olduklarını söylüyorlardı fakat bu onlara göre daha çok kağıt üzerinde bir şey haline dönüşmüştü. Müslümanlığın (en azından Sünni İslamın) öngördüğü ibadetlerin neredeyse hiçbirini ya daha önce yapmamışlar ya da uzun süredir uzak kalmışlardı. Böylece etrafımdaki kadınlarla çalışmanın ilerlemeyeceğini ve başka kadınlarla görüşmem gerektiğini anlamıştım.

O sıralar henüz yaz tatilindeydik ve ben ne kadar istediysem de görüşmelere başlayamamıştım. Bu sırada okuduğum kitaplar bana İslamiyetle ilgili bir sürü şey öğrenmem gerektiğini göstermişti. Kendimi daha çok geliştirmem gerektiği açıktı aksi halde görüşme düzenlesem bile sorduğum soruların yetersiz kalacağından ve meseleleri yeterince kavrayamayacağımdan endişelenmiştim. Böylece aklıma Kuran Kursuna kayıt olmak geldi.

Çocukluğumda ya da hayatımın hiçbir döneminde daha önce Kuran Kursuna gitmemiştim.

İslam üzerine tek eğitimim ilkokul döneminden liseye dek okulda gördüğüm kadarından ibaretti. Etrafımdaki arkadaşlarım arasında da bildiğim kadarıyla hiç giden yoktu ya da varsa bile daha önce bu konu hiç açılmamıştı. Bu nedenle Kuran Kursuna gitme fikri benim için oldukça iddialı bir karar olmuştu.

Eylül ayı gelmeden, ilk önce Müftülüğü aradım ve Kuran kursları hakkında bilgi aldım. Başvuru zamanı geldiğinde evimin en yakınındaki camiye giderek kaydımı tamamladım. Kayıt için ilk gittiğimde beni nasıl bir şeyin beklediğini bilmiyordum. Ne giyinmeliydim? Kurs binası neredeydi? Kayıt için kiminle konuşmalıydım? gibi sorular zihnimi kaplamıştı. Evde bulabildiğim en bol pantolonumu ve uzun kollu siyah bir tişörtü giyerek camiye doğru yola koyuldum. Evime oldukça yakın olduğu için kendimi şanslı hissediyordum fakat bir yandan da oldukça gergindim. Daha önce hiç böyle bir alanda bulunmamıştım. Hata yapmaktan çok korkuyordum. İsteyeceğim son şey onların saygısızlık

71

olarak adlandırabileceği bir şeyi yanlışlıkla sergilemekti. Camiye vardığımda, benimle birlikte orta yaşlı bir kadın da o sırada kapıdan giriş yapıyordu. İlk önce benim camiye gittiğimi anlamamış olacak ki ben de camiye doğru yöneldiğimde kafasını sağa çevirip bana baktı. Göz göze geldiğimizde bunu fırsat bilip ona Kuran Kursunun nerede olduğunu sordum. Kadın epey şaşırmış görünse de onu takip etmemi söyledi. Kuran Kursunun caminin içinde olacağını düşünmüştüm fakat görünen o ki camiden girişte sol tarafta kurs için ayrı bir bina yapılmıştı.

Tek katlı, küçük bir alandı. Kapıdan girişte sizi öncelikle kapaklı dolaplarla donatılmış bir bölüm karşılıyordu. Bana yardımcı olan kadın ayakkabılarını hızlıca burada çıkardığında ben de aynısını tekrarladım ve ayakkabılarımı oradaki dolaplardan birine yerleştirdim.

Ayakkabılarımı yerleştirdikten sonra hızlıca içeri geçti ve ben de sessizce onu takip ettim.

Girişten üçüncü sağda kalan bir odaya girdik. Odada üç kadın oturuyordu. Kadın Kuran kursu için orada olduğumu söylediğinde, masada oturan hoca gülümseyerek selam verdi. Takip ettiğim kadın da odadan çıktı. Masada oturan kadın kendini tanıtmak için ayağa kalktı. “Ben Esra, buranın kurs hocasıyım. Arkadaşım da Berfin. O da diğer hocamız.” dedi. Öyle söyleyince Berfin de kalktı ve bana sarıldı. Bana sarılması az önceki gerginliğimi biraz da olsa üzerimden atmamı sağlamıştı. Esra hocaya dönüp Kuran kursuna kayıt olmak istediğimi söyledim. Gülümseyerek beni dinledi sonra yaşımı sordu. O sırada 24 yaşındaydım. Bunu duyunca Berfin hoca, Esra hocaya dönüp “Bak gördün mü, hiç genç öğrencim yok diye üzülüyordun. Ne güzel artık var.” dedi. Esra hoca da gülümseyerek onu onayladı. Böylece ben de kurstakilerin çoğunlukla benden yaşça büyük olduğunu anlamıştım. Esra hoca bana bir form uzattı ve adres, telefon gibi bilgilerimi yazmamı rica etti. Bu sırada öğrenci olduğumu duymuş, okulum hakkında sorular soruyordu. Formu uzattıktan sonra evde daha önce üzerine düşündüğüm konuşmayı yapmak için hazırlandım. Onlara İslam üzerine çalıştığımı fakat bu konuda eğitimimin yeterli olmadığını anlattım. Kuran kursuna İslam ve Müslümanlar hakkında daha çok şey öğrenmek için geldiğimi söyledim. Esra hoca anlattıklarımı

72

tebessümle dinliyordu. Muhtemelen çekincelerim olduğunu da anlamıştı. İçimi rahatlatmak istercesine “Hiç sorun değil, burada sana yardımcı oluruz tabii ki.” dedi. Bunu duymak beni sevindirmişti çünkü Kuran kursunda neyle karşılaşacağımı bilmiyordum.

Odadan çıkmadan önce başımı örtmeden geldiğim için üzgün olduğumu fakat kursa örtülü bir şekilde geleceğimi belirttiğimde bunun için endişelenmememi, dilersem örtüsüz de katılabileceğimi söylediler. Buna rağmen kurs boyunca derslere hiçbir zaman örtüsüz katılmadım. Hocalar her ne kadar anlayışlı davranmış olsa da hem kurstaki diğer öğrenciler tarafından saygısızlıkla suçlanmaktan endişeleniyordum hem de her şeyi olması gereken biçimiyle gerçekleştirmek istiyordum. Örtünmek benim için sorun değildi aksine bunu deneyimlediğimde hissedeceklerimi merak ediyordum. O gün oradan içim rahatlamış bir şekilde ayrılmıştım. Gerginliğimin yerini heyecan almıştı. Bir an önce kursa başlamak ve neler olacağını görmek istiyordum.