• Sonuç bulunamadı

Abdurrahmân es-Sa’dî’nin Nesh İle İlgili Görüşleri

5. TEFSİR USÛLÜ KONULARIYLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ

5.2. Geleneksel Anlayışta Nâsih ve Mensûh

5.2.1. Abdurrahmân es-Sa’dî’nin Nesh İle İlgili Görüşleri

âlimlerinden birisidir. Kur’an ayetlerinin birbirini neshettiğini kabul eder. Müellif, neshin söz konusu edildiği Bakara suresinin 106. ayetini tefsirinde neshi şu şekilde tanımlıyor: “Nesh etmek, nakletmek anlamına gelir. Neshin hakikati ise, mükellefleri

1 Zerkânî, Menâhilü’l-‘İrfân, II, 89.

2 Bu delillerin tartışılması ile ilgili geniş izahlar için bkz. M. Said Şimşek, Kur’an’ın Anlaşılmasında İki

Mesele, s. 89–122.

bir şer’i hükme yöneltmek veya bir hükmü tamamen ortadan kaldırmaktır. Yahudiler neshin olmadığını iddia etmişlerdi. Oysaki nesh Yahudilerde de vardır.”1

Abdurrahmân es-Sa’dî neshi şu sözlerle delillendirmeye çalışıyor: “Allah Teâlâ nesh konusundaki hikmeti açıklarken, onun, bir ayeti neshettiğinde veya o ayeti unutturduğunda neshedilen ayetten daha hayırlısını veya fayda bakımından benzeri olan başka bir ayeti getireceğini bildirmektedir. Bu da şuna delalet etmektedir ki, nesh daha az bir maslahat için gerçekleşmez. Nâsih ayetle ya daha hayırlı bir hüküm ya da fayda bakımından mensuh olan hükme eşit başka bir hüküm getirilir; çünkü Allah Teâlâ’nın bu ümmete olan fazlı oldukça geniştir. Kim, nesh konusunda bir şüphe içerisinde olursa, Allah’ın hâkimiyet ve kudreti konusunda bir şüpheye düşmüş demektir. Kur’ân ve sünnette cereyan eden nesh, Allah Teâlâ’nın, kullarına olan merhametinin bir gereğidir.”2

Görüldüğü üzere es-Sa’dî’nin bu sözleri oldukça dikkat çekicidir. O, Kur’an’da, neshin varlığına, meseleyi adeta imanî bir konu haline getirecek düzeyde inanmaktadır. Zira neshi, toplumun, Allah Teâlâ’nın koyduğu yasalar dâhilinde hayat sürmesinin doğal bir sonucu olarak görmektedir.

Abdurrahmân es-Sa’dî aşağıdaki ayetlerin neshediliği kanaatini taşımaktadır: 1. İslâm’ın ilk yıllarında Müslümanlar, Mescid-i Aksâ’ya yönelerek namaz kılıyorlardı. Ancak bu uygulama daha sonra gelen şu ayetle neshedilmiştir:

(Ey Muhammed) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu

(yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.3

2. Müellifin, mensuh olduğuna işaret ettiği ayetlerden bir diğeri ise, bir tek müslümanın on tane müşriki mağlub edeceğini bildiren ayettir. Ayet şöyledir:

“Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunsa, iki yüze (kâfire) galip gelir. Eğer sizden yüz kişi bulunsa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.”4

1 es-Sa’dî, Teysîru’l-Kerîm s. 62. 2 es-Sa’dî, Teysîru’l-Kerîm s. 62. 3 Bakara, 2/144.

Müellif bu ayetin mensuh olduğuna dair şu şekilde deliller sunuyor: “Allah Teâlâ Müslümanların sorumluluğunu hafifletmek için bir sonraki ayette bu hükmü kaldırarak şöyle buyurmuştur: “Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu

bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) ikiyüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.”1

Abdurrahmân es-Sa’dî, bu ayetlerin mensuh olduğunu iddia ederken, öyle anlaşılıyor ki ayetlerin farklı ortam ve şartlar için nazil olduklarını hesaba katmamaktadır. Zira inanmış yirmi kişinin, inkârcı iki yüz kişiyi mağlub edeceğini bildiren ayet ile ardından gelen ve inanmış bin kişinin inkârcı iki bin kişiyi mağlup edeceğini bildiren ayet arasında hiçbir çelişki bulunmamaktadır. Birinci ayet Müslümanların ilk dönemlerine, yani inananların sarsılmaz bir iman ve teslimiyete sahip oldukları dönemin şartlarına göre nazil olmuştur. İkinci ayet ise, Müslümanların nicelik olarak sayılarının arttığı, ama nitelik olarak ilk dönemdeki gibi bir seviyeye ulaşamadıkları dönemin şartlarına göre nazil olmuştur. Ayrıca ilk ayette, sayı yüz iken ikinci ayette bu sayı bin olmuştur. Bu da gösteriyor ki Müslümanlar nicelik olarak artmışlardır. Ancak nitelik bakımından durumlarında bir değişme olmadığı için Allah Teâlâ onların sorumluluğunu hafifletmiştir. Bu itibarla bu ayetlerin birbirini neshetmediği açıkça anlaşılmaktadır.

Abdurrahmân es-Sa’dî, nesihle ilgili verdiği örneklerde bazen, ayetin neshedilip neshedilmediği ile ilgili sadece ihtilafı zikretmiş ayetle ilgili bir görüş belirtmemiştir. Nitekim haram aylarda savaşmakla ilgili nazil olan ayet hakkında aynı şekilde bir yaklaşıma sahiptir. Söz konusu ayet şöyledir:

“Ey iman edenler! Allah'ın (koyduğu, dinî) nişanelerine,, haram aya, (Allah'a hediye edilmiş) kurbana, (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram'a yönelmiş kimselere (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin.”2 Burada müellif, âlimlerin haram aylarda savaşmakla ilgili görüşlerini aktırmış; ancak ayetin neshedilip neshedilmediği ile ilgili bir şey söylememiştir. Bu bahsin sonunda da haram aylarda savaşmakla ilgili, kanaat belirtmeden âlimlerin görüşlerini nakletmekle yetimiştir: “Âlimlerden bazıları, haram aylarda savaşa başlamanın haram olduğunu; ancak daha önceden başlanmış olan bir savaşın haram aylara kadar uzaması durmunda sürdürülebileceğini ifade etmişledir. Diğer taraftan Müslümanlar haram aylarda savaşa

1 Enfâl, 8/66. 2 Mâide, 5/2.

çıkamazlar; ancak saldırıya uğramaları durumunda, haram aylarda dahi olsa kendilerini savunma hakkına sahiptirler.”1

Abdurrahmân es-Sa’dî, Kur’ân ve Sünnette neshin var olduğu kanaatini taşımaktadır. Kur’ân’daki nesih, ümmetin maslahatı gereği, bazı ayetlerin, bazı ayetler tarafında hükmünün ortadan kaldırılması şeklinde gerçekleşmektedir. Ancak nâsih ayetin getireceği maslahat, mensuh ayette nazaran fayda bakımından misli veya ondan daha faydalı olmalıdır.

Selefi bir bakış açısına sahip olan Abdurrahmân es-Sa’dî’nin, bir yandan Kur’an ve Sünnette, neshin var olduğuna kail olurken diğer yandan nesih için bazı kayıtlar getirdiğini görmekteyiz. Buna göre neshin gerçekleşmesi için nasih ayetin getireceği maslahatın, mensuh ayetin içerdiği maslahat kadar veya daha fazla olmalıdır. Aksi halde neshten bahsetmek söz konusu olmaz.

Kanaatimizce nesih konusunu ele alırken, Kur’an’ın toplumsal bir yapıya hitab ettiğini ve bu toplumsal yapının dinamik bir nitelik arz ettiğini unutmamak gerekir. Toplumların dinamik yapısından kastımız onların her zaman ileriye doğru bir gelişme gösterdiğini kanıtlamak için değildir. Zira toplum genel itibariyle ileriye doğru ilerleme sağlayabilir. Bir başka ifadeyle yeni şartlara doğru bir ilerleme kaydederken; bazen de geriye doğru bir seyir içerisine girer. Yani eski şartlara geri dönebilir. Bu durumda, toplumun eski normlara ve geçmişte hâkim olan yasalara geri dönme ihtiyacı doğabilir.

Unutmamamız gereken bir diğer husus ise İslâm’ın şümullü bir din olarak kıyamete kadar geçerliliğini koruyacağı meselesidir. İnsanlar, her dönemde, kendi hayat şartlarına uygun hükümleri bu dinin dinamiklerinden çıkarabilmeleri için, bu dinin değerler sisteminde bütün zamanların şartlarına cevap verecek hükümlerin de bulunması gereklidir. Dolayısıyla neshedildiği iddia edilen -ki hangi ayetin hangi ayet tarafından neshedildiği konusu ihtilaflı bir mesele iken ve bu konuda sahih bir nakil yokken- ayetlerin hükmünün tamamen ortadan kaldırıldığını söylemenin yanlış olacağı kanaatindeyiz. Neshedildiği iddia edilen ayetlerin hükümlerinin ertelendiğini ve toplumun bir gün bu hükümlere ihtiyaç hissettiği bir duruma gelebileceğini hesaba katarsak nesh meselesini doğru bir şekilde anlamak yolunda önemli mesafe katetmiş oluruz.

1 es-Sa’dî, Teysîru’l-Kerîm, s. 218–219.