• Sonuç bulunamadı

2.2.4. Türk Bankacılık Sektöründe Yaşanan Krizler

2.2.4.2. Türk Bankacılık Sisteminde Yaşanan Önemli Krizler

2.2.4.2.5. Şubat 2000 ve Kasım 2001 Krizlerinin Etkiler

24 Ocak 1980 kararları ile Türkiye ekonomisi hızlı bir dönüşüm süreci içerisine girmiştir. Bu dönüşüm ile birlikte Türkiye ekonomisi ithal ikamesi sanayileşme politikası yerine serbest piyasa mekanizmasına dayalı ihracata yönelik sanayileşme politikasına geçmiştir. Piyasa mekanizmasının yol göstericiliği ve özel kesim inisiyatifinden azami ölçüde yararlanmayı öngören 24 Ocak 1980 kararları ile ekonominin uluslararası rekabet ortamına uygun dinamik bir yapıya kavuşturulması amaçlanmıştır. Küresel ekonomiye entegre kararı alınmış ve uygulamaya başlanmıştır. Fakat Türkiye ekonomisi bütünleşen dünya ekonomisinin ve yaşanan teknolojik devrimin bir parçası haline gelerek bilgi toplumu olma sürecinde hedeflediği yere ulaşamamıştır. Bunun en büyük nedeni devletin ulusal ekonomiyi yönlendirmede seçtiği ekonomi politikalarıdır (Karaçor, 2006; 386).

Özellikle 1990’lı yıllarla birlikte sık aralıklarla yaşanan seçim ekonomileri, siyasi istikrarsızlıklar süresi, makroekonomik istikrarı yeniden oluşturabilmek yerine spekülatif faaliyetlerin ön plana çıktığı, reel ekonomiden uzak, kısa vadeli sermaye girişlerine dayanan, kısa süreli ve yapay büyümeler üzerine kurulu politikaları öne çıkarmıştır (Yeldan, 2001; 160). Bu yapı istikrarsızlık – kriz – büyüme sarmalında bir ekonomi oluşturmuştur. Kamu maliyesi, finansal sistem ve reel ekonominin rekabet gücünün zayıflığı kriz olasılıklarını artırmıştır. Bu sürece bilginin kullanılamaması, risk, belirsizlik, güvensizlik, şeffaf olmayan mali piyasa, enflasyon beklentisi eklenince kriz olasılığı daha da artmıştır. Bunlar birde etkin politika uygulamadaki aksaklıklarla birleşince kriz kaçınılmaz olmuştur. Türkiye ekonomisi bu süreci kırmak için 9 Aralık 1999 tarihinde yine istikrar programı uygulamıştır (Karaçor, 2006; 387).

Amacı enflasyonu düşürmek, sürdürülemez kamu iç borçlanma sürecine son vermek ve ekonomik büyümeyi yeniden sağlamak olarak belirlenmiştir. Program, enflasyonist bekleyişlerin aşağı çekilmesi, sıkı maliye politikasının uygulanması, döviz kurlarının hedeflenen enflasyon çıpasına bağlandığı para politikası, likitide genişlemesini yabancı kaynak girişine bağlayan bir çerçeveye oturtulmuştur. Temel olarak 9 Aralık 1999 tarihli istikrar programı, faiz ve ücret oranları ile fiyatları serbest bırakırken, döviz kurunu sabit oranlı artırmayı öngörmüştür. Programın bu özellikleri ile işleyebilmesi için mali sektörün kırılganlığının düşük ve sermaye hareketliliğinin olmaması gerekiyordu. Fakat bu durum devletin kamu harcamalarını finanse etme yöntemi ile çelişmiştir. Dolayısı ile program baştan itibaren aksaklıklar üzerine kurulmuştur (Eren, 2006; 266).

Türk Hükümetinin 9 Aralık 1999 tarihinde IMF’ye sunmuş olduğu Niyet Mektubu kabul görmüş ve 1 Ocak 2000 tarihinden itibaren üç yıllık bir ekonomi sürecini içine alan, maliye, para, kur ve gelir politikalarının yanında Merkez Bankası tarafından hazırlanan ekonomideki yapısal değişiklikleri de içeren enflasyonu düşürme programı uygulamaya konulmuştur (Tanyıldız, 2007; 26). Merkez Bankası tarafından açıklanan “Enflasyonu Düşürme Programı” üç temel unsur üzerine inşa edilmiştir (Tanyıldız, 2007; 26).

• Sıkı bir maliye politikası uygulayarak faiz dışı fazlanın artırılması

• Yapısal reformların gerçekleştirilmesi ve özelleştirmenin hızlandırılması

• Enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikası ve enflasyonun düşürülmesine odaklanmış kur ve para politikalarının uygulanması

Enflasyon 80’li yıllardan bu yana en düşük seviyeye gerilemiş, ekonomi canlanmış, faiz oranları aşağı çekilmiş, uygun koşullu dış finansman artığı yaratılmış, yapısal reformların hayata geçirildiği gözlenmiştir. Bu süreç içerisinde en büyük olumsuzluk, dış ticaret açığındaki büyüme olmuş, ancak buna rağmen artan sermaye girişleri ile ödemeler dengesinin fazla vermesi sonucu rezervlerin arttığı görülmüştür (Karaçor, 2006; 387). Bu olumlu tabloya

rağmen Türkiye ekonomisi 22 Kasım tarihinde krize taşınmıştır. 22 Kasım krizi finansal sistem kaynaklı bir krizdir ve aktörü de bankacılık kesimidir. Finans piyasalarında yaşanan bu etkileşim aktör konumundaki bankacılık kesiminin tetiği ateşlemesiyle krize dönüşmüştür. Bankaların açık pozisyonlarını kapamaya çalışmaları, kamu ve özel bankaların borçlanma telaşına girmelerine neden olmuştur. Türkiye’de dışsal(avro) piyasalarında borçlanma faizi üzerindeki risk primlerinin yükselmeye başlaması, bankalarının dış borçlanmasının zora girmesine neden olmuştur (Uygur, 2001; 11).

Türk Bankacılık Sisteminin 2000 yılında yaşadığı kriz, uygulanmakta olan istikrar programının devamının sağlanmasını zora sokmuştur. Bu durumda sektör içerisinde yer alan bankalar da açık pozisyonlarını kapatma amacıyla döviz alımına gitmişlerdir. Kasım 2000 Krizine neden olan bilânçolardaki likidite riski birikimi, kur riskine dönüşmüş ve Şubat 2001 Krizi ortaya çıkmıştır. Türk Bankacılık Sektörü, yaşadığı Kasım 2000 Krizi sonrasında faiz riski, Şubat 2001 krizi sonrasında ise hem faiz hem de kur riskinin neden olduğu önemli finansal kayıplar yaşanmıştır (Tanyıldız, 2007; 27). 2000 Kasım ve 2001 Şubat aylarında yaşanan finansal krizler, bankacılık sektörünü doğrudan ve önemli ölçüde etkilemiştir. 2001 yılında yaşanan kriz ve sonrasında bankacılık sektörü 50 Milyar dolara yakın öz kaynağını kaybetmiştir. 84 olan banka sayısı 54’e düşmüştür. Bin altı yüze yakın banka şubesi kapanmış, 50 bin bankacı işsiz kalmıştır (Dinçer, 2004; 32).

Daha önceki yazdıklarımızdan da anlaşılacağı gibi 2001 yılında meydana gelen ve ortaya çıkan sonuçları düşündüğümüzde mevcut durum tam anlamıyla bankacılık krizi özelliği taşımaktadır. Tüm bu olumsuzluklara rağmen krizin meydana getirdiği olumsuz sonuçlar Bankacılık Sektörünün işleyiş yapısının yeniden revize edilmesini sağlamış ve kriz sonrası oluşan zararlar kapatılma yoluna gidilmiştir. Bu anlamda sektörde risk kavramı ortaya çıkmış ve bankalar risk yönetimi konusunda gerekli çalışmalara başlamış ve önemli mesafeler almıştır.

Kasım 2000 ve Şubat 2001 yıllarında meydana gelen krizler sektörde mevcut olan yapısal sorunlara çözüm üretmek ve bankacılık sisteminin

işleyişine hareketlilik katmak, sağlıklı ve uluslararası alanda güçlü rakipleri ile rekabet edebilecek bir duruma getirmek amacıyla sektörde yeniden yapılanmanın ivedilikle ortaya konması gerektiği anlaşılmıştır.

Bu gaye ile hazırlanan yeniden yapılanma programı olan “ Bankacılıkta Yeniden Yapılanma Programı” 15 Mayıs 2001 tarihinde yürürlüğe konmuştur. Bu program kapsamında (BDDK, 2004; 7);

1. “4743 sayılı Mali Sektöre Olan Borçların Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun” hazırlanarak, bankacılık sektörünün sermaye yapısı güçlendirilmiş ve İstanbul yaklaşımı çerçevesinde reel sektörün malî kesime olan borçları gönüllülük esasına dayanarak yeniden yapılandırılmış,

2. Kamu ve TMSF bankalarının Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası dışındaki kaynaklardan gecelik borçlanması sıfırlanmış,

3. Kamu bankalarının 19 milyar dolar olan görev zararları tasfiye edilmiş ve görev zararları oluşumuna yol açan kanun ve kararnameler iptal edilmiş,

4.Bankacılık sektörünün sorunlu aktiflerinin çözümünü hızlandırıcı mekanizmalar hayata geçirilmiş,

5. Gözetim ve denetim çerçevesini güçlendirici ve sektörde etkinliği arttırıcı düzenlemeler yapılmış,

6. TMSF bankalarının yabancı para açık pozisyonları 4 milyar dolardan 400 milyon dolara, özel bankaların yabancı para açık pozisyonları ise 8,4 milyar dolardan 1,3 milyar dolara düşürülmüş,

7. TMSF kapsamındaki bankalara borçlu olanlar ile geri ödeme plânları yapılmış,

8. 2000 yılının Aralık ayında yüzde 9,3 olan bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik oranı 2002 yılının Aralık ayında yüzde 27,1’e yükselmiştir.