• Sonuç bulunamadı

Geleneksel anlamda yapılan şiir eleştirilerinin içerik çalışmasında genellikle “Bu şiir neden bahsediyor?” sorusuna yanıt aranır. Hatta bu anlayışla çeşitli sınıflandırmalar yapılır: aşk şiirleri, kahramanlık şiirleri, didaktik şiirler, vb. Oysa herhangi bir içeriğin şiirleşmesi o içeriği geri plana iter. Çünkü amaç söz konusu içerik hakkında okuyucuya bir bildiri iletmek değildir. Bu, doğal dilin işidir. Şiirin yaptığı şey ise kendi anlatımı içinde o içeriği çarpıcı kılmaktır.

Bir şiirde belli bir konudan (izlekten) bahsedilmesi, günlük iletişim dilinde veya düzyazıda olduğundan farklı olarak, bunun temel bir gereklilik olduğu anlamına gelmez. Şiirde izlek sadece bir öğe olarak işler, diğer öğelerden bir farkı yoktur. Şiir bu izleği ya da anlamı okura ulaştırmak için yapılandırılmamıştır. Stankiewicz (1980), şiirde izleğin durumunu gündelik dildekiyle karşılaştırarak şöyle verir:

… Konudan konuya geçişler hiçbir iç bağıntı olmaksızın yürütülse bile, gündelik söylem, tutarlı olmak bakımından, genellikle tek izleklidir. Oysa şiirde izlekler sürekli olarak geliştirilir ve aralarındaki geçişler çoğu kez bulanık olsa bile, öteki izlekler yoluyla yorumlanır. Tek bir yapıt içinde temel izlek karşıt izleklerle yer değiştirebilir ve hepsinin aşamalı ilişkileri oldukça karmaşık olabilir. Ne var ki çeşitli yapısal izlekler arasında belirli bir bağ bulunmazsa yazınsal yapıt temel özelliğini, bütünlüğünü yitirir (s.548).

Buna göre şiirlerde görülen çoklu izlek yapısı, şiirsel bir birim olarak işler. Amaç o izleklerin aktardığı dış gerçekliği vermek değil, izlekler arasındaki ilişkidir. Şair, özellikle dış gerçekliği aktarmak isterse şiirin kurmaca dünyasına ters düşen bir durum yaratılmış olur.

Şiir içeriksiz değildir. Şiirde içerik sadece ikinci plandadır. Her dil ürününün mutlaka bir içeriği vardır. Eğer içerik yoksa, o zaman dil de yoktur. Bu yüzden ortada bir şiir varsa onun bir de içeriği olmalıdır. Bunun mantıklı ya da saçma olması başka bir konudur. Burada Mallarmé’in şiirin düşüncelerle değil, sözcüklerle yazıldığı sözünü hatırlamak gerekir. Saussure’ün (1998) deyimiyle düşünce tek başına sınırları belirsiz bir yığındır, bir bulutsudur. Ona bir biçim verilirse algılanabilir duruma gelir. Bir sözcüğün sessel yapısı bu düşünceye verilmiş biçimdir. Sessel ve anlamsal özelliğe sahip sözcükler, özellikle anlamsal yönleriyle şiirde içeriği oluştururlar. Ancak şiirde içerik, doğal dilde veya diğer dilsel ürünlerde olduğu gibi açıkça verilmez. Şiir, genellikle dolaylı anlatımı kullanır. Bunun için de eğretileme, değişmece gibi sanatlara başvurur.

Bir şiirde yer alan herhangi bir dilsel gösterge çoğu zaman kendi varlığıyla değil de sahip olduğu bir yan özelliği ile işler. Yalçın’ın şiirsel dil için söylediği anlamlama öğelerinin en küçük birimlerini ve bu birimlerin ayırıcı yanlarını birer gösteri-nesneler olarak sergilerken, anlamlanan nesnelerin de en küçük ayrıntılarını canlandırdığı (1991b) saptaması bu gerçekliğin altını çizer. Buna örnek olarak Didem Madak’ın (2002) ‘Ah’lar Ağacı adlı şiirinden alınan aşağıdaki bölüme bakılabilir:

‘AH’LAR AĞACI

Bir ilaç içsem bari diye düşündüm,

Biraz kolonya sürünsem,

Ferahlasam, pencereyi açsam.

Şöyle bir şey yazdım sonra:

Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde. Berbattı,

Bir şiire böyle başlanmazdı. …

Bu alıntının beşinci dizesinde geçen ‘elbise’ kendi varlığı ile değil, giyildiğinde "vücudun tamamını sarması" özelliği ile işlemektedir. Bir söz sanatı olarak kullanılan bu gösterge, gösteren tarafıyla değil, gösterilen tarafıyla kullanılmıştır. Elbisenin, tek başına ifade edildiğinde örtük olan bu özelliği, yukarıdaki şiirde diğer sözcüklerle girdiği bağıntılar sonucunda açığa çıkmıştır. Böylece şiirsel bir anlatım gerçekleşmiştir.

Jakobson’un belirttiği şiirsel işlev, doğal dilin anlattığı şeyi geri plana atıp o şeyi anlatma biçimini öne çıkarması demektir. Bu yolla okur, o dil kullanımı (şiir) karşısında eğlenir, duygulanır veya coşar; o betik neyi amaçlamışsa o gerçekleşir. Şiirsel dilin bu yönü “şiir dilinde önemli olan neyin anlatıldığı değil, onun nasıl anlatıldığıdır” yargısını doğrulasa da gözden kaçırılmaması gereken bir şey var: Şiir, ‘nasıl’a odaklanırken ‘ne’yi yok etmez. Şiirin sunum biçimi belli bir durum ya da öykü üstünden yapılır. Bu yüzden bazı şiirler yalnızlığı, bazıları mutluluğu yansıtır. Ama bu salt amaç değildir. Şiir okuru için önemli olan mutluluk olgusu değil, mutluluğun o şiirde nasıl biçimlendiğidir. Bu da şiirlerin anlamsız olmadığını gösterir. Yalçın'ın (1980) Cohen’den aktardığı “anlam vermeyen bir şiir şiir değildir, çünkü dil de değildir” sözü bu açıdan önemlidir.

Yalçın, şiirde içerik konusuna daha geniş bir açıdan bakar:

… “Şiirsel içerik, doğal dilin üretmek istediği bildirimin oluşmasına yönelik bir anlamlama değil, şiirsel imgelemede işlevi olan anlamlamadır. Onun derin düzeyini belirleyen kurucu öğeler de anlambirimciklerdir. İmgebirim (imageme) adını verdiğimiz bu birimler, ille de doğal dilin anlamlama sürecinde oluşmaz, tek başına bir sesbirimcik de, en küçük bir yazım ayrıntısı da şiirsel içerik biçiminin kurucu öğesi olarak işleyebilir” (1991e: 77).

Bu sözler, şiirde içeriğin karmaşık bir ilişkiler ağına bağlı olarak üretildiğini imler. Öyle ki dilsel göstergenin oluşturucu bir öğesi olan bir sesbiriminin bile belli bir şiirsel içerik oluşturması, şiirde sadece göstergelerin gösterilen bölümüne bakmamak gerektiği şeklinde yorumlanabilir. Yine Nâzım Hikmet’ten (2006a: 14) bir örnek vermek gerekirse

Akıyordu su

gösterip aynasında söğüt ağaçlarını. Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!

dizelerinde geçen ‘s’ seslerinin düzenli, kendini hissettirecek nitelikteki dağılımı, dizelerde anlatılan bir su akıntısının çıkardığı doğal sesleri de çağrıştırmaktadır. Bu bilgi, ilk dizede verilmiş olsa da ‘s’ seslerinin yayılımı aracılığıyla diğer dizelerde de varlığını hissettirmektedir.

Benzer Belgeler