• Sonuç bulunamadı

Şer‘u Men Kablenâ’nın Kavramlaşma Süreci

Hz. Peygamber’in önceki şeriatlara uyup uymadığı meselesi tartışmalı olsa da, sahabenin şer‘u men kablenâ ile istidlâlde bulunduğu bilinmektedir. Hicrî birinci yüzyılda şer‘u men kablenâ’yı delil olarak kullanan ilk alimin Sâd suresindeki secde ayetine yönelik açıklaması ile Abdullah b. Abbas olduğu görülmektedir.633 Aynı şekilde Abdullah b. Mesud da İ srailoğulları için şer‘ olunan bir hükmü alıp, ‘‘Kim Allah'ın

indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.’’634 ayetini delil göstermiştir. Said b. Müseyyeb kadına karşı erkeğin kısası için önceki şeriatlara ait bir hükmü delil göstermiştir.635 İkinci asırda şer‘u men kablenâ’yı delil olarak kullanan alimler arasında İmam Malik, İkrime b. Abdillah, Hasan Basrî, İbn Şihâb ez-Zührî, Ebu Yusuf ve Şeybânî gibi alimler bulunmaktadır. Yine tâbiînden Ebû Mecliz gibi şer‘u men kablenâ’ya itimad ettiğine yönelik bir açıklamada bulunmasa da, önceki şeriatlar hakkında varid olan hükümlere uymayı reddeden alimler de bulunmaktadır. Üçüncü asra gelindiğinde, İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e bu hususta iki görüş atfedilmektedir.636 Buraya kadar alimlerin verdikleri hükümlerden yola çıkarak şer‘u men kablenâ’nın bağlayıcılığı hakkındaki görüşleri tespit edilirken, dördüncü asra gelindiğinde şer‘u men kablenâ’nın hücciyetinin açık bir şekilde tartışılmaya başlandığı

633 Abdüsselâm, Şer‘u men kablenâ, s. 346. 634 Mâide 5/44.

635 Abdüsselâm, Şer‘u men kablenâ, s. 347. 636

137

görülür. Bu asırda şer‘u men kablenâ’nın bağlayıcılığı hususunda her iki görüşü savunanlar da aklî ve naklî deliller getirmektedir.637

Şer‘u men kablenâ mefhumu ilk asırlardan itibaren alimlerin zihninde bulunmuş olsa da, sistematik usûl eserlerinin ortaya çıkmasıyla şer‘u men kablenâ’nın bir delil olarak ele alınmaya başlandığı söylenebilir. Nitekim şer‘u men kablenâ konusuna usul eserinde yer veren ve tanımına dair açıklamalarda bulunan ilk alimin Cessâs olduğu söylenebilir. Farklı mezheplere mensup alimlerin, şer‘u men kablenâ kavramının içeriğinin yorumlanması noktasında ayrıştıkları gözlemlenmektedir. Alimlerin açıklamaları ve kullandıkları delillerden yola çıkarak, şer‘u men kablenâ ile neyi kastettiklerini tespit etmek mümkündür. Bu noktada şer‘u men kablenâ’yı bağlayıcı kabul edenlerin belirli bir çizgide birleştikleri farkedilmektedir. Aynı durum şer‘u men kablenâ’yı bağlayıcı kabul etmeyenler için de söz konusudur.

İlk usûl eserlerinden biri olan el-Fusûl fi’l-usûl’de Cessâs, bağlayıcı kabul ettiği şer‘u men kablenâ’yı Kur’an ve Sünnet ile sabit olan ve neshine dair delil bulunmayan önceki şeriatlara ait hükümlerle sınırlamaktadır.638 Serahsî’ye kadar şer‘u men kablenâ’nın bağlayıcılığını kabul eden alimlerin koydukları temel sınır budur. Her ne kadar ilk Mâlikî usûlcülerinden İbnü’l -Kassâr bu konuda bir açıklamada bulunmuş olmasa da, daha sonra Bâcî İ mam Malik’in görüşünü açıklarken bu hususu aydınlatmaktadır.639 Serahsî ise, mezkur çizgiyi takip etmekle beraber, neshine dair bir delil bulunmayan şer‘u men kablenâ’yı bağlayıcı kabul edenler arasında Ehl-i Kitâb’ın nakli veya Müslümanların kitaplardan yaptıkları rivayetlerle bilinen hükümleri de dikkate alan bir grubun varlığını bildirmektedir.640 Ancak incelenen eserlerde bu grubun kimliği ortaya çıkmamaktadır.

Basrî’nin şer‘u men kablenâ’nın bağlayıcı olmadığını savunurken dayandığı deliller dikkate alındığında, şer‘u men kablenâ’yı Kur’an ve Sünnet ile sabit olan hükümlerle sınırlamadığı görülmektedir. Şöyle ki, Basrî’nin dayanaklarından biri de Hz. Peygamber’in zıhâr, liân, ifk gibi durumlarda vahiy bekleyip, Tevrat’a başvurmamış

637 Abdüsselâm, Şer‘u men kablenâ, s. 352. 638 Cessâs, el-Fusûl, III, 19.

639 Bâcî, el-İhkâm, s. 395. 640

138

olmasıdır.641 Basrî’nin buna dayanması, şer‘u men kablenâ’yı naslarla sabit olan hükümlerle sınırlamadığını göstermektedir. En son görüşüne göre Şîrâzî’nin ve Cüveynî’nin de aynı düşüncede olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira şer‘u men kablenâ’nın bağlayıcı olmadığını açıklarken delil olarak, Hz. Peygamber’in önceki şeriatlara ait hükümlere ve sahabenin de kitaplara ve ihtida edenlerin haberlerine başvurmamış olmalarını öne sürmektedirler.642 Cüveynî’ye göre, kitapların tahrife uğramış olması bunlara başvurulmasına mani olamaz. Zira Allah Teâlâ bu hükümlerle sorumlu olmamızı dileseydi tahrif edilmemiş hükümleri bildirirdi. Ayrıca Hz. Peygamber ve sahabe bu hükümleri denetleme imkanına sahipti.643 Hanbelî usûlcülerinden Kelvezânî de, önceki şeriatların bağlayıcı olmadığıyla ilgili öne sürdüğü delil ile bu çizgiyi devam ettirmektedir. Şöyle ki, şer‘u men kablenâ’nın bağlayıcılığını kabul etmenin, Kitap ve Sünnet’in bu hükümlerin tamamını içermemesinden dolayı ihtida edenlere başvurarak önceki şeriatlara ait olup tahrife uğramamış hükümlere ulaşmayı gerektireceğini söylemektedir.644 Dolayısıyla mezkur alimler, tahrifi bir engel olarak görmeyip, Hz. Peygamber ve sahabenin kitaplara başvurmamış olmasının şer‘u men kablenâ’nın bağlayıcı olmadığına delalet ettiğini düşünmektedirler. Öte yandan şer‘u men kablenâ’nın sınırlarını daha geniş tutan bu alimler, Kur’an ve Sünnet’te yer alıp geçerliliğine dair delil bulunan hükümleri Hz. Peygamber’in şeriatına ilhak etmektedirler.645 Dolayısıyla bunların da şer‘u men kablenâ’nın çerçevesini bu yönden daraltıkları söylenebilir.

Sonuç olarak şer‘u men kablenâ’nın iki grup tarafından farklı şekillerde tanımlandığı ortaya çıkmaktadır. Birinci grubun temsilcileri, yani şer‘u men kablenâ’nın bağlayıcı olduğunu savunan alimler, bununla Kur’an ve Sünnet ile sabit olup neshine dair delil bulunmayan önceki şeriatlara ait hükümleri kastetmektedirler. Şer‘u men kablenâ’yı bağlayıcı kabul etmeyenler ise, bu terimi önceki şeriatlara ait olup neshedilmeyen hükümlerin tamamı anlamında kullanmaktadırlar. Şer‘u men kablenâ’nın bağlayıcılığı bağlamında bu iki tanımın kesiştiği nokta ise, Kitap ve Sünnet

641

Basrî, el-Mu‘temed, II, 902.

642 Şîrâzî, el-Luma‘, s. 136; Cüveynî, el-Burhân, I, 504. 643 Cüveynî, el-Burhân, I, 505.

644 Kelvezânî, et-Temhîd, II, 420. 645

139

ile sabit olup ne neshine ne de geçerliliğine dair bir bilginin bulunduğu hükümlerdir. Bu konu, “Şer‘u men kablenâ’nın bağlayıcılığı ile ilgili görüşler” başlığında incelenecektir.