• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: MUHAMMED ZÂHİD KEVSERÎ’NİN HAYATI VE ESERLERİ

2.2. Kevserî’nin Ehl-i Sünnet Algısını Oluşturan Temel Meseleler

2.2.3. Sem‘iyyâta Dair Meseleler

2.2.3.3. Şefaat ve Tevessül

Şefaat ve tevessül konuları, aslında itikâdî konular olmamasına rağmen haklarında yapılan tartışmalar sebebiyle itikad kitaplarında yer almıştır. Ehl-i Sünnet âlimleri de bu iki meselenin hak olduğuna inanmayı, Ehl-i Sünnet’in akide esaslarından saymışlardır. Kevserî, Haşviyyenin tevessül ve kabir ziyareti gibi sebeplerle ümmeti tekfir ettiğini ve bu tutumlarıyla onların sapıklığa düştüğünü belirtmiştir. Ayrıca tevessülün küfre düşme sebebi olduğunu söyleyen ilk kimselerin amacının, insanları tevhide yönlendirmek olmadığını; bilakis insanların kafir olduğunu söyleyerek tekfir ettikleri kişilerin mallarını ve canlarını helal hale getirmeyi amaçladıklarını söylemektedir.230 Kevserî, bütün bu iddialara karşı çıkarak tevessül ve şefaat konularını ele almış, bunu yaparken de Kitap’ta ve sünnette yer alan ilgili delilleri izah eden Usûlü’d-Dîn âlimlerinin görüşlerini zikrederek konuya açıklık getirmiş ve Ehli Sünnet’in tutumunu ortaya koymuştur.

Şefaat kelime olarak; hakkında suç işlenilen kişiden o suçla ilgili günahlardan sorumlu tutulmama isteği231 ya da bir başkasını desteklemek üzere ona katılmak, yardımcı olmak ve aracılık yapmak manalarına gelmektedir. Istılahta ise; ahirette günahkâr müminlerin affedilmesi, günahı olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerin

228 Kevserî, Makâlâtü’l-Kevserî, s. 397.

229 Kevserî, Makâlâtü’l-Kevserî, s. 397.

230 Kevserî, a.g.e., s. 450.

66 Allah’a yalvarmaları, dua etmeleri ve günahlarının bağışlanmasını istemeleri demektir.232

Ehl-i Sünnet âlimleri, peygamberlerin şefaatini ve Peygamber (s.a.v.)’in de ümmetinden büyük günah işlemiş ve cezaya çarptırılmış olanlarına şefaatini hak olarak görmekte233 ve bunu hem aklî hem de naklî delillerle desteklemektedirler. Aklî açıdan bakıldığında; Allah Teâlâ’nın herhangi bir vasıta olmaksızın kullarını bağışlaması mümkün olduğuna göre peygamberlerin ve salih kulların vesilesiyle ve şefaatiyle affetmesi de evleviyetle mümkündür. Ehl-i Sünnet, bu konu bağlamında birtakım ayet ve hadisleri de delil olarak kullanmaktadır. Buna göre; “Artık onları affet ve günahlarının bağışlanmasını

dile”234 ve “Hem kendinin hem de erkek ve kadın müminlerin günahlarının

bağışlanmasını dile”235 gibi ayetler, şefaati emretmektedir. Ayrıca “Artık şefaat

edicilerin hiçbir şefaati onlara fayda vermeyecek”236 ayetinde kafirlerin tahsis edilmiş olması, şefaatin müminler için geçerli olacağına delil teşkil etmektedir. Bu manaya Rasûlullah’ın “Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyen kimseler içindir”237 hadisi de delâlet etmektedir.238

Kevserî, Ehl-i Sünnet’le aynı çizgide giderek şefaatin hak olduğu görüşünü benimsemiştir. Ona göre Hz. Peygamber (s.a.v.), şefaat edeceklerin şefaatinden umutlarını kesen mümin mahşer halkı için kıyamet gününde şefaat edecektir. Allah (c.c.), Muhammed Mustafa (s.a.v.)’yı derecesini yücelterek şefaat makamı olan Makâm-ı Mahmûd’a ulaştMakâm-ıracaktMakâm-ır. Bu konuyla ilgi önemli bir hususa değinen Kevserî, şefaati bir şirk olarak görenlerin Hz. Peygamber’in şefaat etmeyeceğini iddia ettiklerini söylemektedir. Bu iddiada bulunanlara şiddetle karşı çıkan Kevserî, Allah’ın Rasûlullâh’ı Makâm-ı Mahmûd’a yükseltmesinin ve ona bu makamda şefaat etme yetkisi vermesinin neresinde şirk olduğunu sormakta ve bazı kimseler için şefaati inkar

232 Karaman, Fikret, “Şefaat”, Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2006, s. 614.

233 Ebu’l-Müntehâ, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, s. 25; Tahâvî, Ebû Ca’fer, el-Akîdetü’t-Tahâviyye, Dâru İbni Hazm, Beyrut 1995, s. 16;

234 Âl-i İmrân, 3/159.

235 Muhammed, 47/19.

236 el-Müddessir, 74/48.

237 Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 23; Tirmizî, “Sıfatü’l-Kıyâme”, 11.

238 Sâbûnî, a.g.e., s. 165; Taftazânî, Mesud b. Ömer, Şerhu’l-Akâidi’n-Nesefiyye, thk. Ahmed Hicâzî, Mektebetü’l-Külliyyâti’l-Ezheriyye, Kahire 1988, s. 75-76.

67 etmek basit bir şey olsa bile; şefaatin Allah katında yüce bir şey olduğunu söylemektedir.239

Tevessül ise; sözlükte “yaklaşmak, sarılmak, başvurmak, sebep aramak ve maksada ulaşmak için bir şeyi vasıta kılmak” anlamlarına gelmektedir. Dinî literatürde de; bir isteğin, bir işin veya arzunun yerine gelebilmesi için ilim, amel, ahlâk veya bazı şahısları aracı kılmayı ifade etmektedir.240

Kevserî, “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya vesile arayın ve Allah

yolunda cihat edin ki kurtuluşa eresiniz”241 meâlindeki ayeti delil getirerek şahıslara ve amellere tevessülün caiz olduğunu söylemektedir.242

Kevserî tevessülün caiz olduğuna delil olarak bazı hadisler de nakletmiştir. Örneğin; Osman b. Huneyf’in Hz. Peygamber’den rivayet ettiği hadise göre; âmâ bir adam Peygamberimize gelerek Allah’ın kendisini iyileştirmesi için dua etmesini istemiş, Peygamberimiz de adama güzel bir absdest almasını ve “Allahım! Rahmet Peygamberi,

Peygamberin Muhammed ile senden diliyor ve sana yöneliyorum. Şu ihtiyacım hususunda, görülmesi için senin ile Rabbime yönelmiş bulunuyorum. Allahım, onu bana şefaatçi kıl” diye dua etmesini tavsiye etmiştir.243

Ayrıca Enes b. Mâlik’in rivayet ettiği; Ömer b. Hattâb’ın kıtlık zamanında Hz. Peygamberin amcası Abbas (r.a.)’ı vesile ederek Allah’a dua ettiğini ve Allah’ın bu dua üzerine yağmur verdiğini244 bildiren hadisi de Kevserî, tevessülün caiz olduğuna delil göstermiştir.245

Kevserî konuyla ilgili diğer rivayetleri de verdikten sonra ümmetin her dönemde tevessülün cevazıyla ilgili bir uygulamasının olduğunu ve aklın da buna muhalif

239 Kevserî, Makâlât, s. 444-445.

240 Karaman, Fikret, “Tevessül”, Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2006, s. 659.

241 el-Mâide, 5/35.

242 Kevserî, Muhammed Zâhid, Mahku’t-Tekavvül fî Mes’eleti’t-Tevessül, 1. bsk., el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’t-Türâs, Kahire 2006, s. 11.

243 Kevserî, Mahku’t-Tekavvül, s. 14; Hadis için bkz. Tirmizî, Daavât, 119; İbn Mâce, İkameti’s-Salah, 189; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned, Âlemu’l-Kütüb, Beyrut 1998 c. IV, s. 138.

244 Buhârî, “İstiskâ”, 3; Buhârî, “Fadâilu’s-Sahâbe”, 11.

68 olmadığını ifade etmiş, çünkü bu gibi hallerde her zaman sebepleri ve fiilleri yaratanın Allah (c.c.) olduğunu söylemiştir.246

Kevserî’nin şefaat ve tevessülün cevazını destekleyen görüşler beyan etmesinin, Haşviyyen’in iddialarından başka önemli sebeplerinden birinin de o dönem itibariyle Abdulaziz b. Suud’un devlet otoritesini kullanarak Vehhâbîlik zihniyetini farklı İslâm coğrafyalarına yayma girişimleri olabileceğini düşünüyoruz. Zira bilindiği gibi Vehhâbîlik’in ana gayesi; bütün Arap ülkelerine uzanan dinî-siyasî bir devlet kurmak ve İslâm’ı kendi anlayışlarıyla yeniden tesis etmekti.247 Görüşlerini temelde İbn Teymiyye’den alan Vehhâbîlik inancında ulûhiyet ve ibadette tevhîdi sağlamak ve şirkten kaçınmak için velileri ve salih kulları Allah’a yaklaşmak için aracı kılmak, teberrüken peygamber ve salihlerin kabirlerini ziyaret etmek, meleklerden ve gıyâben kabirleri başında peygamberlerden şefaat248 dilemek şirke düşürücü sebeplerden addedilmiştir.249

Bid’atler hususunda İbn Teymiye ile aynı görevi üstlenen Kevserî, hayatı boyunca bid’atlere karşı mücadele vermiştir. Ancak Kevserî, ifrat ve tefrit arasında orta yolu benimsemiş, şefaat ve tevessülün Allah’ın dilemesi halinde mümkün olabilecek şeylerden olduğunu ve bunların cevazına delâlet eden birçok aklî ve naklî delillerin bulunduğunu beyan etmiştir. Nitekim bu konularda tefrit derecesinde görüşler serdeden Vehhâbîlik’in dönem itibariyle etkili olması, Kevserî’nin bu ve benzeri konularda izahata ihtiyaç duymasına neden olmuş olabilir.

2.2.4. Çeşitli Meseleler