• Sonuç bulunamadı

2.1. AŞK MEKTUPLARI

Mektup yüzyıllardan beri kullanılan yazınsal bir tür olduğu gibi, aşk mektupları da bunun en güzel örnekleridir. Yıllarca insanlar özellikle de âşıklar haberleşme aracı olarak mektubu kullanmışlardır. Duygu ve düşüncelerini, sevgiliye karşı hissettiklerini daima mektupla anlatmışlardır.

Mektup kişinin duygularını en saf en gerçekçi haliyle anlatmasına yardımcı olur. Bu nedenledir ki sevdiğine duygularını ifade edemeyen bir kişi hemen mektup yazma yoluna başvurur. Çünkü karşısındakine söylemek istediklerini kimseye duyurmadan, rahat bir şekilde ancak mektupta ifade edebilir.

Teknolojinin en geri kalmış yıllarında, tutucu ve baskıcı toplumlarda âşıklar, ancak mektuplaşma yoluyla haberleşmişlerdir. Çünkü o yıllarda tek haberleşme aracı şahıslar aracılığıyla yollanan mektuplardır. Bu durum hala güncelliğini korumaktadır. Teknolojinin gelişmesine rağmen, sevdiğine mektup yazmanın ya da ondan mektup almanın tadı hala aynıdır.

Necip Tosun da aşk mektuplarının birçok amaca hizmet ettiğini vurgulayarak, aşk mektuplarını birtakım başlıklarla ifade eder: ” Aşk mektupları bir imgeye yazılır, aşk mektupları bir yüzleşmedir, mekân yaratma girişimidir, cinsiyetsizdir”. Aşk mektuplarının insana bir gizlilik hazzı verdiğini, yüze söylenemeyenlerin mektuplarda dile getirildiğini ve her aşk mektubunun aslında eksik olduğunu yani ifade edilmek istenenlerin tam olarak yansıtılmadığını da dile getirir (Tosun, 2006: 189-191).

Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nde halk dilinde (âşık edebiyatında) mektuba kağıt, gam yükü, gönül dili, çile bohçası, name gibi isimler verilmesinin yanında sevgiliden âşığa sözlü olarak gelen haberin yazılmamış ferman, bu haberin sevindirici olması halinde de şekerli hurma adını aldığı belirtilmelidir (Köktürk, 2006: 58).

Mensur ve manzum olmak üzere iki başlık halinde incelenebilen mektuplar insanların en gizli duygu ve düşüncelerini açığa vurmasından ötürü çok önemli bir yere

sahiptir. Bunlar içince Âşık edebiyatına ait mektuplar diğer mektup türlerine göre daha iyi muhafaza edilmişlerdir. Ancak anonim mensur mektuplar iyi muhafaza edilememiştir.

Halk edebiyatında mektubun asıl işlevi haberleşme olsa da âşıklar arasında dikkat çeken bir başka işlevi de birbirlerinin bilgisini sınamak için muamma yöneltmektir ( Köktürk, 2006: 64).

Özel alana girdiği için aşk mektupları çok fazla karşımıza çıkmamaktadır. Ancak Cumhuriyet döneminde bazı araştırmacıların yardımıyla yayınlanan birkaç mektuba rastlayabiliyoruz. Bunlar da dönemin kültürel yapısı düşünülerek, yayımlanmadan önce birtakım süzgeçlerden geçirilmiştir.

Cumhuriyet döneminden sonra mahremiyet konusunda ilerleme kaydedilmesi sansürlü de olmak üzere birçok mektubun yayımlanmasına zemin hazırlamıştır. Kemal Tahir’in Fatma İrfan’a, Bedri Rahmi’nin Eren Eyüboğlu’na, Nazım Hikmet’in Piraye’ye, Sabahattin Ali’nin Ayşe Sıtkı İlhan’a, Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Fatma Hanım’a, Arif Nihat Asya’nın ikinci eşi Servet Akdoğan’a, Behçet Necatigil’in eşi Huriye Hanım’a, Cemil Meriç’in Lamia Çataloğlu’na yazdığı mektuplar gibi…

Aşk mektupları, erkekler için yıllardan beri bir kadını yola getirmek için en büyük silah olmuştur. Çünkü yazdıkları mektuplarla kadın ruhuna hitap edebildiklerini göstermek istemişler anacak bunu yaparken de kadın sesini taklit ederek aşk mektubu yazmışlardır. Kadınlar ise konuşarak anlatamadıkları içsel dünyalarını bu şekilde bir erkeğe ifade edebilmişlerdir. “Kadınlar her zaman erkeklerin bekledikleri mektupları yazmazlar; erkekler ise kadının beklediği şeyleri ifade edemeyeceklerse hiçbir şey yazmamayı tercih ederler” (Yıldız, 2006: 202).

Bu tezde de gerek bu yıllarda, gerekse yıllar öncesinde yazılmış birkaç aşk mektubu ele alınmıştır. Şimdi ya da yıllar öncesinde yazılmış olması aşk mektuplarının içeriğini hiçbir zaman değiştirmemiştir. Bu mektuplarda yine aynı yoğun duygular, yine samimiyet yine kimseye söylenmemiş, açığa vurulmamış yürekten gelen sözler bulunur.

2.1.1. HALİL CİBRAN’DAN MEY ZİYADE’YE MEKTUPLAR

9 Aralık 1924 New York

Benim tatlı sevdiceğimin beni her gün dualarında hatırlaması ne de hoş! Ruhu ne güzel, ne büyük kalpli ve ne tatlıdır o.

Ama sessizliğiniz sevdiceğim, sessizliğiniz ne de garip! Bu sessizlik ebediyet kadar uzun ve tanrıların rüyaları kadar derin. Öylesi bir sessizlik ki ölümlü dillere çevrilmesi imkânsız. Yazma sıranız geldiği halde yazmadığınızı unuttunuz mu? Gece yeryüzünü bağrına basmazdan önce barışı ve ahengi kucaklayacağımız konusunda anlaşmaya vardığımızı unuttunuz mu?

Sağlığımı ve düşüncelerimi ve beni ilgilendiren meseleleri soruyorsunuz. Nasıl olduğum sorusuna cevabım, aynen sizin olduğunuz gibidir Mary. Düşüncelerime gelince, bunlar hala sizinle geçtiğimiz bin sene içinde ne zaman buluşsak oldukları gibi, yani puslar içindeler. Bugünlerde beni ilgilendiren meselelere gelince, bunlar karışık ve rahatsız edici, ancak ister hoşuna gitsin ister gitmesin, benim gibi bir adamın üstesinden gelmesi gereken şeyler.

Meryem, hayat, bazılarımız sadece tek bir notayı seslendirebilirken diğerlerinin melodiler oluşturdukları güzel bir şarkıdır. Ve bana öyle geliyor ki Meryem, ben ne bir nota ne de bir melodiyi seslendirebiliyorum. Bana öyle geliyor ki, ben hala bin sene önce bir araya getiren pusun içindeyim.

Tüm bunlara rağmen günümün çoğunu resim yapmakla geçiriyorum ve ara sıra da fırsat buldukça, cebimde bir yazı defteri, kırsalda bir yerlere kaçıyorum. Bir gün size bu defterdeki sayfalardan bir kısmını göndereceğim.

“Ben” ile ilgili olarak bildiklerim bundan ibaret, şimdi gelin önemli olan şeye, bize geçelim sevdiceğim. Nasılsınız ve gözleriniz ne durumda? Benim New York’ta olduğum kadar siz de Kahire’de mutlu musunuz? Gece yarısından sonra odanızda bir aşağı bir yukarı yürüyor musunuz? Pencerenizin önünde durup, arada sırada yıldızlara dalıp gidiyor musunuz? Bundan sonra da yatmaya gidiyor musunuz? Yastığınızın üzerine düşen gözlerinizden eriyen o gülümsemeleri siliyor musunuz? Sizi, her gün ve