• Sonuç bulunamadı

2.3. Öfke ve Düşmanlık (Hostilite)

2.3.2. Öfke İle İlgili Kuramlar

James-Lang Kuramı: James-Lang Kuramı’nda, duygular çevredeki değişmelerin organizma tarafından algılanmasıyla ortaya çıkarlar. Örneğin, bireyin çevresinde tecrübe ettiği korku ya da öfke yaratan bir durum, onun fiziksel olarak tepkide bulunmasına yol açar. Öfkeli kişilerin bu tarz durumlarda bedensel olarak göstereceği tepkiler, gözbebeklerinin büyümesi, kalp atışında hızlanma, soluk alış verişinde

hızlanma ve terleme şeklinde ortaya çıkar. Kişinin bedeninde ortaya çıkan bu tepkileri fark etmesi ile kendisinde kaygı, öfke gibi hisleri ortaya çıkarır (Özmen, 2006b).

Psikanalitik Yaklaşım: Psikanalitik yaklaşıma göre, insan davranışları biri yaşam diğeri ise ölüm içgüdüsünü ifade eden “eros ve tanatos” olarak adlandırılan iki temel içgüdü tarafından yönlendirilir. Bu yaklaşım öfke duygusunu genellikle bu kuramın önemli unsurlarından biri olan katarsis (boşalım) kavramı çerçevesinde açıklamaktadır. Kişinin bedeninde herhangi bir ihtiyaç belirdiğinde bir gerilim hali meydana gelir ve organizması bu gerginlik hali evvelindeki duruma geri gelmek için işe koyulur. Bu açıdan bakıldığında psikanalitik yaklaşıma göre, öfkenin dışa vurumunun yapılması kişide biriken içsel gücün ortaya çıkardığı gerilim durumunun azalmasına sebep olacaktır. Bu yüzden biriken bu enerjinin boşaltılmasının bir yolu olarak görülen öfke, enerjinin boşaltılması kanalı ile ifade edilince bireyde bir katarsis ve rahatlama sağlayacağı belirtilmiştir. (Dykeman,2000).

Bu kurama göre hostil (öfke ve düşmanlık içeren) davranışlar çeşitli dönemlerde görülmektedir. Oral dönemde emmenin ardından ısırma davranışının gelmesi, ağız bölgesinin temel doyum aracı olması söz konusudur. Oral dönemde yaşanan sorunlar ve sapmalar, saldırgan davranışın temellerini oluşturur. Çabuk öfkelenme, öfkelenince bağırıp çağırma, etrafına ya da kendine zarar verme davranışları oral dönem saplantısı yaşayan kişilerde yoğun olarak görülür. Anal dönemde ise tuvalet alışkanlığının kazanılmaya başlaması ile çocuk anüs bölgesindeki gerilimi boşaltmaktan duyduğu doyumu ertelemek zorunda kalır. Bebeğin dışkısını çıkarma konusunda sert ve cezalandırıcı davranışlar, bebeğin giderek artan öfke duygusuna sahip olmasına sebep olmaktadır. O da öfkesini bir şekilde dışa aktarmak zorunluluğu duyacağından, dışkısını bırakma şeklinde bir aktarım tercih eder. Dışkısını ana-babasını cezalandırma yöntemi biçiminde kullanan çocuk gelecekte hislerini içine atarak edilgen bir saldırganlıkla öfkesini dışarıya aktarmayı tercih edebilir. Bunun tam tersi olarak yıkıcı, inatçı, aşırı tepki gösteren, otoriteye karşı gelen öfke tepkilerini de tercih edebilmektedir. Anal dönemde genel olarak ebeveynlerin sebebiyet vermesi ile yaşanan çabuk ve aşırı öfkelenme, düşmanca ve cezalandırıcı hareketlerle öfkesini dışa vurma gibi davranışları meydana gelebilmektedir (Koçak, 2008).

Varoluşçu Yaklaşım: Bu kuramın önemli kişiliklerinden biri olan Fritz Perls'e göre insan, çoğunlukla diğer insanlara yansıttığı öfke de dahi olsa tüm duygu ve davranışlarının sonucu oluşacak durumların sorumluluğunu üstlenmelidir. Kişi, diğer

bireylere yönelik öfke ve düşmanlık gibi duyguların arka planında olan kendisine yönelik eleştirel inançlarını kabullenebilme sorumluluğunu üstlenmesi zorunludur.

Şayet bunları üstlenmezse bu hislerini başkalarına iletir ve diğer kimselerin de bunun sonucunda öfkeli kişiler olduğuna inanır (Özmen, 2001).

Sosyal öğrenme kuramı: Bu kurama göre öfke, düşmanlık gibi hislerin bireylerin mensup olduğu toplum içerisinde öğrenilen bir kavramdır. Çevresel faktörlerin öfke duygusunun ve davranışlarının meydana gelmesinde çok büyük oranda tesirinin bulunduğunu iddia etmektedir. Sosyal öğrenme kuramına birçok kavramda olduğu gibi öfke de izleyerek öğrenme, özdeşleşme, taklit ve rol alma gibi kanallarla öğrenilmektedir (Johnson, 1972, Akt: Kısaç, 1999). Sosyal öğrenme kuramcılarına göre öfkenin oluşması ve yaşanmasında toplumsal yapılandırmaların tesiri çok büyüktür. Bu sebeple öfkenin diğerlerine aktarılmasında cinsiyet farklılıkları bulunmaktadır. Bu farklılığın toplumda biçilen kadınlık ve erkeklik rol algılamalarından kaynaklanmakta olduğu belirtilmiştir. Sosyal öğrenme kuramcıları erkeklerin yaşadıkları öfkeyi açıkça diğer bireylere aktardıklarını, kadınların ise öfkelerinin farkında olmalarının ve öfkelerini ifade etmelerinin toplum tarafından set çekildiğini belirtmişlerdir (Kenndy, 1992: 154-153).

Birey Merkezli Yaklaşım: Özmen’in belirttiğine göre (2001), birey merkezli yaklaşımda; insan doğası doğuştan iyidir ve çevresiyle iyi ilişkiler kurabilir. Bireyler, yaşantıları boyunca yaşadığı hoş olmayan olaylar neticesinde, diğer kişilere yönelik, bencil, öfkeli ve düşmancıl tavırlar takınabilir. Bu yaklaşıma göre öfke hissinin, insanların hayatında bir işlevi vardır. Öfkenin insanın hayatında hangi fonksiyonu gerçekleştirdiğinin bilinmesi önemlidir. Bu sebeple kişi için öfkenin hayatındaki yerinin algılanıp açıklığa kavuşturularak kendisinin bunu ortaya koyması zaruridir.

Birey merkezli yaklaşımda, öfke hissi ve bu hissin neticesinde açığa çıkan reaksiyonlar, bireylerin benlik saygısının azalmasına sebep olan kırıcı olay ve durumlara karşı gösterilen bir tepki şeklinde görülmektedir.

Geştalt Yaklaşımı: Koçak’ın belirttiğine göre (2008), geştalt yaklaşımı; kişilerin sona erdirilmemiş işlerini bitirebilmesi, sorumluluklarını yerine getirebilmesi ve farkındalık kazanması ana ilkelerine dayalı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımda şekil-zemin, fon-figür ilişkilerinin içeriklerine bakmak gerekir. Kişilik açısından bakıldığında şekil, zeminden çıktığı halde çözümlenmemişse, kişilerin öfke, nefret, düşmanlık ve suçluluk gibi açığa çıkmamış olan hislerinde bitirilmemiş işler olduğu ortaya çıkar. Bu

hisler, hakiki bir farkında oluş halinde yaşanmadığı için, kişiliğin görünmeyen kısmında kalır. Bireyin kendi içinde ya da diğerleriyle etkin bir şekilde ilişki kurmasını engelleyerek şimdiki yaşama taşınırlar.

Bilişsel Davranışçı Yaklaşım; Öfkenin meydana gelmesinde zihinsel boyutun önemli olduğunu öne sürmektedir. Bu yaklaşım öfke ve düşmanlığın meydana gelmesinde bireyin algılamaları, beklentileri ve değerlendirmelerinin etken rol oynadığını belirtmektedir (Edmondson ve Conger, 1996: 267). Akılcı Duygusal Yaklaşım kuramında Albert Ellis, duygu ve tepki oluşumunu ABC modeli ile açıklamaktadır. Bu modele göre A kişinin yaşadığı olayı temsil eder. B kişinin A hakkındaki düşünce ve inançlarından teşkil olmuştur. C kişinin bu olay örüntüsü sonunda verdiği duygusal ya da davranışsal tepkilerdir. Bu kurama göre gerçekte A’nın C’yi etkilediği kanısının aksine aslında B, C’yi etkilemektedir. Yani olayın kendisinden ziyade olayla ilgili düşünce biçimimiz ya da inançlarımız o konudaki duygu ve davranışlarımızı üzerinde etki sahibidir. Bu her konuda olduğu gibi öfke konusunda da böyledir. Ellis de mantıkdışı ya da akılcı olmayan düşünce yapısının öfke ve düşmanlığın ortaya çıkmasında etkili olduğunu savunmuştur (Nelson-Jones, 1982: 48-50).

Ellis’in Akılcı Duygusal Davranışçı Terapi modelinden ilham alan Kassinove ve Tafrate (2002) öfkeyi farklı ve ayrıntılı şekilde tanımlamışlardır. Kassinove ve Tafrate’a (2002) göre, öfke oluşum sürecinde en önemli kavramlardan biri tetikleyicilerdir. Tetikleyiciler genellikle esasen hoşlanılmayan, kimi zaman beklenmedik ve katalizör görevi gören olay veya davranışlardır. Öfke ise çoğunlukla, tetikleyici üzerinde çeşitli değerlendirilmeler yapılmasının ardından meydana çıkar.

Öfkeye sebep olan ana değerlendirme hataları şöyle sıralanabilir:

1-Tetikleyicinin taraflı biçimde değerlendirilmesi; Bu çoğunlukla durum ya da olaylara tek yönlü olarak adaletsizlik veya yanlışlık şeklinde bakılmasıdır.

2- Falcılık; olayları, durumları, her zaman olumsuz, kötü ve felaket bir biçimde algılayıp gelecekte de öyle olacağına inanmaktır.

3- Düşük engellenme payı; Sıkıntı yaratan olayların hayatın seyri içindeki bir bölümü veya halledilebilir bir yeri olduğunu bilip buna göre davranmak yerine, içinden çıkılmaz veya katlanılamaz bir döngü olarak algılanmasıdır.

4- Talepkârlık; Bireylerin, taleplerinin karşılanması gerektiği konusunda bir düşüncesinin olması ve karşılamayan bütün durumları geçersiz sayıp dışlamasıdır. Bu

özellikle bireyin “olmalı, gelmeli, yapılmak zorunda” gibi örneklerdeki gibi söylenen sözlerinden anlaşılabilmektedir.

5- Diğer kişileri negatif değerlendirme; Bireyin öfke ve düşmanlık beslediği kişiye karşı aşırı derecede olumsuz nitelemelerde ve atıflarda bulunma durumudur.

6- Kendini negatif değerlendirme; Bireyin kendi hakkında olumsuz bir değer atfedip kötüleme yatkınlığında olmasıdır. Bu durumda öfke ve düşmanlığa sahip bireyler yalnızca diğer kişilere karşı değil kendi benliklerine karşı da orantısız derecede eleştiri ve aşağılama eğiliminde olmaktadırlar (Edmondson ve Conger, 1996).