• Sonuç bulunamadı

4.3. Uyanış Dergisi’nde Eğitim Sorunlarına İlişkin Görüş ve Öneriler

4.3.1.4. Öğretim metotları üzerine görüşler. Uyanış Dergisi’nde öğretim metotları

hakkında öğrenci merkezli bir metot uygulanmasının daha verimli olacağı savunulmuştur.

Öğretmen merkezli, ezbere dayalı klasik eğitim tarzı eleştirilmiştir. Gözlem ve deneye dayalı, yaparak ve yaşayarak öğrenme biçiminde bir eğitim tarzı benimsenmiştir.

Arkayın, grup öğretimi ile ilgili makalesinde ABD ‘de uygulanan grup eğitimiyle ilgili örnekler vermiştir. “Ridge wood high school” adlı okulda çalışma tarzının çalışma grupları halinde öğretim yaptığını belirtmiştir. Buna göre:

Büyük grup öğretimi: 100-300 kişilik gruplarda takrir yöntemi ile eğitim Seminer gruplarında öğretim: 3-15-20 kişilik

Laboratuvar Öğretimi: 15- 20 kişilik öğrenci grubu

Şahsi Çalışmalar: Öğrencinin kendi ilgisi doğrultusunda çalışmalar yapılması Büyük grupta alanında yetkili bir öğretmen büyük bir dershanede çok kalabalık bir öğrenci grubuna takrir yöntemiyle ders verir. Seminer gruplarında ise öğretmen sadece kontrolcüdür. Gruplar aralarında seçilen bir başkan tarafından idare edilir. Üzerinde çalışacakları konular önceden kendilerine bildirilir. Öğretmen gözlemcidir. Öğrencilerin çalışmalarını takip eder. Laboratuvarlarda 15’er kişilik gruplar halinde çalışılır. Okul

laboratuarları araları irtibatlı ikişer salondan meydana geldiği için, öğretmen birinden diğerine gidip gelerek aynı zamanda iki grubun çalışmasını sağlar. Şahsi çalışmalar ise, öğrenciler serbest araştırma ve proje odalarında istediği kadar kalıp çalışabilirler. Bu odalar televizyon, telofon, radyo, telgraf, çizim, teknik resim, vs. için hazırlanmıştır. Arkayın böyle bir grup

çalışmasının Türkiye’deki okullarda uygulanmasının gerekli olduğunu; fakat geniş okul binası ve fazla öğretim malzemesine ihtiyaç olduğu için bu metodun uygulanmasının zor olduğunu belirtmiştir (1967, S.40: 20).

Toprak, klasik eğitim tarzını uygulayan öğretmenin, sınıfta bulunan ve gerçekte her biri ayrı bir birey, özel bir kişilik olan ve diğer çocuklardan tamamıyla farklı olan bütün çocukları ortalama bir çocuk tipine, soyut ve genel bir çocuk kavramına dönüştürdüğünü vurgulamıştır. Bütün çocukların çalışmalarını, davranışlarını bu soyut ve genel çocuğa, bu ortalama çocuk tipine göre değerlendirildiğini belirtmiştir. Bu bakımdan öğretmene ve

yöneticiye göre en iyi, en ideal ve örnek öğrencinin orta derecede bir zekâya sahip olan; fakat son derece itaatli olan, okul ve disiplin yönetmeliğine tamamıyla uyan, dersleri gayet iyi ezberleyen ve öğretmen istediği zamanda olduğu gibi yineleyen, kişiliği olmayan, soru sormayan öğrenci olduğunu ifade etmiştir. Özel bir yeteneğe ve üstünlüğe sahip olan ve öğretmen kendisiyle ilgilenmediği için dersin havasını bozan, gürültü eden, arkadaşlarıyla kavga eden, disiplin yönetmeliğine uymayan öğrencinin geçimsiz, asi, dik kafalı, uyumsuz ve tehlikeli bir öğrenci olarak kabul edildiğini dile getirmiştir. Klasik eğitim tarzına karşın modern eğitimin çocuk, psikoloji, sosyoloji ve felsefenin verilerine dayanarak sınıf, okul, aile ve toplum ilişkilerini bir bütün halinde, bir birey ve bir kişilik hainde incelediğini ifade etmiştir (1976, S.131-132: 12-13).

Kolçak, rejimi demokrasi olan bir devletin eğitim düzeninin ve disiplin tarzının

otokratik değil demokratik olması gerektiğini sınıfların kalabalık olmasının buna hiçbir zaman imkân vermediğini, bu sebeple anaokulundan üniversiteye kadar demokratik eğitim birliği sağlanması gerektiğini belirtmiştir. Aynı makalede formal disiplin teorisi eleştirilmiş. Klasik metotlardan daha çok modern bilimsel öğrenme teorilerinin kullanılması gerektiğini

savunmuştur. “Gerçek öğrenme yolları başkadır: Gözlemsiz, deneysiz, araştırmasız,

incelemesiz, uygulamasız, tartışmasız ve yaşantısız öğrenilen şeyler, benliğimize sinmezler ve hayatımızda kolayca kullanılabilecek birer cihaz haline gelemezler.” (1964, S.13: 3-4).

Burdurlu “Özlenen Öğretmen” adlı makalesinde ezberci eğitim anlayışını uygulayan öğretmenlerin tam anlamıyla başarılı olamayacağını eğitimin amacının ezberleyen çocuk değil; anlayan, yaratan ve üreten çocuk yetiştirmek olduğunu, ezberci bir yöntemi terk edip öğrenciye yaptırarak ve yaşatarak öğretmenin önemli olduğunu ifade etmektedir. Öğrenciye kendi kendine yaptıklarıyla öğrenme yeteneği kazandırmak gerektiğini ifade etmiştir. Bir öğretmenin öğrencilerin hünerlerini, sanat yeteneklerini, insanlıklarını ve karakter

özelliklerini tanıması ve geliştirmesi gerektiğini vurgulamıştır (1965, S.25-26: 3-3).

Beşer, elli yıl önce okul denince akla medreselerin geldiğini; fakat medrese dışı batıya az çok dönük okulların da bulunduğunu söylemiştir. Uygulamada, metodlarda, özellikle eğitim-öğretim görüş ve amaçlarında benzerlikler bulunduğunu belirtmiştir. Genellikle zor konular öğretimde ezbercilik, şiddet, dayak, öğrencinin kişilik gelişimlerine değer vermeden çalışmanın yaygın olduğunu söylemiştir. Bunların nedenlerini eğitimcilerin orta çağdan beri sürüp gelen şu düşüncelerine bağlamıştır: “İnsanın zihin yapısı melekelere ayrılır. Bunların birisinden öbürüsüne geçiş yapılamaz. Melekelerden birisini güçlendirmek için öğrenciler en zor konular üstünde çalıştırılır. Örneğin hafızayı güçlendirmek için öğrenciye çok karışık metinler, rakamlar ezberletilir. Eğitim-öğretim çocuğun kişiliğini değil, melekelerini

geliştirmeyi amaç edinir. Ayrıca çocuğun doğuştan iyi ve kötü özelliklerle doğduğu, iyilerin teşvik edilmesi, kötülerinin de görüldüğü yerde yok edilmesi gereklidir. Tembellik, yalancılık, hırsızlık gibi kötü davranışı görülen öğrenciye bunlardan uzaklaşması için çok şiddetli cezalar uygulanır.’’ . Beşer aynı makalesinde İlkçağın Mezopotamya medeniyetindeki öğretim

metodunun 20.yy’ın başına kadar aynı biçimde uygulandığını örneğin Babilli öğretmenin öğrencilere konuyu takrirle anlattığını ve not yazdırdığını belirtmiştir. Bunun nedenini ise

öğrencinin tanınmıyor oluşu ve uygulamaların ona göre ayarlanmıyor oluşu olarak görmüştür (1974, S.115: 4-7).

Beşer, 1908’den sonra İstanbul Öğretmen Okulunda görev alan Mustafa Satı Bey ve İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun cumhuriyet öncesi eğitim anlayışında modern programlar ve modern eğitim metodlarını başarılı bir şekilde uyguladığını ifade etmiştir. Satı Bey’in okuluna öğrencileri yazılı veya sözlü sınavlardan geçirerek aldığını, öğretmen adaylarına uygulamalar yaptırdığını, öğrencilerin aktif metodlarla çalışmasına, iş derslerinde el maharetlerini

geliştirmesine öncelik tanıdığını ifade etmiştir ( 1974, S.115: 4).

Beşer, Atatürk’ün 1924’te asrın ünlü eğitimcilerinden John Dewey’i ülkemize davet ettiğini, John Dewey’in raporunda önerdiği esaslar doğrultusunda okul yapımı, program hazırlama, öğretmen yetiştirme, modern metod ve araçlarla çocuğa göre ders işleme gibi konularda yenilikler yapıldığını belirtmiştir. Yeniliklere öncü olarak ilkokul programlarından başlandığını sınıfların seviyesine uygun deney, gözlem, iş faaliyetleri, çevre olanaklarını tanıma; gezi, inceleme, konuları araçlı gereçli somutlaştırarak işleme, öğretmen yerine etkinlikleri öğrenci tarafından sürdürme, sınıf çalışmaları yanında grup ve ferdi çalışmalara yer verme bu programla birlikte geldiğini belirtmiştir ( 1974, S.115: 4-7).

Ak, televizyonun bir eğitim materyali olarak kullanılabileceğini; fakat televizyonun ev, okul ve işyerlerinde hızla çoğalmaya başladığını bu durumun çocuklar için bazı sakıncalar doğurduğunu ifade etmiştir. Çocukların televizyon başında fazla kalmasının doğru olmadığını, çocuklar için ailelerin kontrolünün önemli olduğunu dile getirmiştir. Okul öncesi ya da

ilkokul çağındaki çocuklar için masal, çizgi filmleri, hayvan ve tabiat âlemi ile ilgili yayınları izlemelerini tavsiye etmiştir. Orta dereceli okullarda ise eğitici ya da seviyesine uygun

görülebilen yayınların izlenmesini faydalı görmüştür ( 1975, S.119: 3).