• Sonuç bulunamadı

A. İlim Tahsili, Hocaları, Okuduğu Eserler

2. Öğrencileri

Ebû Saîd Hâdimî birçok talebe yetiştirmiştir.Yaşar Sarıkaya kitabında talebelerinden 72 tanesini tespit ettiğini belirtir ve bunların isimlerini verir. Bunlar içerisinde "Ayaklı Kütüphane" lakabıyle anılan Müftîzade Muhammed Antakî, İsmail Gelenbevî, Muhammed b. Süleyman Kırkağâcî, Hafız Hasan Üskûbî, Hafız Osman Üskübî, Konyalı İsmail Hakkı, Gözübüyükzâde İbrahim Efendi, Hacı İsmail Kayserî ve kendi oğulları Sai’d, Abdullah, Mehmed Emin, Numan, Mustafa, Ali ve Halim gibi alimler vardır.

3. Hâdimî ve Tasavvuf

Hâdimî’nin tasavvuf ile ilgisinin tespiti ilmi şahsiyetinin ve hadisçi kimliğinin ortaya konması açısından önemlidir.

Tekkeler ve medreseler, İslam kültür tarihinde, birbirleri ile yarışan ve bazen de çatışan iki müessesedir. Kendilerine has yöntemlerle insanı ve toplumu eğitme iddiasındaki bu iki kurum, kendi anlayış ve metodlarını savunmak veya toplum nezdinde itibar kazanabilmek için zaman zaman biri diğerini itham etmiştir.

Bazı insanlar da vardır ki bu çatışmanın ötesine geçmiş, her iki müessesenin misyonunu da kendi bünyesinde, mezc etmiştir. Hâdimî bu kısım alimlerdendir.

18. asır bu yönden uygun bir dönemdir. 16. ve 17. yüzyıllarda yaşanan medrese-tekke çatışması bu asırda en aza inmiş, mezkur kurumlar arasında barış ve hoşgörü iklimi hüküm sürmüştür.1 Bunda Nakşibendiyyenin müceddidi kolu olan İmam Rabbanî kolunun prensiplerinden olan; "Şeyh olacak kimsenin ilim, sahibi olması sartı" bu yola giren kimsenin önce medrese yolundan geçmesini gerekli kılmıştır. Böylece her iki hali yaşayan kimseler çatışmayı değil barışı gözetmişlerdir. Hâdimî de bu yolun temsilcilerindendir.

Hâdimî hem bir müderris, hem de şeyhtir. Mezar taşındaki kitabede "Kutbu’l-ârifîn, Gavsü’l-vâsılîn:" ifadeleri ancak erbab-ı tasavvufun mürşidleri için söylediği ifadelerdir. Tasavvuf ile alakalı yukarıda isimlerini saydığımız onlarca eseri vardır. Bunların tamamında, bir şeyhin müridlerine tavsiyelerini buluruz. Risale fî sülûki’n-Nakşıbendiyye isimli risalesinde ise bir tarikatın usulleri ortaya konmuştur. Ancak müderrislik yönü sufiliğinin daima önündedir. Bu yönü ile şöhret bulmuştur. Etrafındaki insanlar müridi değil tilmizidir. Nasihatlerini havi mektubunun hitab cümlesi "Mektubun mine’l-Hâdimî ilâ tilmîzih." dir. Medresesinde yüzlerce büyük alim yetiştirmiş, binlerce insana eğitim vermiştir. Tasavvufu

inkar etmediği gibi, kitaplarında sufilere geniş yer vermiş, onlardan nakiller yapmış hatta tasavvufi ekollerden biri hakkında bir de risale yazmıştır. Hiçbir zaman şeriatın sınırlarını aşmamış, haddi aşan, bir takım bid’atleri ihdas eden kimseleri de tenkid etmekten hiçbir zaman geri durmamıştır.

Halil İbrahim Şimşek kitabında, Hâdimî’nin babası Mustafa Efendi, Murad Buhâri ve Muhammed Hayât es-Sindî, Mastafa el-Hamevî tarikleri ile Muhammed Bahaeddin Nakşıbendiye ulaşan Nakşî meşayihinden olduğunu beyan eder ve tarikat silsilesini kaydeder.1

Hakikat ehlinin adabını ve hâlis tarikatın şartlarını anlattığı Risale fî sülüki’n-

Nakşıbendiyye isimli eserini, Dervişzade Mehmed Zeynelabidin Karamâni Arapça olarak

şerh etmiş daha sonra oğlu Mehmed Münip bazı açıklama ve ilaveler ile Tuhfetü’l-mülûk fî

irşâdi ehli’s-sülûk ismiyle Türkçe’ye çevirmiştir. Tasavvufa dair Şerh-u evrâdi’l-bahâiyye,

yine müridlerinin isteği ile kaleme aldığı Hidâyetü’t-tâlibîn isimli eseri, tasavvufi yakınlığı açısından zikre değer eserlerdir. Bu eser önce Farsça’ya tercüme edilmiş daha sonra Muhammed b. Veliyyüddin tarafından Tercüme-i hidâyeti’t-tâlibîn adı ile Türkçe’ye çevrilmiştir.2

el-Berîka isimli eseri başta olmak üzere bütün eserlerinde tasavvuf ehlinin öne

çıkardığı değerlere vurgu yapar. Tasavvufun içini kötülüklerden boşaltma ve güzellikler ile süsleme anlamına geldiğini, ilm-i tasavvufun, ilm-i ahlâk olduğunu dile getirir.3

Hâdimî’nin tasavvufi anlayışında ilim, gayret ve cehd vardır. Yorulmadan, çalışmadan ilim ve hikmete ulaşılamaz. "İlim teallüm iledir, fıkıh da tefakkuh iledir" sözünün izahında "Tefakkuh tekellüf ve yorgunluktur. Cahil mutasavvıfların vehmettikleri gibi tevhid nuru teallüm olmaksızın meydana gelmez." demektedir.4

Tasavvufi kanaatini belirtirken Gazâli’nin el-Münkız’ından nakiller yapar. "Bildim ki sûfîler Allah yolunun yolcularıdır. Onların yaşantıları en güzel yaşantıdır. Yolları en güzel yoldur. Bütün hikmet ehlinin hikmetleri, akıl ehlinin akılları birleşse, onların yollarında şer’a muhalif bir şey bulamazlar. Ondan daha güzel bir şey ortaya koyamazlar. Onların bütün amelleri Nebi’nin (s.a) yolundan alınmıştır. Çünkü onların kalpleri Allah’ın (c.c) gayrısından temizlenmiştir. Onların anahtarları Allah’ın zikrine dalmak ve onda fani olmaktır."

1 Şimşek Halil İbrahim, age, s.53-54 2 Mustafa Yayla, “Hâdimî”, DİA, XV, 24. 3 Hâdimî, Berîka, I, 20, 440.

Tasavvuf ehline böyle yakın duruşunun yanında bazı mutasavvıfların yanlış inanç ve itikatlarını tenkit eder ve doğru olanı ortaya koymaya çalışır.1 Mesela Birgivî, Tarîka’da mutasavvıfların ilim tahsil etmeden keşf ile ilim ve hikmete erdiklerini iddia etmelerini şiddetle tenkid etmiştir. O’nun bu konudaki tenkidini değerlendirirken, Birgivî’nin aslında tasavvufa karşı çıkmadığını, zira bu yolun Allah dostlarının yolu olduğunu, zahir ve batını bir araya getirdiğini, tıpkı kuşun iki kanadı gibi olduğunu, bâtının maksat, zahirin ise yol olduğunu anlatmaktadır.2

Ehl-i tasavvuf arasında mürsel hadislerin yaygın olduğunu, onların hasen hadisleri kabul ettiklerini, bu hadislerin ise zayıf olduğunu söyler. Hâdimî’ye göre bu kimseler hüsnü zanları sebebi ile bu hadisleri kabul etmişlerdir. Zira mutasavvıflara göre hüsn-ü zan vaciptir. Bu gerekçeyle mecruh, mestur ve mat’ûn kimselerden hadis almışlardır. Ehl-i hadisin ise bu tutumu kabul etmediklerini anlatır.3

Müctehidleri taklid etmekle ilgili bir konuda, fetva verecek kimselerde birtakım özellikler aranması gerektiğini, bu çağda (kendi yaşadığı dönemde) buna dikkat edilmediğini zayıf fetva kitapları ile hüküm verildiğini söyler ve bunlardan bazılarının isimlerini verir. Hâdimî’ye göre bu zayıf fetva kitaplarından bir kısmı şunlardır:"el-Hâvî, Câmiu’l-fetâvâ, el-

Fetâvâ es-sûfiyye, Ravzatü’l-mecâlis, Câmiu’l-fusûleyn, et-Teshîl."

Ona göre Hadis kitaplarının en sahihi Buhârî sonra Müslimin Sahih’i sonra Kütüb-i

sitte'nin diğer kalanlarıdır. Zayıf hadis ile, kıyasın muktezasına ve sahih bir hadise muhalif

olmadıkça amel edilebilir. Mevzu hadis ile amel etmek caiz değildir sadece mevzu olduğuna işaret ile rivayet edilebilir.4

Tasavvuf ehli, Hâdimî’ye sahip çıkmışlar, kitaplarını kendi aralarında tavsiye etmişler ve yapılan çeşitli tenkitlere karşı onu savunmuşlardır. Bunun sebebi elbette ki Hâdimî’nin tasavvufa sıcak bakışı ve alâkasıdır.

Burada Hâdimî’nin hayatını anlatan bazı biyografi kitaplarına girmiş olan bir menkıbeden bahsetmek gerekir. Bu menkıbe Osmanlı sultanlarından III. Ahmet ve I. Mahmut dönemlerinde Dârü’s-saâde ağası görevi ile sarayda bulunmuş olan Beşir Ağa’ya dayandırılır.5

1 Hâdimî, age. I, 152, 153 2 Hâdimî, age. I, 144 3 Hâdimî, age. I, 688 4 Hâdimî, age. I, 488

Eski Hadim Müftüsü Ahmed Saîd Hadimîoğlu’nun Ebû’l-ûlâ Mardin’e yazdığı mektubta bu menkıbeyi şöyle anlatır. "Hacı Beşir Ağa Hicaz'da bulunduğu sırada Medîne-i Münevvere’nin Harem ağalığı vazîfesinde de bulunmuştu. Birgün Padişah I. Mahmud ile mülakat esnasında Padişah, Hacı Beşir Ağa’ya Harem-i Şerif’te ne kadar kaldığını, bu müddet zarfında harikulade ne gibi sırlara muttalî olduğunu sual edince Hacı Beşir Ağa: "Harem-i Şeirf'te geçirdiğim bu sürede fevkalâde olarak üç hale muttali oldum" der ve bu üç halden birisini şöyle anlatır: "Ravza-i Mutahhare'deki Cibril kapısı gecenin seher vaktine yakın bir zamanda aralanırdı. Gireni anlamak ve tecessüs etmek istedim. Fakat vücûduma arız olan rehâvet ve durgunluk neticesi, içeri giren zâtın kim olduğuna muttalî olamıyordum. Bir gece yine Cibrîl kapısı açıldı. Hemen kapıya koştum. Ben kapıda iken içeri bir zat girdi. Giren zâta, kim ve nereli olduğunu sordum. Konya mülhakatından olup Hâdimî Muhammed Efendi olduğunu haber verdi. Sebebi ziyaretini sual ettim. "İmam Birgivî’nin et-Tarîkâtü’l-

Muhammediyye’sini şerh ediyorum; şüphe ettiğim bazı hadislerin Fem-i Saâdetten şeref-

südûr buyrulup buyrulmadığını Rûh-u Peygamberî’den isticvâb ve istîlam için geldim" deyince müşârun ileyhi odama götürdüm. Bir müddet kaldıktan sonra, Mescid-i Nebî’de sabah namazını kılıp gitmesini söylemiş isem de "Memleketimde imamet vazifem var, müsâde buyurun" dedi ve ayrıldı gitti. Bu ilk görüşmeden sonra arada gelir görüşürdük" deyince Padişah, Hacı Beşir Ağa’nın bu sözünün doğruluğuna kanaat getirmek için Ebû Saîd Hâdimî’yi İstanbul’a davet etti.

Hâdimî İstanbul’a vardığında, Padişah yaş, baş, şekil ve sîmaca benzerliği olan birkaç zâtı bir araya koyduktan sonra Hacı Beşir Ağa’yı çağırır ve bu zâtları gösterir. Hacı Beşir Ağa'nın bu zâtlar arasında doğruca Ebû Saîd Hâdimî’nin yanına giderek "Hoş geldin." diye selamlaması Padişâh’ı hayrette bırakır. Padişah Hacı Beşir Ağa’nın Hâdimî hakkında hikaye ettiği vakıaya inanır ve mutmaîn olur.1

Bu suretle de Hâdimî’nin yüceliğini anlayan Padişah, onun İstanbul’da bulunduğu sürede, sohbetlerinden faydalanmak ister. Şehrin ileri gelen alimlerini de davet ederek,

nasbedilmiş, 1713 senesinde Dârü's-saâde ağası Süleyman Ağa ile Kıbrıs adasına sürgüne gönderilmiş, sonra Mısır'a oradan da Hicaz'a geçmiş ve orada Şeyhu'l-Harem olarak hizmet ifa etmiştir. III. Ahmet' in saltanatı döneminde 1717'de tekrar İstanbul'a çağrılarak Dârü's Saâde ağası olarak görevlendirilmiş, I. Mahmud döneminde de bu görevde ibka edilmiştir. 13 yıl III. Ahmed döneminde 16 yıl I. Mahmut döneminde olmak üzere 29 yıl harem ağalığı görevi yapmıştır.Özellikle I. Mahmut döneminde fevkalade nüfuz kazanmış, devletin sözü geçen zevatından olmuştur." Özcan, Abdülkadir, "BeşirAğa", DİA V, 555; Özönder, Hasan, Konya Velîleri, 188

huzurunda Hâdimî’nin ders takrir etmesini ister. Böylece Hâdimî huzurda ilk ders takrir etme mazhariyetine de nail olur."1

Bu menkıbede Hâdimî'nin kerametiyle ilgili anlatılan husus el-Berîka ile ilişkilendirilmektedir. Bazı tasavvufî cemaatlere göre el-Berîka'daki hadislerin her biri Rasûlullah’ın (s.a) onayı alınarak kitaba alınmıştır. Böyle bir şey doğru değildir. Çünkü el-

Berîika’yı okuduğumuz zaman görürüz ki hadislerin büyük çoğunluğunda, özellikle Tarîka’da geçen hadislerin tamamında rivayet kitaplarından rical ve tahric kitaplarından

değerlendirmeler nakledilerek sahihtir, hasendir, zayıftır ve mevzudur hükümleri serd edilmektedir. Bu hadislerin değerlendirmelerinde asla manevi işaretlerden söz edilmez. Bunun ötesinde, helaller ve haramlar noktasında şeriatın zahirinin esas olduğunu rüyada, düşte gelen ilham ve benzeri şeylerin, şayet nassın zahirine ters ise dalalet ve şeytandan olan

havâtır olduğunu beyan eder.2 Sahabe kelimesi ile ilgili açıklamada Rasûlullah’ı rüyada gören kimsenin sahabe olamıyacağını, bunun manevi bir hal olduğunu, dünyevi ahkamın zahire göre olacağını söyler.3 Hâdimî, fakihlik yönü öne çıkmış bir zattır. Meselelerdeki en ince ayrıntıları ile akıl terazisinde tartar ve hükmü ona göre verir. Şayet bir hadis İslam’ın zahirine ters ise veya kaynaklarda hadisin senedindeki râvîler hakkında olumsuz bir nakil var ise bu hadisin hüccet olarak değerlendirilemeyeceğini, zayıf hadis ile ilgili yazmış olduğu risalesinde apaçık beyan etmektedir.4

Benzer Belgeler