• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM IV 4 KURAMSAL TEMELLER

4.4 Çini İle İlgili Bilgiler

Çini sözcüğü, geniş anlamıyla aynı biçimde yapılan tabak, kâse, testi gibi çanak, çömlek için kullanılır. Osmanlılar; levha durumundaki çini için ‘kaşi’ , çanak, çömlek için de ‘çini’ sözcüklerini kullanarak bu iki türü birbirinden ayırmışlardır. (A.B.A:1994:164)

Çini; çeşitli biçimlerdeki levhaların renklendirilip sınıflandırarak fırınlanması sonucu eriyen sırın çini hamurundan yapılmış levha üzerinde meydana getirdiği saydam tabakanın oluşturduğu solmayan bir renklilik sağlayan süsleme öğesidir.

Eserleri çini ile süslemek ilk kez M.Ö. 3000 yılının ilk yarısında Mısır’da Sakara mezar piramitlerinde görülmüştür. Büyük bir boşluktan sonra M.Ö XII.-VI. yüzyıllar arasında Mezopotamya’da Asurluların renkli sır ve kabartmalı çiniler kullandıklarını görüyoruz. İran’da M.Ö XII.-IX. yüzyıllar arasında Elam Krallarının Susa’daki eserlerini figürlü çinilerle süslediklerini görüyoruz. Anadolu’da ise M.Ö. VIII.-VI. yüzyıllar arasında Frigler’in hafif kabartmalı pişmiş toprak plakaların üzerini çiniye benzer şekilde boyayarak süslediklerini izliyoruz. Anadolu’da ilk sırlı çini kullanımını X. yüzyılda İstanbul’da Bizans mimarisinde buluyoruz. (Öney,1987:13)

Anadolu Türk çini ve seramik sanatı özellikle XIII. ve XIX. yüzyıllar arasında büyük yenilikler getirmiş, çeşitli teknik, renk ve desenlerle dünyaca ün yapmıştır. Mimariye bağlı olarak gelişen çini sanatı Anadolu’ya Selçuklularla girmiş, çeşitli tekniklerle en güzel ve başarılı örneklerini vermiş, Osmanlı sanatında yeni atılımlarla daha da zenginleşmiştir. (Öney,1977:7)

Anadolu çiniciliği, genellikle Orta Asya, Selçuklular ve Beylikler Dönemi ile Osmanlı Dönemi etkisi olarak üç evrede ele alınır. (Çobanlı,2010:1)

Türkler Orta Asyada ki Kaşan şehrinden dolayı çiniye ‘kaşi’ demişlerdir. Kaşan şehrinde yapılan kazılarda bulunan fırın atıkları ve çini parçaları Türklerin çini sanatı ile ilgili eserler verdiğini göstermektedir. Orta Asyada ki Hunlar, Karahanlılar, Uygurlar ve Gazneliler çini sanatını kitabelerde ve binalarda yapı malzemesi olarak kullanmışlardır. (Y.R.A,1993:124)

XIV. yüzyıl Anadolu Selçuklu mimarisinin en özgün çini örnekleri Konya, Sivas, Erzurum, Amasya ve Tokat mimarilerinde görülür. (Y.R.A,1993:124)

Selçuklu ve Beylikler dönemi çinilerinde ‘mavi-beyaz’ ve ‘turkuaz-mavi’ grubuna giren motifler kullanılmıştır. Geometrik anlatımlar ise doruk noktasındadır. Anadolu Selçuklularının yaygın olarak kullandığı çini duvar kaplama tekniği mozaik çiniler Anadolu çiniciliğinin en görkemli örneklerindendir. Mozaik çini küçük parçalardan oluşur ve her parça için ayrı fırınlama, bezeme ve renklendirme gerekir. Selçuklu çinileri; üzerlerinde insan, hayvan ve bitki figürlerinin olduğu ve genellikle altıgen, sekizgen ya da haça benzeyen levhalardan oluşmuştur. Orta Asya etkisinin egemen olduğu çinilerde kartal pençesi, kuğuların baş hareketleri, kuş gagaları ve hayvan kulakları gibi figürler bolca kabul edilmiştir. (Çobanlı,2010:1)

Selçuklu dönemi dini yapılarında geometrik kompozisyonların yanında, rumi ve palmet gibi soyut bitkisel motifli kıvrık dallara da yer vermişlerdir. Ayrıca, çok etkili iri kufî ve sülüs yazılarla yapılan süsleme de önemli bir yer tutar. (Yetkin, 1986,83)

XV. yüzyıl Beylikler devrinde önemli çini merkezleri; Konya, İznik, Bursa ve Kütahya’dır. (Y.R.A,1993:124)

Beylikler döneminde çininin kullanımı, Selçuklulardaki kadar görkemli değildir. Ama bazı örneklerde, bu sanatın yine de başarısını sürdürdüğü görülür. Mozaik çininin beşgen levhalar halinde uygulanmış oluşu da teknik bir özelliği gözler önüne serer. (Yetkin, 1986,83)

Osmanlı Döneminde ise yeni teknik ve üsluplar geliştirilmiştir. Bu dönemin önemli çini merkezleri Bursa, İznik, Kütahya ve İstanbul’dur. Özellikle İznik XVI. yüzyıl ortalarında en parlak dönemine ulaşan çinicilikten dolayı kent ‘Çinili İznik’ adıyla anılmıştır. (Çobanlı,2010:1)

XV. yüzyılın renkli sırla boyama tekniği, XVI. yüzyılda, özellikle de İstanbul’da sürer. XVI. yüzyılın ikinci yarısından sonra tüm teknikler terk edilir. Yalnızca sıratlı diye adlandırılan teknik kullanılmaya başlanır. Bu teknikte çini levhalara önce bir astar çekilir, sonra istenen örnek dış çizgileri ile çizilir ve içleri arzulanan renklere boyanır. Hazırlanan çini levha, sır içine daldırılıp kurutulduktan sonra fırına verilir. Fırında ince bir cam tabakası halini alan saydam sırın altında tüm renkler parlak bir biçimde ortaya çıkar.

Bu dönemde ayrıca renklere ancak yarım yüzyıl kadar sürecek olan orijinal bir mercan kırmızısı da katılır. Çok kaliteli bir teknik ve zarif bir desen anlayışı ile yapılanbu çinilerde, artık natüralist bir anlayışla çizilmiş lale, sümbül, karanfil, gül ve gül goncası, süsen ve nergis gibi çeşitli çiçekler, üzüm salkımları, bahar açmış ağaçlar, servi hatta elma ağaçları, üstün bir yaratıcı güçle kompozisyonları zenginleştirir. Ayrıca, hançer biçiminde kıvrılmış sivri dişli yapraklar ve bunların arasında çeşitli duruşlarda kuş figürleri, kimi zaman dabazı efsane hayvanları yer alır. (Yetkin, 1986,83) Duvar çinilerinde görülmeyen insan figürleri, hayvan, bina, kalyon motifleri ve doğaüstü simgeler İznik çinilerinin başlıca bezemeleridir. Bu da Osmanlı çiniciliğine biçimsel anlamda yeni ve benzersiz bir nitelik kazandırmıştır. (Çobanlı,2010:1)

Yazı az miktarda geometrik geçmelerin dışında bezemede ağırlık bitkisel öğelerdedir. Lale, karanfil, gül, sümbül, narçiçeği, şakayık gibi çiçekler, sivri yapraklar, kıvrık dallar, rumiler, palmetler bunların bazılarıdır. Çini artık bir anlamda duvar resminin yerini almıştır. Desenler tek levhadan taşarak birçok levhadan oluşan panoları kaplamaya başlamıştır. (Ulama Çini) desen olarak en çok bahar açmış ağaç kullanılmıştır. (A.B.A,1992:478)

Çini desenlerinde sembolik motif olarak çintemani ve şemse motifi Osmanlı döneminde sevilerek uygulanmıştır. Cansız objeler de kullanılmıştır. Panolarda en sık kullanılan cansız obje motifleri vazo, testi, kâse ve saksı motifleridir. İçlerinden iri lale ve karanfillerin çıktığı ayaklı kâseler İznik işi, iri baklava motifli ve madalyonlu levhalar ise Kütahya işidir. (Çobanlı,2010:2)

XVII. yüzyıl başlarında klasik Osmanlı çiniciliği aynı desen zenginliğini sürdürse de daha katı, simetrik ve tek düze bir görünüm almıştır. Sırları donuk ve çatlaklıdır. XVI. yüzyılın ikinci yarısında beliren ünlü domates kırmızısı bir daha görünmemek üzere kaybolmuştur. Bu yüzyılın temel rengi hafif maviye kaçan yeşildir. Çiçek öğeleri hala kullanılmaktaysa da, servi ağacı gibi yeni bir motif ortaya çıkmıştır. Yalnız dinsel yapılardaki çinilerde görülen minyatür üslubunda yapılmış Kâbe desenli panolar da ilginçtir. (A.B.A,1992:478)

XVII. yüzyılın Kütahya çinileri İznik çinilerine göre daha ince sırlıdır. Bu dönem ürünleri genellikle koyu mavi ve tonları ile işlenen küçük çiçekler, damarlı yapraklar, ince dallar, ‘S’ biçimli çeşitli motifler, kanca yapraklar başlıca Kütahya motifleri olarak tanınır. (Çobanlı,2010:2)

XVII. yüzyıl Kütahya çinilerinin en iyi örneklerinden biri Üsküdar’da bulunan Çinili Cami çinileridir.

XVII. yüzyıl sonlarında Osmanlı çiniciliği özellikle teknik ve renk açısından bozulmaya başlamıştır. Bu çinilerde kirli mavi, yeşil, sarı, soluk kırmızı renkler kullanılmıştır.XVIII. yüzyıl başlarında İznik çiniciliği bir daha canlanamayarak son bulur. Sultan III. Ahmet ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa, Türk çini sanatını yeniden canlandırmak için girişimlerde bulunur. İstanbul Tekfur Sarayında, İznik’ten getirilen ustabaşı ve fırın malzemeleri ile yeni bir imalathane kurulur. Başlangıçta İznik çinilerinin benzerleri yapılır. Ancak bu deneme de çok kısa sürer ve 25 yıl sonra Tekfur Çiniciliği son bulur. Desen açısından İznik çinilerine benzemekle birlikte, Tekfur Sarayı çinilerinin yapım tekniği başarılı değildir. Sırlar mavi bir ton almış, çatlaklar belirmiş, renklerde de solma ve akmalar başlamıştır. Sır altı tekniğindeki bu çinilere o zamana kadar çini sanatında görülmeyen sarı ve turuncu da katılmıştır.Kısa ömürlü bu çabanın yanında Kütahya XVIII. yüzyıl boyunca tek çini merkezi olarak etkinliğini sürdürmüştür. Ama saray sanatının görkeminden uzak, daha çok halk sanatının şematik üslubuna göre oluşturulmuş, çiçek buketleri ve rozetler ortaya çıkmıştır. (Yetkin,1986:84) XVIII. yüzyılda İznik çini atölyelerinin bir daha kalkınmamak üzere son bulması, Kütahya imalathanesine yeni bir hız verir. Bu çiniler eski örneklerin kötü bir taklidinden ileriye gidemez. Sıraltı kırmızının yerini alan kahverengi ve sarı yeni renkler olarak dikkati çeker. Renkler yer yer birbirine karışır, zemin kirlidir ve sır kalitesi iyi değildir. Madalyonlar, karanfil buketleri, rumiler tekrarlanarak işlenir.(Öney,1977:70)

XVIII. yüzyılın sonları XIX. yüzyılın ilk yarısındaki durgunluk devresinden sonra Kütahya çini imalatı yeniden canlanmıştır. (Yetkin,1986:84)

Günümüzde ise çini sanatı Kütahya atölyelerinde geleneksel yöntemlerle halen yapılmaktadır.

4.4.1 Çinicilik ve Çini Yapımı

Yapıların özellikle duvarlarını süsleyerek kaplamak amacıyla yapılarak pişirilen geometrik biçimli ve küçük boyutlu, bir yüzü bezemeli ve sırlı levhalara çini, bu levhaları çeşitli tekniklerle hazırlama, boyayıp bezeme sanatına da çinicilik denir. (T.B.A,1998:323)

Çininin ana maddesi kildir. Ancak bu iş için kili içindeki yabancı maddelerden arındırıp katışıksız bir hale getirmek gerekir. Bunun için kil, su ile karıştırılır ve havuzda bekletilip süzdürülür. Böylece arı bir duruma getirilen kilin içine % 40 oranında kuvars, % 20 oranında kireç katılarak yoğunlaştırılır ve kalıplara dökülerek levha biçimi alması sağlanır. Sonra da bu levhalar özel fırınlarda pişirilir. Pişirme ısısı 700 °C ila 1000 °C arasında değişir. Bu iş bittikten sonra çininin renklendirilmesi için silkme yöntemi ile pişmiş kilin üzerine desen çizilir ve boyanır. Boyanın korunması, kalıcı olması için kilin üzerinin sırlanması gerekir. Sıvı durumda olan sır cam türünden bir ciladır. Daldırma, sulama ya da püskürtme yöntemleri ile sırlanan çini sırın sertleşmesini sağlamak amacıyla yeniden fırınlanır. Çini tek renkli olacaksa sırın renklendirilmesi gerekir. Bu sebeple sırın içine çeşitli maden oksitleri katılır. (T.B.A,1998:323)

Çini desenlerinin yapımında üç yöntem kullanılır;

1. Sıraltı Tekniği : Kapların fırınlanmadan önce bezenmesine dayanan tekniktir. Bu teknikte bezeme, yüksek ısıya dayanıklı boyalarla doğrudan kabın üzerine yapılır. Daha sonra üzerine sır çekilen kap, yüksek ısıda fırınlanır. Fırınlama sırasında sır saydamlaşır ve altındaki bezeme ortaya çıkar. Kobalt mavisi, yüksek ısıya en dayanıklı renk olduğu için sır altı bezemede en çok kullanılan renk olmuştur. Bu teknik daha çok Osmanlı dönemi çinilerinde kullanılmıştır.

2. Sırüstü Tekniği : Kapların fırınlandıktan sonra bezenmesine dayanan tekniktir. Genellikle saydam olmayan sırlar kullanılır. Sırın üzerine bezeme yapıldıktan sonra kap, düşük ısıda bir kez daha fırınlanır. Fırınlama sırasında desenler ısıyla yumuşayan sırın altına geçer. Bu teknik daha çok Selçuklu dönemi çinilerinde kullanılmıştır.

3. Minai Tekniği : Bu teknikte sıratlı ve sırüstü teknikleri birlikte kullanılır. İran’ da kullanılmaktadır.

(Çobanlı:2010: 3)

Benzer Belgeler