• Sonuç bulunamadı

Çevirinin insanoğlunun tarih sahnesine çıkışıyla kullanılmaya başlandığı söylenilmektedir.

İnsanların dili kullanmaya başlamasıyla birlikte, iletişim kurabilmek amacıyla çeviri kullanılmıştır. İlk çeviri etkinliğinin, yazının bulunuşuna kadar uzandığı tespitini yapan Yücel şunları ifade etmiştir: “Yazının en eski şekli Sümerler ’in resmi yazılarıdır ve Mezopotamya bölgesini kapsamaktadır. Bu tür yazılar 4500 yıllık toprak kitabelerde görülmektedir. Kazılar sayesinde ortaya çıkan bu yazılar üç dilden alınmış kelime listelerinden oluşmaktadır.”

(Yücel,2004, s.9)

14

“Eski Mısır’da çevirmenlerin saygın kişilerin yer aldığı sınıfta bulundukları görülmektedir.

Çevirmenler Eski Mısır’da aranan kişiler olarak görülmekteydi. Bu dönemdeki çeviriler sözlü olarak yapılarak cümlelerin kâtiplere yazdırılması biçimindeydi.

M.Ö 2.yüzyılda yazılmış olan Rosetta taşı çeviri tarihinde önemli bir yere sahiptir. Rosetta taşı 18. Yüzyılda çözümlenmiştir. Eski Yunanca, Hiyeroglif ve Eski Mısır dili olmak üzere üç dilde yazılmıştır. Rosetta taşı çeviri tarihi açısından önemli bir yere sahiptir.

Çeviribilimcilerin çoğu çeviri tarihini Cicero’dan itibaren kabul ederler çünkü ilk kez sözcüğü sözcüğüne çeviri ve anlamına göre çeviri bu dönemde ortaya çıkmıştır. Yazıcı da, “çeviri”

sözcüğünü ilk kullanan uygarlığın Roma uygarlığı olduğunu belirtmiştir. (2004, s.24). “Batı uygarlığının temeli olarak görülen Antik Yunan uygarlığı aslında aritmetik, geometri, astronomi ve tıpla ilgili bilgileri ilk kez Babil ve Mısır uygarlığından almıştır.” (Yazıcı, 2005, s.39)

7.yüzyılda Doğu’da yoğun bir çeviri etkinliği vardır. Araplar ve Yahudiler Hintçe, Farsça ve Yunancadan birçok bilimsel yapıtı Arapçaya çevirmişlerdir.

“Orta zamanda Garplılar, bu ateşli tercüme faaliyetleri ile İslam ve Yunan medeniyetlerini tanımaya başladılar. 13’üncü asır sonlarında gerek felsefe gere müspet ilimlerde büyük bir canlılık başladı.” (Ülken, 2009, s.201).

Ortaçağ’da Avrupa, kilisenin etkisinde karanlık bir dönem yaşamaktadır. Kitapların yakıldığı, bilime izin verilmeyen, tamamen kiliseye bağlı bir dönemdir. Bu dönemde Tanrı merkezli düşünce hâkimdir ve her düşünce tanrı merkezli olarak kabul ediliyordu. Bilimde, sanatta ve edebiyatta sınırlamalar mevcuttu. Dolayısıyla da çeviri faaliyetleri sadece kiliseye göre şekillenmiştir. Antik Yunan eserleri bu dönemde yasaklanmış durumdadır. Avrupalıların da Eski Yunan eserlerini keşfetmesi Arapça metinlerin aracılığıyla olmuştur. Toledo kentinin İspanya topraklarına katılmasıyla Toledo Okulu tarafından yapılan bu metinlerin Latinceye ve İspanyolcaya çevirileri sayesinde Avrupalılar bilim alanında önemli bilgiler edinmişlerdir. Bu durum da Rönesans’a bir ön hazırlık olmuştur. İncil’in İngilizceye tam olarak çevirisi bu dönemde John Wycliffe tarafından yapılmıştır.

15

Keşiflerle ve Rönesans hareketi ile birlikte antik eserlere de ilgi artmıştır. Böylece çevirinin önemi daha da artmıştır.

Matbaanın keşfi ile birlikte doğal olarak çeviri etkinliğinde de büyük bir artış meydana gelmiştir. Basılan ve çevrilen eserler artık daha büyük kitlelere ulaşabilme olanağı bulmuştur.

Artık yerel dillere çevrilen eserlerle, halk Yunan ve Doğu eserlerini okuyup anlama olanağı bulmuştur.

On altıncı yüzyılda, Alman din adamı Martin Luther, İncil’i Almancaya çevirerek kutsal kitabı halkın anlamasını sağlamıştır.

On altıncı yüzyılda Fransız düşünür Etienne Dolet “La Maniere de Bien Traduire une Langue en Autre” (Bir Dilen Diğer Bir Dile İyi Çeviri) adlı çalışmasıyla o dönemde bir çeviri kuramı oluşturmuş ve çevirmeni kaynak ve hedef dile hâkim olması ve çeviri metnin hedef kültürdeki tam ve doğru karşılığını bulması gerektiğini vurgulamıştır. (Yalçın, 2015, s.22)

“Elizabeth dönemi (1558-1603) İngilteresi’nde “büyük bir çeviri devri” başlamıştır ve mütercimler büyük bir gayretle çalışarak, geçmişteki kültür hazinelerini ülkelerine çeviri yoluyla aktarmışlardır.” (Aktaş, 1996, s.25)

Aydınlanma Çağı ile birlikte on sekizinci Yüzyılda çeviri etkinliği yine çok önemlidir. Bu dönemde yerel diller büyük bir gelişme göstermiştir. Aydınlanma hareketinde yerel dillerin önemi büyüktür. Bu dönemde de yerel dillere yönelik çeviriler yapılmıştır.

Yirminci yüzyılla birlikte uluslararası ilişkilerin artmasıyla çeviri gereksinimine duyulan ihtiyaç da önemli derecede artmıştır. İkinci Dünya Savaşı ile birlikte bu gereksinim doruğa ulaşmıştır. Bu dönemde çeviri kuramına yönelik gelişmeler hız kazanmıştır. Nazilerin yargılandığı Nürnberg mahkemelerindeki sözlü çeviri, çeviri tarihi açısından son derece önemlidir. Çevirinin iletişim yönü bu dönemde son derece anlaşılır hale gelmiştir. Yine İkinci Dünya Savaşı’nın ardından kurulan uluslararası kuruluşlar çeviri etkinliğinin önemini daha da arttırmıştır.

Bu dönemde, çevirinin kurumsal yapısı ile ilgili Eugene Nida’nın “Principles of Translation”

(Çevirinin Esasları) (1959) adlı eseri son derece önemlidir. Nida bu eserinde çevirinin tanımını yapmakta ve eşdeğerliliğin sağlanması gerektiğini vurgulamaktadır.

16

Newmark da “Approaches to Translation” (Çeviri Yaklaşımları) (1981) adlı eserinde çeviri kuramı geliştirerek çeviribilime katkıda bulunmuştur. Newmark “çeviri kuramının ne bir kuram ne de bir bilim olduğunu sadece sahip olduğumuz ve çeviri süreci konusunda sahip olmamız gereken bilgi yumağı” olduğunu düşünmektedir. (Newmark,1981, s.19)

Avrupa Birliği’nde üye ve aday ülke sayılarının artmasıyla birlikte çeviriye olan gereksinim de artmaktadır.

Avrupa Birliği’nde “Yazılı ve Sözlü Çeviri Organize Birimi” bulunmaktadır. Yazılı çeviri işleri için 1300 çevirmen kadrolu olarak çalışmaktadır ve 500 çevirmen de birliğe dışarıdan iş yapmaktadır. Ayrıca birlik gerekirse piyasada çalışan uzman ve çevirmenlerle de çalışmaktadır.

Sözlü çeviri işleri için Avrupa Birliği’nde 450 kadrolu çevirmen ve her gün 200-300 serbest çevirmene ihtiyaç vardır. Avrupa Birliği’nde her gün yaklaşık 50 toplantı yapılmaktadır ve bu toplantılarda sözlü çeviri yapılmaktadır. Yapılan çeviriler neredeyse tüm metin türlerini içermektedir. (Eruz, 2003, s.48)