• Sonuç bulunamadı

Dünya sisteminde ne zaman genel bir barış ortamı hâkim olsa realizmin öldüğü ve artık idealizmin hüküm süreceği ilan edilmiştir (Waltz, 2000: s.39-41). Soğuk Savaş sona erip ABD tek hegemon güç olarak ortaya çıktığında da bu eğilim kendini göstermiştir. Dünyanın büyük bir dönüşüm geçirdiği ve bu kapsamda liberal demokrasinin zaferini ilan ettiği, tarihin sona erdiği ve ABD’nin sonsuz barışı sağlayacağı bir dünyanın ortaya çıktığı iddia edilmiştir (Fukuyama, 2002: s.39-51). Ancak geçen zaman göstermiştir ki sonsuz barışın dünyada hâkim olması pek de mümkün olmamıştır. Savaşlar devam etmiş, devletler uluslararası sistemin temel ve vazgeçilmez aktörü olma özelliğini devam ettirmiş ve ulusal çıkarlar devletler için önemini korumuştur.

28

ABD bugün kuşkusuz dünyanın bir numaralı gücüdür. Ancak bu durum ne kadar sürecektir. Bugün, ABD’nin bu statüsünün Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla ortaya çıktığını ve bunun tek kutuplu bir an olduğunu ileri sürenler olduğu gibi ABD’nin hâlâ çok güçlü olduğunu ve bunun tek kutuplu bir çağ olduğunu iddia edenler de mevcuttur (Nye Jr., 2016: s.268).

Bugünkü uluslararası sistemde retoriğin idealizm ve liberalizme uygun, uygulamanın ise realizmi yansıttığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bilhassa büyük devletlerin devlet ve hükümet başkanları söylemlerinde daima uluslararası hukuka, insan haklarına, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne vurgu yaparlarken uluslararası gelişmeler bu idealist söylemlere uygun ortaya çıkmamaktadır. Örneğin, ABD her zaman demokrasiye vurgu yaparken Mısır’daki askerî darbeye açık bir tavır koymayabiliyor (Maher, 2014), insan haklarını her türlü mülahazanın üstünde tuttuğunu ifade ederken Suriye’deki trajediye müdahil olmaktan imtina edebiliyor (Henriksen, 2017: s.261-265), Irak ve Afganistan’a yönelik askerî müdahalelerde uluslararası hukuku askıya alabiliyor ve 11 Eylül 2001 sonrasında olduğu gibi kendi gibi düşünmeyenleri düşman ilan etmekten çekinmeyebiliyor (Chalmers, 2011). Görüldüğü gibi tek kutuplu sistemin hegemonu durumunda olan ve bugünkü dünya sisteminin temel parametrelerini belirleyen başat güç olan ABD ulusal çıkarları söz konusu olduğunda idealist söylemlerine rağmen realist bir uygulama içine girebilmektedir.

Diğer taraftan devletler birbirlerine açıkça savaş ilan etmiyor olsalar da günümüz dünyasında savaş hâlâ varlığını devam ettirmektedir. Dünyanın birçok bölgesinde çatışmalar devam etmekte ve 2014 yılında Rusya Ukrayna’nın Kırım bölgesini askerî kuvvetleri ile işgal edip ülkesinin bir parçası hâline getirebilmektedir. Bu durum da idealizmin sonsuz barış kavramından ne denli uzak olduğumuzu göstermektedir. Rusya’nın bu hukuk dışı işgali ise yalnızca ekonomik yaptırımlarla durdurulmaya çalışılmış ancak bu girişimler şu ana kadar pek de başarılı olamamıştır Rusya’nın uluslararası ticaret sistemine entegre bir devlet olduğu ve zenginliğini ve refahını bu ticarete borçlu olmasına rağmen ekonomik ve diplomatik yaptırımlar ulusal çıkarı olarak değerlendirdiği bir konuda bu konuyu göz ardı edebildiğini göstermiştir (Treisman, 2016: s.47-49).

29

Bugün dünya siyasetinde büyük değişiklikler gerçekleşmektedir. Bu değişiklikler büyük ölçüde yeni güçlerin ortaya çıkışı, ekonomik küreselleşmenin derinleşmesi ve terörizm gibi sınırları aşan şiddet hareketlerinden kaynaklanmaktadır (Paul, 2017: s.2). Yeni güçlerin ortaya çıkışı akla Hegemonik İstikrar Teorisi’ni getirmektedir. Bilhassa Soğuk Savaş sonrasında sistemin başat gücü olan ABD her açıdan gücünü yitirme emareleri vermektedir. Hegemonik İstikrar Teorisine göre yukarıda da ifade ettiğimiz gibi sistemin başat gücü serbest ticareti savunmakta ve liberal bir yaklaşım sergilemektedir. Ancak ABD bugün üretim ve teknolojideki üstünlüğünü yitirmenin verdiği kaygıyla serbest ticareti baltalayan girişimlerde bulunmaktadır. Teoriyi kanıtlar nitelikte yeni ortaya çıkan güç olan Çin ise çelişkili biçimde serbest ticareti savunur hâle gelmiştir (Elliott ve Wearden, 2017).

Aslında Soğuk Savaş sonrasında liberal demokrasinin zaferi ilan edilmiş ve tarihin sonunun da geldiği iddia edildiğinde ABD’nin sistemin başat gücü olduğunun da ilanı yapılmıştır (Fukuyama, 2002: s.39-51). ABD sistemi kontrol eden tek süper güç olarak uzun süre askerî, ekonomik ve teknolojik üstünlüğünü korumuştur. Hegemonik İstikrar Teorisi’ne göre bu üstünlüğün verdiği güç ve güvenle serbest ticareti desteklemiş ve liberal politikalar uygulamıştır. Bu kısa dönemde liberalizmin ileri sürdüğü gibi uluslararası siyasi etkileşim ve karşılıklı ekonomik bağımlılık neticesinde devletlerin anlaşmazlıkların çözümü sürecinde barışçıl hareket etmeyi tercih edileceği düşünülmüştür.

Görüldüğü gibi bugün her ne kadar değişik yapılar içinde yer alıyor olsalar da devletler realist teorinin öngördüğü biçimde uluslararası ilişkilerin temel aktörü olma özelliklerini sürdürmektedirler. Devletler her türlü örgütteki üyelikleri ve yer aldıkları ittifaklara katılımları konusunda ulusal çıkarlarını ön planda tutmaktadırlar. Ulusal çıkarlar ve güç bugünün dünyasında önemini sürdürmektedir. Uluslararası hukuk, hukukun üstünlüğü ve sonsuz barış gibi kavramlar ise daha ziyade söylemde kalmaktadır.

Bu açılardan değerlendirildiğinde günümüz uluslararası siyasal sisteminin salt herhangi bir teoriye uyduğu ve diğer temel teorilerden hiçbir iz taşımadığını ifade etmek doğru olmayacaktır. Bununla birlikte, bugünün uluslararası siyasal sisteminin

30

liberalizm/neoliberalizm izleri taşısa da daha ziyade realist teoriye, özelde de neorealizme daha yakın parametrelere sahip olduğu değerlendirilmektedir.

Henüz oldukça genç bir sosyal bilimler disiplini olan Uluslararası İlişkiler, bilhassa son 70 yılda kavramsal ve felsefi anlamda ciddi bir fikri dalgalanmaya sahne olmuştur. Uluslararası siyasal sistemi anlamaya, tahlil etmeye ve alacağı şekli tahmin etmeye çalışan tüm düşünürler sistemi analiz etmeye bugün de devam etmektedirler. Bu da uluslararası siyasal sisteme ilişkin teorilerin sayısındaki artışa yansımaktadır. Çalışmanın başında da belirtildiği gibi düşünürler ve teorisyenlerin zaman ve mekândan ayrı tutulması mümkün değildir. Düşünürler içinde bulundukları zamanın çocuklarıdır. Bu açıdan her teorisyen içinde bulunduğu konjonktürün ve mensubu olduğu devletin paradigmasını teorisine yansıtmaktadır.

Bununla birlikte ortaya çıkan yeni teorilerin temelinde klasik teorilerin bulunduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Uluslararası siyasetteki değişimlere, teknoloji ve toplumların ihtiyaçlarındaki gelişmelere bağlı olarak realizm ve idealizm gibi klasik ve kurucu teoriler diyebileceğimiz teoriler yeni şekiller almakta ve zaman zaman da birbirlerine yakınlaşmaktadırlar.

Bugün içinde yaşadığımız çağdaş uluslararası sistemin en iyi hangi teori vasıtasıyla açıklanabileceği sorusuna cevap vermek oldukça zor bir çabadır. Zira bu soruya cevap verebilmek için neredeyse yeni bir teori ortaya koymak gerekmektedir. Çünkü teorisyenlerin aslında yapmaya çalıştığı da budur: Uluslararası siyasal sistemi okumaya çalışmak, onu analiz etmek ve sistemin temel parametrelerini bilimsel bir çerçeve içinde ortaya koymak.

Bugünün dünyasının en büyük ikilemi retorik ile uygulama arasında inanılmaz bir farkın bulunmasıdır. Söylemde idealizm/liberalizmin hâkim olduğu açıkça görülmektedir. Sistemin parametrelerini belirleyen büyük devletler, yönetişimden, çoğulculuktan, demokrasiden, insan haklarından, uluslararası barıştan, uluslararası hukuktan, insan haklarından ve eşitlikten bahsetmekte ve bu idealist kavramları söylemlerinin ayrılmaz birer parçası hâline getirmektedirler. Ancak uygulamada hâlâ ulusal güç, özellikle de askerî güç, önemli bir araç kullanılmaktadır. Devletler ulusal çıkarlarını her türlü mülahazanın üstünde tutmaya devam etmektedirler. Askerî güç

31

kullanılırken ve ulusal çıkarlar ön planda tutulurken idealizm kavramları bunların kullanımında bir araç olarak kullanılmaktan öteye gitmemektedir.

Bu bağlamda, uluslararası siyasal sistemin bugün aldığı şekil değerlendirildiğinde idealizm/liberalizmin ilkelerinden izler görülse de en geçerli teorinin realizm, yapısal bakış açısı göz önüne alındığında da realizmin bir versiyonu olarak kabul edilen neorealizm olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.

1.2. SOĞUK SAVAŞ SONRASI GÜVENLİK ANLAYIŞINDA ORTAYA