• Sonuç bulunamadı

Âyetlerdeki Mutlak Lafızların Takyîd Edilmesi

Belgede Şâz kıraatler ve tefsire etkisi (sayfa 150-155)

A. Tefsire Etkisi Bakımından Sahih Kıraatler

3. Kıraat Farklılıklarının Âyetlere Kazandırdığı Anlamlar

3.5. Âyetlerdeki Mutlak Lafızların Takyîd Edilmesi

Kur‟an‟ın en önemli özelliklerinden biri de taĢıdığı mesajları sunuĢ tarzıdır. ġöyle ki, herhangi bir dilde yazılan bir metin o dile ait sınırlı ölçüde edebi ve sanatsal incelikleri kullanırken, Kur‟an Arap dilinde mevcut bütün dilsel özellikleri kullanmıĢtır. Bu özelliklere ilâve edilecek örnek kullanımlardan biri de mutlak ve mukkayyed kavramlarıdır. Bu kavramlar Kur‟an‟ı yorumlama ve O‟ndan hüküm çıkarmada hem müstakil olarak ve hem de birbirleriyle iliĢkileri çerçevesinde ciddi bir fonksiyona sahiptirler. Hatta bu iĢlevsellik sadece Kur‟an metniyle sınırlı olmayıp sünnet metinlerini de kapsayacak niteliktedir. Bu noktada mutlak ve mukayyedin

549 Buhârî, Fezâilü‟s-Sahâbe 9; Müslim, Fezâliü‟s-Sahâbe 34. 550

Ġslâm‟da savaĢın gerekçesi düĢmanın saldırı ve zulmüdür. Bu anlamda düĢman, Müslümanların yurtlarını basar, insanları hicrete zorlar, can, mal, din ve namus güvenliğini tehdit ederse bu durum savaĢı zorunlu kılar. Bu gibi ağır Ģartlar oluĢmadan, sırf ganimet, toprak elde etme amacıyla yapılacak olan savaĢ Ġslâm‟a göre meĢru değildir. Bkz. Bakara, 2/205; Nisâ, 4/94; Kasas, 28/83; ġura, 42/41-42.

137

fonksiyonu ve birbirleriyle olan iliĢkisine geçmeden önce bu kavramların anlamsal yönüne iĢaret etmek uygun olacaktır.

Sözlükte, muayyen olmayan, genel, sınırsız gibi anlamlara gelen551

mutlak kavramı terim olarak; “gayri muayyen bir ferdi veya fertleri gösteren ve herhangi bir sıfatla kayıtlanmıĢ olmayan lafız”552

Ģeklinde tanımlamıĢtır. Mutlak kavramının en yaygın kullanım alanı “nekre” tarzı kelime ve ifadelerdir.553

Meselâ “çocuk, kadın, adam, kitap, öğrenci” gibi kelimeler yanında “Bir köle azad etmek” ya da “Size kan

(ın yenmesi) haram kılındı”554

ifadeleri mutlak anlam ifade ederler. Bu ifadeler belli

bir yargı ifade etseler de bunlarla tam olarak neyin kastedildiği net değildir. Bu bağlamda bu mutlak ifadelerin anlam alanını takyîd edecek (sınırlayacak) bir baĢka kârîneye ihtiyaç vardır. Bu da mutlakın zıddı olan mukayed kavramıyla karĢılanır.555 Sözlükte, kayıtlanmıĢ, sınırlandırılmıĢ gibi anlamlara gelen mukkayyedin terim anlamı; “Bir kayıtla hakikate delalet eden lafızdır” ya da “Gayri muayyen bir ferdi veya fertleri gösteren ve herhangi bir sıfatla kayıtlanmıĢ olan lafızdır.” Meselâ yukarıda mutlak için verilen örneklerde geçen kelime ve ifadeler; “akıllı çocuk”, “maharetli kadın” ya da “(Mümin) bir köle azad etmek”, “Size akıtılmıĢ kanın

yenmesi haram kılındı”556

Ģeklinde takyîd edici ilâvelerle daha net ve anlaĢılır hâle gelirler.557

Mutlak ile mukayyed arasındaki iliĢki özellikle fıkıhçılar ve usulcüler tarafından kapsamlı bir incelemeye tabi tutulmuĢ ve bu iki kelimenin hangi Ģartlarda birbirini etkileyip etkilemediği belli kurallara bağlanmıĢtır. Bu anlamda mutlak ve mukkayed arasındaki en önemli iliĢki mutlakın mukayyede hamli meselesidir. Zîra mukayyed mutlakı her durumda takyîd etmez. Bu anlamda mutlakın mukayyede hamli için; her iki nassda yer alan hükmün ve bunun bağlı olduğu sebebin aynı olması gerekir. Bu durumda mukayyed nasla amel edilir. Bunun dıĢında, hem

551

ġafak, Ali, Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rehber Yayıncılık, Ankara, 1992, s. 361.

552 Koca, Ferhat, “Mutlak”, DĠA, 2006, XXXI/402-405.

553 el-Kattân, el-Mebâhis fî Ulûmi‟l-Kur‟ân, s. 345. 554 Mâide, 5/3

555

Musa Ġbrahim, Ulûmi‟l-Kur‟âni‟l-Kerîm, s. 171. 556

En‟am, 6/145.

557 Yenmesi haram olan kanın, akıtılmıĢ kan ile takyid edildiği konusunda ittifak vardır. GeniĢ bilgi için bkz. Ebû Zehra, Usûl, s. 171.

138

hükümler hem de hükümlerin bağlı olduğu sebepler farklı olursa; hükümler farklı ancak hükümlerin bağlı olduğu sebepler aynı olursa; hüküm bir, fakat hükmün dayandığı sebep farklı ise mutlak mukayyede hamledilmez. Her bir nasla ayrı ayrı amel edilir.558

Bu kavramlara kıraatler bağlamında bakıldığında; birbiriyle iliĢkilendirilecek olan mutlak ve mukayyed nassın kuvvet seviyesinin ya da sıhhat derecesinin aynı olup olmamasına göre farklı görüĢler serdedilmiĢtir. Bu anlamda bir kısım ġâfiî ve Mâlikîler, sahih kıraatlerin ancak kendisi gibi sahih kıraatlerle takyîd edilebileceği, böyle bir uygulamada Ģâz kıraatlerin kullanılamayacağı görüĢüne yer verilmiĢ, Hanefî ve Hanbelîler ise gerek sahih bir kıraatin sahih bir kıraati ve gerekse Ģâz bir kıraatin sahih bir kıraati takyîd edebileceğini savunmuĢtur.559

Zîra doğrudan Kur‟an‟la ya da Kur‟an‟daki her hangi bir hususla ilgili sahâbeden sahih nakillerle gelen bir bilginin muteber haber olma özelliği vardır ve bu tür rivâyetlerle de amel etmek gerekir.560 AĢağıda konuyla ilgili iki örnek uygulamaya yer verilmiĢtir.

Örnek 1. َ ِح َشَؾَػ َُبَؼ ْهِا ُُٗر َسبَّفَىَف َْبَّْ٠َ٤ا ُُُّرذَّمَػ بَِّث ُُوُز ِخاَئُ٠ ِٓىٌَ َٚ ُُْىِٔبَّْ٠َأ ِٟف ِْٛغٌٍَّبِث ُ ّللّا ُُُوُز ِخاَئُ٠ َلا َر َْٚأ ُُُْٙر َْٛغِو َْٚأ ُُْى١ٍَِْ٘أ

ٍَبَّ٠َأ ِخَثَلاَث َُبَ١ ِقَف ْذ ِدَ٠ ٌَُّْ ََّٓف ٍخَجَل َس ُش٠ ِشْس ُِّْٛؼْطُر بَِ ِوَع َْٚأ ِِْٓ َٓ١ِوبَغَِ “Allah,

kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek yahut onları giydirmek yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır.”561

558 Bu durum Hanefîlere göredir. Hanefîler dıĢındaki diğer mezhepler böyle bir durumda mutlakı mukayyede hamlederek amel ederler. Meselâ zıhâr keffâretiyle ilgili âyette mutlak olarak bir köleyi hürriyete kavuĢturmaktan söz edilirken (el-Mücâdile 58/3) hata ile adam öldürme fiilinin keffâreti hakkındaki âyette ise “mümin bir köle âzat etme” ifadesi kullanılmıĢtır (en-Nisâ 4/92). Hanefîler adam öldüren kiĢinin köle azad etmesini mutlak olarak alırken, diğer mezhepler mukayyed hükümle amel ederek azad edilecek olan kölenin mümin olması gerektiğini belirtmiĢlerdir. Bkz. Zekiyyüddîn ġa‟bân,

Usûlü‟l-Fıkhı‟l-Ġslâmî, s. 229; Abdülkerim Zeydân, el-Vecîz fi Usuli‟l-Fıkıh, s. 234-238; Koca, Ferhat,

“Mutlak”, DĠA, 2006, XXXI/402-405.

559 Serahsî, Usûl, I/269, 281; Nesefî, KeĢfü‟l-Esrâr ġerhi‟l-Musannef ale‟l-Menâr, Dârü‟l-Kütübi‟l- Ġlmiyye, Beyrut, 1986, s. 427; Âmidî, Ali b. Muhâmmed, el-Ġhkâm fi Usûli‟l-Ahkâm, (thk. Ehedü‟l- Efâdil), Dârü‟s-Sumey‟î, Riyad, 2003, I/212-213.

560

Duvayhî, Kıraat s. 256; Ünal, Kıraat Farklılıklarının Rolü, s. 235; Dağ, Mehmet, Kıraat

Farklılıklarının Ġslâm Hukukuna ve Metodolojisine Etkisi, s. 128-129.

139

Âyet-i Kerime‟de geçen ٍَبَّ٠َأ ِخَثَلاَث َُبَ١ ِقَف ifadesi on kıraat imam tarafından ittifakla ilâvesiz olarak okunmuĢtur.562 Bu hâliyle âyet mutlak bir hüküm ifade eder. Buna göre bir kimse bilerek yemin ettiği ve yeminini bozduğunda sahip olduğu Ģartlar çerçevesinde keffaretin Ģartlarını yerine getirir. ġayet mali imkânı yoksa son alternatif olarak üç gün oruç tutmak sûretiyle yemin keffaretini eda etmiĢ olur. Benzer bir durum hastalık ya da yolculuk sebebi ile ramazan orucunu tutamayan kimselerin oruçlarını kaza edebileceklerini ifade eden âyette de mevcuttur.563

On kıraat imamı dıĢında Ġbn Mes‟ud, Ġbn Abbas ve Übey b. Ka‟b ٍَبَّ٠َأ ِخَثَلاَث َُبَ١ ِقَف âyetine دبؼثبززِ ilâvesi yaparak okumuĢlardır.564 Böylelikle on kıraat imamının kıraatine göre mutlak hüküm ifade eden âyet, Ģâz bir kıraatle takyîd edilmiĢtir. Yukarıda belirtildiği üzere hüküm ve sebepler aynı olduğunda mutlakın mukayyede hamledileceği konusunda mezhepler ittifak etmiĢlerdir.565

Dolayısıyla bu genel uygulama konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Ancak burada ġâfiî ve Mâlikîler mutevatir bir kıraatin Ģâz bir kıraat tarafından takyîd edilmesinin katîlik açısından delillerin aynı sevide olması ilkesine aykırı olduğundan dolayı, Ģâz bir kıraatten hareketle mütevâtir bir kıraatin hükmünün sınırlandırılamayacağını savunmuĢlardır. Dolayısıyla bu kıraat uygulamalarından yola çıkarak orucun peĢpeĢe tutulması gerektiği hükmüne varılamaz. Ancak konuyla ilgili diğer delillerden de566

hareketle tutulacak orucun peĢpeĢe olmasının müstehap olduğunu belirtmiĢlerdir.

Hanefî ve Hanbelî âlimler ise Ģâz kıraati delil olarak kabul ederek âyetin itlakı yönünde görüĢ beyan etmiĢlerdir. Bu grupta yer alan âlimler görüĢlerine gerekçe olarak, böyle bir kıraat, mutevatir kıraat gibi Kur‟an‟dan bir parça değilse de sahih nakle dayandığı için bunun bir haber değeri vardır ve dolayısıyla mütevâtir haber seviyesinde olmayan diğer rivâyetlerle nasıl amel etmek gerekirse bu tür haberlerle de amel etmek gerekir.567 Dolayısıyla bu tür Ģâz kıraatlerin mutlak hükümleri takyîd

562 Bâzemül, el-Kırâât, II/622.

563 Bakara, 2/184. 564

el-Hatîb, Mu‟cemü‟l-Kırâât II/402. 565

Zekiyyüddin ġa‟ban, Usûlü‟l-Fıkhı‟l-Ġslâmî, s. 229. 566 Bâzemül, el-Kırâât, II/624.

140

etmesinden hareketle gerek orucun kazası için ve gerekse yemin keffareti için tutulan orucun aralıksız olması gerekir.

Örnek 2. ْاٌُٛبَل ََُُّْٙٔؤ ِث َهٌَِر ِّظٌَّْا َِِٓ ُْبَطْ١َّؾٌا ُُٗطَّجَخَزَ٠ ِٞزٌَّا َُُٛمَ٠ بََّو َّلاِا َُُِْٛٛمَ٠ َلا بَث ِّشٌا ٍَُُْٛوْؤَ٠ َٓ٠ِزٌَّا ِّشٌا ًُْثِِ ُغْ١َجٌْا بََِّّٔا

بَث “Faiz yiyenler, ancak Ģeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi

kalkarlar. Bu, onların; alıĢveriĢ de faiz gibidir demelerinden dolayıdır.” 568

Âyet-i Kerime‟de geçen ِّظٌَّْا َِِٓ ُْبَطْ١َّؾٌا ُُٗطَّجَخَزَ٠ ifadesi on kıraat imamı tarafından ilâvesiz olarak okunmuĢtur. Bu kıraate göre âyet mutlak bir anlam ifade eder. Buna göre âyetin siyak ve sibakından hareket edildiğinde burada; faiz yiyenlerin ve bu yaptıklarının tabii bir Ģey olduğunu göstermek için kendilerince mantık geliĢtirerek faizin de normal bir alıĢ veriĢ gibi olduğunu söyleyenlerin bir çeĢit ceza ile karĢı karĢıya kalacaklarına vurgu yapılmıĢtır. Söz konusu cezayı ifade etmede “tehabbut” ve “mess” kelimeleri kullanılmıĢtır. “Tehabbut” devenin tırnakları üzerine yürümesi gibi, düzgün olmayan bir Ģekilde yürümek demektir. Sağa sola sapıp yolunu bulamayan kimseye "Kör devenin yürüyüĢü gibi yürüdü, çıkmaza girdi" denir. “Mess” kelimesi ise delilik veya cinnet isabet eden bir kimsenin halini ifade etmek için kullanılan bir kelimedir. Bu kelimenin asıl mânâsı ise "el ile dokunmak" tır. Buna göre sanki Ģeytan insana dokunuyor da onda delilik türü bir durum meydana geliyor demektir.569 Sırf âyet metninden hareketle burada tasviri yapılan cezanın nerede yaĢanacağı ile ilgili net bir sonuca ulaĢmak mümkün değildir. Bununla birlikte bazıları âyette geçen ِّظٌَّْا َِِٓ ُْبَطْ١َّؾٌا ُُٗطَّجَخَزَ٠ ifadesiyle; hırs ve tamahkârlıkla dünyevî ticarete kalkıĢan bir kimsenin hali, kendinde olmayan deli bir kimsenin ayağa kalkarken yaĢadığı hâle benzetilmiĢtir. Çünkü böyle kimselerin taĢıdıkları tamahkârlık ve duyduğu Ģiddetli arzu dolayısıyla akılları baĢından gider ve sağa sola savrulurlar.570

Bir baĢka yaklaĢıma göre; akli dengesini kaybeden delirmiĢ bir adam nasıl, dengeli hareket edemiyor ve ne yaptığını bilemiyorsa, aynı Ģekilde fâizle insanların kanlarını emebilmek için onlara borç veren kiĢi de bu hâle gelir. Bu kimseler öyle bir

568 Bakara, 2/275.

569

Râgıb, el-Isfahânî, el-Müfredât fî Garîbi‟l-Kur‟ân, s. 482, “ظغِ” md.; Nesefî, Medârikü‟t-Tenzîl ve

Hakâiku‟t-Te‟vîl, I/224; Sâbûnî, Muhammed Ali, Saffetü‟t-Tefâsîr, Dârü‟l-Kurâni‟l-Kerîm, IV. Baskı,

Beyrut, 1981, I/174.

141

ruh haline sahip olurlar ki, elde edecekleri servete ulaĢabilmek için gözleri hiç kimseyi görmez ve her türlü çılgınlığı yapabilecek duruma gelirler.571

Sonuç itibariyle âyet metni, böyle bir cezanın dünyada gerçekleĢeceği yönünde yapılan yorumlara engel bir durum taĢımadığından bu tür izahlar yapılabilir.

Ġbn Mes‟ud‟sa ِّظٌَّْا َِِٓ ُْبَطْ١َّؾٌا ُُٗطَّجَخَزَ٠ âyetine “ خِب١مٌا َٛ٠” ilâvesi yaparak okumuĢtur.572

Buna göre âyetin manası Ģöyle olur: “Faiz yiyenler, kıyamet günü

ancak Ģeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kabirlerinden kalkarlar.” Bu kıraat

Ģeklinden hareketle Ġbn Abbas, Ġbn Mücâhid, Ġbn Cübeyr, Katâde, er-Rabi', ed- Dahhâk, es-Süddî, Zübeyr gibi müfessirlerin büyük bir çoğunluğu âyeti böyle anlamıĢtır. ġöyle ki, faiz yiyen kimse MahĢer halkının önünde bir ceza olmak ve Allah'ın gazabı üzerinde görülsün diye deli gibi diriltilecektir.573

Dolayısıyla âyetin mutlak manası Ģâz bir kıraatle takyîd edilmiĢ ve böyle bir cezanın kıyamet günü gerçekleĢeceği vurgulanmıĢtır.

Belgede Şâz kıraatler ve tefsire etkisi (sayfa 150-155)