• Sonuç bulunamadı

Suriye’nin Ba ğ ımsızlı ğ ına Türkiye’nin Bakı ş ı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Suriye’nin Ba ğ ımsızlı ğ ına Türkiye’nin Bakı ş ı"

Copied!
23
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ISSN: 1309 4173 (Online) 1309 - 4688 (Print)

Volume 8 Issue 3, p. 111-133, September 2016/ DOI No: 10.9737/hist.2016322071

JHS

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

Suriye’nin Bağımsızlığına Türkiye’nin Bakışı

Turkey’s View on Syrian Independence

Alpaslan ÖZTÜRKCİ

MEB

Öz: Bu makale, 1946 yılında gerçekleşen Suriye’nin bağımsızlığına Türkiye’nin bakışını inceleyerek, 1.Dünya Savaşı sırasında yaşanan Arap isyanının bu bakış açısını etkilediğini tespit etmektedir.

Anahtar Kelimeler: Türkiye, Suriye, Orta Doğu, Filistin Sorunu, Hatay Meselesi

Abstract: This article examines Turkey’s official view on Syrian independence in 1946 and presents that the Arab uprising against the Ottoman Empire negatively influenced Turkey’s approach to Syrian independence.

Keywords:Turkey, Syria, Middle East, Arab-Israeli Conflict, Hatay Issue

Giriş

Tarih boyunca birçok Türk devleti veya beyliğinin hâkimiyeti altında kalan Suriye toprakları, Osmanlı Devleti tarafından 1516 Mercidabık Savaşıyla ele geçirilmiştir. 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’na kadar devam edecek olan bu hâkimiyet sürecinde Osmanlı Devleti, tarihte Bilad’üş Şam, Berr-i Şam, Arz-ı Şam olarak bilinen Suriye’yi Şam, Halep, Trablus Şam, Akka(Sayda) adıyla dört idari bölgeye ayırarak yönetmiştir. Her idari birime özerklik vermiş ekonomik ve sosyal hayatın gelişmesi için önemli adımlar atmıştır. Bu sayede Şam ve Halep kısa sürede Müslümanlar ve Hristiyanlar için önemli ticaret ve sanat merkezleri haline gelmiştir.1 Keza, Osmanlı koruyuculuğu altındaki Basra Körfezi ile Kızıldeniz’den geçen Hindistan malları da Orta Doğu’daki baharat ticaretinin canlanmasına, Suriye ve Mısır kentlerinin eski refahlarına kavuşmasına katkı sağlamıştır.2 Kültürel ve idari anlamda ise Osmanlı Devletinin en başta Kahire, Şam ve Halep’in büyük okullarından kaynaklanan İslâm kelamı ve hukukunu, kendi sosyal liderlik özellikleri ile birleştirdiği3 ve merkezileşmiş bir yargılama sistemi aracılığıyla geliştirdiği hukuk sistemini Müslüman Orta Doğu’nun her yerinde uygulayarak evrensel İslam toplumu kavramına pratik bir anlam kazandırdığı söylenebilir.4 Tüm bunların yanında Hac vazifesinin güvenli bir şekilde yapılması, Osmanlı egemenliğinin kabulünün ve statükonun devamının Osmanlı yöneticileri açısından bölgenin sorunsuz bir şekilde idare edilebilmesi için gereklidir.5 Bu kaidelere yerel iktidar odakları tarafından büyük oranda uyulması uzun yıllar Osmanlı devletinin bölgeyi sorunsuz yönetmesini sağlamıştır.

1Mehmet Saray, Türkiye ve Yakın Komşuları, Divan Yayıncılık, Ankara, 2006, s. 77.

2Halil İnalcık, “Mirasın Anlamı ve Osmanlı Örneği”, (Der. L. Carl Brown), Balkanlarda ve Orta Doğu’da Osmanlı Damgası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2000, s.181.

3Albert Haourani, “Modern Ortadoğu’nun Osmanlı Geçmişi”, Osmanlı ve Dünya, (Haz, Kemal H. Karpat), Küre Yayınları, İstanbul, 2006, s.101-102.

4 Kemal H. Karpat, Türk Dış Politikası Tarihi, (Çev. Güneş Ayas), Timaş Yayınları, İstanbul, 2012, s.180.

5Adil Baktıaya, Osmanlı Suriye’sinde Arapçılığın Doğuşu, Sosyo-Ekonomik Değişim ve Siyasi Düşünce, Bengi Yayınları, İstanbul, 2009, s.13.

(2)

Suriye’nin Bağımsızlığına Türkiye’nin Bakışı

JHS 112

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

Osmanlı hâkimiyetindeki Suriye’de sorunlar Tanzimat Dönemi’nde “Merkezîleşme”

çabaları ile birlikte başlamıştır. Tanzimat Fermanı reformdan çok bir manevra6 olarak değerlendirilmesine rağmen getirdiği yenilikler oldukça köklüdür. Bu bağlamda Şerif Mardin Tanzimat’ı sonradan “Aydın Despotizmi” olarak da tanımlanan milli devletlerin kurulması ve milli bütünlüğün sağlanması, feodalizmden kalan ayrıcalıkların yok edilmesi esaslarına dayanan “Kameralizm” uygulamalarının Osmanlı Devleti’ndeki başlangıcı olarak kabul eder.7 Kameralist uygulamalara diğer Arap eyaletlerinde olduğu gibi Suriye’de de özellikle çıkarları zarar gören eşraf tepki göstermiştir. Böylece Osmanlı yöneticileriyle halk arasında iletişimi sağlayan bu büyük toprak sahiplerinin devletle olan bağları yavaş yavaş zayıflamaya başlamıştır.

2.Abdülhamit döneminde ise Suriyelilerin liderliğini yaptığı Arap milliyetçileri ile Sultan – Halife arasındaki çatışma etno-linguistik temelli8 olarak devam etmiştir. Arap ulusçuluğunun öncüsü kabul edilen Rıfat el-Tahtavi’den Muhammed Abduh’a9 hatta Butros el Bustani’ye kadar hepsi Arapçanın kamusal alanda ve eğitim dili olarak kullanılması konusunda ısrarcı olmuşlardır. Ancak 2.Abdülhamit taviz vermemiş, Türkçe’nin kullanılmasını yaygınlaştırmış ve resmi dil olma özelliğini korumuştur.10 Bu dönemde Arap elitleri arasındaki yaygın siyasal düşünce Pan-Arabizm’den çok, Arapların siyasal ve kültürel olarak gelişmesini talep eden fakat egemenlik gayesi gütmeyen Arapçılık olduğu için, başkaldırıya dönüşmemiştir.

1908’den 1918’e kadar süren Jön Türk çağına11gelindiğinde İttihat Terakki yöneticilerinin temel amacı devletin dağılmasını önlemek olduğu için hareket tarzları vatanseverlikten kaynaklanan, toplumun soyut sorunlarına eğilmekten çok, kısa vadede sonuç almaya yönelen

“Askeri Davranış” şeklinde idi.12 Bu nedenle İttihat Terakki yönetimi özerk hareket etmeye alışmış Arap eşrafa iyi davranmadı. Meşrutiyet yönetimini kendi özerk yönetimlerini kuracakları ümidiyle hararetle destekleyen Arap ileri gelenleri büyük hayal kırıklığına uğradılar. Bu bağlamda İttihat Terakki İslami sembolleri yoğun bir şekilde kullanmasına ve Osmanlıcılık düşüncesini benimsemesine rağmen Araplar tarafından “Türkleştirici” bir hareket olarak algılandılar. İttihatçıların asıl amacı Türkleştirmekten çok merkezileştirmek olsa da Araplar Osmanlı Devleti’nden uzaklaştı.13 Bunu fırsat bilen Suriyeli pek çok düşünür, İttihatçıların Türkçülük politikasının Türk-Arap Federasyonu hayallerini bitirdiğini savunarak bu durumu Arap milliyetçiliğinin motivasyon aracı olarak kullandı.14

1.Dünya Savaşı, Suriye-Türkiye ilişkileri açısından sonraki döneme yansıyacak çok acı hatıralarla bitti. Türkiye’de, Filistin Cephesinde milli duygulardan çok bedevi yağmacılığı güdüsüyle hareket eden Hicaz Şerifi Hüseyin’in isyanından “Arap ihaneti kültü”, Suriye’de ise

6 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu,(Çev. Metin Kıratlı), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2000, s.

169.

7Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, (Der. Mümtaz’er Türköne-Tuncay Önder), İletişim Yayınları, İstanbul, 2013, s.

12. 8Kemal Karpat, İslam’ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2009, s. 320.

9 Muhammed Abduh Şeyhü’l İslâm aracılığıyla 2.Abdülhamit’e yazdığı mektuplarda göreve çağrıldığı takdirde hazır olduğunu belirtiyor, Allah’tan Efendimiz “Emir’ül Mü’minin ve devletini muvaffak etmesini niyaz ediyordu.”

İhsan Süreyya Sırma, II. Abdülhamid’in İslâm Birliği Siyaseti, Beyan Yayınları, İstanbul, 2010, s. 45.

10İlber Ortaylı, Yakın Tarihin Gerçekleri, Timaş Yayınları, İstanbul, 2012, s.190-191.

11Bu dönemin başında devletin resmi ideolojisi olarak uygulanan Osmanlıcılık, vatandaşlık temelinde bir Osmanlı milleti yaratmayı, yani tebaayı sultana bağlayan eski kişisel bağları, bireyi devlete bağlayan bir dizi hak ve yükümlülüklerle değiştirmeyi amaçlayan ideolojidir, Kemal Karpat, Elitler ve Din, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, s.154.

12 Şerif Mardin, Jön Türker’in Siyasi Fikirleri (1895-1908), İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s. 310.

13 Kemal H. Karpat, Asker ve Siyaset, Timaş Yayınları, İstanbul, 2010,s.118;İsrafil Kurtcephe- Aydın Beden, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Eğitim Yayınevi, Konya, 2015, s.56.

14 İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1987, s.378.

(3)

Alpaslan ÖZTÜRKCİ

JHS 113

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

Cemal Paşa’nın Beyrut Konsolosluğu’nda bulunan ve bazı önde gelen Arap liderlerinin Fransa lehine casusluk yaptıkları iddialarının yer aldığı belgeler gerekçesiyle, idam ettirdiği Arap aydınları üzerinden “sömürgeci Türkler kültü” yaratılması,15 ile oluşan önyargılar o günün koşullarında iki ülke kamuoyunu ve yönetici kadroları yoğun bir şekilde etkilediği gibi günümüzde de belli kesimlerde hala etkisini sürdürmektedir.

Suriye’nin Bağımsızlığı:

Tarihteki ilk uluslaşma ve milli devlet oluşumları her ne kadar Avrupa’da görülmüş olsa da milliyetçiliğin, küresel bir hareket ve kültürel bir sistem olarak dünyanın her bölgesini etkilediği bilinen bir gerçektir.16 Huntington, R.R. Paliner’in 1790’larda yaptığı, “Krallar arasındaki savaşlar bitti, milletler arasındaki savaş başladı” tanımlamasına katılarak, bu düşüncenin bütün 19. yy ile 1.Dünya Savaşı’nın sonrasında da geçerliliğini koruduğunu savunur.17 Bu bağlamda milletler savaşının en büyük motivasyon kaynağı şüphesiz, “her millete bir devlet” anlayışına dayanan, dolayısıyla diğer çok uluslu imparatorluklar gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun da dağılmasına sebep olan, milliyetçilik ideolojisiydi. Suriye ise milliyetçilik temelinde, dağılan Osmanlı İmparatorluğu’nun, toprakları üzerinde kurulan 24 devletten biridir.18

Suriye’nin bağımsızlık tarihinde Osmanlı Devleti’nin Ağustos 1914’te Almanya’nın yanında savaşa girmesi, önemli bir dönüm noktasıdır.19 Çünkü bu tarihten itibaren Orta Doğu topraklarının parçalanması ve sömürgeleştirilmesi anlayışıyla, bölgenin çok dinli, çok mezhepli, farklı etnik yapılardan oluşan hassas sosyal yapısı, göz ardı edilerek tamamen emperyalist güçlerin stratejik çıkarlarını dengeleme esasına dayanan, Sykes-Picot düzeni kurulmuştur.20 İşte Suriye’nin bağımsızlık tarihi de Sykes-Picot düzenine karşı verilen mücadelenin tarihidir.

1.Dünya Savaşı sonunda Paris Barış Konferansı’na Arap delegesi olarak katılan Faysal bağımsızlık taleplerinin batılı devletler tarafından göz ardı edildiğini görünce, Mart 1920’de Filistin’de içine alan tarihi “Büyük Suriye” topraklarında bağımsızlığını ilan ederek21Osmanlı Yönetimi sonrasında ilk Arap Hükümetini Şam’da kurdu.22 Bağımsızlık ilanına Fransa’nın

15William L. Cleveland, Modern Orta Doğu Tarihi, (Çev. Mehmet Harmancı), Agora Kitaplığı, İstanbul, 2008, s.173; Türk Entelektüelleri Arap etkisinde geliştiği varsayılan Selçuklu-Osmanlı birikimini atlayarak, İslam Öncesi Türk Kültürü ile Moderniteyi irtibatlandırmaya çalışırken, Arap Entelektüelleri Arap Dünyasının baskı altında tutulduğunu düşündükleri Selçuklu–Osmanlı dönemlerini atlayarak Emevi-Abbasi dönemini örnek almaktadırlar.

Bu düşüncelerin şekillendirdiği karşılıklı önyargılar “tarihsizleşme” problematiğini beraberinde getirmiştir. Albert Hourani, a.g.m, s.117. Türkler açısından bölgenin kültürüne, siyasetine ve iç dengelerine yabancılaşma, bölgedeki değişimlerin ritmini ve dengesini yakalayamama Araplar açısından da Osmanlı egemenliğinin Arap dünyasının gelişmesini engelleyen sömürgeci bir yapı değil, bu asırlarda dünyanın değişik bölgelerinin bir kasırga gibi kültür tasfiyesinden geçiren Batı Sömürgeciliği karşısında koruyucu bir kalkan olduğu göz ardı edilmektedir. İki taraf da bu önyargılardan kurtulmaksızın rasyonel bir ilişki geliştirmeleri mümkün görülmemektedir. Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 409.

16Beverley Milton-Edwards, Contemporary Politics in the Middle East, Polity Press, Malden, 2008, s.47.

17Samuel P. Hungtington, “Medeniyetler Çatışması mı? Medeniyetler Çatışması,(Der. Murat Yılmaz), Vadi Yayınları, Ankara, 2006, s. 24.

18Youssef M.Choueiri, Orta Doğu Tarihi,(Çev. Fethi Aytuna), İnkılap Kitapevi, İstanbul, 2011, s.352; Saray, a.g.e, s.81.

19Arthur Goldschmidt JR-Lavurence Davidsay, A Concise History of Middle East, Westview Press, Colerado, 2006, s.209.

20 Şükrü Hanioğlu, “Orta Doğuda Yeni Düzen”, Sabah, 29 Haziran 2014.

21 Sabit Duman, Modern Orta Doğu’nun Oluşumu, Doğu Kütüphanesi, İstanbul, 2010, s.166; Saray, a.g.e, s.78;

Baktıaya, a.g.e,, s.11.

22Roger Owen, State Power and Politics in the Making of the Modern Middle East, Taylor –Fracis Group Press, New York, 2004, s.6.

(4)

Suriye’nin Bağımsızlığına Türkiye’nin Bakışı

JHS 114

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

tepkisi, askeri kuvvetlerini Şam’a sokarak Suriye hükümetini dağıtmak oldu.San-Remo Konferansı’nda alınan kararlar doğrultusunda, Suriye’de manda yönetimini kurdu.23 Bundan sonra “böl ve yönet” (divide and rule) politikasıyla Suriye’yi idare etmeye çalışan Fransa, ilk önce Lübnan’ı ayırdı, geri kalan Suriye topraklarını ise Şam, Halep, Dürzi Bölgesi, Hatay, Lazkiye olmak üzere beş bölgeye ayırıp yönetmeye başladı. Kuşkusuz Bernard Lewis’in Orta Doğu’yu diğer eski doğu uygarlık merkezleri Çin ve Hindistan’dan ayırırken vurguladığı

“çeşitlilik ve süreksizlik” özellikleri,24 Fransa’ya Suriye’de manda politikalarını uygulamada büyük kolaylık sağladı.

Fransa’nın kurduğu yönetim sisteminin amacı, İngilizlerin bu yöndeki kışkırtmalarından sakınmak,25 ayrılıkçılık ruhunu derinleştirip kışkırtarak ayrılıkçılığı teşvik etmek26 ve Suriye’nin siyasal yapısını mümkün olduğu kadar zayıflatarak kendisine karşı ortak muhalefet oluşumunu engellemekti.27 Fransa kurduğu düzeni 29 Eylül 1923’te Milletler Cemiyeti’ne onaylatarak Suriye işgaline uluslararası meşruiyet kazandırdı.28 Ayrıca Lübnan’ın sınırlarını Hristiyanların demografik olarak çoğunluğu sağlayacak bir şekilde genişletmesi örneğinde görüldüğü gibi Hristiyan unsurları ön plana çıkaran politikalar uyguladı.29 Fransa’nın uyguladığı politikalarla Suriye’yi bağımsızlığa kavuşturmaya çalışan bir yönetimden çok sömürgeci bir devlet gibi davranması bu ülkede şiddetli bir muhalefet oluşturdu.

Suriye’de 1925 yılına gelindiğinde Dürzi Lider Sultan Paşa liderliğinde çıkan büyük bir ayaklanma Suriye’nin önemli merkezlerine yayıldı. İsyanı bastırmakta oldukça zorlanan Fransa Şam’ı bombaladı. İsyanda sadece Dürziler 5000 kayıp verdiler.30 İsyanın 1927 yılında bastırılmasından sonra ise Fransa isyancılara karşı daha esnek bir politika izlemeye başladı.

Milliyetçiler de topladıkları “Beyrut Kongresi” ile Fransız politikalarına karşı daha realist davranacaklarını ilan ettiler31 ve Hannanu ve Haşim Al Atasi’nin başkanlığını yaptığı “Ulusal Bloku” (Vataniye Cephesi) oluşturdular. Fransa isyan sonrasındaki rasyonel politikalarının somut bir göstergesi olarak Suriyelileri yönetime daha fazla katmak amacıyla 1928 yılında seçimlerin yapılmasına izin verdi.32 Seçim sonunda Milliyetçiler mecliste çoğunluğu elde ettiler. Hazırlanan anayasada Fransız yönetiminden söz edilmeden Suriye’nin bağımsızlığına ve birliğine vurgu yapılması, Fransa’nın anayasayı reddetmesini sebep oldu ve Fransa kendi hazırladığı anayasayı 1930 yılında yürürlüğe koydu. Meclisi dağıtmaya kalkınca da milliyetçilerin büyük tepkisi ile karşılaştı. 1935 yılına gelindiğinde de Ulusal İttifak Cephesi Başkanı Hannanu’nun öldürülmesine tepki olarak Suriye’nin geneline yayılan büyük bir grev yapıldı. Bu sırada Fransa’da iktidara gelen Liberal – Sosyalist Leon Blum Hükümeti ise Suriye’yi uzun süre bu şekilde idare edemeyeceğini anladığından 1936 yılında Suriye milliyetçileriyle anlaşma yoluna gitti.33 Anlaşmaya göre Fransa askeri, ekonomik ve diplomatik açıdan bazı ayrıcalıklar elde edecek, kapitülasyonlardan vazgeçecek ve Alevi ve

23 A. Öner Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, Kastaş Yayınları, İstanbul, 2004, s.90.

24 Bernard Lewis, Orta Doğu,(Çev. Selen Y. Kölay), Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2006, s.283.

25 Zeynep S. İnanç, “Fransa’nın Suriye Politikası Suriye Krizinde Bölgesel Aktörler Perspektifler Sorunlar Ve Çözüm Önerileri”, (Ed. Birol Akgün), SDE uluslararası ilişkiler koordinatörlüğü, 2012 s.22.

26 Ayşe Tekdal Fildiş, “Günümüzde Suriye’de Yaşanan Sorunların Tarihsel Arka Planına Kısa Bir Bakış”, Orta Doğu Analiz, Nisan 2013, C.6, S.52, s.56-59

27Oral Sander, Siyasi Tarih (1918–1994), İmge Kitapevi Yayınları, Ankara, 2007, s.83.

28 Şerif Demir, “Dünden Bugüne Türkiye’nin Suriye ve Orta Doğu Politikası”, Turkish Studies, Volume 6/3, Summer 2011, s.696.

29Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1986, s.187.

30 Pehlivanoğlu, a.g.e.,s.92.

31 Nuri Salık, Syrian Foreing Policy from Indepence to the Baathist Coup, 1946-1963, Orion Kitapevi, Ankara, 2014, s.90.

32Saray, a.g.e, s.78.

33 Pehlivanoğlu, a.g.e, s.93; Saray, a.g.e, s.78;Arı, a.g.e, s.129.

(5)

Alpaslan ÖZTÜRKCİ

JHS 115

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

Dürzi bölgelerinin özel bir yönetimle de olsa Suriye ile bütünleşmesini kabul edecekti.34 Ancak Suriye Meclisi tarafından onaylanan antlaşma, Fransa’da 1938 yılındaki hükümet değişikliğinden sonra parlamento tarafından onaylanmadı. Dahası, 1939 yılında Suriye’ye yeni yüksek komiser tayin edilerek, 1936 Antlaşması’nda Suriye lehine olan hükümler yürürlükten kaldırıldı. Fransız Muhafazakârlar Suriye’ye verilecek bağımsızlığın diğer sömürgeleri de olumsuz etkileyeceğini düşünüyorlardı. Böylece 2. Dünya savaşına girerken Suriye, bir kez daha birlikten ve bağımsızlıktan yoksun kalmıştı.35 Ancak 2.Dünya savaşı sonrası uluslararası konjonktör Suriye’ye bağımsızlık yolunda büyük avantajlar sağlayacaktır.

1940 yılında Almanya’nın Fransa işgali sonrasında Paris’te kurulan, Philip Petain liderliğindeki Vichy Hükümetine paralel, Suriye’de de Vichy Hükümeti kuruldu. Buna 1941 yılında Irak’ta Raşit El Geylani liderliğinde Nazi yanlısı “Dört Albaylar” cuntasının iktidarı ele geçirmesi eklenince, Almanya Türkiye üzerinden mihver yanlısı Irak ve Suriye yönetimlerine yardım amacıyla, transit geçiş için yoğun baskı oluşturmaya başladı. Türkiye’nin Orta Doğu politikası ise Alman çıkarlarıyla çatışmaktaydı. Zira bu bölgeler Mihver güçlerinin eline geçerse Türkiye’ye müttefik askerî yardımın ulaşabileceği karayolu bağlantısı kalmayacaktı.

Sonunda Türkiye Hitlerin bütün baskılarına rağmen topraklarından geçiş izni vermedi. Bu durum 2. Dünya Savaşı sonucu üzerinde etkili olduğu36 gibi Irak ve Suriye’yi de Alman işgalinden korumuştu. Böylelikle Türkiye, Suriye ve Irak’ın bağımsızlık sürecine dolaylı da olsa katkıda bulundu.

Savaş devam ederken, 1943 yılında Suriye’de yapılan seçimleri Ulusal Blok kazandı ve Şükrü El Kuvvetli Cumhurbaşkanı seçildi. Bunun üzerinde De Gaulle de Suriye’de sömürgeci politikalara geri dönmek istedi. Ancak 1943 yılında Lübnan Hükümeti’nin Fransa’nın egemenlik alanını daraltmaya yönelik faaliyetleri ve 1945 yılında Fransızların Şam’ı bombalamasına yol açan isyan sonunda İngiltere’nin devreye girmesi, Fransa’nın askeri faaliyetlerini durdurmasına sebep olmuştur. Fransa’nın şiddet faaliyetlerini durdurmasında uluslararası konjonktürün de büyük etkisi vardı. Savaş sonuna yaklaşılırken uluslararası güç dengeleri değişmiş ortaya çıkan yeni güç merkezlerinden Sovyetler Birliği Temmuz 1944’de, ABD ise Eylül 1944’te de Suriye’yi tanımışlar37 ve Fransa’nın Suriye’yi boşaltması için baskı yapmaya başlamışlardı. BM’de yapılan uzun görüşmeler sonunda Fransa Suriye’yi boşaltmayı kabul etti. Böylece Suriye’de 25 yıl süreyle devam eden Fransız mandası sona erdi. Son Fransız birliğinin de ülkeyi terk etmesiyle birlikte Suriye, İngiltere’nin Mısır ve Irak’ta elde ettiği kısıtlamalar olmaksızın,17 Nisan 1946 tarihinde bağımsızlığını kazandı.38

Türkiye’nin Suriye’nin Bağımsızlığına Bakışını Etkileyen Faktörler Hatay Meselesi

Hatay’ın Türkiye’ye katılması günümüze kadar Türkiye-Suriye ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen unsurlardan biri olmuştur. Bu nedenle Türkiye’nin, Suriye’nin bağımsızlığına bakışını anlamak için öncelikle Hatay’ın Türkiye’ye katılması sürecini ortaya koymak gerekir.

Sakarya Zaferi’nden sonra Fransa ile 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması imzalandı.

34 M. Akif Okur, “Emperyalizmin Orta Doğu Tecrübesinden Bir Kesit: Suriye’de Fransız Mandası”, Bilig, ( Kış- 2009), S.48, s.149.

35 Arı, a.g.e, s.130.

36A. Şükrü Esmer-Oral Sander, Olaylarla Türk Dış Politikası (1939-1945), Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1987, s.156.

37 Arı, a.g.e, s.130; Salık, a.g.e, s.103.

38 Albert Hourani, Arap Halkları Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s.415; Salık, a.g.e, s.104; Pehlivanoğlu, a.g.e., s.94.

(6)

Suriye’nin Bağımsızlığına Türkiye’nin Bakışı

JHS 116

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

Suriyelilerin bir komplo olarak değerlendirdiği bu antlaşmaya,39 Ankara Hükümeti Hatay’daki Türklerin menfaatlerini koruyacak ve bu bölgeye özerklik verilmesi için gerekli şartları hazırlayacak hükümleri koymayı başardı.40 Buna göre; Hatay’da resmi dil Türkçe olacaktı.

Ayrıca Türklerin yoğunlukta olduğu bölgelerin yönetiminin Türk memurlarca yapılması sağlanacak ve İskenderun Limanı’nda Türkiye’ye bir serbest ticaret bölgesi verilecekti.41 Türkiye Ankara Antlaşması'nın bu maddeleriyle Hatay Meselesi’nde önemli siyasi idari ve kültürel üstünlükler elde ederek sonraki süreçte görüleceği gibi hukuki anlamda Suriye’nin elini ciddi şekilde zayıflatmıştır.

Bununla birlikte 1936 yılında yapılan Fransa-Suriye ön antlaşmasının Sancak’a olumsuz etkileri oldu.42 Çünkü bu antlaşma ile Fransa, manda rejiminin sona erdiği gün, Suriye ile ilgili imzalanan bütün antlaşma, sözleşme ve diğer uluslararası hak ve yükümlülükleri Suriye Hükümeti’ne devrediyordu. Bu durum, Sancak’taki Türklerin statüsünü tehlikeye sokmaktaydı. Nitekim Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Fransa’nın Suriye’yle yaptığı antlaşmaya benzer bir antlaşmanın Sancak Türkeri’yle de yapılmasını, Sancak Türklerine kendi işlerini kendileri görmesi olanağı verilmesini istemiş, ancak bu talepler Fransa tarafından Suriye’nin bölünebileceği gerekçesiyle reddedilmiştir. Türkiye amacına sonraki dönemde uluslararası konjonktörün sağladığı avantajları kullanarak ulaşacaktır. Şöyle ki 1930’ların ortalarından itibaren revizyonist devletlerin saldırgan politikalar izlemeye başlaması uluslarası güçlerin dış politikalarında da bazı değişikliklerin yaşanmasına yol açmıştı. 2. Dünya Savaşı’nın yaklaşmasıyla birlikte İngiltere, Akdeniz’de Türkiye ile bir ittifak yapma peşine düşmüştü. Bunu gerçekleştirebilmek için de Fransa üzerinde baskı kurarak İskenderun Sancağı’na iç işlerinde tamamen bağımsız, dış işlerinde Suriye’ye bağlı özerk bir statünün tanınmasını kabul ettirmiş ve bu durum 1937’de Milletler Cemiyeti’nce de kabul edilmiştir.43 Böylece Hatay’ın toprak bütünlüğüne sahip, ayrı bir siyasi varlık olduğu uluslararası hukuk açısından da garanti altına alındı.

Hatay’da yukarda sözü edilen siyasi ve hukuki durum devam ederken Ağustos 1938’de yapılan Hatay seçimlerinde, aday olan 22 Türk’ün tamamı 40 kişilik Hatay parlamentosuna girmeyi başardı.44 2 Eylül 1938’de toplanan Hatay Parlamentosu, bağımsızlık ilan ederek Hatay Cumhuriyeti ismini aldı. Sancak’taki yeni gelişmeleri Fransız vali kabul etmek istemeyince Hatay’da halk bir dizi protesto gösterileri yaptı. Türkiye, Fransa’nın tavrına karşı tepkisini Hatay sınırına 50 bin asker göndererek gösterdi. Haziran 1939’da son kez toplanan Hatay Parlamentosu, Türkiye’ye katılma kararı aldı. Fransa da bu kararı kabul etmek zorunda

39Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA), Başbakanlık Basın- Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünden, Başbakanlık Hususi Kalem Müdürlüğüne gönderilen,“Muhtelif tarihli Suriye basınında intişar eden makale tercümeleri”, 030.01/104.648.2, 25.02.1954.

40 1921 Ankara Antlaşmasının 7. Maddesi şöyledir; “İskenderun mıntıkası için bir Usul-i İdare-i mahsusa tesis olunacaktır. Mıntıkayı-i Meskurenin Türk ırkından olan sekenesi harslarının inkişafı için her türlü teşkilattan müstefit olacaktır. Türk Lisanı orada Mahiyet-i resmîyeyi haiz olacaktır.” Süleyman Hatipoğlu, “Hatay’ın Türkiye’ye Katılması”, Türkler, XVI, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.686.

41 BCA, “Suriye’yle Hatay işleri için şimdiye kadar yapılan mukaveleler hülasası”, 030.10 / 224.510.12, 4.7.1930.

42 1936’da Suriye ile Fransa arasında imzalanan bağımsızlık anlaşmasında İskenderun sancağı ile ilgili hiçbir madde yoktu. Fransa sancak üzerinde ki yetkilerini Suriye’ye terk ediyordu. Türkiye bu durumu kabul etmedi. Milletler Cemiyeti ve Fransa ile yapılan görüşmeler bir sonuç vermeyince, Türkiye, Fransa’ya 1936’da bir nota vererek İskenderun Sancağını’ da Suriye gibi bağımsızlık verilmesini istedi. Fahir Armaoğlu, 20. yy. Siyasi Tarihi,(1914- 1995), Alkım Yayınevi, İstanbul, 2007, s. 348.

43 BCA, “Türk Fransız Hükümetlerinin ortak beyannamesi”, 030.10 / 224.510.13, 4.7.1938; Kurtcephe-Beden, a.g.e., 325; Fransızlarla Hatay hususunda Milletler Cemiyetinin bu kararından sonra askeri antlaşmada dâhil olmak üzere çeşitli görüşmeler ve antlaşmalar yapılmıştır.BCA, Suriye’yle Hatay işleri için şimdiye kadar yapılan mukaveleler hülasası”, 030.10 / 224.510.12, 4.7.1930).

44 Mehmet Gönlübol-Cem Sar, “1919-1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), Ankara 1974, s. 144.

(7)

Alpaslan ÖZTÜRKCİ

JHS 117

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

kaldı. Suriye Parlamentosu, derhal Hatay Parlamentosu’nun aldığı kararı protesto ederek bunu tanımadığını açıkladı. Fakat Hatay’ın Türkiye’ye ilhakını engelleyemedi.45 Hatay’ın Türkiye’ye katılması, iki ülke arasındaki ilişkilerde güvensiz ve zaman zaman düşmanca politikalara zemin oluşturarak, en büyük fay hattını oluşturacaktır.

Türkiye genel Orta Doğu politikasının aksine Hatay’ın Türkiye’ye katılması sürecinde ve sonrasında, Suriye ile yakından ilgilenmiş ve Suriye’deki gelişmeleri ulusal güvenlik perspektifinde ele almıştır. Öyle ki Hatay’ın Türkiye’ye katılması öncesinde Suriye Hükümeti ile Fransız Yüksek Komiseri arasındaki ilişkilerden,46 Fransız Baş Komiser Gabriel Pio’nun yerine Mareşal Biti’nin atanacağı söylentilerine, hatta Halep’teki eşraf ve ekâbirin hazırladığı ve hükümet reisinin Müslüman olacağı, siyasi suçların serbest bırakılacağı, mevcut Fransız askeri yönetiminin kaldırılacağı hükümlerini de içeren 75 maddelik kararnameye kadar Suriye’deki her türlü gelişme anında Ankara’ya bildirilmekteydi.47 Hatay’ın Türkiye’ye katılması sonrasında ise 2.Dünya Savaşı yıllarında Suriye ve Lübnan’da gazetelerin dörder sayfayı geçmemesi, mallara narh konması, narha uymayanların cezalandırılması, her nevi umumi toplantıların yasaklanması, komünist teşekküllerin yasaklanması, umumi yerlerde radyo çalınmaması, camilerde siyasi hutbelerin yasaklanması, Beyrut, Halep, Şam gibi büyük şehirlerde sık sık hava taarruzlarından korunma tecrübelerinin yapılması48tedbirlerinden Komiser Pio zamanında yapılan toplantılarla yeni komiser Dentsin zamanında yapılan toplantıların haftada kaç kez yapılacağına, toplantılara kimlerin katılacağına, Türkiye-Suriye sınırındaki askeri hareketlilik gibi49 bütün gelişmeler en ince ayrıntısına kadar Ankara’ya rapor edilmiştir.

Öte yandan Hatay’ın Türkiye’ye katılmasıyla 1939 yılına kadar daha çok soyut planda gerçekleşen Türkiye-Suriye ilişkilerindeki “mesafeli yaklaşım” ilk defa Hatay sorunuyla somut bir nitelik kazanıyordu.50 Çünkü Hatay Meselesi, Suriye açısından sadece toprak yada duygusal bir mesele değildi. Suriyeliler Hatay’ı Halep, Cezire ve Kuzey Suriye’nin tek limanı, Türkiye’ye karşı stratejik bir mevzi olarak kabul ediyorlardı.51 Bu nedenle Hatay’ın Türkiye’ye katıldığı 23 Temmuzda bayraklar yarıya indiriliyor, eğlenceler iptal ediliyor, yarı seferberlik hali uygulanıyordu.52 Hatay Türkiye’ye katıldıktan sonra Suriye henüz bağımsızlığını kazanmış değildi. Buna rağmen Suriye Meclis Başkanı Nasuhi Buhari, Hatay’ınTürkiye’ye katılım antlaşmasının imzalanmasından sonra Fransız Hükümeti’ne ve Milletler Cemiyeti’ne başvurarak 1939 Antlaşması ile Fransa’yı Birleşmiş Milletler mandasının kendisine verdiği yetkileri aşmakla itham etmişti. 2.Dünya Savaşı sonunda bağımsızlığını kazandıktan sonra da

45 BCA, Başbakanlık Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünden, Başbakanlık Hususi Kalem Müdürlüğüne gönderilen, “Muhtelif tarihli Suriye basınında intişar eden makale tercümeleri”, 030.01/104.648-2, 25.2.1954.

46BCA, Dahiliye Vekaletinden Başvekalete gönderilen rapor, “II. Dünya savaşı dolayısıyla Suriye ve Lübnan’da alınan idari tedbirler”, 030.10 / 265.785.15, 21.9.1939.

47BCA, “Halep’te eşraf ve ekâbirin bir araya gelerek aldıkları 75 maddelik kararların bazıları”, 030.

10/262.769.2, 20.1.1930.

48 BCA, ”II. Dünya Savaşı yıllarında Halep ve Şam’da alınan korunma önlemleri”,030.10 / 265.790.28, 7.2.1941.;

Bu idari tedbirlerin yanında mevcut kulüplerin vaziyetlerinin yeniden tetkik ve tespiti, sahillerde balık avlamanın müsaadeye tabi tutulması gibi şeylerde vardı. BCA, 030.10 / 265.790.28.

49 BCA, “1.J. Tümen Komutanlığının Jandarma umum Kumandanlığına gönderdiği 22354 nolu telsiz sureti.”, 030.01/ 69.434.15, 23.7 1958.

50 Ömer Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Orta Doğusuna Karşı Politikası (1945-1970), Sevinç Matbaası, Ankara, 1972, s 7.

51 BCA,, Başbakanlık Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünden, Başbakanlık Hususi Kalem Müdürlüğüne gönderilen, “Muhtelif tarihli Suriye basınında intişar eden makale tercümeleri”, 030.01/104.648-2, 25.02.1954.

52BCA,22.J.Tugay Komutanlığından, jandarma umum Kumandanlığına gönderilen 23 Temmuz 1958 tarih, 22674 sayılı telsiz sureti, “Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının yıl dönümünde Suriye’deki etkinlikler”, 030.01/69.434.15,23.7.1958.

(8)

Suriye’nin Bağımsızlığına Türkiye’nin Bakışı

JHS 118

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

Suriye Hatay üzerindeki iddialarını yinelemekten ilk başta kaçındı. İlk Suriye Hükümeti’nin kurulduğu 5 Temmuz 1944’te Suriye Dışişleri Bakanlığı, Şam’daki yabancı diplomatik misyonlara gönderdiği bir genelge notada Suriye Hükümeti’nin, Fransa’nın Suriye adına imzaladığı uluslararası sözleşme ve antlaşmalara, şahısların ve toplulukların bunlardan doğan hukukuna saygı göstermeyi kararlaştırmış olduğunu bildirdi.53 Bu yükümlülük kuşkusuz Hatay’a ilişkin anlaşmaları da kapsamaktaydı. Ancak Fransa’nın bölgeyi terk etmesinden sonra Suriye’nin tavrı değişti. Hatay üzerinde hak iddia ederek Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit etmeye başladı. Böylece Türkiye, kuzeyinde toprak bütünlüğüne yönelik Sovyet tehdidiyle mücadele ederken, Suriye’nin bağımsızlığı sonrası güneyinden de Hatay dolayısıyla, bütünlüğüne yönelik Suriye tehdidiyle karşı karşıya kaldı.

Suriye’nin bağımsızlığı sonrasında Türkiye’ye karşı uyguladığı başka bir dış politika stratejisi de, yine Hatay argümanını kullanarak yaratacağı mağduriyet algısıyla Türkiye’yi bölgede yalnızlaştırmaktır. Bu bağlamda Suriye milliyetçileri Türkiye’nin bölgedeki en büyük müttefiki, Irak Hükümeti’ni ve özellikle de Nuri Sait Paşa’yı Hatay meselesinde Türkiye’ye yakın politikalar izlemek ve Hatay’a sahip çıkmamakla suçlamaktaydılar.54 Suriye Basını da bu konuda oldukça kışkırtıcıydı. Suriye’de el-Bina gazetesi Irak Başbakanı Nuri Said Paşa’yı,

“Filistin Meselesi ’ne gösterdiği hassasiyeti Hatay Meselesine göstermemesi, İskenderun’un yabancı yönetim altında bulunmasını ve oradan göç eden Arapların haklarını göz ardı ettiği”

gerekçeleriyle eleştirmekteydi. Yine Türkiye aleyhtarı Elif-Ba gazetesi “Türkiye’yi İsrail ve Kürt faaliyetleriyle birlikte en büyük tehdit” olarak göstermekteydi.55

Sonuç olarak Hatay‘ın Türkiye’ye katılması Misak-ı Millîyi gerçekleştirme anlamında başarılı bir hamle olmakla birlikte, Suriye’nin1939 yılından sonra Türkiye’nin milli güvenliğine ve toprak bütünlüğüne en büyük tehditlerden biri olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ayrıca Hatay meselesi Türkiye’nin Suriye’nin bağımsızlığına bakışındaki olumsuz perspektifin ve Suriye’yi geç tanımasının temel sebebidir.

Tevfik Rüştü Aras’ın deyimiyle Suriye dışında hiçbir komşusuyla sınır sorunu bulunmayan Türkiye’nin56 Suriye sınırıyla ilgili olarak Hatay meselesinin şekillendirdiği olumsuz tabloya rağmen sınır sorunlarına ilişkin konuları her iki tarafın da zaman zaman uzlaşmacı ve barışçıl yöntemlerle çözümlemeye çalıştığı belirtilmelidir. Nitekim Suriye’nin Cebelekrad “Kürtdağı” kazasına bağlı Goranlı köyünden, işlediği hırsızlık suçundan dolayı Türkiye’ye kaçan Süleyman veya Solo oğullarından Mehmet oğlu Ömer, Bakanlar Kurulu kararıyla mütekabiliyet esası çerçevesinde Suriye’ye iade edilmiştir.57 Benzer şekilde El-Cezire muhafızı Halit Ziya Dağıstani ve Mardin valisi Hikmet Kümbet arasında sınır olaylarına sebebiyet verenlerin cezalandırılması konusu uzlaşma ile neticelendirilmiştir. Ayrıca her iki ülke vatandaşlarının karşıda kalmış arazilerinin korunması kararı ve ülkelerin birbirlerine karşı sığınak olarak kullanılmasının engellenmesi58 şartlarını taşıyan antlaşmalar da olumlu çerçevede uygulanmaya çalışılmıştır.

53İlter Türkmen, Türkiye’nin Ortadoğu Politikası (Genel Bir Değerlendirme), Bilge sam Yayınları, İstanbul, 2012, s.14.

54 Beden, a.g.e, s.131.

55 BCA, Başbakanlık Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünden, Başbakanlık Hususi Kalem Müdürlüğüne gönderilen, “Muhtelif tarihli Suriye basınında Irak Baş Veziri Nuri Said Paşanın Ülkemizi ziyaretiyle ilgili çıkan yazıların tercümeleri.”, 030,01/104.650.3, 13.11.1954.

56 Aydın Beden, Türk Basınına Göre Türkiye-Irak İlişkilerinde Türkmenler(1926-2001), Akdeniz Üniversitesi SBE Yayımlanmamış Doktora Tezi, Antalya, 2011, s. 80.

57BCA, Başbakanlık Kararlar Dairesi, “2/17962 nolu Bakanlar Kurulu Kararı”, 030.18 / 98.43.9.

58Tan, 6 Ocak 1949.

(9)

Alpaslan ÖZTÜRKCİ

JHS 119

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

Soğuk Savaş Koşulları

Kronolojik açıdan Soğuk Savaş’ın başlangıcının hemen öncesine rastlayan Suriye’nin bağımsızlığına Türkiye’nin mesafeli, yer yer ilgisiz yaklaşımını ortaya koyabilmek amacıyla Sovyet faktörünün Türkiye üzerinde yaptığı varoluşsal tehdidin irdelenmesi gerekir. Yalta Konferansı’ndan sonra 19 Mart 1945’te SSCB Dış İşleri Bakanı Molotof, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper’i makamına davet ederek yirmi yıldır Türk-Sovyet ilişkilerinin temelini teşkil eden 17 Aralık 1925 Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması’nın 2.Dünya Savaşı sırasında meydana gelen değişiklikler sebebiyle feshedildiğini bildiren bir nota verdi.59 Daha sonra, Sovyetler Birliği 7 Haziran 1945’te Türkiye’ye doğu sınırında değişiklik yapılması (Kars ve Ardahan şehirlerinin Sovyetler Birliği’ne terki), boğazlarda kendisine üs verilmesi ve boğazların ortak savunulması için Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin kendisi ile Türkiye arasında yapılacak iki taraflı bir antlaşmayla değiştirilmesi taleplerini içeren bir nota verdi.60 Bunun anlamı çok açıktı, 7 Mayıs’ta Almanya’nın,6114 Mayıs’ta Japonya’nın62 teslim olmasıyla bütün dünya için biten savaş, Türkiye için devam etmekteydi.63 Postdam Konferansı’nda boğazlar konusunda kesin bir karara varılamaması ve konunun Dışişleri Bakanları Konseyi’ne sevk edilmesini taviz olarak kabul eden Sovyet Birliği,64 geleneksel amacı olan İngiliz gemilerinin boğazlara girmesini engelleyebilecek65 uluslararası koşulları yakaladığını düşünerek, 7 Ağustos ve 25 Eylül 1946 tarihli notalarıyla Türkiye üzerindeki baskısını daha da arttırdı. Böylece Savaş sonuna gelindiğinde, Türkiye 2. Dünya Savaşı’nda izlediği başarılı dış politikayla savaş dışı kalmıştı ama savaş sonunda SSCB işgali korkusuyla karşı karşıya ve yalnız kalmıştı.

Cumhurbaşkanı İnönü, 19 Mayıs 1945 nutkunda; “Türk milleti, sınırlarının dokunulmazlığı için bugün çok dikkatli ve duygulu bir andadır”66 demekteydi; 1 Kasım 1946’daki meclis açılış nutkunda ise toprak bütünlüğümüze ve haklarımıza karşı saldırı emeli beslenirse asla müsaade edilmeyeceğini, ayrıca Türk ordusunun modern silahlarla donatılacağını belirterek, Sovyetler Birliği tarafından haksız tarizlerin ortadan kaldırılması gerektiğini ifade etmiştir.67 Başbakan Şükrü Saraçoğlu ise Türkiye’nin boğazlardaki rejimden asla taviz vermeyeceğini,68 Montrö’deki durumun ABD ve diğer müttefiklerin katılacağı görüşmelerle ele alınabileceğini69ifade ederek Rus talepleri karşısında Türk tezini ortaya koymuştur.

59Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1970, s.151.

60Mustafa Aydın, “Molotof-Sarper Görüşmesi ve Sovyet Notası, (19 Mart 1945)”, (ed. Baskın Oran), Türk Dış Politikası), C.I, İletişim yayınları, İstanbul, 2002, s. 473); Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, Savaş Yayınları, Ankara,1990, s.355; Cumhuriyet, 27 Haziran 1945.

61Akşam, 8 Mayıs 1945.

62Cumhuriyet,15 Mayıs 1945.

63Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), İletişim Yayınları, İstanbul, 2010, s.507.

64 Nadir Nadi, “Truman’ın Güzel Nutku”, Cumhuriyet, 12 Ağustos 1945.

65Baskın Oran, “Türkiye’nin Kuzeydeki Büyük Komşusu Sorunu Nedir”, (Türk-Sovyet İlişkileri, 1939-1970), Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. XXV, S.1 , Ankara, 1970, s. 69.

66Cumhuriyet, 20 Mayıs 1946.

67Tanin, 2 Kasım 1947.

68Cumhuriyet, 17 Nisan 1946.;Rus tehdidi karşısında Türkiye’nin içinde bulunduğu infiali göstermesi açısından Kazım Karabekir’in mecliste yaptığı konuşma önemlidir. Konuşmada Karabekir:“Boğazlar milletimizin hakikaten boğazıdır. Oraya el saldırtmayız. Fakat şu da bilinmelidir ki Kars Yaylası da milli bel kemiğimizdir. Kırdırırsak yine mahvoluruz” demiştir. Ayın Tarihi, No: 145, (Aralık, 1945), s.83-89; Ayrıca muhalefet lideri Celal Bayar’da yaptığı konuşmada ”Hariciyeden gelecek tehdit karşısında Türk Milletinin birlik içinde olduğunu” belirtiyordu.

Cumhuriyet, 7 Mayıs 1946.

69Cumhuriyet, 25 Nisan 1946.

(10)

Suriye’nin Bağımsızlığına Türkiye’nin Bakışı

JHS 120

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

Sovyetlerin Türkiye’ye karşı savaş tehditlerini şiddetlendirmesi, ayrıca İran üzerinden Orta Doğu petrollerine, Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ve Akdeniz’e yayılma düşüncelerinin yanında bu üç devletle de komşu haline gelmesi,70 en büyük rakibi olan ABD’nin dış politikasında önemli değişikliklere sebep oldu. İlk defa izdüşümlerine Truman’ın 1945 yılında Berlin Konferansı dönüşünde yaptığı açıklamalarda karşılaştığımız Sovyet emperyalizminin yayılmasını engellemek amacıyla geliştirilen geleneksel İngiliz stratejisinin yani “Avrupa’daki bütün su yollarının serbest gidiş-gelişe açık olması”71 düşüncesinin Başkan Truman tarafından da uygulanmak istendiğini görüyoruz. Nihayet Ordu Günü münasebetiyle 20 Nisan 1946 tarihinde yaptığı konuşmada ABD Başkanı, Yakın ve Orta Doğu ülkelerinin egemenlik ve toprak bütünlüklerinin baskı veya sızma yolu ile tehdit edilmemesi konusunda Sovyetler Birliği’ni uyardı.72 Böylece Kissinger’ın ideolojik, politik ve stratejik olarak tanımladığı73 Soğuk Savaş sonrası dünyanın ilk adımı atılmış oldu.

9 Ekim’de ABD Sovyetler Birliği’ne verdiği notada boğazlar bir saldırıya uğrarsa ya da saldırı tehdidine maruz kalırsa bu durumun, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni harekete geçireceğini bildirdi.74 Böylece ABD, İngiltere’nin Rusya’yı boğazlara sokmama, kendisinin de Karadeniz’e geçmeme75 şeklindeki İngiliz - Rus boğazlar statükosunu devralıyordu. Bu politika çerçevesinde ABD “Komünizm üzerinde tek başına ölüm kalım gücü oluşturamayacağı bilinciyle” Sovyet tehdidiyle karşılaşan ülkelerle işbirliğine gitti.76 Bu bağlamda12 Temmuz 1947 tarihinde Türkiye ile ABD arasında askeri bir yardım anlaşması imzalandı ve ilk resmi ilişki de böyle başlamış oldu.77 Nihayet ABD Başkanı Henry Truman, 12 Mart 1947’de, kendi adıyla anılacak olan diplomat George Kennan’ın ana hatlarını çizdiği Komünizmi olası yayılma alanlarında Çevreleme (Containment) esasına dayanan Truman doktrinini,78 Senato ve Temsilciler Meclisi’nin ortak toplantısında açıkladı. Bu tarihten sonra başlayan Soğuk Savaş’la beraber Türkiye, Sovyetlere karşı Batı güvenlik sistemine dâhil olabilmek amacıyla Batılı tüm siyasi, askeri ve ekonomik organizasyonlara üye olmak için çalışmış, ayrıca kalkınmasını, silahlı kuvvetlerinin seferberlik halini ve modernizasyonunu sürdürmek için Batı’dan mali destek sağlamaya yoğunlaşmıştır.79

Soğuk Savaş’la birlikte uluslararası büyük güçlerin bölge üzerindeki hâkimiyet mücadelesinin başlamasıyla; Türkiye’nin 1945-1947 döneminde bölgede yakaladığı göreli

70BCA, Başbakanlık Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünden, Başbakanlık Hususi Kalem Müdürlüğüne gönderilen, “Fransız Paris Press Gazetesinde 30 Eylül 1952 günü yayınlanan “İngiltere yerini başkasına kaptırmak istemiyor” adlı makalenin tercümesi”, 030.01/102.637.9, 11.10.1952.

71 Necmettin Sadak, ”Truman’ın demeci birçok meselelere yeni bir aydınlık serpiyor.” Akşam, 11 Ağustos 1945.

72Eroğlu, a.g.e, s.357.

73 Henry Kissenger, Diplomasi, (Çev. İbrahim H.Kurt),Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s.14.

74Baskın Oran, “Türkiye’nin Kuzeydeki Büyük Komşusu Sorunu Nedir”, (Türk-Sovyet İlişkileri, 1939- 1970)…s.65.

75 Arnold J. Toynbee- Kenneth P. Kirkwood, Türkiye Bir Devletin Yeniden Doğuşu, (Çev. K. Yargıcı-N. Uğurlu), Örgün Yayınevi, İstanbul,2009, s. 340.

76Joseph S.Jr-David A.Welch, Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, (Çev.Renan Akman), İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul,2010, s.213.

77 Süleyman Tüzün, “İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı Dönemi Türk Dış Politikası (1938-1950)”, Yakın Dönem Türk Politik Tarihi, (Ed. Süleyman Tüzün-Ercan Haytoğlu), Anı Yayıncılık, Ankara, 2001, s.259; Daha sonra TBMM siyasi ve ekonomik ABD yardımlarını oy birliği ile kabul edecektir. Kudret, 2 Eylül 1947.

78 İlter Turan-Dilek Barlas, “Batı İttifakına Üye Olmanın Türk Dış Politikası Üzerindeki Etkileri”, (Ed. Faruk Sönmezoğlu), Türk Dış Politikası, Der Yayınevi, İstanbul, 2004, s.154.

79 William Hale, Türk Dış Politikası (1774-2000),(Çev.Petek Demir),2003 Arkeoloji ve Sanat Yayınları İstanbul 2003, s.113; Hüseyin Bağcı, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık, 2007 Ankara, s.8; Kongrede yapılan görüşmelerde yardım miktarına son şekli verildi. Buna göre Yunanistan’a 300.000, Türkiye’ye ise 100.000 Dolarlık yardım öngörüldü, Sander, a.g.e, s.258.

(11)

Alpaslan ÖZTÜRKCİ

JHS 121

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

özerklik bitiyordu.80 Türkiye 1945-1947 yılları arasında Arap dünyasına karşı kısmen Batı etkisinden uzak, bölge ülkelerine paralel politikalar uygulasa da, Soğuk Savaş’la beraber Arapların bloklar dışında tarafsız bir politika izleme düşüncesini göz ardı etti.81 Batı eksenli politikalar geliştirmeye başladı. Suriye açısından ise bu dönemde tarafsızlık hayati bir meseleydi. Suriye’de El Bina Gazetesi, Arapların ABD yanlısı bir politika izlenmesini “Sovyet Rusya’nın husumetini cezbedeceği gerekçesiyle kabul edilmez” buluyordu.82 Bu açıdan Soğuk Savaş’ın hemen başında Türkiye ile Suriye’nin çıkarları bir kez daha çatışmaya başlamıştı.

Soğuk Savaş koşullarının Türkiye’nin Suriye’nin bağımsızlığına bakışına en önemli etkisi, milli bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne yönelen Sovyet tehdidinden dolayı Suriye’ye yönelik batı etkisinden uzak özgün politikalar geliştirememiş olmasıdır. Soğuk Savaş’ın başladığı 1947 tarihinden sonra Türkiye 1974 Kıbrıs Harekâtı dışında 1 Mart 2003 tezkeresine kadar bütünüyle Batı Bloğuyla uyumlu politikalar geliştirmiş,83 Suriye politikası batıcı politikalarının gölgesinde şekillenmiştir.

Görüldüğü gibi Suriye’nin bağımsızlığı sonrasında, Soğuk Savaş koşullarının da etkisiyle Türkiye’nin Suriye politikası ilgisiz ve mesafeli olmuştu. Bu durumun somut kanıtı hükümet programlarıdır. 1946-1950 yılları arasındaki hükümet programlarına bakıldığında; Suriye’nin uluslararası hukuka göre Türkiye toprağı olan Hatay’ı kendi sınırlarında göstermesine rağmen Suriye ile ilgili hiçbir konuya değinilmemiştir. Sadece 1946 yılında Başbakan Recep Peker, 14 Ağustos 1946 tarihinde TBMM’ye sunulan hükümet programında Arap dünyası ile ilgili olarak şunları ifade etmiştir:

Arap komşularımıza karşı sevgimiz ve dostluğumuz mutlaktır. Dünyanın en zengin medeniyetlerinden birinin varisleri olan Arap birliği devletleri ile her sahada münasebetlerimizi her gün daha ziyade samimileştirmek büyük emelimizdir.84

Suriye’nin bağımsızlığı sonrasında Türkiye açısından önemli bir veri de Sovyetler Birliği’nin 2.Dünya Savaşı’ndan sonra nüfusunun önemli bir kısmını kaybetmesi, askeri ve endüstriyel kapasitesinin önemli bir kısmını yitirmesi ile Arap dünyası üzerinde ABD ile mücadele edecek kapasitesinin olmamasıdır.85 Ancak Türkiye, Suriye’nin bağımsızlığı sonrası Sovyetlerin sözü edilen zaafını değerlendirememiş, enerjisini ve kaynaklarını bütünüyle Sovyet tehdidine yönlendirerek Suriye ile yakın ilişkiler geliştirme fırsatını kaçırmıştır.

Nitekim SSCB 2.Dünya Savaşı sonrasına göre çok daha güçlü olduğu 1953 yılında Türkiye’den toprak ve boğazlarda hak iddia taleplerinden vazgeçmiştir.86 Türkiye’nin 1952’de, NATO şemsiyesiyle Batı güvenlik sistemine dâhil olması ve Joseph Stalin’in ölümü ile Nikolai Kruschev’in SSCB’nin başına geçmesi bu konuda iki önemli etkendir.

80 Kürkçüoğlu, a.g.e, s.15.

81 BCA, Başbakanlık Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünden, Başbakanlık Hususi Kalem Müdürlüğüne gönderilen, “Muhtelif tarihli Suriye basınında intişar eden makale tercümeleri”, 030.01/104.648-2, 25.02.1954.

82BCA, Başbakanlık Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğünden, Başbakanlık Hususi Kalem Müdürlüğüne gönderilen, “Muhtelif tarihli Suriye basınında intişar eden makale tercümeleri”,030.01 / 104-649-4, 8.7.1954.

83Ali Arslan, “Türkiye’nin Ortadoğu Politikaları”, Türkiye-Ortadoğu Uluslararası Dostluk ve İşbirliği Sempozyumu, (Haz. Mukaddes Kuyaş), Antakya, 2009, s.20.

84Kazım Öztürk, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri ve Programları, Baha Matbaası, İstanbul, 1968, s.292.

85 David Harvey, Yeni Emperyalizm, (Çev. Hür Güldü), Everest Yayınları, İstanbul 2008, s.42; Fred Halliday, The Middle East in International Relations, Cambridge Press, 2005, s.99.

86BCA, Başbakanlık Basın –Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü, ”İngiliz basınından Yorkshire Post: “Rusya Türkiye Üzerindeki Taleplerinden Vazgeçtiğini Bildirdi” makalesinin tercümesi.”, 030, 01 / 103-645-5, 12.6.1953.

(12)

Suriye’nin Bağımsızlığına Türkiye’nin Bakışı

JHS 122

H i s t o r y S t u d i e s

Volume 8 Issue 3 September

2016

Bölgesel Güç Mücadelesi:

Suriye’nin bağımsızlığı sonrasında Türkiye’yle ilişkilerin de etkili olan temel bölgesel faktör Suriye’yle aynı yıl bağımsız olan Ürdün’ün bu ülke üzerindeki yayılmacı emelleridir.

San-Remo Konferansı’nda Filistin’e ait bir toprak parçası olarak kabul edilen Ürdün, 1921 yılında bölgede istikrarı bozan bedevi kabilelerin hareketlerini kontrol altına almak amacıyla Prens Abdullah’ın kendi çıkarlarına hizmet edeceğini düşünen, İngiltere tarafından yapay bir devlet olarak kurulmuştur.87 Kral Abdullah, bağımsızlığını ilan ettiği 1946 yılından 1951’de Mescidi Aksa’da Filistinli bir milliyetçi tarafından öldürülünceye kadar bütün dış politikasını kendi liderliğinde Filistin, Suriye ve Lübnan’ı içine alan Büyük Suriye’yi kurmak hayaliyle şekillendirdi.88 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda Filistin’in Batı yakasını ve Doğu Kudüs’ü işgal ederek popülaritesini artırdı. Bölgede güçlü kalabilmek ve “Büyük Suriye” hedefine ulaşabilmek için büyük devletlerden biri ile ittifak yapmak ve modern bir savunma sistemi kurmak gerektiğine inanan Kral Abdullah89 bölgesel olarak da Türkiye başta olmak üzere,90 Lübnan ve yine Haşim’i Krallık olan Irak’la beraber hareket etmeye çalıştı. 1946 yılında İngiltere’yi ziyaret eden Kral Abdullah, Türkiye’ye de 6-18 Ocak 1947 tarihleri arasında uzun bir gezi yaptı. Gezi sırasında Ürdün Dış İşleri Bakanı Şüreyki Paşa’nın deyimiyle Ürdün’ün

“Tam İstiklalini ve Milletler arasını durumunu takviye eden” bir dostluk anlaşması imzalandı.91 Ancak Kralın projesi 20.yy’ın ikinci yarısındaki Arap rejimlerinin planları gibi parlak fakat kullanışsızdı92 ve başarısız oldu.

Kralın Türkiye ziyareti basın tarafından büyük bir abartıyla karşılanmıştır. Kral Abdullah Türk basınında; “Kralı Arap Birliğine dâhil devletlerin arasındaki sorunları bertaraf eden, Türklük ve Türkiye aleyhine yapılan tahrikleri önleyen kişi”93; “Necip Haşim’i soyunun asil reisi”94, “Türkiye’yi en iyi tanıyan, anlayan en büyük emeli Türkiye ve Arap memleketleri arasında dostluk kurmak olan” bir kişi95,“Türk ve Arap vatanının ortak evladı”96ve

“Türkiye’nin sevgili ve necip misafiri”97olarak tanıtılmaktaydı.

Türkiye’nin, Ürdün gibi ulusal güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehdit eden bir ülkeyle yakın ilişkiler geliştirip anlaşma yapması, Suriye tarafından kabul edilebilir bir durum değildi.

Suriye, Kral Abdullah’ın Büyük Suriye hayalini gerçekleştirmek için İngiltere ve Türkiye ile

“Doğu Bloku” kurmaya çalıştığını düşünmekte, Ürdün’ün Orta Doğu’da İngiliz nüfuzunun devamına hizmet ettiği ve Arap ülkelerinin bağımsızlığının önüne engeller çıkardığı gerekçelerini ileri sürüp Ürdün’ü şiddetle eleştirmekteydi.98 Bölgede Türkiye–Ürdün yakınlaşmasına karşılık, Suriye’de Arabistan, Mısır gibi ülkelerle beraber hareket etmeye başladı.99 Böylece Türkiye ve Suriye bölgesel olarak da farklı kamplarda yer almış oldular. Bu durum Suriye’nin bağımsızlığı sonrası Türkiye-Suriye ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Suriye

87Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Siyaset, Savaş, Diplomasi, C.I, Dora Basım Yayın Bursa, 2014, s.156.

88 Mümtaz Faik Fenik, “Filistin’de Çarpışan Menfaatler”, Vatan, 1 Mayıs 1948.

89Cumhuriyet,10 Haziran 1946.

90 Kral Abdullah yaptığı Türkiye ziyaretinden sonra bir konuşmada şimdi Batı’da Büyük Britanya’yla Doğuda ise Büyük Türk milleti ile yaptığım anlaşmayla iftihar ediyorum demekteydi. Cumhuriyet, 22 Ocak 1947.

91 Ayın Tarihi, 158, Ocak 1947, s.71.

92Barry Rubin, The Tragedy of the Middle East, Cambridge Universty Press, Cambridge 2002, s. 97.

93Ziyad Ebüzziya, “Misafirimizi hürmetle selamlarız”,Tasvir,7 Ocak 1947.

94 Nihat Erim,“Necip Haşimi Soyunun Asil Reisi”, Ulus,8 Ocak 1947.

95 Abidin Daver, “Büyük Misafirimiz”, Cumhuriyet, 9 Ocak 1947.

96 H. Cahit Yalçın, “Kıymetli Bir Ziyaret”, Tanin, 9 Ocak 1947.

97Akşam, 8 Ocak 1947.

98Ömer Kürkçüoğlu, a.g.e, s.17.

99 Fenik, a.g.m, s.126.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu nda hava hareketlidir... Bu ortalama

[r]

Dobutamin çocuklarda da inotropik etki göstermektedir, ancak yetişkinlere kıyasla hemodinamik etkisi biraz daha farklıdır. Çocuklarda kardiyak debi artmasına

4) Trafik siciline "ticari araç" olarak kayıtlı olıııasına rağmen, sahibine ait vergi mükellefiyeti olmayan, herhangi bir ticari faaliyette kullanılmayan,

Üyesİ SAMET r\KTAs Devamsız!ıktan Katan ÖErenciler.. Seçmeli A|ttan

Gomori’nin gümüşleme yöntemi ile, tüm yaş gruplarındaki ve erişkin sıçan karaciğer dokusundaki retiküler (tip-3 kollagen lifler) liflerin koyu siyah renkte,

Hasta veya fonksiyon engelli bir çocuğun ebeveyni olarak, örneğin habilitasyon, özürlüler özel okulu veya benzeri bir kurumu ziyarete gittiğiniz zaman da geçici anababalık

Dünyanın her yanında kabul gören genel bir denetim tanımı yapmak oldukça güçtür. Ayrıca denetimin girdiği her alanda konulara özgü olarak ayrı ayrı denetim