Susuzluk da kuraklık da bir gecede ortaya çıkmadı
Son dönemlerde yaşanan susuzluğun nedeni, iktidarlar başta olmak üzere, ‘küresel ısınma ve kuraklığa’ bağlandı. Büyük kentler başta olmak üzere şehirlerde suyun ‘artan sıcaklar ve kuraklık nedeni ile bittiği’ propaganda edildi. Susuzluk nedeniyle yapılan ve yapılacak olan kesintilerin durdurulması için ‘sıcaklığın düşmesi ve yağmur yağması’ gerektiği yetkililer tarafında sürekli tekrarlanıyor. Yaşanan ‘susuzluk, kuraklık ve küresel ısınma’ ile ilgili
görüştüğümüz İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Derin Orhon söylenenlerin gerçeği yansıtmadığını belirterek, yaşanan susuzluğun, kuraklığın ve küresel ısınmanın birdenbire ortaya çıkmadığını, küresel ısınma ve kuraklığın, ülkelerin uyguladığı politikalar sonucu, ülkemizde yaşanan susuzluğun ise Türkiye iktidarlarının politikasızlıklarının ürünü olduğunu dile getirdi.
Son dönemlerde su tartışmaları ülkenin birincil gündemi haline geldi. Siz bu tartışmaları, tartışmaların içindeki biri olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye az su kullanan bir ülke. Ayrıca tatlı su kaynakları açısından çok zengin bir ülke olmamakla birlikte fakir olarak da görülmeyecek bir ülke. Sanıldığının aksine, olan suyunu da az kullanan bir ülke. Günde kişi başına ortalama su tüketimi 140-160 litre civarında olduğu söyleniyor ama ben bunun gerçekleri yansıtmadığını ve bu miktarın 60-70 litre arasında olduğunu düşünüyorum. Avrupa ve Amerika ülkelerinde insanlar günde kişi başına ortalama 400-500 litre su tüketiyor. Durum böyleyken insanlardan kullandıkları normalin altındaki sudan da tasarruf yapmalarını istemek doğru değil. çünkü belirttiğim gibi Türkiye’de su zaten az kullanılıyor ve bence insanlar daha fazla su tüketmeliler. Günde 50-60 litre su tüketimi yaşam standartlarını düşürecek bir rakam. Tüm bunların yanı sıra tabii ki suda tasarruf sağlanmalı. Ancak bunun vatandaşlardan değil başka yollardan yapılması gerekiyor.
Yaşanan susuzluk nedeni ile şehirlerin suyunun bittiği, barajların kuruduğu tartışılıyor. Bu duruma nasıl gelindiği ve sorunun nasıl çözülebileceğine dair değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Su meselesini ele aldığınızda şunu unutmamak gerekir ki suya kendi başına bakamazsınız, o çevrimin (çevrenin) bir parçası. Bizler de çevrim içerisinde yer alarak suyu taşıyıcı olarak kullanıyoruz. Türkiye için önemli olan suyun az kullanılması değil olanakların iyi değerlendirilmesi ve suyun da içinde olduğu çevrimin tahrip edilip kirletilmemesidir. Bizler suyu çeşitli biçimde kirleticilerle kirletiyoruz. Su çevrim içerisinde yenilenip temizleniyor ve tekrar bizlere dönüyor. Eğer bu durumda kullanılan su miktarını azaltırsan ve kirletici unsurları azaltamazsan bu suya karışan kirleticilerin oranını yükseltir. Bu durum da suyun çevreye vereceği zararı artırır. Bu da içilebilir-kullanılabilir suyun tahrip edilmesi anlamına gelir. Bu durum sanayi için olduğu kadar evsel atıklarda da geçerlidir. Yani evlerde
kullanılan suyun miktarını ne kadar azaltırsan çevreyi kirletme özelliğini o kadar artırırsın. Önemli olan az su kullanmak değil var olan çevrimin dengeli biçimde sürmesini sağlamaktır.
İstanbul’un su sıkıntısının çözümü için en çok dile getirilen proje Melen. Melen projesinin İstanbul’un su sorununun ne kadarını çözebileceğini düşünüyorsunuz?
Anadolu yakası ile Rumeli yakasının şehir şebeke bağlantılarıyla birbirine bağlanamaması. Bunun sonucunda bir yakada su bittiğinde diğer yakada su olsa bile suyu biten yakaya aktarılamıyor. Susuzlukla birlikte en fazla tartışılan Melen’den su getirilmesi projesi gerçekleşse bile Anadolu yakası şebekelerine getirilen su şu haliyle Rumeli’ye getirilemeyecek ve İstanbul’un tamamının su sorunu çözülemeyecek. Ki Melen projesinin çok önceden bitmesi gerekmesine rağmen hâlâ bitirilmemiştir. Burada önemli bir yönetim ve bilgi eksikliği var. Bu yılın kurak geçeceği yeni bilinen bir şey değil, sağır sultan bile duydu. Şimdi bu kuraklığa niye hayret ediliyor ki! Yetkililer gerekli önlemleri alsaydı şimdi bu sorun yaşanmıyor olacaktı.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş su sıkıntısını denizden elde edecekleri suyla çözeceklerini söyledi. Bu projenin hayata geçmesi ne kadar mümkün?
Teknik olarak doğru olsa da bu söylediği proje öyle birkaç gün ve birkaç ay içinde yapılabilecek değildir. Eğer gerekli önlemler alınıp gerekli projeler yapılsaydı bugün denizden de su alınabilirdi. Su kaynağı dendiğinde aklımıza hep içilecek su kaynakları geliyor. Kullanılan 140 litre suyun ancak birkaç litresini içiyoruz, geri kalanını ise başka amaçlar için kullanıyoruz. Yüksek kalitede bir suya ihtiyacımız yok. Mesela İstanbul ilk olarak Kadıköy bölgesinde kurulmuştur. Ama yöneticiler gözlerinin önündeki denizi görmeyerek bugüne kadar buradan yararlanamamışlardır. Bugünkü teknolojide deniz suyu çok önemli bir su kaynağıdır. Uygun işlemler yapılıp bir kaynak olarak kullanılabilir. Ve bu su düşük maliyetlerle halledilebilir. Bugün deniz suyundan bir litre su elde etmenin maliyeti 70-80 kuruşlara kadar düştü. Bunu yapmamış olmak çok büyük bir eksiklik. Bu İstanbul’un bütün suyunu sağlayamasa da çözüm için yollardan birisidir.
Su sorununun çözülmesi için ilk elden başka neler yapılabilir?
Küresel ısınma da susuzluk da kuraklık da bir gecede ortaya çıkmadı. Dolayısıyla çözümü de bir gecede veya ilahi güçlerle olmaz. Su sıkıntısının çözülebilmesi için yürütülebilen ve doğru bir su politikasının oluşturulması gerekir. Bu yapılmadığı sürece günübirlik projeler göz boyamaktan öteye gitmez.
Su tasarruf kaynaklarının içerisinde en önemlilerinden biri; yüzde 20’lerde olması gereken ancak daha önceleri İstanbul’da bile yüzde 50’lerde olduğu bilinen şehir şebeke kaçaklarının önlenmesi. Bir, susuzluk konusunda önemli bir bilgi eksikliği var; ikinci olarak soruna bölgesel bakamamak gibi bir sorun var. Üçüncüsü ise çözüm denince akla hemen kısıntılar ve halktan beklenen tasarruflar geliyor. Dördüncüsü de tüm imkanlardan yararlanmıyoruz ve doğru dürüst plan yapmıyoruz. Tüm bunlara baktığımızda ülkenin su politikasının bilgili ellere teslim edilmesi gerektiğini görüyoruz. Suyun uygun kullanılması demek sadece tasarruf edilmesi ve kaynakların korunması değil çevrenin de korunması demek. Suyun temin edilmesi, gelişen teknolojiyle birlikte kolay ama asıl önemlisiyse suyun da içerisinde bulunduğu dönüşümü olan çevrenin kirletilmemesi. Yani çevrimin doğru sonlandırılabilmesi. Siz tıraş olurken su tasarrufu yapın diyorsunuz ama şehir şebeke sularındaki yüzde 50 kaçağı düzeltemiyorsunuz. Sorunun çözümüne bakış, bu örnek kadar açık ve çarpıcı.
Yetkililer basının karşısına çıkarak halktan tasarruf yapmasını istiyor ve projelerinin biteceği tarihleri açıklıyor. Hükümetin ve belediyelerin susuzluğun aşılmasında yeterli ve doğru politikalar yürüttüğünü düşünüyor musunuz? Türkiye’nin sorununu çözecek bir su politikası olmadığı gibi var olan çözümler de yerel yönetimlere bırakılmış durumda. Yerel yönetimler de sorunun çözümü konusunda ne kadar anlıyorlarsa ve niyetleri neyse ona uygun davranıyorlar. Bu nedenle denize kıyısı olan belediyeler bile su sorununu çözmekte aciz kalıyor. Türkiye’nin diğer birçok yerinde olduğu gibi İstanbul’da da su sorununun çözümü doğal kaynaklara dayalı bir politikayla aşılabilir. İstanbul’un suyu denince akla sadece yağmur sularının birikimiyle oluşan akarsuların bir yere toplanmasıyla
çözüleceği düşünülüyor. Bu fikir kısmen doğru olsa da sorunu tamamen ortadan kaldırmaz. İstanbul’da susuzluğun en önemli sebeplerinden biri var olan su havzalarının yeterince korunamamasıdır. Bunun sonucu olarak en yakın
zamanda Küçükçekmece havzasını kaybettik. Ömerli su havzasının yanına Sultanbeyli Belediyesi kuruldu. Belediye binası dahil olmak üzere bütün Sultanbeyli kaçak. Yapılaşmanın olmaması gereken bir yere yönetimler kendi elleriyle şehirler, belediyeler kuruyorlar.
Kyoto’nun imzalanması sorunu çözmez
Suyun ve çevrenin korunması konusunda Türkiye’de yürütülen çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye uluslararası sözleşmelere imza atarak çeşitli taahhütleri kabul etse de bunların gereklerini yerine getirmiyor. Mesela su konusunda Avrupa Birliği’nin havza bazında yönetimini uyguluyor ve buna uygun da direktifleri var. Türkiye bunu müzakere sürecinde aldı ama yaptıkları kağıtta kaldı. Türkiye’de bulunan ‘çevrecilerin’ önemli bölümü ‘salon çevrecisi’ durumunda. Lüks yerlerde oturup ‘Türkiye Kyoto’yu imzalamalıdır’ deyip küresel ısınma birdenbire ortaya çıkmış gibi davranarak protokolün imzalanması ile sorunun çözüleceğini sanıyorlar. Ama protokolün
imzalanması ile sorun çözülmez, asıl sorun imzalandıktan sonra nelerin yapılıp yapılmadığı ile ilgilidir. Küresel ısınma Beyaz’dan, Okan Bayülgen’e kadar çok sayıda televizyon programlarına konu oldu. çevreye karşı duyarlı olmaları önemli ve güzel. Peki bir Allah’ın kulu da çıkıp sorsa ya ‘Türkiye küresel ısınma konusunda ne yapabilir’ diye. Türkiye bu konuda bir şey yapamaz. Yani Türkiye’de her şey bitecek, Türkiye karbondioksit emisyonlarını kısacak. Türkiye bunu yapıncaya kadar derelere boşalttığı lağım sularına bakmalı ve bunları çözmelidir. Yani ben Türkiye’nin durumunu şuna benzetiyorum: Foseptik çukuruna düşmüş bir adam şöyle bir kafasını kaldırıyor, gökyüzüne bakıyor ve ‘bugün de çok sıcak!’ diyor.