• Sonuç bulunamadı

Suyun metala

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Suyun metala"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Suyun metalaşacağına dair ilk işaretler 1970'lerin başlarına kadar uzanmaktadır. Örneğin, su kaynaklarını ele almak üzere oluşturulan ilk uluslar arası yapı 1972 yılında kurulan IWRA-Uluslar arası Su Kaynakları Birliği'dir. İzleyen yıllarda Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası ve OECD-Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı tarafından üretilen raporlar ve yapılan bir dizi çalışma ve toplantılarda su lobisinin hedefleri giderek netlik kazanmaya başlamıştır. İzlenecek politika ve stratejilerin ise sermaye birikim süreçleri ile toplumsal dönüşümlere paralellik arz ettiği ve süreç içinde adım adım farklılaştırıldığı dikkat çekmektedir.

Söz konusu politika ve stratejilerin birikim süreciyle nasıl bir paralellik içinde olduğu sorusuna odaklandığımızda IWRA'nın kuruluş yılını da kapsayan 1970'lerin krizi önemli bir eşik noktası olarak öne çıkmaktadır. Birikim ve su ilişkisinin bir boyutu temiz su kaynaklarının kapitalist üretim ve toplum yapısı dolayısıyla giderek azalmasıyla ilintilidir. Giderek azalan bir üretim girdisi olarak suyun farklı sektörler ve farklı sermayeler arasında bölüşümü önem kazanmıştır. Bu bağlamda, tıpkı endüstriyel üretim gibi hızla kapitalistleşen tarımsal üretimin çektiği su miktarları göze batmaya başlamış, çare ise, tarımın daha hızlı kapitalistleşmesinde görülmüştür. “Bütünleşik havza yönetimi” sloganıyla harekete geçen şirketler ve hükümetler, önce, toprak ve su yönetiminin birbirinden ayrılamayacağını telaffuz etmeye başlamış, ardından da tarımsal sulamanın nasıl piyasalaştırılacağının yöntemleri tartışılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla suyun metalaşmasından, aslında, aynı anda iki sorunu birden çözüme kavuşturması

beklenmektedir. Bunlardan biri, yıllardan beri tarım görüşmeleri yüzünden sekteye uğramış olan uluslar arası ticaretin önündeki bu engelin kaldırılmasıdır. Diğeri ise biriken sermayeyi, baraj inşaatlarından, enerji santrallerine, boru hatlarından pompa ve desalinasyon (deniz suyu arıtma) tesislerinin kurulmasına ve kardan bile enerji elde edilmesini sağlayacak yeni teknolojilerin geliştirilmesine yatırarak değersizleşme riskini bir süre daha ertelemektir. Birikim ve su ilişkisinin ikinci boyutu olan sermayenin 1970'lerde baş gösteren aşırı birikim kriziyle bağlantılı olarak öncelikle, krizin kendini ortaya koyma biçimi olan kar oranları artış hızındaki yavaşlamanın gerisinde sermayenin aşırı birikimi ve buna bağlı olarak sermayenin organik bileşiminin yükselmesi olgularının bulunduğu tespitiyle başlamakta yarar vardır. Sermaye sınıfı açısından krizi ertelemenin yegane yolu ise, ortaya çıkan birikimin hızla yeni üretken yatırımlara dönüştürülmesi olarak görülmüştür. Bu politikayı hayata geçirmek için uygulanması gereken strateji, o tarihe kadar cüz i katkı payları karşılığında kamusal hizmet olarak sunulan eğitim, sağlık, ulaşım, su vb. nin hızla serbest piyasa döngüsüne dahil edilmesi ve bu yolla aşırı biriken sermayenin üretken yatırımlara dönüştürülmesi olarak belirlenmiştir.

Sayılan bu üretimlerden özellikle enerji ve su, sayısız üretim alanına girdi olarak dahil olduğu ve üretimleri için, -yukarıda da değinildiği gibi- devasa alt yapı yatırımlarını gerektiriyor olmaları dolayısıyla sermayenin krizi erteleme çabalarında başat bir öneme sahiptir. Diğer yandan suyun metalaşmasının yol açacağı sonuçlar, genelde ileri

sürüldüğü gibi yalnızca fiyat ya da sadece kaynakların mülkiyetinin kimin elinde olacağı ile ilintili değildir. Birincisi, doğanın toprak ve su gibi bileşenlerinin metalaşması, doğanın bir diğer bileşeni olan insan emek gücünün

metalaşmasından sonuçları bakımından oldukça farklıdır. Bu farkın temelinde ise, metaların aşırı üretimine dayalı kapitalist üretim biçiminin emek gücünün sürekli olarak yedeğini yaratırken; toprak ve su gibi doğa bileşenlerini sürekli tüketerek kullanılmaz hale getiriyor olması yatmaktadır. Başka bir deyişle, suyun metalaşması halinde dünyadaki temiz su miktarlarının -diğer metalarda olduğu gibi- bollaşması değil, tam tersine daha da kıtlaşması kaçınılmazdır. Bilindiği gibi kapitalist üretim, toplumların ihtiyaçlarını gidermeye değil, sermaye birikimine odaklıdır ve bu yüzden meta üretim miktarları gerçek ihtiyaçların çok üzerinde gerçekleşir. Meta üretimin bu aşırı eğilimini metaların sürekli olarak azalan fiyatlarından izlemek mümkündür. Örneğin, bilgisayar ya da cep telefonu gibi pek çok malın piyasaya ilk çıktığı dönemlerdeki fiyatları ile aradan yıllar geçtiğinde, pazara yeni üreticilerin

katılmasıyla birlikte fiyatların hızla düştüğü herkes tarafından bilinen bir durumdur. Aynı metalaşma sürecini suya uyguladığımızda ise suyun bollaşmayıp, hızla tükendiğini görürüz.

Temiz su miktarlarının azalmasının toplumsal yansımaları oldukça çeşitlidir. Arzı daralan malların fiyatları

yükseleceği için, bu yansıma biçimlerinden bir tanesi suyun fiyatı ile ilintilidir. Dolayısıyla, suyun metalaşmasının öncelikle ve en fazla yoksul, dar gelirli kesimlere zarar vereceğini öngörmek yanlış olmayacaktır. Metalaşma sürecinin bir diğer yansıması ise tarımsal üretim, daha da önemlisi gıda üretimi ile bağlantılıdır. Metalaşma süreci tarımsal sulamayı da kapsadığı için bu yansımanın da –sosyo-ekonomik diğer pek çok boyutunun yanında- fiyat artışları boyutu da söz konusudur. Geleneksel tarımın tasfiyesini hızlandırma riski barındıran sulama suyunun metalaşması karşısında özellikle küçük çiftçiler ve tarım işçilerinin zarar göreceği ortadadır. Küçük çiftçiler, tohum, mazot ve gübre gibi diğer girdilerin yanı sıra suyu da piyasa fiyatları üzerinden satın almak zorunda kalacakları için tarımdan

(2)

vaz geçmeye zorlanacak ve yaşamlarını sürdürebilmek için kentlerdeki işsizlere katılacaklardır. Tarım işçileri ise, artan üretim maliyetlerinin bedelini ödemeye zorlanacak ve su fiyat artışlarına paralel olarak bu kesimin ücret gelirleri azaltılmaya çalışılacaktır. Tarımsal üretimin en önemli girdisi olan sulama suyunun metalaşmasının bir diğer

yansıması da, gıda fiyatlarının artmasıdır. Öte yandan gıda fiyatlarındaki artış yalnızca tarım üreticilerini ya da tarım işçilerini değil; başta işsiz ve yoksul kesimler olmak üzere tüm emekçileri ilgilendiren, doğrudan yaşamın kendisine değen bir durumdur.

Temiz su miktarlarının azalacağına dair tespitimizi dayandırdığımız “suyun aşırı çıkarım ve iletime konu olacağı” öngörüsü ise tamamen kapitalist sistemin işleyişine içkin bir durumdur. Bir malın fiyatının piyasada belirlenebilmesi için öncelikle bu malın spesifik bir arzının ve talebinin yaratılması gerekmektedir. Suya yönelik talebin menşei bellidir: endüstri, tarım ve evsel su kullanımı. Sorun, esas olarak su arzının nasıl oluşturulacağı ile ilintilidir. Çünkü akan bir nehir ya da yer altındaki sular doğal halleriyle su arzını temsil etmez, fiyat oluşumunu belirleyemez. Dolayısıyla bu süreçte bütün su kaynaklarının farklı kapitalistler tarafından zapt u rapt altına alınması, set ve barajlarla tutulması, yer altı sularının yüzeye çıkarılıp depolanması kaçınılmazdır. Bu durumun, su kaynaklarına doğrudan müdahale anlamına geldiği ölçüde doğal çevrimin ya da kaynakların kendini yenileme süresinin giderek uzamasına yol açması kaçınılmaz görünmektedir. Kaldı ki, uluslar arası su lobisi de yayınladığı çeşitli raporlarda yaklaşmakta olan bu tehlikenin farkında olunduğunu ortaya koymakta ve örneğin “gereğinden fazla su çıkarılmasının ekosistem üzerindeki etkilerinin analiz edilmesi gerektiğini” söylemektedir.

Yukarıdaki tespitlerden hareketle, temiz su kaynaklarının kıtlaşmasının sermayeler ve sektörler arasında suyun yeniden bölüşümünü gündeme getirdiği; fakat yeni süreçte su kaynakları daha da hızlı tüketileceği için söz konusu bölüşümün de yeni bir evreye geçişinin kaçınılmaz olacağı öngörülebilir. Başka bir deyişle, dünyanın bugün içinden geçmekte olduğu suyun metalaşma süreci ileri bir aşamaya ulaştığında kapitalist üretimin karşısına yeni ve bu sefer çok daha ciddi bir ayak bağı olarak dikilecek, tıpkı birkaç ay önce Avrupa devletleri ile Ukrayna arasında yaşanan enerji krizinde yaşandığı gibi üretim süreçleri durma noktasına gidebilecektir.

Suyun Metalaşması sürecinde toplumsal hareketlerin “hali pür melali”…

Toplumsal hareketlerin “su hakkı” mücadelesinde bir dizi parçalanmanın yaşandığı görülmektedir. Bölünmeler merkez ve çevre arasında söz konusu olabildiği gibi merkezin ve çevrenin kendi içinde, su sorununun öne çıkarılan boyutları bağlamında da olabilmektedir. Dünya ölçeğinde su mücadelesine rengini veren esas olarak batılı STK'lardır. Gerek yeni iletişim teknolojilerine erişim ve kullanma olanaklarının çok geniş olması gerekse çeşitli fonlardan beslendikleri için mali açıdan oldukça güçlü olmaları dolayısıyla çevre ülkelerdeki hareketleri kendi çizgilerine çekmekte

zorlanmayan bu sivil toplum kuruluşları, aslında, kitle desteğinden yoksun olan yapılardır. Buna karşın, kendi

çizgilerine çekmeye çalıştıkları güneyli hareketlerin önemli bir çoğunluğu gücünü tabandan alan ve geniş örgütlenme ağına sahip olan sendika ve mücadeleci organizasyonlardan oluşmaktadır. Güney Afrika, Hindistan, Bolivya,

Venezuela gibi ülkelerdeki su hareketleri güneyli kitle hareketlerine örnek olarak verilebilir. Bu güneyli hareketlerin batılı STK'ların yörüngesine girmesinin temel nedeni ise, mali ve teknolojik olanaklara yeterince sahip olamadıkları için mücadelelerini ve düşüncelerini dünyaya açmanın tek yolunun batılı STK'larla organik işbirliğinden geçtiğini düşünmeleridir. Özellikle İstanbul'da yapılan 5. Su Forumu'na karşı düzenlenen etkinliklerde bu ilişkiler daha da görünür hale gelmiştir. Diğer yandan, batılı STK'ların kendi arasında da önemli ayrışmalar, karşıtlıklar ve rekabet olduğu dikkat çekmektedir. İlk ayrışma, mücadelenin başlangıcında çevreci STK'lar ile su hakkını savunan STK'lar arasında yaşanmış ve çevreciler ekosistemi korumak için suyun metalaşması, hatta olabildiğince yüksek bedeller karşılığında satılmasını savunurken; su hakkını savunan STK'lar, suyun düşük fiyatlarla, ya da küçük katkı payları karşılığında sağlanmasını savunmuşlardır. Bir diğer nesnel ayrışma ise, suyun metalaşması ile bağlantılı farklı

boyutların her biriyle ilgili farklı STK'ların kurulmasıdır. Öyle ki şu anda Avrupa ve ABD'de baraj karşıtlığına, uluslar arası sular meselesine, kamusal su hizmetlerine, tarımda su kullanımına, su ve gıda ilişkisine, su ve kültürler sorununa odaklanmış onlarca STK faaliyet göstermektedir. Tüm bu hareketler, mücadelelerini sistem karşıtı bir perspektifle de ortaklaştırmadıkları için, yakında bu bölünmenin daha da derinleştiğini, çelişkilerin daha da belirginleştiğini görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Daha şimdiden, baraj karşıtı ve su-kültür ilişkisine odaklı STK'lar ile kamu suyunu savunan STK'lar arasında çıkar çatışmalarını izlemek mümkündür.

Önümüzdeki süreçte bir diğer ayrışmanın da sistem karşıtı hareketler ile batılı STK'lar arasında yaşanacağını öngörmek mümkündür. Mart ayında İstanbul'da karşı ve alternatif forum adı altında iki farklı yapı tarafından

(3)

düzenlenen etkinliklerin hemen öncesinde bu yeni ayrışmanın ilk belirtileri görülmüştür. Batılı STK'lar, karşı forumu örgütleyen Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu'nu “anti-kapitalist” olmakla eleştirmiş ve böyle bir yapıyla birlikte hareket edemeyeceklerini, bunun kendi mücadelelerine zarar vereceğini, anti-kapitalist bir duruşun “counter-productive” olacağını ileri sürmüşlerdir. Bu gelişme, bir yandan da Batı demokrasisinin geldiği noktayı göstermesi açısından oldukça çarpıcıdır. Batılı STK'lar, bir yandan kendi çizgilerine çekmeye çalıştıkları güneyli hareketlere demokrasi dersleri verirken; güneyde oluşan yapıların bütün hareketleri kucaklayacak (open-space) biçimde

örgütlenmesini isterken, kendilerinin bu ilkelere ne kadar uzak ve yabancı olduklarını da ortaya koymuşlardır. Başka bir deyişle, sözü edilen açık alanın (open space) sınırlarının olduğu ve bu alanın sadece kapitalizme biat etmiş STK'lara açık olacağı, anti-kapitalist olanlara ise kapalı olacağı söylenmiştir.

Suyun metalaşması, doğrudan ve yalnızca sermaye birikiminin bugün ulaştığı aşamada yapısal olarak ihtiyaç duyduğu bir durum olduğu halde, toplumsal hareketlerin sistem karşıtlığından -yeni ayrışmaları bile göze alacak kadar- uzak durmaları sosyolojik açıdan derinlemesine analiz edilmesi gereken bir konu olarak ortada durmaktadır. Bu sürecin böylense garip bir şekilde gelişmesinin bir diğer olası nedeni ise, sosyalist hareketlerin ve emekten yana örgütlerin su meselesini şimdiye kadar sınıf mücadelesinin bir parçası gibi görmemiş olmalarıyla ilintilidir. Sosyalistlerin boş bıraktığı alanı, sistem savunucusu STK'lar doldurmuş ve böylece kitlesel, sınıf perspektifine dayalı bir su mücadelesinin önü daha baştan kesilmiştir.

Yukarıdaki tespitlerden hareketle, Türkiye'de bir yıldır çeşitli çalışmalar yürüten Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu gerek farklı perspektiflere sahip örgütleri bir araya toplaması gerekse su sorununu bütün boyutlarıyla ve sınıfsal açıdan analiz etmesiyle umut vadeden bir görüntü vermektedir. Platformun önümüzdeki dönemde yapacağı çalışmalar bu birlikteliği daha da güçlendireceği ölçüde, dünyaya da yeni bir mücadele perspektifi kazandırma potansiyeli barındırmaktadır.

Gaye YILMAZ

Referanslar

Benzer Belgeler

Fındıklı Dört yoldan yaktıkları meşalelerle merkez camiinin meydanına kadar yürüyen ve burada bir basın açıklaması yapan Fındıklı halkı, sularına bir kez daha

_avşat'tan Ethem Kara "Bu bir küresel saldırıdır; uzun süreli mücadele için direniş yerel kalmamalı" dedi; daha çok hukuki destek istedi: "Gönüllü

5 Mart'ta Çevre ve Orman Müdürlüğü'nün Maslak'taki binasının önünde, 10 Mart'ta da AKP'nin Şişli'deki İstanbul il binasının önünde eylem yapacak olan Platform, 15

"Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu"nun düzenlediği, "Suyuna, toprağına, ormanına, emeğine sahip çıkanlar bulu şuyor" konulu forumda Munzur Koruma

Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu'nun gerçekleştirdiği Mücadeleler Birleşiyor Forumu'nda, Türkiye'deki do ğayı ve insan sağlını tehdit eden girişimlere karşı

Biz, Suyun Ticarile ştirilmesine Hayır Platformu olarak, suyun metalaştırılması saldırısının olduğu her yerde suyun bir meta de ğil doğaya ait olduğunu, yaşam için

hakkında su sayacının mührünü birden fazla açıp kullandığı iddiası ile kamu davası açılmış ise de, suyun insan hayatı için çok önemli bir madde olmas ı, yaşaması

toplantıya çağıran Platform'dan yapılan açıklamada, "gelin hep birlikte suyun özelleştirildiği diğer ülkelerde yaşanan y ıkıcı gelişmeler ile dünyada ve ülkemizde