• Sonuç bulunamadı

Beşiktaş’ın cenneti Meyve Bahçesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Beşiktaş’ın cenneti Meyve Bahçesi"

Copied!
96
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Geleceğe atılan ilk adım: Kreşler Yeni yüzüyle Balık Pazarı Üç tuşla sosyal belediyecilik Eğlenceli bir poliklinik Çılgın Türk: Turgut Özakman Ergün Gündüz’ün Beşiktaş’ı

Beşiktaş’ın cenneti

Meyve Bahçesi

(2)

ORTAK ALANLAR,

DEMOKRATİK KÜLTÜRÜN

KAYNAĞIDIR.

(3)

Türkiye bir süredir “Gezi Direnişi” üzerinde konuşuyor. Gezi’de yaşananlarla ilgili olumlu ve olumsuz pek çok görüş var, bu konuda yazılmaya - konuşul- maya da devam edilecek. Ancak bu tartışmaların anımsattığı, anımsatmanın ötesinde yeterince üzerinde düşünmeyip konuşamadığımız bir konu daha gündeme geldi: Yerleşimlerdeki ortak mekânlar ya da kamusal alanlar.

Sözün hemen başında ortak / kamusal alanların, zaten içinde yaşadığımız ama yeterince sahiplenmediğimiz alanlar olduğunu vurgulamalıyım. Başta kent meydanları, sokak ve caddeleri olmak üzere, parklar, kıyı şeritleri, kültür ve sanat evleri, kütüphaneler, stadyum gibi eğlence - dinlence merkezleri bunların başlıcaları.

Herkesin bildiği gibi kamusal ya da toplumsal ortak alan kavramı ve olgusu

“demokrasi” dediğimiz rejimin temel dayanaklarından biri. Onunla var olup onu güçlendiren araçlardan. Öte yandan ortak alanlar “açık toplum” dediği- miz özgürlükçü, şeffaf ve bireyi önemseyen bir toplumsal yaşama modelinin de önemli girdilerinden biri olarak yorumlanıyor.

Yani çağdaş toplumlarda neresinden bakarsak bakalım “kamusal / ortak alanlar” önemli. Bu alanların mekânsal olarak var olması da yeterli değil, yurt- taşlar tarafından özgür ve aktif olarak kullanılmaları gerekiyor.

Kamusal kavramının dilimizde daha çok devleti çağrıştırdığını düşünerek, kamusaldan kastedilenin “toplumsal” olduğunu belirtmeliyim. Yani toplu- mun ortak kullanımına sunulan alanlardan söz ediyorum. Bu alanların var- lığı ve kullanımı demokrasi kültürünün temel taşlarından birini oluşturuyor.

Neden böyle? Çünkü yurttaş bu alanlarda kendi bireysel varlığını koruyarak diğer yurttaşlarla ilişki kurabiliyor. Hiçbir hiyerarşik sıralama ya da erk ilişkisi olmadan gerçekleşen bu buluşmalarda fikirler, duygular, anılar ya da hayaller paylaşılıyor; eleştiri ve projelendirme gibi sosyal sorumluluklar geliştiriliyor.

Bütün bunlardan özgür ve paylaşılabilir bir “fikir ve eleştiri” dünyası oluşuyor.

Gerçek demokrasilerde bu oluşum, demokratik kültüre akan ırmaklardan birini oluşturur. Yurttaşlarından beslenen demokrasiler de güçlü oluyor el- bette.

Ortak toplumsal alanlar, ideolojik derinliği bir yana, yerleşmeleri kent kılan temel yapılardan da sayılır. Ve dışa, hayata açık bir yaşam tarzı için kaçınıl- mazlardır. Son zamanlarda ortaya çıkartılan “ev – işyeri – AVM ve ibadet- hane” kutsal mekân dörtlemesi, bizi kapalı ve tutucu bir yaşam modeline taşıyor. Özellikle de kadını nesneleştiren bir içerik taşıyor. Oysa çağdaş bir toplumsal yapıda, özgür ve demokrat bir toplumsal varlıkta, toplumsal alan- ların özgürleştirici etkisi tartışılmaz.

Beşiktaş Belediyesi olarak imkânlarımız oranında yurttaşlarımızın kullanı- mına açık bu tür ortak toplumsal alanları arttırmayı ve donatmayı bir görev

saydık. B+’nın yeni sayısında bu çalışmaların son örneklerinden bir kaçını bulacaksınız. Örneğin bizim, Ulus’ta 30 dönümlük bir terk alanında gerçekleştirdiğimiz Meyve Bahçesi, bahçe olmanın dışında da böylesi özel bir anlamı taşır. Parklarımızı ya da kentin deği-

şik köşelerini süslediğimiz heykellerimiz bu bakışın ürü- nüdür. Kültür merkezlerimiz ve kafelerimiz yine aynı

şekilde birer yurttaş buluşma yeri olarak tasar- lanmışlardır. Açık toplum için, çağdaş bir

yaşam için bunlar küçük ama önemli kazanımlardır.

Meyve Bahçesi, Türkiye’de bir ilk.

Hem meyve konseptli bir park ol- ması, hem 30 dönüm gibi Beşik- taş kenti için büyük sayılacak

bir alana yayılması, hem de içindeki sosyal donatılarla dinlenme, yeme-içme ve spor olanaklarını sunuyor olması açısından önemli bir hizmet.

Bu hizmetimizi diğer park

ledik. Engelli Koordinasyon Merkezi ise, yine örnek ve özgül çalışmaları- mızdan biri. Engelli yurttaşlarımızla öteden beri süren işbirliğimiz sayesinde, kentin ve hayatın onlar için olumsuz yanlarını birer birer yeniyor, engelsiz bir yaşam için çabalıyoruz. Bu arada Sayın Yavuz Kocaömer gibi duyarlı yurt- taşların katkısı ile gerçekleştirdiğimiz ve engelli insanlarımız için özel olarak tasarlanan parkı da hizmete açtık. Sayın Kocaömer’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Bunlarla gelişen bir diğer hizmetimiz minik yurttaşlarımız için iki ayrı kreş ve gündüz bakımevini hizmete açmak oldu. Dikilitaş semtinde Çetin Emeç Çocuk Kreşi ve Gündüz Bakımevi ile Akatlar semtindeki Sıtkı Çiftçi Kreşi ve Gündüz Bakımevi çocuklarımızın okul öncesi eğitim ve kişilik geliştirme ihtiyaçlarını karşılayacak.

İlköğretim çağındaki çocuklarımız için ise yepyeni bir hizmet hazırladık. Yak- laşık bir buçuk - iki yıldır devam eden çalışmaları sonuçlandırarak Çocuk Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’ni Beşiktaş Belediyesi ana binasında açarak, çocuklarımızın bu sağlık biriminden faydalanmasını sağladık. Okullarımızla işbirliği içinde sürdürülen çalışmalar, öncelikle okul çağındaki çocuklarımızı ağız ve diş bakımı konusunda eğitmek, ardından da ihtiyaç duyulan teda- vileri gerçekleştirmek yönünde. Böylece “Ağzınıza Sağlık Çocuklar” özde- yişine anlam kazandırmak istiyoruz. Sosyal demokrat belediyecilik anlayı- şımız gereği tüm hizmetlerimizi de ücretsiz verdiğimizi belirtmek gereksiz.

Vurgulamam gereken daha pek çok yeni hizmet ve atılımı var Beşiktaş Be- lediyesi’nin. Esenlik Hizmetleri çatısı altında sunduğumuz “sosyal alarm”

projemiz ise, Türkiye’de ilk uygulamalardan. Yalnız yaşayan ve korunması gereken yaşlılarımızın güvenliği, konforu ve rahat iletişimleri için geliştirilen bu çok özel proje ile kentli dayanışmasının önemli örneklerinden birini daha yaşama geçiriyoruz.

Dikkat edilirse bu hizmetlerimizin çoğu ortak kullanıma açık ve kentlerdeki ortak / kamusal mekânlara eklenen yeni örnekler.

Ve çok doğal olarak bu tür ortak buluşma alanlarında övgüler kadar eleştiriler de yeşerir. Eleştiriden korkarak bu alanları yok saymak, işlevini değiştirmeye kalkmak, bu alanlarda toplanmayı yasaklamak tek kelimeyle “akıl tutulması”

olarak ifade edilebilir. Aslında eleştiri kültürü demokrasilerin ana tetikleyici unsurudur.

Gezi direnişi, bizleri yeniden hayatımız ve kentlerin mekânsal kavramları üzerinde düşünmeye, tartışmaya başlattığı için de önemli... Geçenlerde yi- tirdiğimiz değerli sanatçı ve kentlimiz Tuncel Kurtiz’in bu farkındalığı gün- dem taşıyan Gezi Gençleri için söylediği gibi “Çok güzelsiniz çocuklar, çok güzelsiniz!”

Hayatımız kazanımlar kadar kayıplar üzerinden de yürüyor. Büyük ustaları- mızı teker teker yitiriyoruz. Önce Tuncel Kurtiz, ardından da Cumhuriyetimi- zin eşsiz aydınlatıcılarından, koca çınar Turgut Özakman’ı yitirdik. Yaratıcı- lıklarını ve bilgilerini bir miras olarak yaşatacağız.

Esen kalın!

İsmail ÜNAL

Beşiktaş Belediye Başkanı

(4)

36

54

Kapak Fotoğrafı: Can Cihan Saltık BEŞİKTAŞ KENTLİSİNİN DERGİSİ Sonbahar’13 / 22

06 Cumhuriyet kazanımları Cumhuriyet hiç bitmeyecek bir senfoni

02 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı

06

20

26

12 Engelsiz yaşam Kocaman bir aileyiz

54 İnceleme

“Kamu”nun tarihini Beşiktaş bilir 40 Spora ve kültüre yeni adres Akatlar’da

20 Etkinlik:

Bebek şenliği

26 Yaşam: Meyve bahçesi Beşiktaş’ta bir cennet

44 Albüm

Ergün Gündüz’ün Beşiktaş’ı 36 Beşiktaş Çarşı’nın çekim

merkezi : Balık Pazarı 32 Park buluşmaları

Abbasağa’da buluştuk

44

İMTİYAZ SAHİBİ Beşiktaş Belediyesi adına

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal YÖNETİM YERİ

Beşiktaş Belediyesi

Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No:1

34340 Beşiktaş, İstanbul www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 YAYIN TÜRÜ

Dergi/Yaygın YAYIN KURULU

Hasan Özgen, Görkem Kızılkayak, Yüksel Türkili

PROJE YÖNETMENİ Hasan Özgen

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Can Aydın

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Selda Bektaş

HABER KOORDİNATÖRÜ Aybüke Sakaoğlu

EDİTÖR Görkem Kızılkayak GÖRSEL YÖNETMEN Altan Adatepe

YAZI İŞLERİ

Murat Çelik, Gülhan Bakır, Metin Altay, Ayşe Üngör, İrfan Talyak, Cengiz Erdil KATKIDA BULUNANLAR

Cengiz Kahraman, Halit Can Murat Selenoğlu, Elif Mandan Nazan Ortaç Kara, Burak Kara Ergün Gündüz, Cengiz Erdil, Ufuk Koşar

FOTOĞRAFLAR Bekir Köşker, Levent Özer, Can Cihan Saltık, Şenol Kaşıkçı MATBAA PRODÜKTÖRÜ Niyazi Yılmaz

YAPIM

Dörtbudak Yayınları Tanıtım Org. ve Tic. Ltd. Şti.

Mecidiyeköy Mah. Kervangeçmez Sk. No:10 K:3 D:8 Şişli/İSTANBUL

0212 356 09 43 BASKI YÖNETİMİ

HTS Baskı Yönetimi Yayıncılık Reklam A.Ş.

0212 269 88 85 BASKI

A4 Grafik Mat. Yay. Ltd. Şti.

0212 452 40 99 BASKI TARİHİ Kasım 2013

12

(5)

Merhaba...

Günler akıp geçiyor. Yaz sıcakları geride kaldı.

Kentin betona direnen parklarını, sararan yap- raklar kapladı. Sonbahara yine trafik keşmeke- şiyle giren İstanbul, elleriyle kapatmış yüzünü ağlıyor. Kentin kuzeyini kaplayan ormanlarda yapraklar, bir daha yeşerecek ağaç bulamaya- cak. Yapraklar, topraklara karışıp, ormanı doğ- rayan otoyolların altında fosilleşecek. İstanbul, ormanlarına, ağaçlarına ağlıyor.

Beşiktaş kentinde ise beton yığınlarının ortasın- da bir meyve bahçesi göz alıyor. Beşiktaş Be- lediyesi, ağaçlara, yeşile, çeşit çeşit meyvelere hasret kalan kentlilere, özellikle çocuklarımıza bir kent cenneti kazanırdı. İstanbul’un orta yeri Ortaköy’de tam 30 bin metrekarelik alan, mey- ve bahçesi olarak düzenlendi.

Beşiktaş Belediyesi tarafından yapılan ve Türki- ye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı Kuru- cu Başkanı Yavuz Kocaömer’in adının verildiği engelli parkı da açıldı. Meyve Bahçesi ve En- gelli Parkı ile ilgili ayrıntılı bilgiler de sayfalarımız- da olacak.

Bu sayımızda da Cumhuriyet değerlerini tanıt- maya devam ediyoruz. Konumuz “Cumhuriyet ve Müzik”... Türkiye’nin aydınlık yüzlerinden, büyük sanatçı Suna Kan ile bu konuda yapılan söyleşi ilginizi çekecek.

Türk sineması ve tiyatrosu çok önemli bir sa- natçısını sonsuzluğa uğurladı. Tuncel Kurtiz’in yaşam öyküsü ve yakın dostu Atilla Dorsay ile yapılan röportaj da bu sayımızda yer alıyor.

Ve bir çılgın Türk... Turgut Özakman’ı da yitirdik.

Araştırmalarıyla Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyet’e ışık tutan Özakman ile ilgili yazı- mız da ilginizi çekecek.

Sosyal Belediyecilik hizmetlerini hep önde tu- tan Beşiktaş Belediyesi, e-hizmetlerde de sınır tanımıyor. Belediyemiz, Beşiktaşlıların özellikle sağlık hizmetlerinden yararlanması için “Sosyal Alarm” projesi başlattı. Beşiktaş Belediyesi’nin bu hizmetinin ayrıntıları dergimizde yer alıyor.

Ayrıca yakında hizmete açılacak olan Akatlar Spor ve Kültür Merkezi ile ilgili notlar da dergi- mizin bu sayısında...

Deniz kabuğundan esinlenen tasarımıyla ulus- lararası ödül alan Beşiktaş Balık Pazarı’nda bir gezintiye çıkaracağız sizleri. Halkın buluşma ve alış veriş yeri olan pazardaki yenilikleri dergimiz- de bulacaksınız.

Çizgi romancı ve karikatürist Ergün Gündüz’ün çizgileriyle bakın istedik Beşiktaş’a... Ve park buluşmalarında mekânımız bu kez Abbasağa Parkı oldu. Hem Park buluşmaları hem de Be- bek Şenliği’nden notlar bu sayımızda yer alacak.

Bir kamusal alan tartışması sürüp gidiyor. İstan- bul’da kamuya açık alanların yağma edilmesine kaşı çıkanlar, “halkın malı halk için kullanılmalı”

diyorlar. Sosyolog Halit Can’ın kaleme aldığı

“Kamu’nun tarihini Beşiktaş bilir” başlıklı incele- mesini keyifle okuyacaksınız...

besiktasarti@besiktas.bel.tr

78 64

84

Artı

92 Rehber / 24 saat

60 Geleceğe atılan ilk adım Kreşler

64 Sağlık

Eğlenceli ve eğitici bir poliklinik.

70 Üç tuşla sosyal belediyecilik Sosyal Alarm

76 Bir Çılgın Türk Turgut Özakman

80 Zafer Bayramı 30 Ağustos coşkusu 84 Tuncel Kurtiz

Yıldızlar yoldaşın olsun

88 Haberler 90 Kültür Sanat

70

Kamusal alanı tartışıyoruz...

76

(6)

Cumhuriyet kazanımları

Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, çağdaşlığa biraz da müzikle, müziğin yaratılması ve dinlenmesiyle ulaşılacağını biliyordu. Cumhuriyet, temelleri Osmanlı döneminde atılan Batı

müziği ile Türk musikisi ve halk müziği için sistem geliştirdi…

Yazı ve röportaj: Cengiz Erdil Fotoğraflar : Cengiz Kahraman Arşivi

İ

lk insanlar boş ağaç gövdelerine vurdukları tokmaktan yayılan seslerin, akan zamanda ruhun gıdası haline geleceğini şüphesiz bilmiyorlardı. Müzik insanlık tarihinin en şenlikli ve hüzünlü bulu- şu olarak hayatımızda önemli bir yer alıyor. Diyelim ki evrende bir başka türle karşılaşıyoruz; bu tür eğer müzik bilmiyorsa uygar de- ğildir! Vay halimize o zaman... Müzik, uygarlıkla barbarlığın ara- sında, çiçekleri uygarlık yönüne açan renkli bir hat gibidir.

Türklerin müzikle olan ilgisini, becerilerini burada anlatmaya kalksak sayfala- rımız denizde tuz damlası gibi kalır, kitaplar yetmez... Uzak Asya’dan başla- yan yolculuğumuzda yüzlerce kültürle harmanlanan müzik dağarcığımız tam bir derya çünkü. Osmanlı Saray Müziği, Anadolu halk ezgileri ve çok uluslu İstanbul müziği, kültürümüzün zenginliğidir.

Osmanlı ve Batı müziği

Osmanlı, sanıldığı gibi Batı müziğine hiç de uzak değildi. İstanbul’da ilk opera gösterimi Sultan III. Murad döneminde izlenmişti. Çünkü kentte “Levanten”

olarak bilinen ve kentin ticaretine önemli katkısı olan İtalyan nüfus yaşıyordu.

Avrupa’da opera sanatında söz sahibi olan İtalyanlar İstanbul’a opera ve opereti taşımışlardı. Yabancı bir topluluktan opera izleyen ilk sultan da III.

Selim idi. Muhteşem “Aida” operasını besteleyen Verdi, sadece iki yıl son- ra bu ölümsüz eserini İstanbul’da sahneleyecekti. Osmanlı döneminde Batı müziği tutkusu Tanzimat Fermanı ile daha da hızlandı. Piyano ve keman ev- lere girdi. Keman, Türk müziğinin de sazları arasında yer aldı. Bosco Tiyatro- su 1840 yılında açıldı. Bunu Beyazıt ve Kadıköy’deki operet salonları izledi.

I. Abdülmecid, I. Abdülaziz ve II. Abdülhamid, Batı müziğini hem dinlediler hem de gelişmesi için çaba harcadılar.

Osmanlı’da Batı müziği eğitimi için ilk adımları II. Mahmut atar. Yeniçeri Ocağı’nı 1826’da dağıtıp, yerine Asakir-i Mansureyi Muhammediye adlı orduyu kuran Sul- tan II. Mahmut, yeni orduya mehterhane değil, yeni bir müzik gerektiğini düşünür.

Böylece, Muzika-i Hümayun adı verilen boru takımı kurulur. Başına ünlü İtalyan opera bestecisi Gaetano Donizetti’nin kardeşi Giuseppe Donizetti (1788-1856) getirilir.

Riyaseti Cumhur Orkestrası

BİTMEYEN SENFONİ

CUMHURİYET

(7)

Muzika-i Hümayun bir saray bandosu olarak görev yaparken, Donizetti Paşa, 1846’da bir yaylı sazlar bölümü ekleyerek bir de orkestra oluşturur.

İtalya’dan yeni çalgılar ısmarlar ve giderek her çalgı için yabancı öğretmen- ler getirtir. Bando, yalnız padişahın törenlerine katılmakla kalmaz, kent sokaklarında verdiği konserlerle, halk tarafından da benimsenir. Böylece Donizetti’nin bandosu, halka da çoksesli müzikle tanışma fırsatı vermiştir.

Abdülmecid de Batı müziğine duyduğu ilgi sonucu Dolmabahçe Sarayı’n- da bir küçük tiyatro yaptırmış ve 1859’da yabancı sanatçıların oynadığı bir opera ile açılışını gerçekleştirmiştir. Bu dönemde sarayda Batı’nın kimi ünlü besteci - solistleri de konserler vermiştir. 1847’de Franz Liszt’in piyano ve 1848’de Henri Vieuxtemps’ın keman resitalleri gibi.

1868’de Güllü Agop’un Gedikpaşa Tiyatrosu’nda ilk Türk operetleri, daha sonra ilk Türk operaları sahnelenmeye başlar. Dikran Çuhaciyan’ın “Arif’in Hilesi”, Kemani Haydar Bey’in “Pembe Kız”, “Çengi” gibi operetleri... Bu tiyatro, Naum Tiyatrosu’ndaki İtalyan operaları gibi Batı’dan gelen kum- panyalarla Fransız operaları sunmuştur. Aynı zamanda kanto geleneğinin de Gedikpaşa Tiyatrosu’nda başladığı bilinir.

1910 - 1923 arasında etkinlik gösteren Milli Osmanlı Operet Kumpanya- sı, Çuhaciyan’ın opera ve operetlerini sergilemiştir. Bu sıralarda büyük ilgi derleyen Çuhaciyan’ın “Leblebici Horhor” opereti, ilk Türk opereti olarak tarihe geçer. İstanbul’da 1920’li yıllara dek pek çok operet sahnelenmiş, operet ve müzikli oyunlar için pek çok tiyatro açılmıştır. Hemen hepsinin amacı Türk ezgilerini Batı müziği tarzında armonize ederek renkli bir bileşi- me varmaktır. Bu arada saray dışında da bazı özel konaklarda ve dernek- lerde klasik müzik konserleri verilmekte, zamanın ünlü virtüözleri ve bes- tecileri İstanbul’a gelmektedir. Guatelli Paşa Saray Opera Orkestrası’nı da yönetmiştir.

Muzika-i Humayun’dan yetişenler 1880’li yıllarda değişik askeri kurumlar- da, kara ve deniz bandoları kurarak çoksesli marşları yaygınlaştırırlar. Bütün bu kurumlardan yetişen öğretmenler sanayi mekteplerinde ve çeşitli sulta- nilerde (lise) öğretmenlik yapmaya başlarlar. 1908’de Meşrutiyet’in ilanı ile Saffet Bey ilk Türk şef olarak bu topluluğun başına geçer. Muzika-i Hüma- yun, o sıralarda orkestra, bando ve fasıl heyetinden oluşmaktadır. Saffet Bey, Saray Orkestrası’na ilk kez büyük senfonik yapıtlar çaldırtır, sarayın bando ve orkestrası halk konserleri vermeye başlar. Daha sonra Zati Bey, ardından da Zeki Üngör, bu topluluğun başına geçerler. Zeki Bey, 1917’de bu orkestra ile Avrupa turnesi yapar.

Riyaset-i Cumhur Orkestrası, Akbaba Dergisi

Ruhi Su, Açıkhava Tiyatrosu’nun sahnesinde...

Darü’t Talim-i Mûsıkî Heyeti soldan sağa Fahri Kopuz, Cevdet Çağla, Ferit Alnar Çuhaciyan’ın yazdığı Leblebici

(8)

Cumhuriyet dönemi müzik kültürü

Görüldüğü gibi Batı müziği Cumhuriyet’le birlikte gökten zembille inmedi.

Osmanlı döneminde de zaten bir dünya kenti olan İstanbul, Batı müziğinin önemli bir merkeziydi.

Cumhuriyet, Batı müziği, Türk musikisi ve de halk müziği için sistem geliştir- di, eğitim olanaklarını arttırdı, müziğin zorlama ve baskı olmadan geniş kitle- lere ulaşması için çaba harcadı.

Atatürk’e göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdü. Sanat ise ulusun başlıca yaşam damarlarından biriydi… Sanat dalları içinde en çabuk ve en önde götürülmesi gereken de müzikti…

Atatürk’ün doğrudan yönlendiriciliğinde Cumhuriyetimizin ilk 15 yılı (1923 - 1938) süresince gerçekleştirilmiş olan atılımlar, “Türk Müzik İnkılâbı”nın açık mesajları niteliğindedir:

• Makam-ı Hilâfet Mızıkası’nın İstanbul’dan başkent Ankara’ya getirilerek

“Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti” adı altında yeni bir yapıya dönüştürül- mesi (1924).

• Ankara’da Musiki Muallim Mektebi’nin kurulup açılması (1924).

• Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun (Öğretimi Birleştirme Yasası) yürürlüğe girmesiyle genel müzik eğitiminin lâik bir temele oturtulması (1924).

• Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla “Tekke Müziği”nin varlık nedeni ve ortamının kaldırılması (1924).

• Müzik öğrenimi için Avrupa’ya yetenekli gençlerin gönderilmeye baş- lanması (1925).

• Halk müziği ezgilerimizin derlenmeye başlaması (1925) ve notaya alı- nan ezgilerin yayımına geçilmesi (1926).

• Batı müziği bölümü eklenmiş olan İstanbul’daki Dârülelhan’ın konserva- tuvara dönüştürülmesi (1926).

• İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda geleneksel Türk Sanat Müziği eserlerinin saptanmasıyla görevli “Tesbit ve Tasnif Heyeti”nin kurulması (1926) ve bu eserleri seslendirmek için konservatuvarda “İcra Heyeti”- nin oluşturulması (1927).

• Avrupa’daki müzik öğrenimini tamamlayarak yurda dönen gençlerin

Musiki Muallim Mektebi’nde görevlendirilmesi (1927 - 1930).

• Çoksesli müziğe temel olmak üzere müzik teorisi kitaplarının yayımlan- maya başlaması (1928).

• Balkan Oyunları Müzik Festivali’nin düzenlenmesi (1931).

• Halkevlerinin kurulması ve halkla bütünleşmek üzere etkinliklerinin baş- laması (1932).

• Atatürk’ün ünlü “10. Yıl Söylevi” nde Türk müzik kültüründe “çağdaşlaş- ma” amacını belirtmesi (1933) ve TBMM’nin açılış söylevinde “evren- selleşme”yi açıkça dile getirip kültürel hedef olarak göstermesi (1934).

• İlk Türk operası kabul edilen “Öz Soy”un Adnan Saygun tarafından bes- telenip sahnelenmesi (1934).

• “Millî Musiki ve Temsil Akademisi Kanunu”nun çıkarılması (1934).

• Müzik alanını da kapsayan Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün kurul- ması (1935).

• Başta Paul Hindemith olmak üzere, Avrupa’dan ünlü müzik uzmanları- nın davet edilerek görevlendirilmesi (1934, 1935, 1936).

• Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kurulması ve öğretime başlaması (1936).

• Musiki Muallim Mektebi’nin Gazi Terbiye Enstitüsü’ne aktarılarak bağ- lanması (1937- 1938).

• Türkiye’de bilimsel yöntemle uygulanan en büyük ve en geniş kapsam- lı halk ezgileri derleme çalışmalarının başlaması (1937). Türkiye’nin ilk büyük halk müziği arşivi olarak Ankara Devlet Konservatuarı’nda “Türk Halk Ezgileri Arşivi”nin kurulması (1937)...

(Bu iki uygulama, Cumhuriyet’in devrimci kurucu kadrosunun halk müziğinin gelişmesi için gösterdiği çabanın ne anlama geldiğini ortaya koyuyor. “Halk Müziği yasaklandı” gibi bir şehir efsanesini uyduranlar, halk kültürü konusun- da yapılan çalışmaları göz ardı ederek neyi amaçlıyorlar? Bunu okuyucunun takdirine bırakıyorum.)

• Ankara’da “Askerî Mızıka Okulu”nun kurularak öğretime başlaması (1938).

Darü’t Talim-i Mûsıkî Cemiyeti, 1926

(9)

İşte bu düzenlemeler kim ne derse desin, her türde müzik yaratıcısının önü- nü açmıştır. Eğer Türkiye pop müziği ile bugün Avrupa ve Ortadoğu’da ciddi bir pazar yaratabilmişse, bu Cumhuriyet’in eğitim kurumları sayesindedir.

Köy Enstitüleri’nde müzik

Müzik kültürünü yaygınlaştırmanın yolu eğitimden geçiyordu. Halkın aydın- lanması olan köy enstitülerinde, halk ozanları ders veriyor, saz çalmasını öğ- retiyordu. Konservatuvarlı sanatçılar enstitüleri dolaşıyor, öğrencileri eğiti- yordu. Bunlardan biri de Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve nice halk ozanına yeniden ruh veren Ruhi Su idi. Ve Âşık Veysel gibi ozanlar da öğrencilerle adeta arkadaş gibiydi. Bugün bile dillerden düşmeyen pek çok türkü ensti- tüler sayesinde derlenmiştir.

Burada sözü eğitimci Mutahhar Aksarı’ya bırakalım, “Köy Enstitülerinden Günümüze Ne Kaldı?” başlıklı yazısında bakın neler yazmış:

“Günümüzde okullarda resim, müzik gibi sanat dersleri seçmeli. Öğrenci- lere estetik eğitimi verilemiyor. Veliler de özel kurslar aldırarak çocuklarını yetiştirmeye çabalıyor. Köy Enstitüleri’nde resim, müzik dersleri zorunluydu.

Müzik eğitiminde kullanılan yaygın müzik aleti mandolindi. Mandolin öğren- mek zorunlu kılınıyor ve not veriliyordu. Halk oyunları, halaylar, horonlar, zey- bekler, barlar çevrede iyi bilenler tarafından, usta öğreticilerden öğrenildi.

Köy Enstitüsü öğrencileri diğer enstitülere ekip olarak gittiklerinde o yörenin türkülerini, oyunlarını, manilerini, halk oyunlarını öğrenip kendi enstitülerine öğrettiler.

“Örneğin, Trabzon - Beşikdüzü Köy Enstitüsü Müzik Öğretmeni Mehmet Ali Kamacıoğlu, okul kooperatifi üzerinden aldığı kemanlarla 48 kişilik bir koro oluşturuyor. Trabzon’daki İngiliz Başkonsolosu’nun ‘hafta sonları, en geç 15 günde bir enstitüye geldiğini, koroyu dinlediğini’ belirtiyor. Enstitüde müzik aleti sayısına bir bakın...

“… Öğrencilerin şahıslarına ait olmak üzere mevcut olan 135 keman, 34 mandolin, 4 kemençe, 3 kaval, 1 piyano, 1 viyolonsel, 54 mandolin, 1 akor- deon, 4 saz, 3 kaval, 4 kemençe, 2 zurna mevcut olup, bu aletle metotlu ve düzenli olarak çalışan öğrencilerin toplamı şimdilik 320’dir diyerek müzik eğitiminde ulaşılan noktayı belgelemektedir.”

Ve harika çocuklar yasası

Peki, bugün pek çok yerde Türkiye’nin göğsünü kabartan sanatçılarımız…

Onlar nasıl yetiştirildi? Küçük yaşta nasıl keşfedildi? Devlet o kadar sorunla boğuşurken sanatı unutmamıştı…

5245 sayılı Harika Çocuklar Yasası, 1948 yılında, “İdil Biret ve Suna Kan’ın Yabancı Memleketlere Müzik Tahsiline Gönderilmesine Dair Kanun” adıyla çıkarıldı. Yasanın çıkarılmasının en büyük destekçisi, devrin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü oldu. Kanunun çıkmasından sonra 7 yaşındaki İdil Biret (piyano) ve 12 yaşındaki Suna Kan (keman), yasadan yararlanarak Fransa’ya gönde-

rildi. Tüm masrafları 16 yaşına kadar devlet tarafından karşılandı.

Yasanın kapsamı 1956 yılında genişletildi. 6660 sayılı yeni yasanın adı “Gü- zel Sanatlarda Fevkalade İstidat Gösteren Çocukların Devlet Tarafından Yetiştirilmesi Hakkında Kanun” oldu. Bu yasaya göre Güzel Sanatlar Mü- dürlüğü’ne bir dilekçe ile başvuran adaylar, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 10 kişilik bir komisyon tarafından imtihan edilecekler ve olağanüstü yetenek- te oldukları saptanırsa yurtdışına gönderileceklerdi. Verda Erman, Gülsin Onay, Hüseyin Sermet, İsmail Aşan, Fuat Kent, Selman Ada, Ateş Pars bu yasadan yararlandılar.

Yasanın 1968’den sonra işletilmemesi üzerine 1976’da özel yetenekli ço- cukların Devlet Konservatuvarı’nda yoğun ve hızlı bir müzik eğitimi görme- leri için “özel statü” yönetmeliği çıkartıldı. Bu statüde eğitim görüp konser- vatuvarın yüksek bölümünü bitiren bazı gençler çeşitli burslarla yurtdışına gönderildi. Özel statüden ilk yararlananlar Oya Ünler (piyano) ve Burçin Büke (piyano) oldu.

1986-1987’de özel statüden yararlanarak mezun olan Şölen Dikener (viyo- lonsel), Fazıl Say (piyano), Muhiddin Dürrüoğlu - Demiriz (piyano), Yeşim Alkaya (piyano), Çağlayan Ünal (viyolonsel), Ertan Torgul (keman), Özgür Balkız (keman) ve Çağıl Yücelen’in (keman) ardından yasa tekrar işlemez hale geldi.

1998’de 7 yaşında olan Emrecan Yavuz’un (piyano) adı, özel statüden ya- rarlanan son ‘harika çocuk’ olarak geçiyor... Yasa halen işlemez halde. Her- halde “yeni Fazıl Saylar çıkmasın ve başımıza bela olmasın” diye düşünü- lüyor.

Arifiye Köy Enstitüsü

Köy Enstitüleri’nde Âşık Veysel ve Ruhi Su

ders veriyor; dillerden düşmeyen pek çok

türkü enstitülerde

derleniyordu.

(10)

“Cumhuriyet ve Müzik” başlıklı araştırmamızda uluslararası üne sahip sanat- çımız Suna Kan’ın da görüş ve düşüncelerini almak istedim.

Suna Kan, 1936 yılında Adana’da dünyaya geldi. Babası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası viyola sanatçısı Nuri Kan’dır. Beş yaşında iken babasın- dan keman öğrenmeye başladı. Ankara Devlet Konservatuvarı sınavlarını kazandı ve bu okulda Avusturyalı eğitimci Walter Gerhardt ile başladığı te- mel keman öğrenimini İzzet Nezih Albayrak ve Gilbert Back ile sürdürdü.

İlk resitalini 18 Nisan 1946 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’nın konser salonunda verdi. Mozart’ın 5. Keman Konçertosu’nu seslendirdiği bu resital nedeniyle “Harika Çocuk” olarak anıldı ve eğitimine Avrupa’da devam et- mesi gerekliliği gündeme geldi.

1948’de isme özel olarak çıkarılan “İdil Biret ve Suna Kan’ın yabancı mem- leketlere müzik tahsiline gönderilmesine dair kanun” (Harika Çocuk Yasası) ile yurtdışında öğrenim görmek için devlet bursu alma imkânı doğdu. Yasa- nın çıkmasından bir süre sonra ailesiyle birlikte önce Roma’ya gitti; birlikte çalışacağı eğitimcinin hayatını kaybettiğini öğrenince Paris Konservatuva- rı’na gönderildi. Paris’te Gabriel Bouillon ile çalışan Suna Kan, 1952 yılında konservatuvarı birincilikle bitirdi.

Kemancı, okulu bitirdikten sonra da Gabriel Bouillon ile repertuvar çalışma- larına devam etti ve uluslararası yarışmalara katıldı. Cenevre Yarışması’nda 1. (1954); Viotti Yarışması’nda 1. (1955); Münih Yarışması’nda 2. (1956) olan Suna Kan, Long-Thibaud Yarışması’nda da Paris Kenti Ödülü’ne (1957) değer bulundu. Kan, 1957’de yurda döndü ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası solist sanatçılığına atandı.

1960 yılında Türkiye’nin ilk konser piyanisti Ferhunde Erkin’le kurduğu ke- man - piyano ikilisi ile yurdun pek çok yerinde oda müziği konserleri ve resi- taller verdi. İkili yurtdışında da çeşitli merkezlerde resitaller verdi. Daha sonra Almanya’da öğrenimini tamamlamış Gülay Uğurata ile bir ikili oluşturdu. Tam 29 yıl birlikte çaldılar.

Suna Kan, 1970’li yılların başında Ankara Oda Orkestrası’nın kuruluşunda yer aldı. Orkestra, yurtdışında 100’ün üzerinde konser verdi; çeşitli plaklar yaptı. Sanatçı, 1977 - 1986 arasında Ankara Oda Orkestrası’nda başkeman- cı ve solist sanatçı olarak yer aldı.

Geniş bir repertuvarı olan ünlü kemancı, Türk bestecilerini keman için üret- tikleri repertuvarın önde gelen sanatçılarından birisidir. Necil Kazım Akses’in Keman Konçertosu’nun ilk çalınışını gerçekleştirdi; sık sık yorumladığı Ulvi

SUNA KAN İLE

CUMHURİYET VE MÜZİK

“Dünyaya geç geldim diye üzülüyorum. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki coşkuya

ortak olmak isterdim…”

(11)

Cemal Erkin’in Keman Konçertosu’nun en iyi yorumcularından biri oldu; Ah- met Adnan Saygun’un Keman Konçertosu’nu icra etti. Türk sanatına katkı ve hizmetlerinden ötürü 1971’de Devlet Sanatçısı unvanına layık görüldü.

Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının sanat anlayışı konusunda ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle bu kadronun çok değerli işler yaptığını düşünüyorum. Hayatın her alanında eğitime önem verdiler. Eğitim için inanılmaz çaba

harcadılar. Yoksul Türkiye’nin ancak eğitimle zenginle- şeceğini biliyorlardı. Yurtdışına her alanda öğrenci gönderildi. Bunlar arasında müzik eğitimi alanlar da vardı. Musuki Muallim Mektebi bu döne- min en önemli sanat atılımıdır. Bunu, Saray Mızıka Orkestrası’nın Senfoni Orkestra- sı’na dönüşmesi izler. Daha sonra tiyatro, opera, bale eğitimi için Ankara Konser- vatuvarı’nın kurulması ve de Gazi Eğitim Enstitüsü’nün açılması, müzik devriminin ana hatlarını oluşturdu. Türkiye adeta sanat ağlarıyla donatıldı. O günlerin coş- kusuna ortak olmak isterdim. İnançla ve dirençle yola çıkan insanlarla ben de kol kola yürümek isterdim. Cumhuriyet’in kuruluş yılları olağanüstü başarıların destanıdır.

Bu kadro iddia edildiği gibi halk müziği düşmanı mıydı?

Ben bu iddiaya güler geçerim. Atatürk döneminde ve sonraki yıl-

larda halk müziğinin derlenmesi, sanatçıların yetişmesi için harcanan emeği 2-3 lafla anlatmak mümkün değil. Atatürk halk müziğinin çağdaş bir forma oturması için sanatçıları hep teşvik etti. Atatürk acı ve kahır dolu türküleri sev- memiş olabilir. Hepimiz aynı ritmi sevmek zorunda değiliz. Kendisinin Türk Musikisi’nin hayranı olduğunu hepimiz biliyoruz. Köy Enstitüleri’nde de halk müziğinin gelişmesi için neler yapıldığı artık tarihin sayfalarında kaldı. Ancak burada bir hatırlatma yapmak isterim. Herkesin tanıdığı müzik adamı Gürer Aykal’ın babası Köy Enstitüleri’nde müzik öğretmeniydi. Böylesine değerli insanlar müzik kültürünün oluşmasına büyük katkılarda bulundu.

Çoksesli müzik, Batı müziği için yapılanlar 1970’li yıllardan son- ra biraz unutuldu galiba. Hele son yıllarda fazla bir etkinlik yok.

Siz ne düşünüyorsunuz?

Atatürk sonrası yıllarda Türkiye sürdürülebilir ve yerleşmiş bir sanat politikası yürütemedi. Türkiye gibi o yıllarda Batı’ya açılan bir ülke daha var, Japonya...

Ortaya koydukları disiplin ve başarılı bir çalışma programıyla hem kendi halk kültürlerine sahip çıktılar hem de Batı müziği konusunda sanatçı ve yaratıcı kadrolar oluşturabildiler. Bir senfoni konseri Tokyo’da 7 kez tekrarlanabili- yor. Biz 1970’li yıllara kadar Anadolu’yu karış karış dolaştık. Ama bunun sür- dürülebilir olması lazımdı. Mesela Eskişehir’e o kadar çok gittik ve konser verdik ki; bu kentte bir müzik kültürü oluştu. Şimdi bu kentin senfoni orkest- rası var, konserlere ilgi her zaman yoğun.

Harika Çocuklar Yasası, siz ve İdil Biret için çıkarıldı. Sizden sonra da uluslararası üne kavuşan pek çok sanatçı bu yasadan yararlandı. Yasa halen yürürlükte ama uygulanmıyor. Sizin eğitiminiz üzerin-

den onca yıl geçti, şimdi duyguları- nız neler?

Düşünün, 2 çocuk için Türkiye Büyük Millet Meclisi bir yasa çıkarıyor. Bu muh- teşem bir olay... Ve sonraki yıllarda da o yasadan yetenekli çocuklar yararlanıyor.

Uluslararası sahnelere çıkıyorlar. Türkiye’yi başarıyla temsil ediyorlar. Bundan büyük tanıtım olur mu? Ünlü şeflerle çalıştım, ünlü orkestralarla sahne aldım. “Türkiye’nin yetiş- tirdiği sanatçı” diye tanıtıldım. Bu yasanın önce- likle Türkiye için büyük faydası oldu diye düşünü- yorum. Bana gelince… İdil Biret benden küçüktü, 7 yaşındaydı. Ben ise 12. Ama ABC’den önce do, re, mi, fa’yı öğrendim. İlk konserimi 5 buçuk yaşında verdim. Elbette babamın etkisi oldu. O da kemancıydı. Ailem bana çok destek oldu. Bir ma- rangozun kızı olsaydım böyle olmazdım herhalde diye düşünüyorum.

Yasa günümüzde işlemiyor. Ama örnekler var, nice çocuk bu yasadan yarar- lanabilir. Önlerinin kesilmemesi lazım...

Ve günümüz. Şimdiki müzik anlayışını nasıl buluyorsunuz?

İyi bulmuyorum. Biz 1975 yılına kadar devlet desteğiyle Anadolu’nun pek çok kentinde, kasabasında konser verdik. Sinema salonlarında halkın karşısına çıktık. Şimdi ne gönderen var ne de çağıran... Üniversiteler ilgi gösteriyor, ora- lara gidiyorum. Gençler müzikle ilgili. Kendilerini yetiştiriyorlar. Ancak merke- zi bir planlama ve koordinasyon gerekiyor. Daha çok halkla buluşmak lazım.

Yine de karamsar değilim. Ne engeller çıkarsa çıksın su, yolunu buluyor, de- nizle buluşuyor. Hâlâ umutluyum. Karamsarlığa kapılmaya gerek yok. B+

“Atatürk halk müziğinin çağdaş bir forma oturması için sanatçıları hep

teşvik etti.”

Suna Kan, Cana Gürmen ve Dorukhan Doruk 15 Mayıs 2014 saat: 20:00’da Fulya Sanat’ta...

(12)

Engelsiz yaşam

Engelli ve engelsiz bireyler arasındaki iletişimi kuvvetlendirmek amacıyla hizmete giren

Engelli Koordinasyon Merkezi,

“toplumsal engel”leri aşıyor…

Yazı: B+ Fotoğraflar: Bekir Köşker, Levent Özer

B

eşiktaş Belediyesi tarafından geçtiğimiz aylarda Dilek Sabancı Engelliler Parkı’nda hizmete giren Engelli Ko- ordinasyon Merkezi, engelli vatandaşlarımız ve ailele- riyle birlikte büyüyerek kocaman bir aile olmaya devam ediyor.

Beşiktaş Belediyesi, engelli bireylerin sosyal aktivi- telere katılımını sağlamak, mesleki becerilerini geliştirmeye yardımcı ol- mak, engelli ailelerinin gündelik yaşamlarını kolaylaştırmak amacıyla Mart ayında bir merkez açmıştı. Bu merkez toplumda engelli olma durumuyla ilgili farkındalık yaratmanın yanında, toplumun engelli haklarını gözeten duyarlı bir yapıya kavuşmasına da katkıda bulunuyor. Ayrıca engelli ve engelsiz bireyler arasındaki iletişimi kuvvetlendirmek üzere faaliyet gös- teriyor. Merkezde hem engelli hem de engelsiz vatandaşlara hizmet veri- liyor. Engelli ve engelsiz bireyler böylece bir arada eğitim alıyor. Böylece toplumsal duyarlılık artırılarak “engel”lerin aşılması hedefleniyor.

KOCAMAN BİR AİLEYİZ

Engelli Koordinasyon Merkezi öğrencileri, öğretmenleri ile birlikte Emirgan Parkı’nda piknikteydi.

(13)

Engelli Koordinasyon Merkezi, her türlü engel grubundan bireyin rahat erişim sağlayabilmesi için tasarlanmış olan Dilek Sabancı Engelliler Parkı içerisinde yer alıyor. Merkezde engelli bireylerin talepleri doğrultusunda;

temel bilgisayar eğitimi, İngilizce, fotoğrafçılık, resim, yoga, stretching, beden farkındalığı, pilates dersleri veriliyor.

Kurslara engelli ve engelsiz bireyler kayıt yaptırabiliyor. Merkezde aynı zamanda, psikolog hizmeti, istihdam danışmanlığı hizmeti de veriliyor.

Psikolog hizmeti

Psikolojik danışmanlık hizmeti, bireylerin kendilerini daha iyi tanımalarını, yaşadıkları problemlerin nedenlerini fark ederek bu problemlerini etkili bi- çimde çözmelerini hedefleyen profesyonel bir yardım hizmetidir. Beşiktaş Belediyesi Engelli Koordinasyon Merkezi tarafından engellilere ve engelli ailelerine ücretsiz olarak psikolojik danışmanlık hizmeti veriliyor. Merkezde engelli bireylerin ve engelli ailelerinin psikolojik durumları değerlendirilerek psikolojik sorunlarının çözümüne yönelik yüz yüze görüşmeler de yapılıyor.

Engelli Koordinasyon Merkezi öğrencilerinin derste yaptıkları çalışmaları.

Öğrenciler yoga dersinde.

(14)

444 44 55’i arayın, bu

hizmetlerden siz

de yararlanın!

(15)

İstihdam danışmanlığı hizmeti

İş arayan engellilere iş bulma süreçlerinde destek veriliyor. Bu süreçte mer- kezde yapılanlar şöyle sıralanabilir:

• İş arayan engelli bireylerle birlikte özgeçmiş oluşturuluyor,

• Çalışmak istedikleri sektör ve pozisyona yönelik beklentileri öğrenili- yor,

• Günlük taranan kariyer siteleri ve firmalardan gelen talepler içerisinde uygun bir pozisyon bulunduğunda engelli bireyler bilgilendiriliyor.

Merkezde ayrıca haftanın iki günü film gösterimleri gerçekleştiriliyor. Ayın birkaç günü belirli bir konu başlığı altında tartışma platformları düzenleniyor.

Bilişim salonu, kütüphane ve görme engelliler için özel olarak yüklenmiş

“Jaws” programlı bilgisayarlar da Beşiktaş Belediyesi Engelli Koordinas- yon Merkezi bünyesinde yer alıyor.

Beşiktaş Belediyesi’nin ücretsiz olarak sunduğu bu hizmetlerden yararlan- mak isteyen bireyler 444 44 55 numaralı hizmet merkezine ve / veya 0212 279 93 48 numaralı telefondan Engelli Koordinasyon Merkezi’ne ulaşa- biliyor. Ayrıca Mecidiyeköy, Zincirlikuyu ve Beşiktaş’tan ring seferi yapan ücretsiz servis araçlarıyla merkezin ziyaret edilmesi de mümkün.B+

Engelli Koordinasyon Merkezi ailesi bir arada.

Öğrenciler uygulamalı fotoğrafçılık dersinde.

(16)

Burayı çok seviyorum. Burada resim ve jimnastik yapı- yorum. Hatice Hoca’nın bugün son dersiydi ama çok güzel geçti. Bugün Hatice Hoca’dan bacak, kol açma ve beden farkındalığı dersleri aldık. Bunları yaparken eğleniyorum. Bu merkezi bana çok eski bir dans ho- cam olan Tolga Hoca önerdi. Burada takı, ahşap bo- yama yapmak istiyorum. Ayrıca çizgi film ve sinema filmleri izliyoruz. Bir projeksiyon makinesi ve sinema perdemiz var; oraya filmlerimiz yansıyor ve biz de ora- dan izliyoruz. Hocalarımı çok seviyorum.

Daha önce Düşler Akademisi’ne gelmiştik kızımla; ora- dan telefonlarımızı öğrenmişler, aradılar. Kızım Tuğçe Boynueğri, dowm sendromlu ve 22 yaşında. Burada kızımla beraber resim yapıyoruz. Ben de öğrenciyim.

Çocuklarımızla geliyoruz mecburen, öyle olunca da boş vaktimizi değerlendiriyoruz. Zaten ben öncesinde de biraz resim yapıyordum. Burada gönüllü olarak çalışan eğitmenlere teşekkür ediyoruz. Sonuçta özveride bulu- narak geliyorlar buraya. Biz burayı kendi yerimiz olarak gördük. Sanki burası bize aitmiş gibi... Doğal ve rahat çalışıyoruz.

Burada eğitime daha yeni başladım. Arka- daşım Mustafa’yla birlikte fotoğrafçılık, pila- tes, resim kursu alıyorum ve film gösterimle- rine katılıyorum. Bu ortam çok güzel. İleride yaptığımız resimleri sergilemek istiyoruz.

Fotoğrafçılık kursundan sonra hocamızla birlikte Sultanahmet’e gidip fotoğraf çektik.

Şimdi iş arıyorum.

Gülberk Derici

Türkan Boynueğri

Meltem Akkır Mustafa Gürdal

Belediye tarafından bize merkez için telefon geldi ve bu vesileyle mer- kezden haberdar olduk. Zaten 3- 5 yıldan beri Düşler Akademisi’ne ge- liyorduk. Oğlum down sendromlu Yiğit Çağlayan’la beraber artık buradaki kurslara katılmaya başladık. Yiğit zaten sosyal bir çocuk. Ben emekliyim, eğitimlere Yiğit’le beraber katılıyorum. Yiğit daha önce iş atölyelerini bitirdi, spor faaliyeti olarak da yüzme sporunu yapıyor ve yarışmalara da katılıyor.

Bu merkezde yoga, resim, stretching, beden farkındalığı, pilates derslerine katılıyor. Haftanın bir günü biz de eşimle beraber İngilizce kurslarına katılı- yoruz. Boş durmaktan hiç hoşlanmıyoruz. Çekirdek aile olarak buradayız.

Turalp Çağlayan

“Aile olarak buradayız”

“Hocalarımı çok seviyorum”

“Biz burayı kendi yerimiz gibi gördük”

“Resimlerimizi sergilemek istiyoruz”

(17)

MimDepo Performans Ekibi olarak, Mayıs 2013’den bu yana stretching ve beden farkındalığı dersleri eğitmenlerimiz tarafından bu merkezde haftada 2 gün birer saat olarak verilmeye baş- landı. Uzamaya ve esnemeye dayalı olan stretching derslerimiz, bedeni tanıma ve rahatlatma sürecinde kişinin beden ve zihni rahatlatmaya yönelik hareketleri içeriyor. Biz bu hareketleri çalışmalarımızın bütününde yaygın olarak hedefledik. Örneğin, Ferda’nın unutulmuş kas ya da kas tembelliği diye tanımladığımız problemlerine ilişkin uyguladığımız ders ve stretching hare- ketleri, tembel kasları daha kullanılır hale getirip günlük yaşantısında fayda sağlayabildi. Bunun yanı sıra beden farkındalığı dersinde de katılımcı arkadaşlarımızın kendi bedenlerinin farkına varması ve tanımasına yönelik çalışmalarımız oldu. Kişinin kendi bedenine dair önce sınırlarını bilmesini ve sonrasında bu sınırları zorlaması - aşması esasına dayalı derslerimizi katılımcı arka- daşlarımız gerçekten çok önemsedi, özen gösterdi.

Ben engelli olmanın ne olduğunu bilmiyordum. Hiç de ilgilenmemiştim.

Ancak engelli olmak bana 49 yaşımda geçirdiğim kötü bir trafik kazası so- nucu geldi. Bundan sonra engelli olmanın ne olduğunu anladım. Beledi- yecilik anlayışı gereği, vatandaşların durumunun ne olduğunu özenle takip eden Beşiktaş Belediyesi, bize ulaştı. Merkez çalışanlarının ilgisi sayesin- de buraya adım atmış oldum. 5 aydır merkeze geliyorum, burada bilgisayar

kursuna katıldım. Burayı sevdiğim için ben de bir şeyler katmak istedim ve gönüllü olarak Rusça eğitmenliği yapabileceğimi söyledim. Önümüzdeki dönemde, eğitmenliğini benim yapacağım, ortopedik engellilere ve engelli ailelerine yönelik Rusça kursu açılacak. Engelli olmanın suç gibi göründüğü toplumumuzda en azından engellilere farklı olduklarını hissettirmek lazım

Buraya kızım Sevinç Kalayoğlu’nu getiriyorum. Kızım burada bir şeyler öğrensin istiyorum. Beden farkında- lığı, jimnastik ve yoga derslerine katılmayı çok seviyor ve burada mutlu oluyor. Ben 80 yaşımdayım, kızım 43.

Okuma yazmayı Levent İlkokulu’nda öğrendi kızım.

Ders olduğu zaman bizi merkezden arıyorlar ve biz de geliyoruz. Burası çok güvenli, hocalarımız güler yüzlü...

Evimize çok yakın. Kızım ev yemeklerini çok seviyor.

Sürekli bana “Anne bana yemek yapmayı öğret” diyor.

Takı, örgü, yemek kursu açılmasını istiyoruz.

Hüsniye Kalayoğlu Hatice Sönmez Arslantaş

“Kızım burada birşeyler öğrensin istiyorum”

“Merkeze bir şeyler katmak istiyorum”

“Kas tembelliği problemleri ve beden farkındalığı üzerine çalışıyoruz”

(18)

Kazanım

Yavuz Kocaömer’in adını taşıyan ve 16 Eylül’de hizmete açılan Engelliler Parkı, basketbol sahası, açık hava fitness alanı ve kütüphanesiyle, engelli yurttaşlarımıza sosyal yaşam alanı

içinde birçok alternatif sunuyor…

B

eşiktaş Belediyesi tarafından yapılan ve Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı Kurucu Başkanı Yavuz Ko- caömer’in adını taşıyan engelli parkı 16 Eylül 2013’te açıl- dı. Açılış törenine Yavuz Kocaömer’in yanı sıra Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Mehmet Atalay, Yapımcı ve sunucu Acun Ilıcalı ile Beşiktaş ve Galatasaray spor kulüplerinden engelli sporcular katıldı.

Törende konuşan Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, “Burası herhangi bir yeşil alan değil. Engelli vatandaşlarımızın rahatlıkla girebileceği, imkânla-

rından faydalanabileceği bir park. Bu parkların sayısını arttırmak, eski park- larımızı da engellilerin rahatlıkla kullanabileceği şekilde yeniden düzenlemek en önemli görevlerimiz arasında...” dedi.

Parka ismi verilen Yavuz Kocaömer ise bazı kesimlerin kendisi için “huysuz, geçimsiz, saldırgan ve kavgacı” dediklerini anlatarak, “Doğrudur. Bu ülkede engelli insanlara ikinci sınıf insan muamelesi yapan, engelli insanları hor gö- ren, onların yasal haklarının kullanılmasında setler koyan, insanlar arasındaki farklılığı kabul etmeyen herkesle makamı, unvanı ne olursa olsun kavga et- tim ve etmeye devam edeceğim” dedi. Açılış töreninde bulunan Beşiktaş ve

KÜLTÜR MAHALLESİ’NE ENGELLİ PARKI

Yazı: B+ Fotoğraflar: Levent Özer

(19)

Engellere ve spora adanan bir yaşam

1948 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Yavuz Kocaömer, Marmara Üniversitesi İktisadi Ti- cari İlimler Fakültesi’ni bitirdi. 1972 yılında Frankfurt Johann Wolfgang Goethe Üniversite- si’nde ‘’İşçinin Yönetime Katılması’’ konusunda lisansüstü eğitimini tamamlayan Kocaömer, uzun yıllar Almanya’da ve Türkiye’de Tenis Federasyonları’nda görev aldı. Enka Spor Ku- lübü’nün Tenis Kaptanlığı görevini de yürüten Yavuz Kocaömer, 1989 - 1991 yıllarında 3 yıl süreyle Federal Alman Spor Teşkilatı Başkan Danışmanlığı yaptı. Kocaömer, 1997 yılında Türkiye Engelliler Spor Federasyonu As Başkanı; 1998 - 1999 yıllarında ise Başkan olarak görev yaptı. 1999 yılında Türkiye Engeliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı’nı (TESYEV ) kura- rak Başkanlık görevini üstlenen Kocaömer, aynı yıl Frankfurt’ta Türk – Alman Engelli Spor- cuları Destekleme Derneği’ni kurdu. Kocaömer halen bu derneğin başkanlığını yapıyor.

Türkiye’de ve Almanya’da engelli sporlarını desteklediği için 2011 yılında “Almanya Liyakat Nişanı” ile onurlandırıldı. Türkiye Milli Paralimpik Komitesi Kurucusu olan Yavuz Kocaömer bu derneğin Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı da sürdürüyor. Kocaömer, Olimpiyat ve Paralim- pik Oyunları Hazırlık Düzenleme ve Denetleme Kurulu Komite Üyesi.

Galatasaray tekerlekli sandalye basketbol takımlarının milli sporcularının Avru- pa ve dünya şampiyonu dereceleri bulunduğunu hatırlatan Kocaömer, Türki- ye’nin artık engellilere ayrımcılık etmekten vazgeçmesi gerektiğini de söyledi.

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal da engelleri kaldırmak için çalıştıklarını belirtti.

Engellilere özel hazırlanan park, basketbol sahası, açık hava fitness alanı, kü- tüphane ve tuvaletleriyle hizmet verecek.

Kültür Mahallesi’nde 2 bin 750 metrekare alan üzerine kurulan park tamamıyla engellilere uygun standartlarda yapıldı, zeminde kullanılan döşemeler görme engellileri yönlendirebilecek nitelikte hazırlandı. Bedensel engellilerin rahatça kullanması için parkın tamamında standartlara uygun rampalar yapıldı.

Görme engellilerin duyularına hitap etmek amacıyla parkta yer yer kokulu bit- kiler kullanıldı ve 2 adet su (ses) duvarı yapıldı… Bitkilendirme de yine görme engelliler için tehlike oluşturmayacak şekilde planlandı. B+

Yavuz Kocaömer

(20)

Bebek Şenliği

Şenlikte üç gün

“Bebek Özgürlüktür” sloganıyla Bebekliler Derneği ile Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen Bebek Şenliği, bu yıl da moda, tasarım, yeme-içme ve eğlencenin adresi oldu. Şenlik, “barış” söylemleriyle de gündemi Bebek Parkı’na taşıdı…

Yazı ve röportaj: Aybüke Sakaoğlu Fotoğraflar: Özlem Yeniay, Levent Özer

(21)

Y

eme - içme ve alışveriş stantları, sahne ve DJ perfor- mansları ile 13 - 15 Eylül tarihleri arasında 3 gün süren Bebek Şenliği, yine her kesimden birçok insanı bir araya getirdi. Yazdan kalma günlerin son demlerinin yaşandığı organizasyon, tam anlamıyla şenlik havasında geçti.

“Bebek Özgürlüktür” sloganıyla Bebekliler Derneği ile Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen şenlik, “barış” söylemleri ile gündemi de Bebek Par- kı’na taşıdı.

8 yılıdır süren ve her yıl merakla beklenen, bir kentli buluşması niteliği taşıyan etkinlik, ekranlarda gördüğümüz yüzleri de Bebek Parkı’nda halkla bir ara- ya getirdi. Çeşitli animasyonların yer aldığı, tasarım sanatçılarının eserlerinin sergilendiği şenlikte en çok çocuklar eğlendi. Kendileri için oluşturulan resim atölyelerinde boyama yapan çocuklar, oyun alanlarının da keyfini çıkardı.

Türkiye’nin en iyi modacılarının, yiyecek içecek markalarının yer aldığı, aynı zamanda birbirinden farklı stantlarda genç sanatçıların eserleriyle var olduğu modern pazarlarda vintage kıyafetler, el yapımı takılar, kitap, hediyelik eşya ve ev aksesuvarları gibi çeşitli ürünler yoğun ilgi gördü.

Müzik ve eğlence

3 gün süren organizasyonda alışveriş yapan İstanbullular, günün yorgun- luğunu gece düzenlenen konserlerle atma fırsatı buldu. Çimlerin üzerinde uzanarak bir arada şarkılar söyleyen yurttaşlar, ilk gün Bora Uzer performan- sıyla eğlenirken, şenliğin 2. gününde sahne alan Özge Fışkın ve Kenan Vu- ral, yorumlarıyla büyük beğeni topladı. Şenlik, merakla beklenen Su Soley ve Rebel Moves konserleriyle kapandı.

Şenlikte geçen sene olduğu gibi bu yılda Bebek Parkı’na verilen sokak isim-

(22)

leriyle parkta adeta bir şehir oluşturuldu. Tüm sokaklarında ayrı bir heyecan, ayrı bir güzelliğin yer aldığı “şehrin” insanları, 3 günlük organizasyonda hem eğlendi hem de bir arada vakit geçirmenin keyfini sürdü.

Çevre bilinci ön planda

Şenlikte en dikkat çeken stantlar yine takı stantları oldu. Kolyeler, yüzük- ler, bilezikler göz kamaştırdı, birbirinden özel tasarımlar hayranlık uyandırdı.

Öte yandan bir sosyal sorumluluk gereği sokak çocukları için kurulan stant ta oldukça ilgi çekti. Down sendromlu çocukların yaptıkları süs eşyaları gö- rülmeye değerdi.

Beşiktaş Belediyesi’nin stantlarında ise çevre bilinci irdelendi. Daha temiz bir dünya için atık yağlarını lavaboya boşaltmayıp şenliğe getiren katılımcı- lar, getirdikleri atık yağ karşılığında 1 litre ayçiçeği yağı aldılar. Bunun yanı sıra cam şişelerini şenlikteki standa getirenler “Cam Yeniden Cam” proje- siyle geri dönüşüme katkı sağladı. Beşiktaş Belediyesi Anadolu Cam Sa- nayi işbirliği ile düzenlenen “Cam Yeniden Cam” projesiyle 5 bin şişe geri dönüşüme kazandırıldı. Cam şişelerini standa getirenlere zeytinyağı şişesi de hediye edildi.

Hande Subaşı’yla

Bebek Şenliği

Bebek Şenliği’ni oyuncu, manken ve eski Türkiye güzelimiz Hande Subaşı ile gezdik.

Cam standında geri dönüşüme katkıda bulunduk; atık yağların toplanmasına

yardım ettik; alış veriş stantlarına göz attık;

konserlerde hem söyledik hem de dans ettik…

“Bebek Şenliği” sadece alışveriş ve eğlence değil aynı zamanda ünlülerin halkla buluşma noktası. Birçok ünlünün, ailesi ve dostlarıyla katıldığı şen- liği, biz de ünlü oyuncu, manken ve eski Türkiye güzeli Hande Subaşı’yla gezdik. Bu gezi hem ilgi çekici hem de eğlenceliydi. Gezili röportajımız, sık sık Subaşı’nın hayranları tarafından kesilse de, biz söyleşimize devam et- tik. Bir yandan alışveriş yaptık, bir yandan da Beşiktaş Belediyesi’nin çevre bilincini artırmak için oluşturduğu stantlarda dolaştık; cam standında geri dönüşüme katkıda bulunduk, atık yağların toplanmasına yardım ettik...

Bu arada tabletinden bol bol fotoğraf çeken Subaşı, “kendi gözüyle şenlik”

anlarını da İnstigram’dan paylaştı…

Podyumdan sonra oyunculuğa adım attınız. Ekranların da ara- nan yüzü oldunuz. Son olarak “Düşman Kardeşler”de Selin karakterini canlandırdınız. Yeni sezonda sizi ekranlarda göre- cek miyiz?

Şu an zaten başka çalışmalarım var aslında. Podyumlara artık son birkaç yıldır çıkmıyorum. Sadece hobi olarak yılda birkaç defilede çıkıyorum. Bir Türk markası olan Park Bravo’nun yüzü oldum. Onlarla yeni bir çekim yap- tık. Sonbahar ve kış aylarında göreceksiniz zaten. Dizi ve sinema için daha imza atmadan bir şey var diyemem. İçime gerçekten sinen bir proje olursa bu kışı da çalışarak geçirmek istiyorum.

Fransız dili eğitimi aldınız. Fransa, Avrupa sinemasının mer- kezlerinden biri. Hiç Avrupa sinemasında olmayı istediniz mi?

Ya da böyle bir teklif geldi mi?

İstanbul Üniversitesi’nden mezun olmadım ama 9 – 10 yıl Fransızca eğitim aldım. Ortaokul ve lisede Fransızca okudum. İyi bir okuldan mezun oldum;

benim de Fransızca için şansım buydu. Hayatınızda sadece okul ya da dil

(23)

değil, çevrenizden ve ailenizden öğrendikleriniz de çok önemli. Ailemin desteği ve katkısının yanında, evet, doğrusu iyi bir okulda eğitim aldım.

Onun ekmeğini de aradan yıllar geçmiş olsa dahi yiyorum.

Avrupa sineması tabii olabilirdi. Niye olmasın? Hâlâ da her zaman olabi- lir. Bilinmez ama öyle bir hedefe ulaşabilmek için de bağlantılarınız olmalı.

Bunun için bir adım atmak ya da birinin kulağına bir şeyler fısıldamak lazım.

Kendi kendime böyle bir çabam olmadı ama böyle de bir teklif gelmedi açıkçası. Gelse neden olmasın, isterim.

Bildiğimiz kadarıyla Arnavutköy’de yaşıyorsunuz. Arnavut- köy’ün en önemli özelliği, mahalle kültürünün devam ettiği sayılı semtlerimizden biri olması. Bu yüzden mi “Arnavutköy”

dediniz?

2 yıldır Arnavutköy’de yaşıyorum. Ondan önce 3 yıl kadar Ulus’ta oturdum.

İstanbul’da çok yer değiştirdim. Bizim evimiz şu anda zaten Arnavutköy - Kuruçeşme arasında. Biraz tepede bir sitede. Boğazda yaşamak zaten çok keyifli. Arnavutköy’ün içi de çok keyifli ve hep eski evler bulunuyor. Bu tarafları çok seviyorum. Hem çok merkezi hem de kendine has bir dokusu var; sakin ve sessiz. Şehrin ve sosyal hayatın tam içinde olup, buna rağmen böylesi sakin kalabilmesi, benim için çok büyük bir avantaj doğrusu. Çünkü ben de biraz böyleyim; sosyalliği severim ama sürekli hareket halinde de yaşayamam açıkçası. Arnavutköy bu nedenle yaşam tarzıma ve kişiliğime çok uyuyor. Evlenince eşimin evine, Arnavutköy’e taşındım. Hakikatten şimdi bu evden çıksam, İstanbul’da nereyi beğenip, nerde oturabilirim diye düşünüyorum. Hem sahile çok yakın hem manzaralı hem havası çok güzel hem gürültü yok ama aynı zamanda şehrin tam içinde!

Beşiktaş’ta en çok nerelerde vakit geçirmekten hoşlanıyorsu- nuz?

Daha çok Boğaz açıkçası… Ben suya, denize çok düşkün bir insanım. İstanbul’da tercihim hep deniz kenarı oluyor. Restorana gideceksem de, oturup bir kahve içe- ceksem de, yürüyecek olsam da genelde deniz kenarını, sahili tercih ediyorum.

Gündelik yaşamda neler yapıyorsunuz?

6 aydır köpeğimiz var. Onun sorumluluklarını alıyorum ve onunla vakit geçir- meyi çok seviyorum. Dediğim gibi, deniz kenarını çok sevdiğim için, bir prog- ramımız olmasa bile, akşamları köpeğimizi de alıp yürüyüşe çıkıyoruz eşimle.

Ben evimi de çok seviyorum. Evimizin balkonu bile bana huzur veriyor. Evde arkadaşlarımızı ağırlamaktan da çok keyif alırım. Ama onun dışında tabii bir ba- lıkçıya, bir restorana gitmekten hoşlanırım. Arkadaşlarımızla olabileceğimiz sa- kin programlar yapmayı tercih ederim. Kışınsa daha çok sinemaya gidiyorum.

(24)

Bebek şenliği gibi organizasyonlar birçok insanı bir araya getiri- yor. Sık sık bu tür organizasyonlara gider misiniz?

2 yıldır denk gelmedi açıkçası. Bebek Şenliği’nin olduğu o 3 günü biz has- tanede geçirdik. Annemin ve benim rahatsızlığımdan dolayı gelememiştim.

Bu sene şeytanın bacağını kırdık herhalde diyorum. Zaten ben de şaşırıyo- rum bugün Bebek Şenliği’ne gelebildiğime! Sayfiye yerlerini çok severim, açık hava şenliklerini. Bodrum Turgut Reis’te de yapılır böyle etkinlikler.

Tezgâhlar açılır, minik minik, yan yana. Bu tarz alışverişleri ve pazarları gez- meyi çok severim işin açıkçası.

Bu tür etkinliklerin semt sakinlerine ve semtin imajına ne tür kat- kıları oluyor sizce?

Bir kere burası yeme içmeden, aksesuvardan, giyim kuşamdan tutun da bir- çok insan için bir ekmek kapısı. Bir de insanlar sıradanlaşmış o pazarlama

durumundan gerçekten çok yoruluyor ama şu 3 gün herkes için ayrı bir keyif bence. Bütün bir yıl olduğu gibi dükkânlarında ya da alışveriş merkezlerinin içinde kapanıp ticaret yapmıyorlar. Burada hem gündüz hem de akşam açık alanda ve müzik eşliğinde, panayır ortamında sosyalleşerek bir araya geli- yorlar. Baktığımızda Beşiktaş Belediyesi sınırları içinde oturmayan bir sürü insan da geliyor Bebek Şenliği’ne.

Şenlikte neler dikkatinizi çekti?

Stantların hepsi birbirinden güzel zaten. Ben takı düşkünü olduğum için takı ve ev eşyalarının olduğu stantlar dikkatimi çekti. İlk defa geldiğim ve merak da ettiğim için her şeye daha ayrıntılı baktım. Her yaş grubundan insanın bir araya gelmesi; şu an baktığımda bile çimlerin üstüne uzanmış insanlar gör- mem… Bunlar bile çok keyifli. İnsanların eğlenebileceği ve kendilerini rahat hissedebileceği bir ortam yaratılmış burada.

Hande Subaşı’nın objektifinden Bebek Şenliği

#bebekozgurluktur

(25)

Metropol insanlarının en büyük sıkıntısı yalnızlık. Ancak Beşik- taş, bu tür buluşmalara sık sık ev sahipliği yaparak, kentlileri bir bakıma “modern insan bunalımından” çıkarıyor… Siz ne düşü- nüyorsunuz?

Doğru aslında. İnsanlar burada bir nebze olsun, kendilerine vakit ayırabiliyor.

Açık havada kalabalık içerisinde, buraya yalnız bile gelmiş olsanız günü ke- yifle geçirebilirsiniz. Etrafı ve çocukları izlemek, bu kalabalığın içinde stant- ları dolaşmak sizi yalnızlıktan kurtarıyor. İnsanlar burada buluşuyor. Mesela şöyle bir diyalog oluşuyor; “Bebek Şenliği’ne gidiyorum”, “Aaa sen de mi gidiyorsun? O zaman orada buluşalım!”. Akşamları konserde beraber eğle- niyorlar. Bir fırsat aslında, bir neden, bir araç insanlar için; eğlenmek ve sos- yal aktiviteler adına…

Sosyal medyaya ilginiz var mı? En çok hangi ağları kullanıyor- sunuz?

İnstagram ve Twitter kullanıyorum. İlgim var ama işin dozu kaçtığı zaman sorun yaratıyor. İnsanlar artık çoğu şeyi oradan paylaşıyor; çok sanal! Te- levizyonun, cep telefonun, bilgisayarın sosyal hayata etkileri olumsuz gibi.

Faydaları yok diyemeyiz ancak sosyal ilişkileri köreltiyor diye düşünüyorum.

Bazen arkadaş ortamındayken muhabbet edileceğine herkes elindeki tele- fona bakıyor. Dozunu bilmek lazım.

@besiktasbelediyesi bizi takip edin

B+

(26)

Yaşam

İstanbul betona boğulurken, Beşiktaş “yeşil” için direniyor. Beşiktaş Belediyesi tarafından 30 bin metrekare alana kurulan Meyve Bahçesi adeta bir cennet...

Yazı: Cengiz Erdil Fotoğraf: Ulaş Tosun, Levent Özer, Can Cihan Saltık

T

arihinde dört bir yanı delik deşik edilmesine rağmen “yıkıl- madım, ayaktayım” diyen bir başka kent var mıdır acaba?

İstanbul’un yüzyıllardır aslı astarı ters yüz edildi. Ama yedi tepenin gizemli kraliçesinin dul bırakılması, 20. yüzyılın eseridir! Kent sınırı, Anadolu’da tarihin her döneminde iş- galcilerin karargâh kurduğu Gebze’ye; Trakya’da ise Ça- talca - Silivri hattına dayanmıştır artık. Büyüme sınır tanımamaktadır. Kent özellikle 1950 yılından sonra bir yağma fırtınasına yakalandı ki bu, zaman zaman kasırgaya dönüşerek sürüp gitti.

İstanbul 1940 yılında Rio de Janerio ile birlikte kaldığı finalde dünyanın en güzel şehri seçilmiş… Bu tarihin üzerinden tam 73 yıl geçti. Kentteki yeşil oranı yüzde 25’lerden yüzde 2 buçuklara kadar düştü.

Dünyada bugün bütün Batı kentlerine baktığınızda, hayat dokusunun bo- zulmadığını, yani insanların günlük hayatlarının kentin sokaklarında kaybol- madığını görürsünüz… Kentler insanlar için var...

Önemli olan bir şehrin kültürünü, yapısını, doğasını bozmadan o şehrin in- sanları için yaşam alanları oluşturulması. Ancak günümüz İstanbul’u her ge-

çen gün yeşili daha da yok eden bir biçimde büyüyor ve kendine özgü kül- türünden uzaklaşıyor.

Mesela hemen sahile yakın bölgede yükselen 3 gökdelenin gölgesi Tari- hi Yarımada’nın üzerine düşüyor. İstanbul’un eski zaman siluetine demir ve çeliğin gölgesi modernite adı altında 7 bin yıllık kentin öz gölgesine kardeş olmaya çalışıyor. Ama bu dayatılan kardeşliğe itirazlar yükseliyor; ortada bir kan uyuşmazlığı var. Binlerce taş yapı, cami, medrese, han hamam, bu zora- ki kardeşlikten memnun değil... Elbette bu mekânların kıymetini bilenler de...

Sadece içeriden değil dışarıdan da tepkiler var. UNESCO bir süre önce Türkiye’yi uyarmıştı. 2003 yılından bu yana, İstanbul’da büyük ölçekli proje- lerin kentin silueti üzerindeki olumsuz yansımasından duyduğu endişeyi dile getiren UNESCO, büyük ölçekli projelerin uygulanması öncesinde uluslara- rası standartların göz önüne alınmasını istemişti. Çalışmaların Dünya Mirası Kültür Varlıkları İçin Etki Değerlendirmesi Rehberi doğrultusunda yapılması tavsiye edilmişti.

UNESCO’nun yıllık toplantılarında İstanbul’un gökdelenleri mutlaka günde- me gelecek. Yaptırımın ne olduğu pek bilinmez ama ele güne yine ‘’Görgü- süzler tarihlerini koruyamıyorlar,’’ dedirteceğiz galiba...

BEŞİKTAŞ’TA BİR CENNET

MEYVE BAHÇESİ

(27)

İstanbul artık mekânlarına yabancılaşan bir kent haline geliyor. Sonuna “Hill”,

“Um” gibi ekler alarak “City” adı altında yükselen plazalar, kentin yükselen yeni değerleri mi, yoksa tarihi kentin yüksek yüksek mezar taşları mı?

Deprem zararlısına (!) karşı üretilen kentsel dönüşüm, eğer bir fırsatçılığa dö- nüşürse İstanbul için asıl felâket bu olur. Mesela kentsel dönüşümün pilot bölgesi Fikirtepe’de her yapı adasında bir gökdelen yükseldiğini varsaya- lım... Kadıköy’ün hali nice olur. İstanbul’da sabah ve akşam saatlerinde Ata- şehir’e yolunuz düşerse (aman düşmesin!) bir trafik cehenneminin ortasına kalıverirsiniz.

Kuzey ormanları yok oluyor

Yavuz Sultan Selim adı verilen 3. köprü bağlantılı otoyollar için Kuzey or- manları heba ediliyor. Hesaplara göre, 10 yıl içinde bu yol ve köprü yüzünden İstanbul iki misli daha büyüyecek. Nüfus 25 milyon sınırına dayanacak. Mar- mara kıyılarını kaplayan beton yığınları Karadeniz kıyılarına kadar dayanacak.

Garipçe - Poyrazköy arasında yapılan 3. köprü için 2 milyona yakın ağaç kesileceği, İstanbul ormanlarının üçte birinin yok olacağı hesaplanıyor. Köp- rüye bağlanacak Kuzey Marmara Otoyolu projesi kapsamında, Kocaeli - Çatalca havzalarındaki 1. sınıf verimli tarım toprakları ve içme suyu havzaları da tahrip olacak.

Sivil toplum örgütleri ise ağaç katliamının acilen durdurulmasını istiyor. Köp- rü ve yol yapmanın trafik sorununu çözmeyip, tersine tetikleyeceğini savu- nuyorlar. Onlar, İstanbul’da toplu taşıma ve raylı sistemin yaygınlaştırılması ve deniz ulaşımına ağırlık verilmesini istiyorlar.

“Ben yeşili seviyorum. Yeşil için çok şey yaptık” laflarına Beşiktaşlıların karnı tok. İstanbul’un en merkezi yerlerine alışveriş merkezleri oturtmakla, ortala- rına saksı içinde ağaç koymakla yeşil sevilmiyor. Ormanların üzerinden yol geçirerek de sevilmiyor yeşil... İstanbul halkı boş kamu alanlarının park, tarihi binaların da müze olmasını istiyor.

Beşiktaş Belediyesi ise söylediklerini pratiğe geçiriyor. İşte, İstanbul’un orta yeri Ortaköy’de tam 30 bin metrekare alan, meyve bahçesi olarak düzen- lendi.

Ortaköy’de Ambarlıdere Sokağı ve Ahmet Adnan Saygun Caddeleri ara- sındaki alan artık kentin meyve bahçesi oldu. Meyve bahçesi ahşap yol ile gezilebilecek. Zeytin, portakal, iğde, nar, ayva, kestane ve ceviz ağaçlarıyla kaplı alanda, yüzlerce meyve fidesi de yer alacak. Halk hasada katılabile- cek. Özellikle beton kentin çocuklarına doğayı ve tarımı tanıtmak için adeta bir laboratuvar hizmeti görecek bu bahçe. Meyve bahçesinde çocuk oyun alanları ve dinlenme terasları da yer alıyor. B+

Referanslar

Benzer Belgeler

IB, öğrencilerin dersleriyle ilgili bilgi ve anlayışlarını değerlendirmek için çeşitli yollar kullanır. Sınavlar programın sonunda yapılır ve öğrencilerin cevapları

Akademik Dürüstlük İhmal Raporunu (bkz. Rapor hem öğrenci hem öğretmen tarafından imzalanır. Öğrenciye, raporun ve çalışmanın kopyasının Müdür tarafından

B eşiktaş Belediyesi’nin yetkililerİ, Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonu’nun yeniden sinema işle- viyle Beşiktaş kentlilerine ve sinemaseverlere hizmet

Beşiktaş Belediyesi’nin yeni imzaladığı protokolün kapsadığı ambalaj atık- ları, miktar olarak çok olduğu için geri dönüşüm kavramı içinde en fazla

Önder Ergönül, Koç Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Sarıyer, İstanbul, Türkiye E-posta/E-mail:

Ocak 2013-Aralık 2017 arasında çeşitli cerrahi kliniklerde operasyon öncesi istenilen anti-HCV testi pozitif bulunmuş olan hastalar hastane otomasyon sistemi kayıtları

Çalışmamızda GSBL pozitifliği olan hastalarda fosfomisin ve nitrofurantion dışın- da diğer antibiyotik gruplarında duyarlılık oranlarının istatis- tiksel olarak

Ayrıca Yılmaz (2014) ve Atılgan (2016) bu çalışmanın sonucundaki gibi hidroelektrik enerjide en yüksek toplam istihdama sahip olduğu sonucuna varmış ve Atılgan