• Sonuç bulunamadı

mü” adlı kitabından öğrendiğimiz üzere, eşit bireyler arasındaki ideal iletişi-mi mümkün kılan ve hep birlikte oluşturduğumuz ama hiç biriiletişi-miz olmayan, yani ancak hepimizle var olan ve hepimize ait olan, karşılaşmalarımızın ve iletişiminin, dolayısıyla siyasetin işlediği ve kamuoyunun üretildiği o müşte-rek alandı. İpuçlarını Eski Yunan’ın “agora”sında gösterse de aslında bugün bizi temsili demokrasiye vardırmış olan burjuva devrimleriyle gelişmiş ve esasen burjuvaziye ait olduğunu varsaydığımız bu kavram, bu mecradaki konumuzun dışında da olsa, bugüne dek geniş halk kitlelerine bambaşka belletilmişti.

Özellikle Sovyetler’in yıkılması, sermaye birikiminin artarak ulus devlet sı-nırlarının dışına taşması ve iletişimin hızlanmasıyla kat-î egemenliğini ilan eden rekabet ortamının bu tür bir kamusallık deneyiminden yoksun biz ga-riplerin üzerinde baskı kurarak işleyen ve daha fazla kâr uğruna müşterek alanlarımıza el koyma çabalarından ibaret olan kentsel dönüşüm pratikleri, kamunun damarlarına basarak, onu, varlığını dosta düşmana ilan etmeye zorladı. Bizse bireylerdik işte, o muktedirlerin el koyma çabalarına karşı la-yığında bir dayanışmayla Gezi Parkı’yla simgeleşen kamusallığımızı savun-maya girişen.

Yaşamına ve yaşam alanlarına sahip çıkma pratiği anımsattı hepimize “ka-mu”nun, “anonim”in ne olduğunu. Bugün sadece Taksim değil, tıpkı onun gibi Beşiktaş da her yerdir. Hatta Haziran günleri ve akabinin görünür kıl-dığı türde bir kentsel dönüşümün, hani yaşam alanlarının arazi muamelesi görüp sermayenin lehine el değiştirerek kent yoksullarının hafif deyimiyle

Parklardaki komşu

buluşmalarında;

kamusal

alanlarımızda, kent

hakkını konuşup,

tartışıyoruz.

Abbassağa Forumu

Haziran günleriyle birlikte kendisini ilan eden siyasal tartışma ve karar alma süreçlerine demokratik katılım talebinin maalesef çok çeşitli ve katmanlı iktidar ilişkilerine ve bürokratik hantallığa sahip olması nedeniyle merkezi mecliste gerçekleşmesi, en azından he-nüz, mümkün değil. Özellikle merkezi yönetimler, sıradan insanların, halk kitlelerinin siyasal süreçlere dâhil olmasının önünü pek açmaz; aygıt içinde bunu isteyenler olsa dâhi yapısı gereği bu doğrudan demokrasi alanını açması mümkün değildir. Böylece günümüzde siyasal alana “demokratik katılım” ancak 4 yılda bir sandığa giderek oy kullanmaya indirgenmiştir.

Oysa Haziran günleriyle birlikte yeniden tariflenen siyasal süreçle-re demokratik bir şekilde doğrudan katılım talepleri merkezi siyasal aygıtın dışında özellikle yerel düzeylerde hali hazırda gerçekleş-mekte. Bu kutucuğun etrafındaki yazının da ifade ettiği türden bir dolaysız demokratik katılım kendisini mesela, yerel yaşam alan-larındaki müşterek yeminlerde gerçekleştirebilir. Daha çok yerel yönetimlerin katkılarıyla inşa olan parklar, kültür merkezleri ve her türlü kamusal buluşma alanı bu tür bir siyasallık için oldukça mühim müşterek alanları oluşturur.

Bütün bir Gezi parkı mücadelesinin 3 – 5 ağaç meselesi olmadığı-nı vurgulamak ve var olan ortak alanlarımıza sahip çıkarken daha fazla müşterek alan talep etmek, özellikle yerel idareleri bu alanların inşası ve muhafazası için ikna ve teşvik etmek, tam da bu yüzden siyasal alana doğrudan demokratik katılım için elzem görünmekte. Dolayısıyla semtimizdeki bir kültür merkezi sadece tiyatro seyret-me deneyimini değil esas olarak o yan yana gelişi sağlamaktadır. Tıpkı toplumsal belleğin de kent meydanlarında inşa olması gibi. Bir ortak alana yerleştirilen bir heykel sadece estetik bir seyirlik sağla-maz. Meydanlar ve özellikle de heykeller, aynı zamanda o mekânı kullananlar ve o meydandan geçenler için müşterek bir belleği de tutar.

Dememiz o ki, fikirlerin buluşarak temas içinde gelişmesi ve özgür-leşmesi için çoklukla ortak alanlara ihtiyacımız var. Yerel kültür mer-kezleri, toplum mermer-kezleri, meydanlar, parklar ve sair ortak alanlar bu karşılaşmalar için ihtiyacımız olan demokratik siyasal katılım alanlarını inşa etmek için esas mekânlarını sağlarlar.

terke zorlanmasının tarihinin Beşiktaş’tan geçmişliğini anımsamamak ol-maz. Beşiktaş bilir.

Nereden çıktı bu kitlesel hareket diye soranlara bir kaç yılın ve bir kaç kilo-metrekarenin içinden verilebilecek yanıtları sağlar Beşiktaş. Ne 3. boğaz köprüsüne karşı Arnavutköy dayanışmasının, ne kendine dahi karşı Beşik-taş Çarşı’nın, ne çay eşliğinde Kadıköy vapuru geciktirmenin, ne de Karan-filköy kondularının hatırı kalmasın dersek Gezi’nin, bu yazının haddini aşa-cak kadar çok katmanlı, Beşiktaş tarihinden çeşitli parçalara bir göz atmak işe yarardı.

Hiç bir toplumsal mesele gibi Haziran günleri de başka başka toplumsal dinamiklerden bağımsız, kendiliğinden oluşmuş değildi elbet. 1950’li yıllar-da başlayan göç yıllar-dalgaları İstanbul’u en büyük metropollerden birisi haline dönüştürürken şehrin yerleşim rezervi Beşiktaş ve etrafı da bu organik dö-nüşümden nasibini almıştı. Barınma ihtiyacındaki geniş kitleler bir zamanlar Zincirlikuyu’dan ötesi bağlık olan Beşiktaş’ı kentin en önemli yerleşim ve ticaret merkezi haline getirmişti.

Beşiktaş bu süreçte şehirde yaşayanların ihtiyaçlarına göre şekillenmişti. İskele ve durakların şekil verdiği boğaz kıyısı, özellikle “karşı”nın Rumeli’ye, yani kent merkezine önemli kapılarından birisi olmuş, boğaz boyunca ilerle-yen geniş sahili, çay bahçeleri ve parkları sayesinde sayfiyelik niteliğini ko-ruyarak insan yaşamının tatlı vakitlerine ev sahipliği yapmıştı. Aynı şekilde çarşısı da özellikle öğrenciler ve orta sınıflar için ihtiyaçların giderildiği, kar-şılaşmaların gerçekleştiği, kelimenin tam manasıyla o kamusal alan işlevini özellikle 1990’lara kadar layığıyla yürütmüştü.

Ancak bu dönemi takip eden yıllarda ekonomik küreselleşmenin sonucu olarak şehre akın eden büyük sermayenin etkisiyle finans etrafları için de çekim merkezi haline geldi Beşiktaş. Büyük alışveriş merkezleri, küresel şirketlerin idari yapıları birer birer Beşiktaş’ın etrafında konuşlanmaya baş-ladı. Toprak artık ortalama insanların kullanımına terk edilemeyecek kadar

Arnavutköy

dayanışması, Gezi’nin

Benzer Belgeler