• Sonuç bulunamadı

Heykel Sempozyumu: Beşiktaş sanatla aydınlanıyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Heykel Sempozyumu: Beşiktaş sanatla aydınlanıyor"

Copied!
96
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sayı: Sonbahar ’11/14

Heykel Sempozyumu:

Beşiktaş sanatla aydınlanıyor

Genç Cumhuriyet’ten kadınlara kalan miras Park Buluşmaları 5 Yaşında

Albüm: Y. Mimar Metin Keskin’in çizgileriyle Beşiktaş Sanatçı Gözüyle: Ceyhun Yılmaz

Gezgin: Haldun Hürel’le Beşiktaş üzerine

Portre: Orhan Veli’nin ilham perisi Bella Eskenazi

(2)
(3)

İsmail ÜNAL

Beşiktaş Belediye Başkanı

Y

urdumuz sözlü kültürün zengin birikimlerine sahip özel bir insanlık coğrafyasıdır. Günümüzün tüketim toplumları pek çok değerimizi yıpratma, yok etme bedeli karşılığında de- ğişirken bu birikim de ufak ufak gündelik hayatımızı terk ediyor. Artık daha az “deyim”, daha az “atasözü” kullanıyo- ruz. Ninnilerimizi, masallarımızı kentlileştiremedik. Tarihi- mizi, özellikle yakın tarihimizi daha az soruşturuyoruz. Yeni kuşaklar ise bu zen- ginliğe bir hayli uzak ve yabancı… Suçlu kim, tartışması açmak niyetinde deği- lim. Bu bir bedel ve toplumun bütünü olarak bu bedeli ödüyoruz. Sonuçta sa- dece “değer” hazinemizden bir şeyleri yitirmiyoruz, Türkçemiz de yoksullaşıyor.

“Sözlü kültür”ün giderek eksilmesi, yeni kuşaklara yabancılaşması karşısında UNESCO, son yıllarda yeni bir kültürel koruma programı oluşturdu. “Somut ol- mayan kültür mirası” kavramı altında yapılan çalışmalar ninnilerden, masallara;

deyimlerden inançlara kadar çok geniş bir yelpazede ele alınıyor. Ağırlıklı ola- rak tarımcı toplumdan miras olan bu birikimlerin üzerine Türkiye, Cumhuriyet mirası gibi yakın tarihimize ait özel bir birikimi de eklemiş bulunuyor.

Beşiktaş kenti olarak sözlü kültür ile yazılı ve görsel kültürün birbirine geçtiği bir yerleşmeyiz. Sahip olduğumuz maddi kültür varlıklarının yanı sıra oldukça yay- gın ve farklı sayılabilecek “somut olmayan kültür mirası”na da ev sahipliği ya- pıyoruz. Kentli yaşayanlarımızın ciddi bir bölümü tarımcı toplumun izleklerine sahip olsa da elbette, tarımcı toplumun maddi izlerini Beşiktaş’ta arayamayız.

Ancak ağırlıklı olarak modernleşme tarihimizin ve Cumhuriyet mirasını derin bil- gisine, tanıklığına ev sahibi olmuşuz.

Dönemsel olarak bakıldığında gerek modernleşme, gerekse Cumhuriyet dö- neminin izleri, yazılı ve görsel kültür dünyamıza ait olmalı. Ancak yazma alış- kanlığı sınırlı bir toplumda -bu arada Beşiktaş kentinde- hâlâ sözle dillendiri- len anılar, bilgiler çok fazla. Buna bağlı kişisel arşivler ve belgeler de değerlen- dirilmeyi bekliyor.

Dikkat edilirse B+ Dergisi olarak, bir süredir Beşiktaş’ta yaşayan ve koca bir hayatın tanığı olan pek çok kentlimizle özel söyleşiler gerçekleştiriyor, onla- rın arşivlerinden belge ve bilgiler sunuyor, bir anlamda “sözlü tarih çalışmala- rı” yapıyoruz. Ulaşabildiğimiz her insanımızın hayata dair tanıklıklarına başvuru- yor, bilgi ve gözlemlerini yazıya döküyoruz. İnanıyorum ki bu çalışmalar ileride pek çok araştırmaya, araştırmacıya, dönem yazarlarına kaynaklık yapacak. Bir tür “Beşiktaş kenti belleği” oluşturmaya çabalıyoruz. Bu belleğin bir yanı yakın geçmiş ise, bir yanı da günümüze ait. Yan yana getirildiklerinde Beşiktaş kenti- nin çok renkli, görgülü ve dayanışmacı dokusu ortaya çıkıyor.

14. sayımız bu anlamda ilgiyle okuyacağınız bir dergi oldu. Her şeyden önce,

“Cumhuriyet Mirası”na ilişkin dizimiz sürüyor. Bu sayıda “kadın ve hukuk” ala- nındaki değişimler, devrimler ele alınıyor. Beşiktaş Belediye Başkanı olarak gö- reve başladığım ilk yıllarda yayımladığımız “Cumhuriyet’i Aydınlatan Kadınlar” ki- tabından seçkiler de bu anlatımı pekiştiriyor. Park Buluşmaları 5. yılını kutlarken, Arnavutköy ve Bebek şenlikleri de birer görsel şölen olarak karşınıza çıkacak.

Bu sayıda değerli kentlilerimizle yapılmış birbirinden güzel ve aydınlatıcı söyle- şiler var. Bir müzik insanı olarak anımsayacağınız Haldun Hürel’in bir İstanbul ve Beşiktaş tarihi uzmanı olduğunu fark edeceksiniz. Ünlü komedyen ve rad- yo programcısı Ceyhun Yılmaz ise, sahne hayatının gerisinde biriktirdiği özel kimliği ile konuğumuz oluyor. Bir başka söyleşi köşesi ise sanırım çok ilgi çe- kecek, şiir ve şairlerle dostluk kuranları hayli sevindirecek. Ünlü şair Orhan Veli Kanık’ın pek çok dizesinin esin kaynağı olmuş Bebekli bir hanımefendi ile, Bel- la Eskenazi ile sizleri buluşturuyor B+.

Beşiktaş’ta artık gelenekselleşen etkinliklerimizden biri de Heykel Sempozyu- mu. Yerli-yabancı genç yontucular tasarımlarını ve imgelerini mermerin sert de- rinliğiyle Beşiktaş’ta buluşturuyor, kentimiz heykellerle donanıyor. Bu anlam- da, 4. kez düzenlediğimiz Uluslararası Heykel Sempozyumu’nu, sanatçıların heyecanları ve birbirinden farklı ürünleri ile sunuyor dergimiz.

Küresel güçlerin savaş çığırtkanlığı yaptığı bugünlerde Beşiktaş kenti olarak sanatın ve hayata dair bilgilerin evrensel gücüne yaslanarak gelecek için umut- larımızı diri tutmanın yöntemlerini oluşturuyoruz. “Değer” yerine “fiyat”ın, “ba- rış” yerine “savaş”ın öne çıkartıldığı, ekonomik krizlerin görmezden gelindiği, pek çoğumuz için hayatın daraldığı, daraltıldığı bugünlerde inadına kültür, ina- dına sanat diyoruz.

İnanıyorum ki, hepimiz gerilimler yerine sanatın uslu kucağında aydınlık ve esenlik dolu günlere ulaşabiliriz.

Beşiktaş, B+ dergisi ve

somut olmayan kültür mirası

(4)

36 Ustalara Saygı

Yeşilçam’ın “başrolü”

Beşiktaş.

İMTİYAZ SAHİBİ Beşiktaş Belediyesi adına

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal YÖNETİM YERİ

Beşiktaş Belediyesi

Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No: 1

34340 Beşiktaş, İstanbul www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 YAYIN TÜRÜ

Dergi/Yaygın YAYIN KURULU

Hasan Özgen, Yüksel Türkili, Görkem Kızılkayak

PROJE YÖNETMENİ Hasan Özgen EDİTÖR Görkem Kızılkayak

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Cengiz Erdil

GÖRSEL YÖNETMEN Nadir Mutluer

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayla Çiringel

YAZI İŞLERİ

Cengiz Erdil, Ayla Çiringel, Melis Baydur, Nazan Ortaç, Aybüke Sakaoğlu

KOORDİNATÖR Melis Baydur SAYFA YAPIM Engin Ak

KATKIDA BULUNANLAR Yalçın Çiringel, Cengiz Kahraman, Osman Bahadır, Zümrüt Yılmaz, Rahim Gökmen Tezer, Bilge Duyar, Ceyda Yılmazdoğan, Funda Demir FOTOĞRAFLAR

Görkem Kızılkayak, Erdem Aydın, Alaattin Timur, Burak Kara, Şenol Kaşıkçı, Burak Görgün YAPIM

NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş.

Nisbetiye Mahallesi, Birlik Sokak Akyıldız Sitesi. C Blok No:22/6 Beşiktaş / İstanbul

Tel: 0212 284 99 22 BASKI

Promat Matbaacılık 0212 622 63 63 BASKI TARİHİ

Eylül 2011

Heykeltıraş: Yıldız Güner Beşiktaş Belediyesi-MSGSÜ 4. Heykel Sempozyumu, Kapak fotoğrafı: Erdem Aydın BEŞİKTAŞ KENTLİSİ’ NİN DERGİSİ Sonbahar ’11 / 14

02 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı

44 Albüm: Metin Keskin Çizgilerle Beşiktaş.

06 Cumhuriyet Kazanımları Genç Cumhuriyet’ten kadınlara kalan miras.

06

30 Bebek Şenliği

Yaz şenlikleri Beşiktaş’ta sayfiye yörelerinin

atmosferini yaşattı.

30 26

26 Kazanım: Ambalaj atıkları mavi konteynerlere

“Geri dönüşüm” konusundaki çalışmalara sistemli bir

işleyiş kazandırıldı.

12 Park Buluşmaları 5. Park Buluşmaları’nda mahalleliler yine geniş bir aileye dönüştü.

12

40 Sanatçı Gözüyle

Çok yönlü yetenek Ceyhun Yılmaz’la Ortaköy’de buluştuk.

40

54 Bir Semt: Nisbetiye

Altmış yıl önce kurtlar iniyordu, şimdi markalar diyarı.

54

20 Portre: Bella Eskenazi

“Olmaz ki / böyle de yatılmaz ki”

dizelerinin peşinden gidip

“Bella”yı bulduk.

20

(5)

82 Kitap

Gürol Sözen’in “Anadolu Topraklarında Mozaik”

kitabı B+ sayfalarında.

58 Gezgin

İstanbul tutkunu

Haldun Hürel’le Beşiktaş’ın dünü ve bugününe dair...

58 Bir yaz

böyle geçti

Artı

besiktasarti@besiktas.bel.tr Merhaba,

İki denizi kucaklayan suların birleştiği yerdir Beşiktaş. Boğaz’ın Marmara suları, yukarıya doğru akıp geçerken, Karadeniz’in dip akıntıları yönünü burada değiştirip, Dolmabahçe önlerinden aşağıya doğru kıvrılır gider. İnsanın duyu organlarının hissedemediği suların yolculuğunu şairler görür. Beşiktaş kıyılarından bir çocuğun attığı oltaya İstanbul’un takılacağını ancak şairler bilebilir.

Üç ay sular gibi akıp geçti. Bu sayımızda da şairler ve şiirler mekânı Beşiktaş’tan demir alan bir tekne ile zaman yolculuğuna çıkıyoruz.

Dolmabahçe Sarayı bünyesinde açılan

“Saray Koleksiyonları Müzesi’’ne götürüyoruz sizleri. Osmanlı’nın 1800’lü yıllarından

itibaren saraylar mekânı olan Beşiktaş’ın, 200 yıllık sosyal tarihi var müzede. Yıldız ve Dolmabahçe saraylarında Osmanlı hanedanının kullandığı mutfak gereçleri, sofra düzenleri, sağlık ve bakım gereçleri, çocuk giysileri ve oyuncaklar... Bunlar dönem hayatına ışık tutuyor.

Türkiye’de bazı yerlerde bir heykel düşmanlığı alıp başını giderken, eserler “ucube”

olarak tanımlanırken, Beşiktaş heykellerle aydınlanıyor. Beşiktaş Belediyesi’nin katkılarıyla Heykel Sempozyumu’nun dördüncüsü geçtiğimiz günlerde yapıldı.

Heykellerin kent yaşamının ayrılmaz bir parçası olduğu yine vurgulandı bu toplantıda.

Beşiktaş Belediyesi ile Fındıklı Rotary Kulübü’nün, Piri Reis anısına ortaklaşa düzenlediği heykel yarışmasında birinci olan Murat Özver’in heykeli, Kuruçeşme Cemil Topuzlu Parkı’nda sergileniyor.

Zamanı durduran sanat yapıtlarına, tarihi eserlere sahip olan Beşiktaş, aynı zamanda en çarpıcı değişimlerin de mekânıdır. Bu sayımızda Nisbetiye Caddesi’ni mercek altına alıyoruz. İstanbul’un eğlence anlayışında köklü değişiklikler yaratan Nisbetiye Caddesi, alışveriş ve tüketim anlayışını değiştiren öykünün de başkahramanıdır.

Bu sayımızda bir İstanbul aşığının öyküsünü bulacaksınız. İstanbul ve sanat tarihi üzerine

araştırmalarıyla tanınan Haldun Hürel ile keyifli bir söyleşi sizleri bekliyor. ‘’Kültür her şeydir’’

diyen Hürel, bir dönem Türk pop müziğine damga vuran 3 Hürel kardeşlerden... Haldun Hürel, kendisini İstanbul’un Don Kişot’u olarak tanımlıyor.

10 parmağında 10 marifet... Bu sözün

yakıştığı sanatçılardan biri de Ceyhun Yılmaz...

Komedyen, radyo- televizyon program yapımcısı ve şair Ceyhun Yılmaz, hayatının köşe taşlarını dergimize anlattı.

Türk şiirinin usta şairlerinden Orhan Veli’nin

“Uzanıp yatıvermiş sere serpe” diyerek bir anda şiir yazdığı genç kız da sayfalarımızda olacak... Bella Eskenazi röportajını keyifle okuyacağınızdan eminiz.

Ve bir eğitim yuvası. Ortaköy’ün orta yerinde sessiz başarılara imza atan Zübeyde Hanım Anadolu Kız Meslek Lisesi, uzun bir süre güzel sanatlar dalında öğretmen yetiştiren bir eğitim kurumuydu. Anadolu’dan gelen kız öğrencilere sıcak bir yuva olan bu okulun öyküsü de dergimizin sayfaları arasında.

Eğitim deyince… Beşiktaş Belediyesi, İlçe Halk Eğitim Merkezi’nin katkılarıyla bu yıl da yaz okulu açtı. 2 bin 650 öğrenciye çeşitli sanat ve spor dallarında yaz boyunca eğitim verildi.

Yaz aylarının vazgeçilmezi “Park Buluşmaları”

da bu yaz beşinci yaşını kutladı.

1998 yılında “Üçüncü Köprüye Hayır”

kampanyası ile adını duyuran Arnavutköy Şenliği bu yıl da coşkuyla kutlandı. Şenliğin artık gelenekselleşen sloganına pek çok İstanbullu da destek veriyor. “Boğaziçi kültürünü yaşatmaya kararlıyız.”

Yeniden buluşmak dileğiyle...

Hoşça kalın.

86 Haberler

Beşiktaş’ta gerçekleşen etkinliklerden özetler...

92 Rehber / 24 saat

84 Mercek: Abbasağa Parkı Mezarlıktan çocuk parkına dönüştürülen Abbasağa Parkı’nın öyküsü.

70 Heykel Sempozyumu Beşiktaş kenti yine heykellerle donatılacak.

70

74 Benim Beşiktaş’ım:

Zekai Demir, Levent’teki

stüdyosunda Türkiye’nin en profesyonel fotoğrafçılarını ağırlıyor.

74

78 Eğitim

50 yıllık tarihiyle

Zübeyde Hanım Anadolu Kız Meslek Lisesi.

64 Saray Koleksiyonları Müzesi Osmanlı Sarayı’nda

gündelik hayatın izleri.

64

(6)

Cumhuriyet Kazanımları

Genç Türkiye Cumhuriyeti’nde 1926-1934 yılları arasındaki süreç, kadın hakları yönünden dünya tarihinde bir devrimdir. Bazı Avrupa ülkelerinde bile olmayan seçme ve

seçilme hakkını alan Türk kadını, pek çok meslek dalında eğitim basamaklarını tırmanarak aydınlanmada başrolü oynadı.

Cumhuriyet’in hukuk ve

kadın hakları mirası

Yazı: OSMAN BAHADIR Fotoğraf: CENGİZ KAHRAMAN ARŞİVİ

(7)

“O gün, eski bir uygarlığın kapılarının

kapandığı, çağdaş ilerleme uygarlığına gidildiği gün olacaktır”

Mahmut Esat Bozkurt 1926.

G

enç Cumhuriyet’in bize bırakmış olduğu en büyük mi- raslardan biri de, 1926 yılında gerçekleştirilen hukuk devriminin sonuçlarıdır. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, gerek eğitimin yükseltilmesi, gerekse halk sağlığı- nın düzeltilmesi ve korunması alanında gerçekleştirdi- ği olağanüstü başarıların yanı sıra bir başka başarısı da, 1926 yılında Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle gerçekleşen hukuk devri- minin ve kadın hakları devriminin yarattığı büyük toplumsal sonuçlardır.

Osmanlı devlet geleneğinde İslam dini, sadece bir inançlar bütünü olarak kalmıyor, aynı zamanda hukuk kurallarını da önemli ölçüde belirliyordu. Os- manlı hukuku, tam bir teokrasi hukuku değildi, fakat yine de dini kurallar, hal- kın toplumsal yaşamını kapsayan hukukun önemli bir kısmını oluşturuyordu.

Cumhuriyet, anayasayı ve yasaları dini kuralların dışına çıkartarak, ülkemiz tarihinde ilk kez bütün hukuksal ilişkileri tutarlı, laik ve modern bir hukuk sis- temi içinde bütünleştirdi.

Atatürk, 25 Ekim 1925 tarihinde, Ankara Hukuk Fakültesi’nin açılışında yaptığı konuşmada, diğer şeylerin yanı sıra şunları söylüyordu:

“Ulusumuz, devrimci değişmelerin doğal ve zorunlu gereği olarak ihtiyaç- ların değişip gelişmesiyle sürekli olarak değişip gelişme kuralına dayanan dünyevi bir rejim görüşünü hayatın zorunlu koşulu olarak benimsemiştir.

Artık devrimin hukuk temellerini atmak; devrimimizin düşünce biçimine ve gereklerine uygun hukukçular yetiştirmek zamanı gelmiştir.”

Atatürk’ün bu konuşmasından sadece birkaç ay sonra, İsviçre Mede- ni Kanunu’ndan yararlanılarak hazırlanan Medeni Kanun tasarısı, 17 Şubat 1926’da Büyük Millet Meclisi’nde kabul edildi. Medeni Kanun tasarısının ha- zırlanışı sırasında İsviçre Medeni Kanunu, en başarılı ve gelişmiş bir kanun tasarısı olarak görülmüş ve temel olarak ondan yararlanılması benimsenmiş- ti. İsviçre Medeni Kanunu, Türkiye’den önce Japonya’da, Türkiye’den sonra da Çin’de yeni hazırlanan medeni kanunların temelini oluşturmuştu.

Medeni Kanun tasarısının başlangıcında, bu kanunun çıkartılmasında çok büyük emekleri geçmiş olan Adalet Bakanı Mahmut Esat’ın (Bozkurt) bir gerekçe raporu bulunmaktadır. Mahmut Esat bey bu bölümde şunları söy- lemektedir: “Modern çağda uygar uluslara özgü olan bütün haklarda dire- nen Türk ulusu bu kanunu almakla, o hakların gerektirdiği bütün sorumlu- lukları da yüklenmektedir. Bu kanunun yayınlandığı gün Türk ulusu temel- siz inançlardan ve geleneklerden, Tanzimat’tan beri süregelen sallanma- lardan kurtulmuş olacaktır. O gün, eski bir uygarlığın kapılarının kapandığı, çağdaş ilerleme uygarlığına gidildiği gün olacaktır.”

Erkeklerle eşit haklar, devlet karşısında yasal güvence

Medeni Kanun, cumhuriyet ve demokrasi ilkelerini toplum yaşamına uygu- lamanın en etkili aracı olmuştur. Bu kanunla, yüzlerce yıl padişahlar ve dev- let yöneticileri karşısında hiçbir yasal insani hakka sahip olmayan kul merte- besindeki insanlar, eşit haklara ve devlet karşısında yasal güvencelere sahip yurttaşlara dönüşmüştür. Ama bunun kadar önemli olan bir başka şey de, daha önce erkek karşısında yasal olarak hemen hiçbir hakka sahip olma- yan kadınların, erkeklerle yasal bakımdan eşit statüye kavuşmaları olmuştur.

Bu kanundan önce erkek, birden fazla kadınla evlenebiliyor ve istediği za- man da tek yanlı olarak evliliği sona erdirebiliyordu. Bu kanunun en önem- li yanlarından biri, özellikle tek eşli resmi evlenme ailesini kurması ve evlen- me ve boşanma ilişkilerini modern ve eşitlik ilkesine dayalı hukuki bir düze- ne sokmasıdır. Bu kanunla Türkiye’de kadınların önünde ilk defa büyük bir özgürlük alanı açılmış oluyordu.

Medeni kanun ayrıca mülkiyet hakları, miras hakları, sözleşme ilkeleri gibi daha birçok sosyal ilişkiler konularında gerekli olan hukuksal ilkeleri çağ- daş ilişkiler düzeyine çıkarmış ve böylece toplumda yepyeni bir hukuksal çığır açmıştır.

Medeni Kanun, toplumsal yaşama sadece yeni bir düzen getirmekle kal- mamış, fakat aynı zamanda toplumun bütünlüğünü sağlama konusunda Anayasa kadar başarılı bir rol oynamıştır. Medeni kanun yönlendirici özel- liği nedeniyle, başka yeni çağdaş kanunların çıkarılmasının yolunu da aç- mış ve bu çerçevede, kişi ve soyadları, miras kanunu, özel mülkiyet, ticaret kanunları, borçlar kanunu, kanuni olarak oturma yeri gibi çağdaş uygarlıkta önemli yerleri bulunan gelişmelere de kaynaklık etmiştir.

Büyük Kadın Mitingi / 1930

(8)

1926 yılında Medeni Kanun ile kadınların kazandığı yeni statü ve haklar, ka- dınların eşitlik ve özgürlük alanlarının daha da genişlemesine yol açmış ve bu gelişmeler, 1934 yılında kadınların milletvekili seçimlerinde de erkekler- le eşit yurttaşlık hakları kazanmaları ile taçlanmıştır.

Kadınların seçme ve seçilme haklarını elde etmeleri, 1926-1934 yılları ara- sında gerçekte çok ilginç bir sürecin sonunda gerçekleşmiştir. Daha 1926 yılından önce, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadınlara öncelikle eğitim ve kamu hizmetlerine girebilme alanında eşitlik sağlanmıştı. Bu yolla kadınların sos- yal ve mesleki yaşamda rol almaları amaçlanıyordu. İlk kez 1922-1923 öğ- renim yılında İstanbul Darülfünun Tıp Fakültesi, kız öğrenci almaya başladı.

Daha önce Tıp Fakültesi’ne kabul edilmedikleri için tıp eğitimi görmek üze- re yurt dışına giden Dr. Safiye Ali, Dr. Semiramis (Tezel) gibi birkaç genç kız bu yıllarda yurda dönmüş ve hekimlik yapmaya başlamıştı. 1928 yılında Tıp Fakültesi ilk kız öğrencilerini mezun etti. İffet Naim (Onur), Müfide Kazım (Küley), Hamdiye Abdürrahim (Maral), Sabiha Süleyman (Sayın) ve Suad Rasim (Giz), Cumhuriyet’in yurdumuzda yetişen ilk kadın hekimleri oldular.

Başka birçok meslek dalında da kadınlar giderek daha fazla yer alma- ya başladılar. Bu gelişmeye paralel biçimde, kadınlara toplumsal yaşam- da ikinci planda ve bağımlı bir rol veren dinsel kuralların yerini laik kural- lar alıyordu. 1926 Medeni Kanunu’yla kadınların evlenme, boşanma, vela- yet ve veraset gibi konularda erkeklerle eşit haklara sahip olması, bu süreci en çok hızlandıran gelişme oldu. Bunun yanı sıra, sosyal nitelikteki yasala- ra (örneğin iş kanununa ve emeklilik kanununa), kadınlarla ilgili olarak sağ- lık açısından daha koruyucu ve gözetici hükümler kondu.

Cumhuriyet döneminde kadınların elde ettikleri en önemli kazanım şüphe- siz siyasal haklar konusundadır. Ancak bu kazanımların kademe kademe gelişen ilginç bir öyküsü vardır. Kadınların siyasal haklarındaki ilk gelişme Belediyeler Kanunu vasıtasıyla oldu. 3 Nisan 1930’da, kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanıyan Belediye Kanunu kabul edil- di. Böylece kadınlar da belediye meclisi üyeliğine seçilebilmeye başladı.

Bu hakkın kazanılmasını kutlamak üzere 11 Nisan 1930’da İstanbul’da bü- yük bir kadın mitingi düzenlendi. 26 Ekim 1933’te ise kadınlara köy ihti- yar heyetleri seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı vermek amacıyla Köy Kanunu’nda gereken değişiklik yapıldı. Böylece artık sıra daha üst düzey- deki siyasi hakların kazanılmasına gelmişti.

Türk kadını artık geriye dönülmez yolunda

5 Aralık 1934 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan kanun tasarısı kabul edildi. 7 Aralık 1934 tarihin- de, kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmalarını kutlamak amacıyla İstanbul’da kadınlar tarafından büyük bir miting düzenlendi.

Dört ay sonra da, 1935 yılının Nisan ayında Uluslararası Kadınlar Birliği’nin 12. kongresi, İstanbul’da toplandı. Kongrenin İstanbul’da toplanması sıradan

bir olay değildi. Türkiye’nin kadın hakları konusunda sağladığı büyük geliş- melerin yarattığı ilgi, saygınlık ve heyecandan kaynaklanıyordu. Cumhuriyet hükümeti, Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi’ne her türlü desteği sağla- dı, Yıldız Sarayı’nı ve Yıldız Parkı’nı toplantılar süresince kongreye tahsis etti.

Kongrenin İstanbul’da toplanmış olmasının sonuçları da oldu. Ülkemizde ka- dın hakları konusundaki toplumsal bilincin daha da gelişmesine yol açtı.

1926 büyük hukuk devrimi, gerek genel olarak Cumhuriyet’in ve demok- rasinin ülkemizdeki gelişmesi, gerekse özel olarak kadın haklarının yüksel- mesindeki rolü bakımından olağanüstü bir gelişmeye işaret eder. Bu büyük hukuk devriminin sonuçlarını, bugün artık geri döndürülemez bir biçimde genç Cumhuriyet’ten miras almış bulunuyoruz.

Yararlanılan kaynaklar:

1- Türkiye’de Çağdaş Düşüncenin Gelişimi, Niyazi Berkes, Doğu-Batı Ya- yınları, İstanbul, 1974.

2- Üç Kuşak Cumhuriyet, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998.

3- Sağlık Alanında Türk Kadını, Ed; Prof. Dr. Nuran Yıldırım, Novartis Ya- yını, İstanbul, 1998.

4- Cumhuriyet Gazetesi’nin 8-19 Nisan 1935 tarihli nüshaları.

Dünya Kadınlar Kongresi, Yıldız / 1934

1926 Medeni Kanunu’yla evlilikte resmi nikah zorunluluğu getirildi.

B+

(9)

“Cumhuriyeti Aydınlatan Kadınlar”

Yüzyıllık değişimin fotoğraflardaki öyküsü

Yazı: MELİS BAYDUR Fotoğraf: CUMHURİYETİ AYDINLATAN KADINLAR KİTABI

Türk kadınlarının verdikleri kimlik mücadelesi hiç kolay olmadı.

Beşiktaş Belediyesi’nin yayımladığı “Cumhuriyeti Aydınlatan Kadınlar” kitabı bu zorlu yolculuğu fotoğraflar eşliğinde anlatıyor.

Cumhuriyet’in kadın hakları konusundaki mirasını ele aldığımız bu sayıda, Türk kadınlarının bağımsız bireyler olma yolculuklarını fotoğraf kareleriyle ak- taran “Cumhuriyet’i Aydınlatan Kadınlar” albüm / kitabından da kesitler sunmak istiyoruz.

Beşiktaş Belediyesi, Atatürk’ün ölümünün 67. yılı anısına özel olarak yayınladığı bu kitapla, Türk ka- dınlarının yaşanan sosyal dönüşümler ekseninde- ki değişimlerini ve Cumhuriyet ile elde ettikleri ka- zanımların giyimlerindeki yansımalarını bir albüm olarak sunuyor. Kitapta 1860-1960 yılları arasında- ki yüzyıllık süreç, Türk kadınının gündelik hayatından kesitler ve siyah-beyaz karelerle aktarılıyor.

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal, kitabın önsö- zünde değişimin kanıtlarının sunulduğu albümün öne- mini şu sözlerle açıklıyor: “Bu hızlı değişim ortamında, Cumhuriyetimizin temel değerlerine sahip çıkmak, her zamankinden daha fazla önem taşıyor. Zira rotamız-

dan sapmamak için temel odak noktalarımıza sıkı sıkıya bağlı kalmak zo- rundayız.Toplumumuzun nereden gelip nereye gittiği konusunda hepimi- zin, özellikle de genç kuşakların net bir fikir sahibi olması gerekiyor”.

Kadınların sosyal yaşama dahil olmalarıyla değişen görünümlerini göz-

ler önüne seren “Cumhuriyeti Aydınlatan Kadınlar”, aynı zamanda giyim-kuşamı değiştiren toplumsal süreçleri tarihsel bir altyapıyla sunuyor ve dünyayı etkileyen moda akımlarının Türkiye’deki yansımala-

rını anlatmasıyla bir moda tarihi kitabı niteliği taşıyor.

Türk kadını Batılı giyim tarzıyla tanışıyor

Peçelerin, yaşmakların, kafesli pencerelerin ar- dından bile, Osmanlı kadını kuşkusuz modaya il- gisiz değildi. Özellikle azınlıkların giyim tarzları, yabancı mürebbiyelerin modaya uygun kıyafet-

leri, liman kentlerine yerleşen tüccarların eşleri- nin giyim-kuşamı, gayrımüslimlerin açmış oldu- ğu dükkânların vitrinleri, Osmanlı kadınlarını Ba- tılı giyim tarzıyla tanıştırmaktaydı.

Avrupa moda akımları, öncelikle saray ve çev- resindeki kadınlar tarafından uygulanmaya baş- lanmıştı. Kılık-kıyafetteki bu değişimi, kadınların kamusal alanda varlık gösterebilme taleplerindeki artış izledi. Kadınların bu talepleri arasında çalışma hayatında yer almak da bulunmakta, II. Meş- rutiyet döneminde kurulan kadın derneklerinin birçoğu, kadınların hayat- larını kazanmalarına yardım etmek çabasındaydı.

Kadınlar çalışma hayatına önce posta ve telgraf işlerine toplu halde işe alı-

(10)

1924 - Kız kolejinde, öğrenciler ve öğretmenleri. Atatürk, 5 Ağustos 1924’te Muallimler Birliği Kongresi’nde yaptığı konuşmasında, karma okullar önererek kadın ve erkek öğretmenler için de aynı çalışma ortamını paylaşmaları ilkesini getirir.

narak başladılar ve iş hayatına girmeleriyle, kamusal alanda varlık göster- diklerinden, düzgün giyinme gereksinimi hissettiler. I. Dünya Savaşı sıra- sında ise Türk kadınları ilk kez cezaya uğramadan istedikleri gibi giyinme- ye başlamışlardı; çünkü kadın, askere giden kocasının yerine geçmek ve evin geçimini sağlamak zorunda kalmıştı. Bu dönemde kadınlar, devlet memurluğu, hemşirelik yaparak, gaziler için yardım kampanyalarına ka- tılarak toplumsal hayata girdiler ve böylece çarşafı ve peçeyi yaşamların- dan çıkarmaya başladılar.

Çarşaftan ‘sıkmabaş’a, çarlistondan Hollywood esintilerine...

Türk kadınının giyim tarzını belirlemede ayrıca hem gündelik yaşamda karşılaşılan değişimlerin, hem de kitle iletişim araçlarıyla yayılmaya başla- yan popüler kültürün etkileri vardır. Örneğin toplumda kısa sürede yaygın- lık kazanan “sıkmabaş” adı verilen örtünme biçimi, 1918’de İstanbul’a ge- len Beyaz Ruslar’ın, uzun gemi yolculukları sırasında bitlenen saçlarını ke- serek, başlarına bağladıkları tüllerden esinlenerek ortaya çıkmış ve örtün- me açısından bir gevşeme yaşatmıştır.

Avrupa ve Amerika’da savaş sonrası özgürleşen kadınların yeni ‘erkeksi’

giyim tarzları ise, 1920’lerde feminenliği reddeden bir akım yaratmıştı. Ka- dınlığı gizleyen bu moda akımı Türk kadınlarının çarşaf ve peçeden mo- dern kıyafetlere geçiş sürecini yumuşatıcı bir rol oynamıştır. 1925-1928 yılları arasında ise salgın halinde tüm dünyaya yayılan çarliston dans ve ona uygun giysiler, Türk kadınlarını etkisi altına almıştır. Bol ve kalçaya oturan uzun bir üstle sade bir şıklık sunan bu tarz, erkeksi giyinişten, femi- nenliğe geçişte önemli bir basamaktır.

Cumhuriyet devrimleriyle gelen özgürlük

Tüm bu moda akımları Türk kadınlarını etkilese de bu etkiler büyük kent- lerde yaşayan kadınların ya da belirli zümrelerin gündelik yaşamına yan- sıyabilmiştir. Kılık-kıyafette çağdaşlaşmanın tüm ülkeye yayılması ve ka- dın giyiminin geri dönüşü olmayacak bir şekilde özgürleşmesinin elbette ki asıl sağlayıcısı, Cumhuriyet devrimleridir. Cumhuriyet’le birlikte kadınla- rımız, birçok ülkedeki hemcinslerinden önce pek çok alanda hak ve öz- gürlüğe sahip olmaya başlarlar.

Atatürk, Anadolu’nun farklı şehirlerinde yaptığı konuşmalarda kadın hak- larını da gündeme getirmekte ve kadının toplum yaşamı içinde sahip ol- ması gereken yerden bahsetmektedir. 1923’te yaptığı İzmir konuşmasın- da, kadınların toplumdan tecrit edilmemelerini ve eğitilmelerini, örtünme şeklinin ise kadını hayattan, varlığından ayıracak bir şekilde olmaması ge- rektiğini vurgular. 1925 yılı ise kadınların giyimlerinde özgürlüğün, daha geniş katılımla görüldüğü bir dönemin başlangıcı sayılabilir. Şapka devri- mi esas olarak kadınlar için yapılmamış olsa bile, kadınlar tarafından coş- kuyla karşılanıp uygulanmıştır.

Beşiktaş Belediyesi’nin “Cumhuriyeti Aydınlatan Kadınlar”ı, tüm bu tarih- sel süreçlere; öğretmenleri ve ilk milletvekilleriyle Cumhuriyet’in öncü ka- dınlarına; peçelerin gizlediği yaşamlardan Hollywood esintili Greta Gar- bo romantizminin hakim olduğu dönemlere ait fotoğraflar sunarken günü- müzdeki peçeleri de aralıyor.

1860 - Ev içinde yaşmak ya da peçe pek kullanılmazdı. Kadınların evden dışarı çıkarken peçelerini mutlaka örtmeleri gerekiyordu.

1904 - Avrupa modası öncelikle saray ve saraya yakın çevrede olanlar tarafından uygulanırdı. Muare kumaştan dikilmiş ev içi elbisesi ile bir paşa eşi.

B+

(11)

1934 - Omuza atılan tilki kürkü, tek omuzu açık giysiler, elbise ile aynı renk kumaştan yapılmış ayakkabılar dönemin gözde moda unsurlarıdır.

1948 - Olgunlaşma Enstitüsü’nden yeni mezun olup Maraş’a atanan 3 genç öğretmen 1930 - Safiye Ayla. Parlak saten kumaşlar, ipek kadifeler, askısız uzun elbiseler sahne kıyafetlerinde sıkça görülmeye başlanır.

1925 - Çarliston modasının yayıldığı bu yıllarda, saçlar eşarpla başa yapışık bir şekilde toplanır. Bol bedenlerin kalçaya oturduğu elbiselerden sonra, bu kesimler mantolarda da uygulanmaya başlanmıştır.

(12)

Etkinlik

Yazı: B+ Söyleşiler: CEYDA YILMAZDOĞAN, FUNDA DEMİR Fotoğraf: ALAATTİN TİMUR, ERDEM AYDIN

“Park Buluşmaları”

Beşiktaş Belediyesi’nin geleneksel hale gelen etkinliği “Park Buluşmaları”

beş senedir Beşiktaş’ın yemyeşil parklarında sanatçılarla sevenlerini buluştururken,

mahallelilik ruhunu canlandırıyor.

Yaz aylarının vazgeçilmezi:

(13)

B

eşiktaş Belediyesi’nin 2007 yılından bu yana devam eden “Park Buluşmaları” etkinlikleri, bu yaz da zengin programı ile Beşiktaşlılara keyifli yaz akşamları yaşattı.

17 Haziran 2011’de Abbasağa Parkı’nda Bülent Ortaçgil konseriyle açılan ve 8 Eylül’e kadar devam eden etkin- likler Beşiktaş’taki on altı parkta düzenlendi. Beşiktaşlı- lar “Park Buluşmaları” süresince film gösterimlerinden konserlere, söyle- şilerden kabarelere kadar çok sayıda etkinliği ücretsiz izleme şansına sa- hip oldu.

“Park Buluşmaları”, Türk sanat müziğinden pop’a; rock’tan Türk halk mü- ziğine sayısız sanatçının konserleriyle, komedi şovlarıyla, kabareleriyle, film gösterimleriyle, herkesin zevkine ve beklentisine uygun çeşitlilikte bir program zenginliğine sahipti. Beşiktaşlılara cep telefonlarına gelen mesaj- larla ve mahallelere, park önlerine asılan afişlerle ertesi gün hangi etkinli- ğin olduğu düzenli olarak duyurulurken, “Park Buluşmaları”nın sıkı takip- çileri çoktan etkinlik kitapçığını edinmiş ya da internet sitesindeki progra- mı kaydetmişti.

Bu konserler, söyleşiler, kabareler, film gösterimleri kuşkusuz Beşiktaşlılar için sadece eğlenip, hoş vakit geçirme anlamı taşımıyor. Mahalleliler bu et- kinliklerde komşularıyla birlikte, yan yana dans ediyor, ritim tutuyor, söyle- şilerde fikir alışverişleri yapıyor, kabarelerde birlikte gülüyorlar. Park Buluş- maları bu anlamda, ailelerin televizyon başında paylaştıkları anları, mahalle geneline yayıyor. Mahalleliler, geniş ailelere dönüşüyor.

Hemen her gün bir etkinliğin olduğu ve Abbasağa Parkı, Dikilitaş Muh- tarlık Parkı, Ortaköy Meydanı, Ulus Ambarlıdere Parkı, Arnavutköy Satış Meydanı, Ulus Aykut Barka Parkı, Nispetiye Birlik Parkı, Ortaköy Meyda- nı, Vişnezade Şairler Sofası Parkı, Etiler Uçaksavar Sitesi, Sporcular Parkı, Beşiktaş Meydanı, Çetin Emeç Parkı, Gayrettepe Çevre Kültür Parkı, Viş- nezade Şenlikdede Parkı ve Etiler Belediye Sitesi’nde gerçekleşen Park Buluşmaları’nda Beşiktaşlıların kendi evlerine yakın bir etkinlik alanı bula-

mamaları da imkânsızdı, çünkü etkinliklerin gerçekleştiği 16 park ve mey- dan tüm Beşiktaş kentine yayılmıştı.

Etkinlikler çerçevesinde birçok ünlü sanatçı sahne aldı. Beşiktaşlılar; Bu- lutsuzluk Özlemi, Grup Gündoğarken, Hüsnü Arkan, Sarper Semiz, Bur- çin Büke, Güvenç Dağüstün, Bülent Ortaçgil, Önder Focan Quartet, Entu, İtaki, Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu, Baba Zula, Züleyha, Aysun ve Ali Kocatepe, Mavi Işıklar, Birsen Tezer ve diğer birçok sanatçının konser- lerinde, sanatçılarla birlikte, hep bir ağızdan şarkılar söylediler.

Geleneksel Park Buluşmaları’nın en beğenilen etkinliklerinden birisi de kuş- kusuz film gösterimleri. Açık havadaki bu gösterimler, Beşiktaşlılara uzun senelerdir unuttukları eski açık hava sinemaları döneminin ruhunu ve keyfi- ni çocuklarıyla, torunlarıyla paylaşma imkanı sağlıyor. Etkinlik çerçevesinde bu yaz, Hızlı ve Öfkeli, Aşk Tesadüfleri Sever, Karayip Korsanları, Kung- fu Panda, New York’ta Beş Minare, Prensesin Uykusu, Aşkın İkinci Yarı- sı, Yol, Hop, Eyvah Eyvah 2, Av Mevsimi gibi hem yerli hem yabancı film- ler Beşiktaşlılarla buluştu. Komediden drama, çocuk filmlerinden aksiyona herkesin beğenisine göre filmler bulabileceği gösterimlere ilgi büyüktü.

Etkinliklerde çeşitli söyleşiler, komedi şovları ve kabareler de gerçek- leştirildi. Tek kişilik gösterilerin konukları Ceyhun Yılmaz ve Levent Erim oldu. Lazutlar Komedi Şov konser önceleri Beşiktaş kentlilerine keyifli an- lar yaşatırken, Ataol Behramoğlu ve Cezmi Ersöz söyleşilerinde mahal- leliler sevdikleri edebiyatçılarla fikir alışverişi yapma fırsatı buldular. Faruk Şüyün’un düzenlediği, “Ustalara Saygı” etkinliklerinin yaz programları da Park Buluşmaları çerçevesinde gerçekleşti.

Park Buluşmaları’nda bu yaz da Beşiktaşlılar mahallelerinde, komşularıyla hayatı paylaşmanın keyfini yaşadılar. Sevdikleri sanatçıların şarkılarına eşlik edip, izleyemedikleri filmleri eski açık hava sinemalarının atmosferinde izle- me şansına sahip oldular. Tanıdıkları kapı komşularıyla aynı atıştırmalıkları paylaştılar, tanımadıklarıyla kaynaştılar, yeni dostluklar oluşturdular. B+

(14)

“Park Buluşmaları”

bu yıl da mahallelileri geniş bir aileye

dönüştürdü.

(15)
(16)

“Park Buluşmaları”

Beşiktaş’taki on altı park ve meydanda

düzenlendi.

(17)
(18)

Ali Yazgan (27), Finans Uzmanı Zeynep Tolon (28), Reklamcı

“İş çıkışı şarabımızı peynirimizi alıp çimlere yayıldık”

Mümkün oldukça “Park Buluşmaları”na katılmaya çalışıyoruz. Gördüğü- nüz gibi bugün de işten çıkıp markete uğradık, şarabımızı, peynirimizi, atış- tırmalıklarımızı aldık ve çimlere yayıldık. Halimizden anlaşılacağı üzere key- fimiz yerinde. Burada bir yandan şarabımızı yudumlarken diğer yandan Er- kan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu gibi iki usta ismi dinleme şansı bulu- yoruz. Şairler Parkı’ndaki gösterimleri de kaçırmamaya çalışıyoruz. Burada hem konserleri takip ediyoruz hem de arkadaşlarımızla görüşüp buluşmuş oluyoruz. Böylesi kaliteli işler çıkardığı için belediyemize teşekkür ederiz.

Sinem Seren (28), Mimar Sema Seren (27), Sosyolog

“Parka uğramadan eve gitmiyoruz!”

Genelde internet sitesinden takip ediyoruz etkinlikleri, bazen de eve git- meden önce parka uğrayıp bu akşam ne varmış bir bakalım diyoruz.

Kadıköy’de oturuyoruz ama öğrencilik yıllarımız Beşiktaş’ta geçti ve bura- dan kopamadık. Şimdi zaten iş yerlerimiz de burada. Etkinlikler çok güzel geçiyor. Kimse birbirine karışmadan, birbirini rahatsız etmeden keyifli va- kit geçirebiliyoruz.

Elvan Yavuztürk (44), İngilizce Öğretmeni

“Açık havada olmasının ayrı bir tadı var.’’

Ben ilk defa katılıyorum Park Buluşmaları’na. Facebook aracılığıyla habe- rim oldu. Birkaç arkadaşım da film gösterimlerine gittiğinden bahsetmiş- ti. Bütün etkinlikler çok hoş, açık havada olması nedeniyle değişik bir tadı var. Karşıda pek fazla yok böyle etkinlikler. Eski film gösterimleri, konser- ler, Sunay Akın, Ataol Behramoğlu gibi önemli kişilerin söyleşileri seneye de olsa keşke.

Gülizar Konya, (Ev Hanımı, Babaanne-Anneanne)

“Torunlarımı evin içinde tutamıyorum, soluğu parkta alıyoruz”

Hem anneanne hem de babaanneyim. Torunlarıma ben bakıyorum. Yazın akşam yemeğini yedikten sonra soluğu parkta alıyoruz. Bir yandan torunla- rımı oynatıyorum, diğer yandan komşularımla, gençlerle belediyenin bir et- kinliği varsa onu takip ediyoruz. Başka türlü fırsatını bulup izleyemeyeceği- miz filmler, söyleşiler evimizin önüne kadar geliyor. Çok memnunum. Park et- kinliklerinin önümüzdeki yıllarda da devam etmesini diliyorum. Bir de Şairler Sofası’ndaki çocuk oyun alanını genişletirlerse biz büyükler çok sevineceğiz.

Mikrofonumuzu

parklarda buluşanlara uzattık...

(19)

Gülçin Akpınar (44), Ev Hanımı

“Etkinlikler telefonumuza mesaj olarak geliyor”

Beşiktaş Belediyesi'nin düzenlediği birçok etkinliğe katılıyorum. Kültür merkezlerinde olan belgeseller, “Ustalara Saygı” geceleri, film gösterim- leri, konserler gibi birçok etkinliğin takipçisiyim. Etkinlikler telefonumuza mesaj olarak geliyor, böylece kolayca haberdar olabiliyoruz. Zaman bul- dukça katılmaya çalışıyoruz eşimle. Gündemde olan sanatçıları da aramız- da görmek çok güzel.

Murat Gümrükçüoğlu (40), Satış Müdürü

“Ücretsiz olması çok güzel”

Geçen yıl da katılmıştım birkaç konsere ve film gösterimine. İnternetteki programdan takip ediyorum etkinlikleri. Beşiktaş Belediyesi’nin sanatsal et- kinlikleri oldukça başarılı, ancak katılım daha da artmalı. Bu kadar emeğe kar- şılığını vermemiz lazım. Sonuçta Park Buluşmaları sanatsal bir aktivasyon.

Ücretsiz olması da çok güzel. Konserler daha çok ilgimi çekiyor ama söyleşi- lerde de kendi dalında usta olan kişileri aramızda görmek hoşumuza gidiyor.

Tolga Ercan (22), Öğrenci

“İlgi oldukça fazla”

Bu, benim katıldığım ilk etkinlik. Konserler her zaman olduğu için söyleşiler daha çok ilgimi çekiyor. Dengeli, güzel bir program mevcut. Açık havada olması da çok güzel. Yazın herkes tatile gidiyor, gösteri saati de biraz geç ama yine de parklar ağzına kadar dolu, etkinliklere gösterilen ilgi oldukça fazla. Ben de Beşiktaş Belediyesi’nin etkinliklerine elimden geldiğince ka- tılmaya çalışıyorum.

Zengini yoksulu, genci yaşlısı, kadını erkeği ile İstanbul’un dört yanından kendi meşrebince eğlenmeye gelenlerin Beyoğlu’nda belediye terörüne maruz kaldığı saatlerde... Yani restoranların, kafelerin işgaliye bedeli ödeyerek sokağa koydukları masalar, sandalyeler, hiçbir itiraz dinlenmeksizin, hatta insanlar o masalar- da yiyip içerken vandalca toplanıp götürüldüğü esnada... Aslın- da herkesin belediyenin Ramazan hazırlığı yaptığını bilip yüksek sesle dile getiremediği, Beyoğlu’nda içki yasağının zabıta kıya- fetli ücrete bağlanmış “pastarlar” eliyle ve polis desteğiyle fiilen yürürlüğe girdiği sırada...

Türkü bitti, “Bundan ötesi yok bizde” dedi Erkan Oğur, “Umarım sıkılmıyorsunuz.” Hakiki bir derviş edasıyla curasına eğildi, yeni bir deyişe başladı.

Amfiteatrın arkasındaki heykellerin dibine oturmuş delikanlılar topluluğundan biri, konseri organize eden Hayati’ye seslendi:

“Başkan! Şu sesi biraz açtır, duyamıyoruz.” Hayati gereğini yap- tı. Sanırsınız kamuya açık bir konser değil, dostlar meclisi... Eh, aynı semtin sakini olmanın ötesinde tribün kardeşliği de cabası!

Ak saçlı derviş ile her daim sahne arkadaşı gümbür güm- bür sesli İsmail Hakkı Demircioğlu geçen akşam Abbasağa Parkı’ndaydılar. Beşiktaş Belediyesi’nin beş yıldır düzenlediği park konserlerinde mahalle sakinlerine harikulade bir gece ya- şattılar.

Abbasağa’yı seviyorum. Sokaklarını, parkını, sakinlerini, kedileri- ni, köpeklerini... İstanbul’un orta yerinde insanın içini ısıtan bir ma- halle havasının sürüp gittiği ender yerlerden biri... Özellikle park- taki konser akşamları görülmeye değer. Çoğu çevredeki evler- den ayaklarında terlikleri, ellerinde çekirdek paketleriyle çıkıp ge- len, küçük amfiteatrı dolduran, yer kalmadığında ağaçların altına, çimenlerin üzerine oturan, bildikleri türkülere eşlik eden, sıkıldıkla- rında kendi aralarında tatlı tatlı muhabbete dalan mahallelinin, sa- dece bu semtte hep birlikte yaşıyor olmaktan bile mutlu oldukları- nı anlamanız zor değil.

Konser akşamları, mısırcısı, çaycısı, sucusuyla ufak çaplı bir pa- nayır alanına dönen parkta, teyzeler, amcalar, genç kızlar ve de- likanlılar, üstlerinde siyah-beyaz formalarıyla gece yarısına ka- dar top koşturan çocuklar, hepsi, geçmiş zamanın içinde kaybo- lup gittiğini sandığınız güzelim mahallelilik halinin -çok şükür- bir yerlerde hâlâ yaşandığını anlatıyor size. Bunu görüp seviniyor- sunuz. “Oh be” diyorsunuz, “Dünya bazen güzellikler içinde...”

“Dünya bazen güzellikler

içinde...”

Bir mahalle

Adnan Bostancıoğlu 29 Temmuz 2011

Basında Park Buluşmaları

Mikrofonumuzu

parklarda buluşanlara uzattık...

(20)

Portre

Yazı: NAZAN ORTAÇ Fotoğraf: GÖRKEM KIZILKAYAK

Usta tiyatrocular Yıldırım Yanılmaz ve Altan Akışık’ın bir belgesel projesi için kapılarını çaldıkları

Bella Eskenazi, anılarını B+ dergisiyle paylaştı.

Orhan Veli’nin

ilham perisi: Bella!

(21)

K

ırklı yılların Türkiye’si... Ülkenin kültür ve sanat haya- tına yön veren entelektüelleri Orhan Veli, Melih Cev- det Anday, Oktay Rıfat, Sabahattin Ali, Necati Cu- malı, Sabahattin-Bedri Rahmi Eyüboğlu kardeşler, Bedri Rahmi’nin eşi Eren sıkı dostlar... Ünlü gazeteci- çevirmen Erol Güney, eşi Dora, baldızı Seza, aynı arka- daş grubunda... Sık sık biraraya geliyorlar; kâh memleket meseleleri ko- nuşuluyor, kâh sanat dünyası...

Bu arkadaş grubunun en küçük üyesi, güzeller güzeli Bella... Erol Güney’in küçük baldızı. Orhan Veli’nin, hiç açılamadığı ama uğruna en güzel şiirlerini yazdığı platonik aşkı...

Ünlü şair, bir gün Bella’nın Beyoğlu’ndaki evine gidiyor. Bella’nın karşı- sına oturuyor ve sadece bakıyor. Dakikalarca, tek kelime etmeden, göz- lerinin içine bakıyor. Bella, sonunda sıkılıyor bu oyundan “Neden bakı- yorsun, ne oldu, bir şey söylesene Orhan” diye üsteliyor. Orhan Veli, bir hışım kalkıyor ve gidiyor. Birkaç saat sonra geri geliyor, bu kez elinde bir şiir, “Oku” diyor.

2011’e dönelim; Bella Eskenazi’nin evindeyiz...

Bebek sırtlarındaki evin duvarları Bedri Rahmi- Eren Eyüboğlu’nun tablo- larıyla süslenmiş; kütüpha- nesinde yakın dostları tara- fından yazılmış, Türk ede- biyatının şaheserleri... Kar- şısında bir kamera açık...

Türk sinemasının ünlü yö- netmenlerinden Yıldırım Yanılmaz’ın yönettiği bir bel- gesel projesi için usta tiyat-

rocu Altan Akışık soruyor, Bella anılarını anlatıyor, biz dinliyoruz.

Bella, Orhan Veli

“Sere Serpe” şiirini sizin için yazmış.

Onun öyküsünü anlatır mısınız?

Ankara’da Sabahattin Eyüboğlu’nun evindey- dik. Oraya çok giderdik.

Sabahattinler briç oy- nuyordu. Ben de öteki odadaydım. Eniştem ve ablam akşama gelecek-

lerdi. Orhan da vardı. Zaten ben nerede varsam, Orhan da orada vardı!

Orhan nerede varsa, ben vardım! Böyle tesadüf oluyordu galiba... Yata- ğa uzandım, o zaman liseyi dışarıdan bitirmeye çalışıyorum. Orhan kapı- dan baktı, gitti. İmtihanlara giriyordum, Orhan’ı falan düşündüğüm yok.

Dokuzuncu sınıfta geometriden kalmıştım. İstanbul Kız Lisesi’ne gidi- yordum; herkes bana sorar, “Orhan Veli size aşık olmuş, bundan gurur duymadınız mı?” Valla, ben duymadım! Çünkü gençseniz herkes size aşık oluyor. Neden gurur duyayım? Ben Orhan’ı çok severdim. Çok tak- dir ederdim, hayrandım. Hayran olunacak çok tarafları vardı. Mesela çok güzel Fransızca biliyordu ama Orhan’ın Fransızca konuştuğunu kimse duymamıştır. Larousse’u alır, “Aç bakalım bu sayfayı” derdi, ezberden bütün sayfayı söylerdi. Bayılırdı insanların kendisine hayran olmasına.

Güzel de resim yapardı.

“Sabahattin Ali kaçmadan önce bana sordu”

Sabahattin Ali’yi de yakından tanıyordunuz.

Öldürülmesiyle ilgili bildiğiniz şeyler var mı?

Sabahattin Ali bir gün bana telefon etti; “Falan yerde buluşalım, senin- le konuşmak istiyorum” dedi. Ben de gittim, buluştuk, oturduk. Çok da gençtim, pek hatırlamıyorum. Bana, “Kaçayım mı, kaçmayayım mı? Ne dersin?” dedi. Ben ne diyebilirim? Kim ne diyebilir? “Kaçmayın” desem hapse girecek ama kaçarsa da herhalde yakalanmadan öldürülme hadi- sesi var... Önce hafiften “Kaçmayın” dedim. “Ama o zaman hapse gire- ceğim” dedi! “O zaman kaçın” dedim. Bilmiyorum, o hadise böyle kaldı,

(22)

biz böyle konuştuk. Ardından eve geldim, ablam yeni doğum yapmıştı, hasta idi, eniştem ise yurt dışında. Böyle karışık vaziyetlerimiz vardı. Bir ay geçti geçmedi, bu hadiseyi tamamen unutmuştum. Bir akşam kapı çalındı, bıyıklı bir adam geldi. “Ben gizli polisten bilmem kim...” İsmini bi- lemiyorum, duymadım, galiba hiçbir zaman bilmedim. Misafir ağırlar gibi içeriye soktum, “Buyrun” dedim. Salonda oturdu; “Siz” dedi, “Sabahat- tin Ali’yi tanıyor muydunuz?” “Evet” dedim. “Pardon siz metresi mi idi- niz” dedi. O zaman herkesin arkadaşı, metresi oluyor... “İdiniz” kelime- sini biraz yadırgadım. “İdiniz ne demek?” dedim. İçime doğdu, yakalan- dı diye… “Hayır hiçbir zaman öyle bir arkadaşlığımız yoktu” dedim. “Çok iyi arkadaştık, Ankara’da evime gelirdi, fakat öyle bir şey yoktu” dedim.

“Peki, sizi morga götürmek istiyorum. Benimle birlikte morga gelir mi- siniz” dedi. “Tabii gelirim” dedim. “Gelip sizi alacağım, beraber gideriz”

dedi. Ben morg deyince, öyle ölüyü göreceğim diye düşünmemiştim.

Fakat adam gittikten sonra beni bir korku aldı.

O bey mi size öldüğünü söyledi?

Evet; “Biliyorsunuz Sabahattin Ali öldü” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim!

Zaten ondan sonra, “Sizi morga götüreceğim” dedi. O gittikten sonra şaşırdım, ne yapacağımı bilemedim! Sabahattin Ali’ye ait ne varsa evde, hepsini topladım. Mektuplarını, kitaplarını, ne varsa topladım. Yanımız- da bir çamaşırlık vardı, onun ocağında hepsini yaktım. Eve geldim, kim- seye bir şey söylemedim. Büyük ablama, Ankara’ya telefon ettim. Böyle böyle oldu dedim, “Şükrü Bey diye bir arkadaşım var, avukattır, onu ara”

dedi. Ona telefon ettim. Şükrü Bey, “Biraz bekleyelim bakalım ne ola- cak” dedi. Tabii adam bir daha gelmedi, ben de Şükrü Bey’i tekrar ara- madım. Bu mesele öyle kapandı, bir hayli korktum doğrusu. Biri dedi vu- rularak öldürüldü, biri dedi dövülerek öldürüldü... Üç kişi kaçmışlar; ikisi kurtulmuş, Sabahattin kaçamamış.

Sonra siz arkadaşlarızla bu konuyu hiç tartıştınız mı?

Hayır. Ben İstanbul’daydım. Bütün arkadaşlarımız Ankara’ya gitmişti.

İstanbul’da danışacak kimse yoktu.

Nasıl bir insandı? Nasıl tarif edersiniz Sabahattin Ali’yi?

Fiziği biraz Aziz Nesin’e benzerdi. Herkes ona Karpiç’te “Komünist”

diye hitap ederdi. Biz, Sabahattin Bey’le hep güler, eğlenirdik.

Öyle mi? Çok pesimist bir duruşu var sanki...

Hayır, öyle değildi. Benim karşımda hiç öyle değildi. Şen bir insandı, espriliydi... Başkaları hakkında pek konuşmazdı. Benim içimde de bir ukte kaldı; acaba “Kaçmayın” diye üstünde çok dursaydım kaçmaz mıy- dı? O sıralar bizim bir arkadaşımız vardı, Halet Çambel. Onun kocası, ko- münizm yüzünden hapiste yatmıştı. Kanlı çoraplarını alır, bize gelirdi, biz- de yıkardı. Hep o sahneyi düşünürdüm, hep aklımda o vardı. Kaçmazsa yakalanma tehlikesi vardı. Nitekim yakalandı, öldürüldü. Yazık oldu! Tür- kiye onu öldürmekle ne kazandı?

(23)

Bedri Rahmi ve Karadut’u Bedri Rahmi’nin büyük aşkı, eşi Eren Eyüboğlu’ndan ayrılarak, Mari Gerekmezyan ile birlikte olmasına tanıklık ettiniz mi?

Evet, ben Mari’yi de tanı- dım. Üç sene Akademi’ye gitmiştim. Mari de ora- da talebeydi. Hoş bir kız- dı, neşeli bir kızdı. İyi bir heykeltıraştı.

Bedri Rahmi hocası mıydı?

Zannetmiyorum. Çünkü Mari, heykel sınıfındaydı. Bedri resim kısmın- da… Zaten galiba o dönem askerliğini yapıyordu.

Bedri Rahmi ile iyi dosttunuz değil mi?

Evet, çok. Ben zaten Eren’i 13-14 yaşından beri tanırım. Eren, çok güzel bir kadındı. Romanya’dan gelmişti. Sekiz kardeşlerdi galiba. Diğerlerin- den daha farklı bir kızdı, resim yapmak istedi. Annesinden miras kalmış, karar vermiş, Paris’e gidip ressam olacakmış. Orada Bedri ile tanışmış.

Galiba Paris’te evlenmişlerdi.

Altan Akışık: Büyük Kulüp’te bir toplantıda, Bedri Rahmi’ye bir şiir oku- masını söylüyorlar. Eren de yanında. Mari hadisesinden dolayı bir kırgın- lık da var. Ama artık o işin kapandığını düşünüyor. Bedri Rahmi, o dönem meşhur “Karadut” şiirini yazmış. Çıkıyor kürsüye, o topluluğun içerisin- de, onu okuyor. Okuyunca Eren Eyüboğlu çok üzülüyor, şiirde anlatılan kadının kendisi olmadığını anlıyor...

B.E: Karısı olmak istemezdim...

Çok büyük bir aşkmış...

Evet, gece kalkıp Mari’nin resmini yaparmış... Fazla bir şey bilmiyorum doğrusu. Bildiğim, Bedri Rahmi’nin annesinin onu uyardığı; “Ya karın, ya da Mari” demiş.

Karısı olmak istemezdim dediniz...

Evet, kim olmak ister! Başka bir kadını seviyor. İkinci bir kadın olmak is- temezdim. Geçici bir şey; bir defa olur, iki defa olur, affedilir. Ama ilişki af- fedilmez. Ben öyle bir ilişki bilseydim, valizimi alır giderdim. Valizimi de bırakırdım galiba...

Ama beklemek de bir sanat. Sonra biliyoruz ki, Bedri Rahmi geri dönüş yapıyor, sonuna kadar Eren Eyüboğlu ile hayatını sürdürüyor.

Evet Mari, sonra Gros’la evlendi. Çok da genç öldü, tüberkülozdan. Çok yazık oldu, iyi bir sanatçıydı, güzel bir kadındı.

“Melih Cevdet Anday’la sinemaya gittik.”

Melih Cevdet Anday’la hiç biraraya geldiniz mi?

Melih Cevdet Anday’ı tanırım. Ama fazla değil. Kendisi umumiyetle Ankara’da bulunur, sık sık İstanbul’a gelmezdi. Bir defa İstanbul’a gel- diğinde, beni yemeğe götürdü. Sirkeci’de yemek yedik birlikte. Daphne du Maurier’in bir filmi oynuyordu. “Madem Sirkeci’deyiz, ne olur sinema- ya gidelim” dedim. Çünkü ben yalnız bir kadın olarak o dönemler tek ba- şıma Sirkeci’ye gidemem. Gittik sinemaya, bir locada oturduk, filmi sey- rettik. Sonra bir yerde kahve içmiştik, bana şiirlerinden bir-iki tane oku- du. Ankara’da daha fazla görürdüm, İstanbul’da pek görmedim.

Türkçe’yi güzel kullanan insanlardandı...

Evet, güzel bir diksiyonu vardı. Melih, Oktay Rıfat’ın çok iyi arkadaşıydı.

Benim dalgınlığım çok meşhurdur. Derlerdi ki, “Bella’dan dalgın bir kişi daha var, o da Oktay Rıfat’ın annesi”... Hatta bir gün kocasını tanımamış!

Köy enstitülerinde hocalık yaptı.

Siz Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde hocalık da yaptınız...

Evet, benden başka hoca kalmadı galiba yaşayan. Ankara’ya gitmiş- tim. Sabahattin Eyüboğlu beni görür görmez, kardeşi Mualla’ya, “Hadi Bella’yı Hasanoğlan’a götür” dedi. Çünkü o, köy enstitülerine aşık- tı. Kalktık gittik. Trenden iniyorsunuz, Tünel-Taksim arası gibi bir yürü- me mesafesi vardı. Kimsecikler yok, Mualla ile yürüdük. Sıdıka Hanım vardı köyde, fevkalade yemek pişiriyordu. Kocaman bir şöminesi vardı.

Orada hayatımın en güzel yemeğini yedim. Gece orada kalıp, ertesi gün Ankara’ya döndük. Eve geldik, “Sabahattin Bey beni oraya hoca yapa- caksınız, para da istemem. Üç lisanı da öğreteceğim” dedim.

Kaç yaşındaydınız?

Yirmi iki yaşlarındaydım. Sabahattin Bey güldü, “Mualla seni Hakkı Bey’e götürsün, gidin konuşun”. Biz Mualla ile Hakkı Tonguç’a gittik, bizi çok iyi karşıladı, “Bakarız” dedi. Sonradan demiş ki: “Ben bu mesuliye- ti kabul edemem. Bir ukala falan gelir, ‘Ayşe-Fatma bulamadınız da, Bel- la mı buldunuz?’ diye bana kafa tutar. İsmet Paşa ile konuşayım, o kabul ederse olur”... İsmet Paşa’ya gitmiş, “Köy enstitülerine yabancı lisan bi- len birini arıyoruz, bulamıyoruz” demiş. İsmet Paşa da, “Koca Türkiye’de yok mu lisan öğretecek olan, alın birini” demiş. “Valla birini buldum ama maalesef ismi Bella” demiş. Paşa da, “E ne yapalım, alın” demiş. Ben böylece Hasanoğlan’a girdim. Çok güzel bir ortam vardı. Öğretmenler bana çok iyi davrandı. Bir gün kütüphaneden çıktım, eve gitmek istedim.

Evimiz çok güzeldi, önünde balkonu vardı. Penceresi açıktı, bir de ne göreyim? Benim somyamın üzerinde kocaman bir ayı! Kitaplar var elim- de, fener var, atıp her şeyi kaçtım. “Benim odamda bir ayı var, yatağımda yatıyor” dedim, çok gülmüşlerdi!

Ne kadar çalıştınız orada?

Yaklaşık üç yıl çalıştım. Yeni müdür geldi; Rauf İnan. Tam Hakkı Tonguç’un dediği gibi oldu, adam beni sevmedi. Sordum ona, “Ben ne yapayım” diye, “Ne istiyorsanız onu yapın” dedi. Önce orta sınıfa gir- dim, sonra zaten yaz geldi, okullar kapandı. Ben de Ankara’ya gittim. Bir daha dönmedim.

Semih Poroy’un

Bella Eskenazi’nin eniştesi Erol Güney’e armağan ettiği Orhan Veli çizimi.

Bella Hanım'ın evinde çerçeveli bir şekilde duruyor.

(24)

“Orhan Veli tam bir İstanbul beyefendisi…

Bella’ya aşkını hiç söylememiş”

Nereden çıktı bu belgesel projesi?

Altan Akışık: Boş zamanımızı bu şekilde değerlendirmeyi düşünüyoruz.

Turhan Taşan var mesela sırada. Taşan’ın 2 bin yıl geriye giden bir müzik arşivi var. Bunları belgelemek lazım. Magazinle insanların hayatını ileriye ta- şıyamazsınız. Bu eksiklik var Türkiye’de. Başkalarının pek farkında olmadı- ğı, ama bizim için önemli olan isimler. Değerli ve önemli insanlar bunlar. On- ların kıyıda köşede kalması, aslında erdemli olduklarından, kendilerini ifade etmeye utandıklarından... Biz de bu ortamları yaratmak istiyoruz. Bella, bir başlangıç oldu.

Nasıl ulaştınız kendisine?

A.A: Çok tesadüf oldu. Ben Kurtlar Vadisi dizisinde oynarken, top-

lumun çok hayranlık duyduğu bir karakter çizmiştim. Bir gün Taksim Meydanı’ndayım, eve gideceğim, metroya doğru yürürken bir bey geldi yanıma. Efkan’mış adı. “Ben sizi çok seviyorum, oturup bir sohbet edebi- lir miyiz?” dedi. “Tabii” dedim, oturduk. Oradan buradan konuşurken, şiir gündeme geldi. Bana, “Siz Bella’yı tanır mısınız?” dedi. Kim olduğunu bi- liyorum ama tanımıyorum. “Ben onu 15-20 senedir tanıyorum. Bebek’te oturuyor, isterseniz sizi tanıştırayım” dedi. Bir akşamüstü Yıldırım’la birlik- te üçümüz gittik, sohbet ettik. Sonra onu bir şiir söyleşisine davet ettim...

Bella’ya yazılmış şiirleri, Bella’ya okumak...

Yıldırım Yanılmaz: Evet zaten çıkış noktamız oydu. Orhan Veli’nin dostu olmasının yanı sıra başkalarını tanıyor. Edebiyatımızın çok önemli insanla- rını; aynı zamanda siyasi tarihimize ve edebi hayata damgasını vurmuş Sa- bahattin Ali var mesela, köy enstitüleriyle ilgili çok büyük çabaları, gayretleri var. Bunları dinlediğimiz zaman, “Bir belgesel yapalım” diye düşündük he-

Kaç yıldır Bebek’te oturuyorsunuz?

1973’te Bebek’e geldim. Daha 16 yaşında iken de Bebek’te oturmuştuk. O yüzden yine Bebek’e gelmek istedim. O zamanlar deniz o kadar berraktı ki, denize bozuk para atarlardı, çocuklar da dalıp çıkarırdı. Kayıkhanesi vardı, oradan denize girerdim, fenere kadar yüzerdim.

Bebek nasıl bir değişim geçirdi?

Berbat oldu şimdi Bebek. Hep bina bina... Bebek halbuki ağaçlı, vasıtasız bir yer olabilirdi. Şimdi bina doldu. Bir tek doğru dürüst tretuvarı var. Sağ ta- rafa ise bütün arabalar doldu.

Nasıl anılarınız var buraya dair?

Eskiden hep ağaçlıydı, vagonlu tramvay vardı. Mısır sefaretinin önünde Galata-

saray Kulübü vardı. Surlar henüz yapılmamıştı. Gerçi güzel oldu onlar...

O zamanlar da sosyal hayat için önemli bir semt miydi?

Yok, o kadar değil. Beyoğlu sosyal yer idi. Yüksekkaldırım’da oturanlar Taksim’e taşındı, Taksim’den sonra Mecidiyeköy önemli bir yer oldu. Kü- çük güzel evler vardı, güzeldi Mecidiyeköy. Şimdi ben dünyada inmem oraya! Karşıya geçmek isterseniz, geçemezsiniz falan... Beşiktaş’ı her za- man çok sevdim. Beşiktaş Kız Orta’ya gittim ben. Ve iyi talebeydim. Be- şiktaş Kulübü’nün orada, ahşap bir binaydı.

Şimdi neler yapıyorsunuz?

Hiçbir şey yapmıyorum, çünkü gözüm görmüyor. Kitap okuyabiliyorum ama dört beş sayfadan fazla okuyamıyorum. Gece de televizyon seyre- diyorum. Avrupa da berbat oldu TV olarak. Bizimkilerde münakaşalar olu- yor, onları dinliyorum. Bütün dizileri seyrediyorum. Bakıyorum, görüyo- rum, anlamıyorum falan, hiç mühim değil; hepsini seyrediyorum!

“Bebek vasıtasız bir yer olabilirdi”

Şiire özel ilgisi olan tiyatrocu Altan Akışık, çektikleri belgesel için Bella Eskenazi’ye hem sorular sordu hem aralarda muhteşem sesiyle sohbette konusu geçen şiirleri okudu.

B+

(25)

men. Çünkü hiç kimsenin yapmadığı bir şey. Biz hiç değilse yapalım, gele- ceğimize hizmet etmiş oluruz. Sıvadık kollarımızı bu işe giriştik.

A.A: Bir insanın tanıklığını anlatması, sinema gibi olmuyor. Daha otantik, daha gerçekçi oluyor. Onun ifadelerinden onu daha iyi tanıyoruz. Örneğin,

“Anlatamıyorum” şiirinin hikayesini dinledik ondan. Gelmiş, sadece yüzüne bakıyormuş, hiç konuşmuyormuş... Orhan Veli, hiçbir zaman Bella’ya ona aşık olduğunu söylememiş.

Hiç açılamamış mı?

Y.Y: Hayır ama hep ipuçları vermiş aslında. Bir de üzerine gidemiyor. Or- han Veli de bir İstanbul beyefendisi. Bella, “Ben 17 yaşındaydım Sere Ser- pe yazıldığında” dedi. Şiirinde de yazıyor zaten; ulaşamıyor, anlatamıyor.

Şiirinde de var o beyefendilik.

A.A: “Ben Orhan Veli” diye bir şiiri var, kendini anlatan. Onun sonunda di- yor ki, “bir de sevgilim vardır pek muteber; / ismini söyleyemem/ edebiyat tarihçisi bulsun.”

Y.Y: Biz de bulduk! Edebiyat tarihçisi değiliz ama...

A.A: Biz de sorduk, “Siz misiniz?” diye... “Bana bir şey söylemedi” dedi.

Bir de, Sere Serpe’yi canlandırdınız...

Y.Y: Bella’ya dedim ki, “Bu şiiri çekmek istiyorum. Sizden rica edeceğim, o şiirin yazıldığı biçim içerisinde nasıl oturuyordunuz? Bir oturur musunuz?”

İşte, aynen o pozu verdi! Burada Orhan Veli’yi anlatmak değil bizim derdi- miz, Orhan Veli ile Bella’nın bağlantısını anlatmak istiyoruz. Türk edebiyatı- nın önemli şahsiyetlerinden birisinin esin kaynağını anlatmak istiyoruz.

A.A: O devrin entelektüel insanları, ama para kazanan, zengin insanlar de- ğil. Zengin değil ama değerli insanlar. Biz şimdi toplum olarak o kadar ne- gatife düştük! Halbuki siz insanı, insan olma sıfatından değerli düşünecek- siniz, sonra maddi tarafı... Şimdi borsada spekülasyon yapılıyor falan; on- lar adam da, Orhan Veli adam değil mi? Orhan Veli onlar gibi bin tane! Bu tip insanların değeri başka şeyle ölçülür. Bella da zengin bir insan değil ki,

Bağkur emeklisi... “Biz sizinle akrabayız” dedim, “Ben de Bağkur emekli- siyim”... 641 lira maaşım var!

Y.Y: Ben sizden şanslıyım, ben SSK emeklisiyim! 100 lira fazla alıyorum!

A.A: Toplumun yetişmesi, yetenekli, görgülü, bizi ileriye götürecek insanla- rın omuzlarında gider. Yoksa görüntüde gelişmiş ama kafasını geliştireme- miş ilkel bir insanla toplumu taşıyamazsınız. O zaman bu tip insanlar önem- li oluyor. İnsani gelişimde dünyanın 82’nci ülkesiyiz. Nasıl gelişmişiz o za- man? Sanata, edebiyata, musikiye, tiyatroya, sinemaya hizmet etmemiş insanlarla mı?

Y.Y: Şimdi “Çok fazla okumayın, kafanız karışır” diye öğütleniyor yeni nesile.

Bu belgeselin maliyetini siz mi üstlendiniz?

Sponsorunuz var mı?

A.A: Biz işi amatör ruhla yapıyoruz. Bir arkadaşımızdan ışık aldık, başka bir arkadaşımızdan kamera rica ettik, çektik...

Y.Y: Bu aşamaya kadar bir kuruş harcamadık.

A.A: Öteki türlü, profesyonel olduğun zaman, sorular başlıyor. Bize yakı- şan projeler peşindeyiz biz artık. Bunda magazin yok, reyting kaygısı yok.

Bella’nın anlattıklarında sizi etkileyen ya da şaşırtan bir olay var mıydı?

A.A: Köy enstitülerinde yaşadıklarını dinlemek çok güzeldi.

Y.Y: Evet, köy enstitülerinde hocalık yapmak için verdiği savaş beni de et- kiledi. Bir şey daha var ki; Türkçesi mükemmel, diksiyonu mükemmel. Artı, hiç belleğini yitirmemiş. Bir ara teknik bir sorundan dolayı çekimi tekrar yaptık. Ben “kamera” derken, aynen bir önceki gibi anlattı. Buna çok şa- şırdım, zor bir şeydir çünkü. Bir de Altan, Sabahattin Ali’nin şiirini okurken,

“Bella siz bu olayları yaşadınız, bunu yüz ifadenizle canlandırabilir misiniz?”

dedim. Yaptı! Yani oyunculuk tarafı da var! İyi ki Bella’yı tanıdık, müthiş bir şey! Büyük bir şans bizim için.

Belgeselin yönetmen koltuğunda oturan Yıldırım Yanılmaz, Altan Akışık “Sere Serpe” şiirini okurken,

Bella’dan o anı canlandırmasını istedi. Bella bütün sempatikliğiyle poz verdi: “İşte böyle uzanmıştım sere serpe”...

(26)

Kazanım

G

eri dönüşüm, yani atıkların başka ürünlere veya ener- jiye çevrilmesi ve bunun sistemli bir şekilde gerçek- leştirilmesi kuşkusuz bir ülkenin ya da kentin geliş- mişlik düzeyini gösteren en önemli unsurlardan biridir.

Türkiye’de bu konunun yeterli derecede ele alınmayışı ve “geri dönüştürme” işlemlerinin uygulanmayışı, sos- yal duyarlılık sahibi kentlilerde rahatsızlık yaratmakta, yerel ve merkezi yö- netim birimlerinden ilgili konuda beklentiler sık sık dile getirilmektedir.

Son dönemde çıkan yönetmeliklerle, yani atıkların geri dönüştürme süreç- lerinin yasal olarak ortaya konulmasından sonra bu konunun sağlıklı bir şe- kilde çözülmesi ve sisteme oturtulmasında önemli adımlar atıldı. Beşiktaş Belediyesi de nisan ayında imzaladığı üç ayaklı anlaşmayla ambalaj atıkla- rının geri dönüşümü konusundaki çalışmalarını yeniledi.

“Geri dönüşüm” ya da “geri kazanım”, özellikle küresel iklim değişikliklerinin yol açtığı doğal felaketlerin ardından tüm dünyada hız kazanan “yeşilleşme”

Ambalaj atıkları mavi konteynerlere

Beşiktaş Belediyesi nisan ayında imzaladığı üçlü protokolle ambalajların geri dönüşümü konusundaki çalışmalarına yeni ve sistemli bir işleyiş kazandırdı.

Yazı: B+ Fotoğraf: ARŞİV

hareketinin içerisinde, doğaya verilen zararın engellenmesini ve doğal kay- nakların korunmasını sağlayan bir işlem olarak ele alınıyor. Ayrıca sağlanan enerji tasarrufu, atıklara uygulanan işlemlerden sonra tekrar elde edilen ham- maddelerin ticareti ve bu doğrultuda azalan hammadde ihtiyacı gibi boyut- larıyla, “ekonomik bir kazanım” özelliğine de sahip. Bu açıdan gerekli altya- pı sistemlerinin oluşturulmasının uzun vadede olumlu sonuçları sadece doğal kaynakların korunmasında değil, ekonomik anlamda da gerçekleşiyor.

Her akşam kapımızın önüne koyduğumuz ya da çöp konteynerine attığı- mız çöp poşetimiz bize ne kadar değersiz gözükse de, o poşetin içinde- ki “atıklarımız” doğru işlemler uygulandığında son derece değerli hale dö- nüşebiliyor. Çevre mühendisleri ile geri dönüşüm endüstrisinin içinde yer alanlar çöpün geri kazandırılmasında her safhanın ticari bir değeri olduğu- nu dile getiriyorlar. Aslında evsel atıkların hepsinin geri dönüşüm sürecine girmeleri durumunda yüzde 80’i geri kazandırılabiliniyor. Geri kalan yüzde 20’yi ise organik atıklar oluşturuyor. Fakat bu atık türü bile kompost haline getirilip gübre olarak kullanılabiliniyor.

Referanslar

Benzer Belgeler

LGA raporunda, "Eğer süpermarketler, gereksiz bir çöp dağının oluşmasına yol açıyorsa yarattıkları çöpün geri dönü şümüne maddi katkıda bulunarak,

Ayrıca Yılmaz (2014) ve Atılgan (2016) bu çalışmanın sonucundaki gibi hidroelektrik enerjide en yüksek toplam istihdama sahip olduğu sonucuna varmış ve Atılgan

a) Müdürlüğe gelen-giden evrak kayıtlarını tutmak. b) Müdürlüğe gelen evrakın ilgili birimlere havalesini, giden evrakın postaya verilmesini, ilgili kurum içi ve

1) There are differences in exposition paragraph writing skills based on the NHT cooperative learning model and the CS type. 2) There are differences in exposition writing

B eşiktaş Belediyesi’nin yetkililerİ, Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonu’nun yeniden sinema işle- viyle Beşiktaş kentlilerine ve sinemaseverlere hizmet

Ulusal Atık Taşıma Formu (UATF); kontamine olmuş atıkların geri dönüşüm tesislerine taşınması sırasında mutlaka kullanılması gereken formdur. UATF üç bölümden

j) Engelli Koordinasyon Merkezi faaliyetlerini çeşitlendirilerek tanıtılmasını sağlamak, (2) Engelli Koordinasyon Merkezinde görevli personel yukarıda sayılan görevler ile

Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 24 Haziran 2007 tarih ve 26562 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Ambalaj Atıklarının Kontrolü