• Sonuç bulunamadı

BUHARA DAN KONYA YA İRFAN MİRASI ve XIII. YY. MEDENİYET MERKEZİ KONYA (I)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BUHARA DAN KONYA YA İRFAN MİRASI ve XIII. YY. MEDENİYET MERKEZİ KONYA (I)"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

BUHARA’DAN KONYA’YA İRFAN MİRASI ve XIII. YY. MEDENİYET MERKEZİ KONYA

(I)

                                                                             

          Aralık

2018 Koordinatör : Dr. Mücahit Sami KÜÇÜKTIĞLI Editör : Prof. Dr. Dilaver GÜRER

Yayın Takip:

Eshabil YILDIZ Derya KARAKAYA Tasarım&Grafik Ali Rıza BÜYÜKVADİ

Konya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları: 401

Bildiri Kitapları

ISBN: 968-605-389-344-8 Yapım:

Konya Kültür A.Ş.

(3)

NAKŞBENDÎ-MÜCEDDİDÎLİĞİN ANADOLU’YA TAŞINMASINDA KÖPRÜ BİR ŞAHSİYET OLARAK MUHAMMED MURAD el-BUHARÎ

Prof. Dr. Halil İbrahim ŞİMŞEK

*

GİRİŞ

Tebliğimin ana konusu olan Muhammed Murad Buharî’nin tasavvufî anlamda beslendiği ve Anadolu’ya taşınmasına vesile olduğu Müceddidîlik; Nakşbendî şeyhi Muhammed Baki Billah’ın (ö.1012/1603) daha kendisi hayattayken yerine halife olarak tayin ettiği Müceddid-i Elf-i Sanî unvanıyla anılan İmâm-ı Rabbânî Ahmed es-Sirhindî’nin (ö.1034/1624) izinde gelişip günümüze kadar ulaşan Nakşbendîliğin bir koludur. Müceddidîlik adı bu kolun pîri İmâm-ı Rabbânî’ye verilen Müceddid unvanına nispetle ortaya çıkmıştır. Hint alt kıtasından başlayarak Müslümanların yaşadığı pek çok bölgeye hızla yayılmış ve götürüldüğü yerlerde kabul görmüştür.

Tebliğimde yukarıda sözü edilen Nakşibendî-Müceddidîliğin 17. Yüzyılda gerçekleşen Osmanlı-Anadolu topraklarına taşınıp sonraki asırda yayılması sürecinin ilk aşamasını sağlayan şahıs olan Muhammed Murad el-Buharî’nin hayatı, tasavvufî kişiliği ve bazı tesirlerinden bahsedeceğim.1

Müceddidîliğin Anadolu’ya ulaşmasından önce de burada yaşayan insanların Nakşibendîlik kültürüne yabancı olmadığı bilinmektedir. Çünkü Ubeydullah Ahrar’ın halifesi Abdullah İlahî ve Emir Buharî tarafından bir önceki yüzyılda Nakşbendîlik hem Anadolu’ya ulaştırılıp yayılmıştı. Dolayısıyla Müceddidîlik öncesindeki Nakşibendîliğin Osmanlı topraklarında belli bir yoğunlukta yayılması Müceddidîlilere önemli bir imkân sağlamıştır.

İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’nin oğlu Urvetü’l-vüska lakabıyla meşhur olan Muhammed Masum babasından devraldığı tasavvufî geleneği devam ettirmek için bazı halifelerini görevlendirerek müslümanların yaşadığı çeşitli bölgelere göndermiştir. Gerçekleştirdiği bu faaliyetler kapsamında halifelerinden Yekdest

* Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

1 Bu tebliğ hazırlanırken şahsıma ait olan 18.Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Nakşibendi- Müceddidilik (Litera Yayıncılık, İstanbul 2016) adlı eserden azami derecede yararlanılmıştır (Halil İbrahim Şimşek).

(4)

Ahmed el-Cûryânî’yi1 Mekke’ye ve Muhammed Murâd el-Buhârî’yi de Şam’a göndermiştir. Müceddidîliğin Osmanlı-Anadolu topraklarına ulaşması genel olarak bu iki etkili isim etrafında gelişen aşamalarda meydana gelmiştir.

Bunlardan ilki 17. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul’a gelen Muhammed Murâd el-Buhârî vasıtasıyla olmuştur. İkincisi ise Yekdest Ahmed el-Curyanî’nin halifelerinin gayretleri ile gerçekleşmiştir. Birinci aşamanın öncüsü olan Murâd Buhârî’nin bizzat kendisi İstanbul’a gelerek burada faaliyetlerini yürütmüştür.

İkinci aşamanın mimarı olan Yekdest Ahmed el-Cûryânî ise Ebu Abdullah Muhammed Semerkandî (ö.1117/1705), Kırımî (Tatar) Ahmed Efendi ve Mehmed Emin Tokâdî gibi halifelerini kendisinin ikamet ettiği Mekke’den Anadolu’ya göndererek Müceddidîliğin burada yayılmasını sağlamıştır.

1. MUHAMMED MURÂD BUHÂRÎ

Murad Buharî’nin Nakşbendî-Müceddîdî hareketin Anadolu’ya ulaştırılması ve 18. yüzyılda yayılmasındaki rolü dikkate değerdir. Burada onun Buhara, Semerkand, Belh, Sirhind, Delhi, Şam, Bağdat, Kudüs, Hicaz, Kahire, Alanya, Tarsus, Konya, Bursa ve İstanbul gibi merkezler de geçen günlerini kapsayan hayat hikâyesi anlatılacaktır.

Tam adı Muhammed Murâd b. Ali b. Davud b. Kemaleddin b. Salih b.

Muhammed el-Buhârî el-Hüseynî el-Hanefî en-Nakşibendî’dir.2 Murâd Buhârî 1050/1640’da Semerkand’da doğmuştur. Kaynaklarda Murad Efendi’nin babası Ali Efendi’nin Semerkand’ın nakîbü’l-eşrâfı olduğu belirtilmektedir. Onun el- Hüseynî nisbesiyle anılarak Hüseyin b. Ali’nin soyundan bir seyyid olduğuna işaret edilmesi de bu ifadeyi desteklemektedir. Bazı eserler ve kayıtlarda el-Özbekî şeklindeki nispeti ise Özbek asıllı olmasından mütevellittir.

Müracaat ettiğimiz kaynaklarda belirtildiğine göre Murâd Buhârî üç yaşındayken

1 Yekdest Ahmed b. Halil el-Cûryânî el-Mekkî el-Hanefî en-Nakşibendî Buhâra yakınlarında bulunan Curyân kasabasında doğmuştur. Hindistan’a yaptığı bir ticari seyahat esnasında taun (veba) hastalığına yakalanmalarından dolayı, aile fertlerinin bütününü kaybetmiştir. Sonraları 1096/1685’te yine bir Hindistan seferinde haramilerin (eşkıya) yollarını kesmesiyle çıkan olaylarda sağ elini kaybetmiştir. Bundan dolayı kendisine “tek elli” anlamında “Yekdest” lakabı verilmiştir. Daha sonra şeyhinin tavsiyesi üzerine Mekke’ye hicret etmiş ve ömrünün büyük bölümünü Mekke’de geçirmiştir. Bazı kaynaklarda, burada yerleşmesinden dolayı, ona “el-Mekkî” nisbesi ve “Cârullah” lakabı verilmiştir. Mekke’de bulunduğu sırada hacca gelen pirdaşı Muhammed Murâd Buhârî ile de görüşmüş ve aralarında sıcak bir dostluk kurulmuştur. Yekdest Ahmed el-Cûryânî 1119/1707 yılında aynı yerde vefat etmiştir. Kendisinden birçok kişinin tasavvuf terbiyesi almasının yanında, bazı şahıslara da hilafet vermiştir. Bunlar arasında Anadolu’da bulunanlardan bir kısmı şunlardır: Ebu Abdullah Muhammed Semerkandî (ö.1116/1705), Ahmed Kırımî (ö.1156/1743), Mehmed Emin Tokâdî (ö.1158/1745), Yekçeşm Murtaza (ö.1160/1747) ve Akovalızâde Ahmed Efendi’dir (ö.1168/1754). Yekdest Ahmed’den gelen silsile Mehmed Emin Tokâdî ve Muhammed Semerkandî’den sonra devam etmiştir.

2 Muhammed Halil el-Murâdî, Silkü’d-durer fî a yâni’l-karni’s-sânî ‘aşer, Bulak, 1301, IV, s. 129.

(5)

çocuk felci geçirmiş ve ayakları kötürüm olmuştur.1 Bu olaydan sonra onun için çileli ve mücadele dolu bir hayat başlamıştır. Murâd Buhârî hafızlığını ve temel İslâmî eğitimini Semerkand’ın âlimlerinden dersler alarak tamamlamıştır. 2 Gençliğinde aldığı eğitim ve öğretime ilişkin kaynaklarda pek fazla bilgi yer almamasına rağmen eserlerinde ve sohbetlerinde tutulan notlarda sergilediği birikiminden hareketle memleketinde iyi bir dinî eğitim gördüğü ifade edilebilir.

Murâd Buhârî fiziksel engelli bir insan olmasına rağmen bu durumu onun tahsil hayatı ve seyahatlerine engel olmamıştır. Bugünün şartlarıyla fiziksel engellilerin içinde bulunduğu eğitim zorluklarına bakıldığında o günün imkânlarıyla Murad Buharî’nin ilim konusunda ne kadar azim ve sabır gösterdiği ortaya çıkmaktadır.

Şimdi onun bu azminin bir göstergesi olarak değerlendirebileceğimiz ilmî ve manevî arayış seyahatlerine geçebiliriz.

Murad Buharî yirmi üç yaşına geldiğinde - yukarıda bahsettiğim şekilde fiziksel engelli olmasına rağmen, memleketinde aldığı derslerle yetinmeyip ilim tahsilini devam ettirerek kendisini geliştirmek üzere Hindistan’a gitmiştir.3 Oraya vardıktan kısa bir süre sonra bir yandan başladığı ilmî tahsiline devam ederken diğer yandan manevî eğitici ve rehber arayışlarını sürdürmüştür. Pek fazla zaman geçmeden arkadaşlarının yol göstericiliği ile bu amacını gerçekleştirebileceği bir mürşid bulmuştur. Ona rehber olacak bu zât bölgede oldukça yaygın olan Nakşibendî- Müceddidîliğin kurucusu İmâm-ı Rabbânî’nin oğlu ve halifesi Muhammed Masum’dan başkası değildir.4 Tarikata intisapla sonuçlanan bu gelişme onun hayatında yeni bir dönemi başlatmıştır. İntisabını takip eden bir yıllık zaman zarfında oradaki ilmî ve tasavvufî eğitimini tamamladıktan sonra şeyhinden izin alarak hacca gitmeğe niyet etmiştir.5 Bu kararını eyleme geçirmek için gerekli hazırlıkları yapmıştır.

Murâd Buhârî hac vazifesini ifâ etmek için Hicaz bölgesine gitmek üzere yola çıkmıştır. Seyahati esnasında Şam ve Kudüs’e uğrayıp bu bölgelerde birçok ilim ve tasavvuf erbabı ile tanışıp onlarla dostluklar kurmuştur. Hicaza ulaşıp haccını eda etmesinin ardından üç yıl Hicaz bölgesinde ikamet etmiştir.6 Bu süre içinde o bölgede bulunan bazı ilim adamlarından dersler almıştır.7 Daha sonra memleketi Buhara’ya gitmek amacıyla yola çıkmış ve güzergâhta bulunan Bağdat’a uğrayıp oradan İsfahan’a geçmiştir. Bu seyahatinde hem Belh ve Semerkand uleması hem de buralardaki çeşitli tarikatların şeyhleriyle sohbet etme imkânı bulup onlarla

1 Aynı yer.

2 Aynı yer.

3 Aynı yer.

4 Aynı yer.

5 Aynı eser, IV, s. 130.

6 Aynı yer .

7 Aynı eser, IV, s. 129.

(6)

beraber gerçekleştirilen toplantılara katılmıştır.1

Muhammed Murad Efendi memleketi olan Buhara bölgesinde olduğu sırada ikinci defa hacca gitmeğe niyet etmiş ve bir müddet orada kaldıktan sonra Bağdat’a gitmiştir. Seyahatin uzun sürdüğü dikkate alındığında Bağdat’a gelişi Hac vaktinden önceye tesadüf etmesi muhtemeldir. Murad Buharî hac vakti gelince görevini yerine getirmek üzere Mekke’ye yönelmiştir. Hicaz’a varıp bu ikinci hac görevini yerine getirdikten sonra o dönemin ilim merkezlerinden biri sayılan Kahire’ye gitmiştir. Burada tefsir ve hadis gibi İslâmî derslerin yanı sıra diğer bazı aklî ilimleri tahsil etmiştir.2 Yaklaşık 1080/1669 yılında Şam’a gelmiş ve orada bir süre ikamet etmiştir. Onun bu zaman zarfında evlendiği kaydedilmektedir.3 Böylece Şam Müslüman toplumu ve Hanefîleri üzerinde uzun zaman etkili olan

“el-Murâdî” ailesinin temelini atmıştır.4 Kaynaklardan bize ulaşan bilgilere göre bu evliliğinden -bu çalışmanın sonraki kısımlarında hayatlarından bahsedeceğimiz- Muhammed Bahâeddin ve Mustafa adında iki çocuğu olmuştur.5 Kız çocuğu olup olmadığı hususunda herhangi bir bilgiye rastlayamadık.

Murâd Buhârî uzun denebilecek süreden beri ikamet ettiği Şam’da oldukça geniş bir kitle tarafından tanınmıştır. Halk onun sohbetlerine ve tasavvufî öğretilerine rağbet ederek kendisini saygın konuma getirmiştir. Bu durum Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul eşrâfı ve yöneticilerin de dikkatini çekmiş ve Murâd Buhârî 1092/1681’de şahsına yapılan davete icabet ederek Şam’dan İstanbul’a gelmiştir.

Oraya vardığında âlimler ve yöneticiler tarafından sıcak ilgi ile karşılanmıştır.6 Hatta daha sonraki günlerde kendisine yakınlık gösteren bu insanların birçoğu onun yol göstericiliği ile Nakşibendî-Müceddidî silsileye intisap ederek tasavvufî terbiye almıştır.7 Bunlar arasında Şeyhülislâm Feyzullah Efendi (ö.1115/1703) gibi tanınmış bazı zâtların da yer aldığı kaydedilmektedir.8

Murâd Buhârî yukarıda ifade edildiği şekilde geldiği İstanbul’dan hemen dönmeyerek yaklaşık beş yıl Eyüp mahallesindeki Nişancı Paşa sokağında ikamet etmiştir.9 Bu süreçte hem halk hem de eşrâftan birçok kimsenin - çalışmamın ileri bölümlerinde bu konuya değineceğim - iltifatlarına mazhar olmuştur. Mesela

1 Aynı yer.

2 Aynı eser, IV, s. 129-130.

3 Halil el-Murâdî, age, IV, s. 129-130; Şeyhî Mehmed, Vakâyi u’l-fudala, (Tıpkı Basım), haz.: Abdulkadir Özcan, Çağrı Yay., İstanbul 1989, III, s. 673.

4 Murâdî ailesi Şam ve civarındaki bölgelerde yaşayan toplum üzerinde uzun zaman etkili olmuştur. Bu anlamda Murâdî ailesinden 8 kişi çeşitli dönemlerde Şam Hanefî Müftülüğü görevini üstlenmiştir. Muhammed Halil el-Murâdî, Arfu’l-beşâm fîmen velî fetvâ Dımeşki’ş-Şâm, thk. Muhammed Muti‘ el-Hafız, Rıyad Abdulhamid Murâd, Matbu‘atu Mecma‘u’l-Luğati’l-‘Arabiyye, Dımeşk 1979, ss. 135-136, 142-152, 220-223.

5 Halil el-Murâdî, Silkü’d-dürer, IV, s. 129.

6 Aynı yer.

7 Aynı yer.

8 Halil el-Murâdî, age, IV, s. 129.

9 Aynı yer.

(7)

bunlardan biri olarak 1128/1715’de Mustafa Efendi’nin oğlu Şeyhülislâm Damadzâde Ebu’l-Hayr Ahmed Efendi (ö.1155/1742) tarafından babasının yaptırdığı medrese-daru’l-hadisin 1 Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Muhammed Murâd Buhârî adına tekkeye dönüştürülmüştür. Bu tarihten itibaren sözü edilen müessese Murad Buhârî Tekkesi adıyla anılmıştır.2

Murad Efendi vefat edinceye kadar bu müessesenin hem müderrislik hem de şeyhlik görevini - aradaki bazı seyahatleri ile kesilen fasılalarla beraber - ölene kadar yerine getirmiştir.

Murâd Buhârî beş yıllık İstanbul ikametini müteakip ayakları engelli olduğu için uzun zaman kendisine hizmet eden ve yanından hemen hemen hiç ayrılmamaya - bazı özel durumlar dışında - gayret eden halifesi Kilisli Ali’yi (ö.1147/1734) medrese-tekkedeki yerine vekil bırakarak 1097/1685’de Şam’a gitmiştir. Oradan da üçüncü defa hac görevini ifâ etmek için Mekke’ye seyahat etmiştir. Fakat bu

1 Ayvansarayî, Hadîkatu’l-cevâmi’, II, s. 292; M. Baha Tanman, “Murâd-ı Buhârî Tekkesi”, DBİA, V, s. 514; M. Baha Tanman, İstanbul Tekkelerinin Mimari ve Süsleme Özellikleri Tipoloji Denemeleri, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1990, II, s. 833.

2 Murâd Buhârî Tekkesi: Günümüzde İstanbul’un Eyüp ilçesi Nişanca Mahallesi’nde, Davut Ağa Caddesi ile Nişancı Mustafa Paşa Caddesi’nin kavşağında bulunmaktadır.

Şeyhülislâm Minkarizâde Yahya Efendi’nin (ö.1089/1678) damadı Anadolu Kazaskeri Çankırılı Damat Mustafa Efendi (ö.1096/1684) tarafından 17. yüzyılın ortalarında medrese olarak tahsis edilmiştir. Aynı müessese 1128/1715’de Mustafa Efendi’nin oğlu Şeyhülislâm Damadzâde Ebu’l-Hayr Ahmed Efendi (ö.1155/1742) tarafından Nakşibendî-Müceddidî şeyhi Muhammed Murâd Buhârî adına tekkeye dönüştürülmüştür. Kuruluşunu izleyen yüzyıllarda Murâd Buhârî Tekkesi’nin bazı eklerle donatıldığı ve o gün mevcut olan yapılarının da çeşitli onarımlardan geçirildiği bilinmektedir. Tekkelerin kapatıldığı 1925’den sonra kaderine terk edilen Murâd Buhârî Tekkesi’nin çevresi 1950’lerden sonra gecekonduların istilasına uğramıştır. Bu dönemde derviş hücreleri ve önlerindeki revakların bir kısmı yok edilmiş, geriye kalanları ise tahrip edilmiştir. İkinci tevhîdhânenin çatısı çökmüştür. Yakın zamanlarda kalan kısımlar özel bir vakıf tarafından aslına uygun bir şekilde tamir ettirilmiş ve bakımı yapılmıştır. Bu müessese şu anda çeşitli kültür faaliyetleri için kullanılmaktadır. Tekke hakkında geniş bilgi için bk. Tanman, İstanbul Tekkeleri, II, ss. 833-845; Tanman, “Murâd Buhârî Tekkesi”, DBİA, V, ss. 514-516; Mustafa Özdamar, Dersaâdet Dergâhları, Kırk Kandil Yay., İstanbul 1994, s. 43; Ayten Erdem, “Eyüp Şeyh Murâd Efendi Tekkesi Avlu Kapısı, Çeşme ve Şadırvan Restorasyonu”, Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu-II, Eyüp Belediyesi Kültür Müdürlüğü Yay., İstanbul 1998, ss. 216-225; Muharrem Hilmi Şenalp, “Eyüp Sultan’da Şeyh Murâd Külliyesi”, Lale, Türk Petrol Vakfı Yay., İstanbul, Temmuz 1982, yıl: 1, sayı: 1, ss. 22-26.

Tekkenin şeyhliği sırasıyla şu şahıslar tarafından yapılmıştır: Muhammed Murâd Buhârî (ö.1132/1720), Kilisli Ali (ö.1147/1734), Sırrî Ali (ö.1169/1755), Gelibolulu Mustafa (ö.1176/1762), Çanakkaleli Hafız Mehmed (ö.1199/1784), Muhammed Efendi (ö.1208/1793), Hasan Efendi (ö.1208/1793), Mehmed Efendi (şeyhlikten alınmıştır), Hüseyin el-Hisarî (ö.1236/1820), Muhammed Esad (Hüseyin el-Hisari’nin damadı) (ö.1260/1844), Hafız Feyzullah Efendi (Muhammed Esad Efendi’nin oğlu ve reisü’l-kurra) (ö.1284/1867), Süleyman Belhî (ö.1294/1877), Abdulkadir Belhî (Süleyman Belhi’nin oğlu) (ö.1342/1923). Bk. Zakir Şükrü, “İstanbul Tekkeleri Silsile-i Meşâyihi”, haz.:

Şinasi Akbatu, İslâm Medeniyeti Dergisi, İstanbul (Ocak) 1981, V, sayı: 1, ss. 96-97;

Tanman, “Murâd Buhârî Tekkesi”, s. 514.

(8)

gidişinin öncekilerden farklı olarak farz olan hac vakti dışında gerçekleştiği bilinmektedir. Bu sebeple umresini yaptıktan sonra bir yıl kadar Hicaz’da - burada hangi şehirde kaldığına dair açık bir bilgi yoktur - kalıp tekrar Şam’a dönmüştür.1

Murad Buharî umre dönüşü Şam’da bir müddet kaldıktan sonra burada kendisinin kurduğu Berrâniyye Medrese ve Tekkesi’ne2 oğlu Muhammed Bahâeddin el- Murâdî’yi (ö.1169/1755) halife tayin ederek 1120/1708’de tekrar İstanbul’a gelmiştir.3 Bu ikinci gelişinde daha önce kaldığı Nişanca’da değil Sultan Selim Camii yakınındaki Bıçakçı Efendi Menzili’nde ikamet etmiştir.4 Onun oturmak için medrese ve tekkesinin bulunduğu Nişanca yerine Bıçakçı Efendi’nin evini tercih etmesinin bazı sebepleri vardır. Murâd Buhârî kendisinin saray mensupları ve diğer kesimlerden birçok kişi üzerindeki nüfuzundan bazı yöneticilerin rahatsız olduğunu hissetmiştir.5 Bu sebeple böyle bir değişikliği tedbir olarak düşünmüş olabilir.

Nitekim yukarıda bahsettiğimiz şekilde halkın Murâd Buhârî’ye büyük teveccühünden rahatsız olan Sadrazam Çorlulu Ali Paşa (ö.1123/1711) önceleri kendisinin kethudalığını yapan kaptan-ı derya İbrahim Paşa’ya şeyhin hacca gitmek istediğini söyleyerek onun götürülmesi için hazırlık yapılmasını istemiştir.

Gereken hazırlıklar yapıldıktan sonra Murâd Buhârî donanma ile yola çıkarılmıştır.

Ancak Alanya’ya gelindiğinde Çorlulu Ali Paşa’nın gizli emriyle Murad Efendi sahile çıkarılarak orada terkedilmiştir. Durumu anlayan Murâd Efendi buradan Konya’ya geçip Mevlanâ Celaleddin Rûmî’nin (ö.672/1273) kabri ve diğer bazı yerleri ziyaretinin ardından Kütahya üzerinden Bursa’ya gitmiştir.6

Bursa’da geçirdiği dönem onun için bir çeşit sürgün hayatıdır. Buradaki ikameti yaklaşık altı yıl gibi uzun bir müddet devam etmiştir. Murad Buhârî Bursa’da bulunduğu dönemde bölgenin havası, suyu ve etrafındaki olumlu yapılanma onu oldukça memnun etmiştir. 7 Murâd Efendi’nin eserleri ve kayda geçmiş sohbetlerinde orada geçirdiği günler ve yaşadığı bölge hakkında olumsuz herhangi

1 Halil el-Murâdî, Silkü’d-dürer, IV, s. 130.

2 Berrâniyye Tekkesi ve Medresesi: Şam’ın Saruca Çarşısı’nda (sûk-u saruca) bitişiğinde mescid olan bir müessese olarak inşa edilmiştir. Bugünkü ismi Buhârî Camii’dir. Aslından günümüze intikal eden bölümleri, sahn, musalla ve kabristandır. Murâd Buhârî’nin Şam’da Hicrî 1108’de Babu’l-Berid’de Murâdiyye Medresesi adıyla bir müessese daha yaptırdığı kaydedilmektedir. Bu medrese içerisinde büyük bir kütüphane olduğu rivayet edilmektedir.

Halil el-Murâdî, Silkü’d-durer, IV, s. 130; Riyad Abdulhamid Murâd, “Mukaddime”, Arfu’l-beşam, s. V.

3 Halil el-Murâdî, Silkü’d-durer, IV, s. 130.

4 Mustafa İsmet, Zikr-i Vefât-ı Şeyh Muhammed Murâd-ı Buhârî, Bâyezid Devlet Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi, no: 2886, vr. 26a

5 Aynı eser, vr. 26b

6 Mustafa İsmet, Zikr-i Vefât-ı Şeyh Muhammed Murâd-ı Buhârî, Bâyezid Devlet Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi, no: 2886, vr. 26a; Şeyhî Mehmed, Vakâyi‘u’l-fudalâ, III, s. 674; Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ-yı Ebrâr Şerh-i Esmâr-ı Esrâr, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, no: 2306, II, s. 55.

7 Mustafa İsmet, age, vr. 26b-27a.

(9)

bir şey söylememesi de bu tespiti desteklemektedir. Bu bağlamda Hüseyin Ladikî1 tarafından kaleme alınan, fakat fakat kütüphanede intinsah ettirilerek temize çekilmesini sağlayan Mehmed Mekkî Efendi adına kayıtlı olan Menâkıb ve Takrirât-ı Muhammed Murâd-ı Buhârî adlı eserde Muhammed Murâd Buhârî’nin Bursa’nın Temenna mahallesindeki Menteş bahçesinde yaptığı sohbetlerden kaydettiği notların sonuna Ramazan 1126/Ekim 1714 tarihinin konulmasından2 söz konusu günlerde orada olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu notlarda oturduğu yöre ve halkı hakkında - yukarıda değindiğimiz gibi - herhangi bir olumsuz ifade yer almamaktadır.

Murâd Buhârî bazı şahısların saray nezdindeki girişimleriyle yaklaşık altı yıl kadar ikamet etmek durumunda kaldığı Bursa’dan tekrar İstanbul’a gelmiştir.3 Bu gelişinde ilk zamanlar Eyüp semtindeki Hüseyin Efendizâde Bahçesinde ve daha sonra Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa’nın (ö.1172/1758) babası reisü’l-etibba Nuh Efendi’nin yalısında ikamet etmiştir.4 Daha önce Kilisli Ali Efendi’yi halife bıraktığı Murâd Buhari Tekkesi’nin şeyhlik vazifesini tekrar uhdesine alarak kadar yürütmüştür.5

Murâd Buhârî 12 Rebi‘u’s-sani 1132/21 Şubat 1720 Salı gecesi ikamet ettiği yerde vefat etmiştir. Cenaze namazı Eyüp Camii’nde kılınıp bir dönem şeyhliğini yaptığı Nişancı Paşa’daki Murâd Buhârî Tekkesi’nin dershane kısmına defnedilmiştir.6

2. TASAVVUFÎ KİŞİLİĞİ

Murâd Buhârî üstadı Muhammed Masum’dan Nakşbendî-Müceddidî nisbetiyle meşhur olmuştur. Ancak Muhammed Masum’dan Kadirî icazeti de almıştır.7 Bazı kaynaklarda onun Melamiyye’ye de intisap ettiği belirtilmekteyse de bu isabetli bir tespit değildir. Söz konusu bu tespitin dayandırıldığı Abdulbaki Gölpınarlı meşrebi Melamî olan La‘lîzâde’nin Mebde’ u Me‘âd adlı eserini referans göstererek Muhammed Murâd Buhârî’nin Bursa’da bulunduğu sırada Bayramiyye-Melamiyye şeyhi Paşmakçızâde Seyyid Ali Efendi’ye (1638-1712) intisap ettiğini ve ondan zikredilen tarikatın icazetini almış olduğunu iddia etmektedir.8 Fakat hem

1 Lazik ya da Ladik, o gün Aydın vilayetine bağlı bir kasaba olan, bugünkü Denizli ilidir.

2 Hüseyin Ladikî, Menâkıb, vr. 9b vd.

3 Mustafa İsmet, Zikr-i Vefât, vr. 26b. Mustafa İsmet Efendi Murad Buharî’nin Bursa’dan İstanbul’a gelişini 1130/1717 şeklinde kaydetmiştir. Ancak diğer olaylarla birlikte değerlendirildiği zaman bu seyahatin sözü edilen tarihden birkaç yıl önce gerçekleşmiş olabileceği söylenebilir.

4 Şeyhî Mehmed, Vakâyi‘u’l-fudalâ, III, s. 675.

5 Tanman, İstanbul Tekkeleri, II, s. 842.

6 Halil el-Murâdî, Silkü’d-dürer, IV, s. 130.

7 Muhammed Murâd Buhârî, Lubsu hırkati’l-Kadiriyye, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, no: 474, vr. 72a.

8 Abdulbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İnkılap ve Aka Kitabevi, İstanbul, 1983, s. 320.

(10)

Göpınarlı’nın referans gösterdiği söz konusu eserde1 hem de diğer biyografi kaynaklarında ve Muhammed Murâd Efendi’nin kendi eserlerinde bu intisabına dair herhangi bir bilgiye rastlamadık. Zaten Gölpınarlı’nın bizzat kendisi diğer bir eseri Melamilik ve Melametiler’de Paşmakçızâde Ali Efendi’nin Murâd Buhârî’ye intisap ettiğini söylemektedir.2 Ayrıca Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevilik adlı eserinde Muhammed Murâd Buharî’den “Mesnevi Şarihi” diye bahsetmektedir.3 Ancak Mesnevî şarihî olan zâtın adı da Muhammed Murad olmasına rağmen her ikisi aynı kişi değildir. Diğer Muhammed Murad bir sonraki yüzyılda vefat eden ve Hulasâtu’ş-şurûh adlı şerhin yazarı olan zâttır.

Muhammed Murad Buharî’nin Nakşibendî-Müceddidî hareket içinde daha fazla öne çıkan bir şeyh olmasını ve kendisinin de bu nispetle anılmayı tercih etmesini göz önünde bulundurarak bu tarikata ait silsilesini vereceğim. Murâd Buhârî Silsiletü’z-zeheb adlı eserinde kendisinden Hz. Peygamber’e kadar ulaşan Nakşibendî-Müceddidî silsilesini tam olarak kaydetmiştir.4

3. ESERLERİ

Murâd Buhârî’nin hayatından bahseden kaynaklarda sadece Cami‘u müfredâti’l- Kur’ân ve Silsiletü’z-zeheb adlı iki eser doğrudan kendisine nispet edilmektedir.

Ancak kütüphane kayıtlarını incelediğimizde bunların dışında Mektûbât, Mesmu ât, Menâkıb ve Takrîrât-ı Muhammed Murâd Buharî ile Risâle-i Nakşibendiyye adlı dört eserini daha tespit ettik. Bu zikredilenlerin dışında kütüphane kayıtlarında ona atfedilen başka eserler de yer almaktadır. Fakat bunlar genellikle ya aynı eserin farklı bir adla istinsah edilmesi veya Mehmed Murâd b.

Abdulhalim el-İstanbulî’ye (ö.1264/1847) ait bazı eserlerin onun adına kaydedilmesinden ibarettir.

Kaynaklarda Murad Buhârî’ye atfedilen ve bizim kütüphane kayıtlarından tespit edip içeriklerini incelediğimiz yedi eseri söz konusudur. Bunlardan üçü Arapça, Gölpınarlı’nın öne sürdüğü iddianın benzeri bir ifade Ekrem Işın tarafından da kullanılmıştır. Ona göre 17 ve 18. yüzyıllarda Nakşibendîler Melamiliğe ilgi duymuşlardır.

Işın yazdığı ansiklopedi maddesinde Müceddidîliği Anadolu’ya taşıyan Muhammed Murâd Buhârî’nin Paşmakçızâde Ali Efendi’ye intisab ettiğini ve La’lîzâde Abdulbaki’nin girişimiyle Nakşibendîlik ile Melametîlik arasında bir ittifakın gerçekleştiğini ifade etmektedir (Ekrem Işın, “Abdulbaki, La’lîzâde”, DBİA, I, s. 28; Ekrem Işın, “Osmanlı Döneminde Tasavvufî Hayat”, Osmanlı: Toplum, Yeni Türkiye Yay., Ankara 1999, IV, s.

456). Ancak La’lîzâde’nin kendisi bir melamiyye mensubu iken babasının ölümünden sonra gelip Murâd Buhârî’ye intisap etmiştir. La’lîzâde, Mebde’ u Me ad, vr. 81b-82a.

1 La’lîzâde Abdulbakî, Mebde’ u Me‘âd, Milli Ktp., no: A.3534, vr. 81b-82a.

2 Abdulbaki Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmetîler, (Tıpkı Basım), Gri Yay., İstanbul 1992, s. 164.

3 Gölpınarlı, Mevlânâ’dan sonra Mevlevîlik, s. 320.

4 Muhammed Murâd Buhârî, Silsiletü’z-zeheb, Süleymaniye Ktp., Tekkeler-Murâd Buhârî, no: 256, vr. 50a-b; Ayrıca Bk. Muhammed Rüstem Raşid, Dürrü’l-müntehab, ss. 6-8; Zakir Şükrü, Silsile-nâme-i Aliyye-i Meşâyih-i Sûfiyye, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdayi, no: 1098, s.

77.

(11)

biri üç dilde (Arapça, Türkçe ve Farsça), diğer üçü de Türkçe olarak yazılmıştır.

Onun tamamı Türkçe olan eserlerinin müritleri tarafından derlendiği anlaşılmaktadır. Şimdi onun eserlerinin her birini kısa bilgilerle tanıtalım.

1. Cami‘u Müfredâti’l-Kur’an: Murâd Buhârî bu eserini Arapça, Farsça ve Türkçe olmak üzere üç dilde kaleme almıştır. Eserin yazımının Safer 1131/Ocak 1719’da tamamlandığı kaydedilmektedir.1 Murâd Buhârî’nin hayatından bahseden kaynakların bazısında belirtildiği gibi eser bir tefsir olmayıp Ulumu’l-Kur’an veya Kur’an Sözlüğü tarzında yapılan bir çalışma olarak dikkat çeker.2 Zaten Müfredât adından da bu durum anlaşılmaktadır. Müellif giriş kısmında bu eserini yazarken Rağıb el-İsfahânî’nin (ö.502/1108) el-Müfredât’ından usul açısından yararlandığını ve eserinin Arapça kısımlarını -ona itimadından dolayı- sözü edilen kitaptan aynen aktardığını belirtmektedir.3 Ancak Türkçe kısmında kendisi hem kelime köklerini ve sıralamasını değiştirmiş hem de bazı kelimelerin anlamlarını açıklarken ayrıntılı dil tahlilleri yapmıştır. Ayrıca bu eseri Ragıb’ın Müfredat’ından ayıran diğer bir husus kelimelere ilişkin âyetlerin şahidlerinin tamamının verilmesidir.4

Eserin üç dilde yazılması ve müfehres-müfredât karışımı bir tertiple düzenlenmesi açılarından kendi türünde Osmanlı döneminin ilki sayılabilecek bir çalışmadır. İki cilt halinde yazılmış olan bu eserin baskısı yapılmamıştır. Yazma nüshaları çeşitli kütüphanelerde kayıtlıdır.5

Eserin kendine has bir tertibi vardır. Yazar ilk kısımda mushaf sırasına göre - surelerini de belirtmek kaydıyla - önce bütün âyetlerin ilk kelimelerini, sonra sırasıyla âyetlerin son kelimelerini vererek ebced hesabına göre sûre ve âyetlere yönelik bir numaralama geliştirmiştir. Elif örneğinde olduğu gibi daha sonra

“Kitâbu’l-elif mine’t-tertîb” (vr. 12b) başlığıyla, kelimelerin ilk harflerini esas alarak “elif” harfinden başlayıp “yâ” harfine kadar açıklayacağı kelimeleri içinde geçtikleri âyetleri, önceden verdiği âyetlerin ilk ve son kelimelerinden hareketle ebced hesabıyla belirlediği numaralara göre sıralayarak nakleder. Ancak bu numaralama sistemi bazı nüshalarda yoktur. Bu sebeple sözü edilen şekilde

1 Muhammed Murâd Buhârî, Câmi‘u müfredâti’l-Kur’âniyye, Süleymaniye Ktp., Fatih, no:

653, vr. 378b (bu nüsha 1140’da istinsah edilmiştir).

2 Halil el-Murâdî, Silkü’d-dürer, IV, s. 130.

3 Murâd Buhârî, Câmi‘u müfredâti’l-Kur’âniyye, Ragıp Paşa Ktp., no: 77/102, vr. 4b.

Camiu’l-Müfredât’ın Arapça kısmıyla alakalı Abdurrahman b. Cemil b. Abdurrahman Kasas tarafından Ümmü’l-Kura Üniversitesi Davet ve Usulü’d-din Fakültesi’nde el- Kısmu’l-Arabî min Kitabi Camii’l-Müfredât (Mekke 1420/2000, I-4) adıyla doktora tezi hazırlanmıştır.

4 Kasas, el-Kısmu’l-Arabî min Kitabi Camii’l-Müfredât, I, ss. 68-72.

5 Eserin bazı yazma nüshalarının kayıtları şöyledir: Süleymaniye Ktp., Tekkeler-Murâd, no:

25, Hamidiye, no: 65, Ayasofya, 298, Reisü’l-Küttab, no: 4491, Hekimoğlu, no: 440, Fatih, 652, 653; İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp., Arapça Yazmalar, no: 339; Koca Mustafa Paşa Ktp., no: 102; Bâyezid Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, no: 449, 450; Hacı Selim Ağa Ktp., no: 107; Nuruosmaniye Ktp., no: 479, 480, 481; Millet Ktp., no: 311; Tire Ktp., Necip Paşa Vakfı, no: 27.

(12)

numaralandırma işinin müellif tarafından mı, yoksa müstensih tarafından mı yapıldığı tespit edilememiştir. Fakat kim tarafından yapıldığı kesin olmamasına rağmen bu numaralandırma yararlanma kolaylığı açısından esere bir orijinallik vermiştir. Bu yönüyle eserde kendine özgü bir tertip söz konusudur. Müellifin - yukarıda bahsettiğimiz gibi- kelime tespiti ve onların sıralanmasında Râgıb’dan yararlanmıştır. Murâd Buhârî, bu tespit ettiği kelimeler ve Kur’an’da geçtikleri âyetleri naklettiği bölümden sonra, aynı kelimeleri -burada ele alacağımız “elif”

harfi örneğinde olduğu gibi- “Kitâbu’l-elif mine’l-Arabî” (vr. 48a) başlığı altında Arapça, ardından “Kitâbu’l-elif mine’l-Farisî” (vr. 54b) başlığıyla sıraladığı bu kelimeleri Farsça ve “Kitâbu’l-elif mine’t-Türkî” (vr. 56a) başlığı altında da Türkçe olarak açıklamaktadır. Kelimeleri açıklarken çoğunlukla Ragıb’ın eserindeki ifadelere yer vermekle beraber, Türkçe kısmında diğer bazı tanınmış Arap dilcilerinden Cevherî, Kisaî vb. (örnek için bk. vr. 56a-b) kişilerin görüşlerine atıflarda bulunmaktadır.

2. Silsiletü’z-zeheb: Murâd Buhârî eserin girişinde Nakşbendî-Müceddidîlik’ten icazetini bildiren silsilesini kaydetmiştir. Daha sonraki kısımlarda Müceddidîliğin esasları, letâif, zikir ve telkin-i zikr, murâkabe, teveccüh ve râbıta konularında kendi görüşlerini kaydettiği küçük hacimli bir eseridir. Bu eser Arapça olarak yazılmış ve baskısı yapılmamıştır. Eserin yazma nüshaları çeşitli kütüphanelerde kayıtlıdır.1

Silsiletü’z-zeheb’in çeşitli tercüme ve şerhleri vardır. Eser La‘lizâde Abdulbakî tarafından Terceme-i Risâle-i Şeyh Muhammed Murâd-ı Buhârî en-Nakşibendî2 adıyla Türkçe ve Ahmed Trabzonî tarafından da Tuhfetü’l-ahbâb fi’s-sülûk ila tarîki’l-ashâb3 adıyla Arapça olarak şerh edilmiştir. Ayrıca Mehmed Rüstem Raşid tarafından Dürrü’l-müntehab min bahri’l-edeb fî tercemeti silsileti’z-zeheb4 adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiş, metnin kenarına açıklanmaya gerek duyulan meseleler hakkında mütercim tarafından notlar ve sonuna da bir zeyl eklenmiştir.

3. Mektûbât: Murâd Efendi’nin müritleri, halifeleri, kendi çocukları, bazı devlet görevlileri ve diğer şahıslara hitaben yazdığı mektupların yer aldığı bir eserdir.

Şeyhin vefatından sonra müritleri tarafından toplanan mektuplardan teşekkül etmiş

1 Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, no: 3212, Hasan Hüsnü Paşa, no: 1023, Nafiz Paşa, no: 444.

2 Bazı yazma nüshalarında bu eser Şerh-i Risâle-i Murâdiye ve diğer bazısında da Terceme- i Risâle-i Murâdiye adıyla kaydedilmiştir.

3 Bu şerh basılmamıştır. Yazma nüshası için bk. Çorum Hasan Paşa Ktp., no: 781.

Bazı yazma nüshalarında Tuhfetü’l-ahbâb fi şerhi Risâleti’l-Murâdiye ve Tuhfetü’l-ahbâb fi’s-sülûk ila tarîkati’n-Nakşibendiyye adlarıyla da kaydedilmiştir.

4 Bu tercüme metin ve zeyli 1274/1857 yılında Matbaa-i Amire’de 80 sayfa olarak basılmıştır. Mehmed Rüstem Efendi’nin tercümesi günümüz Türkçesine aktarılarak neşredilmiştir (Muhammed Murad Buharî, Edep Deryasından İnciler, çev.: Mehmed Rüstem Raşid, haz.: İbrahim Aksu, Hacegân Yay., İstanbul 2014). Aynı eser Mehmet Ünal tarafından latinize edilerek yayınlanmıştır. Bk. Mehmet Ünal (hazırlayan), Seyyid Murad-ı Buhari Hazretleri Külliyyatı, Kutup Yıldızı Yay., İstanbul 2013, ss. 59-116.

(13)

olması muhtemeldir. Mektuplarda kullanılan yazı dili Arapçadır. Eserde bulunan mektupların birkaçı hariç geneli kısa metinlidir. Eserin baskısı yapılmamıştır.1

4. Lübsü hırkati’l-Kâdiriyye: Bu risâle Murâd Buhârî’nin Muhammed Masum’dan aldığı Kâdiriyye icazetini içermektedir. Eserde Hz. Ali’ye kadar uzanan Kadirî silsilenin tamamı yer almaktadır. Burada yer alan Murâd Efendi’nin Kâdiriyye silsilesinin İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî’den sonraki kısmı şöyledir:2 Şah İskender > İmâm-ı Rabbânî Ahmed es-Sirhindî > Muhammed Masum es-Sirhindî > Muhammed Murâd el-Buhârî.

5. Mesmû‘ât mine’s-Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî: Murâd Buhârî’nin çeşitli yerlerde gerçekleştirdiği sohbetlerinde müritleri tarafından tutulan notların bazı müritlerinin gayret ve teşvikleri neticesinde bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir eserdir.3 Eserin baskısı yapılmamış olup yazma nüshaları kütüphanelerde kayıtlıdır.4 Sözü edilen eserde nakledilen sözler çeşitli dinî ve tasavvufî meseleleri içermektedir. Bunlar arasında vakit ve afetleri, ilim, nefs-i nâtıka ve letâif, nübüvvet, Allah’ın isimleri ve sıfatları, istiğrak, mücahede ve ibadet, akıl ve his, mahabbet, zikir ve fikir, sabır, sahv ve sekr, akıl ve kalb, inzivâ ve ihtilat, azimet ve ruhsat, sohbet, vahdet-i vücûd ve vahdet-i şühûd, fıtrat gib konular yer almaktadır. Bu eserdeki görüşleri çalışmamızın üçüncü bölümünde ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz.

6. Menâkıb ve Takrîrât-ı Muhammed Murâd-ı Buhârî: Bu eser Mesmû ât adlı eserde olduğu gibi Murâd Efendi’nin sohbetlerinde tutulan notların bir araya getirilmesiyle teşekkül etmiştir. Ancak burada nakledilen sohbetler Murâd Efendi’nin Bursa’da bulunduğu yıllarda Temenna Mahallesi’ndeki Menteş bahçesinde gerçekleştirilmiştir. Hüseyin Ladikî tarafından kaleme alınan notlar Mehmed Mekki Efendi tarafından temize çektirilerek intinsah edilmiştir. Eserde din-şeri‘at, zikir, fenâ ve bekâ, keşf ve mukaşefe, kalbî zikir, keşf ve vicdan, şeyhe ittiba, rûh, kalb, varlık, tevhîd, keramet ve keşf, şatahât, mürşid, nefs ve tabakaları, rü’yetüllah, rüya, şeri‘at ve tarîkat gibi birçok dinî ve tasavvufî konu işlenmiştir.

7. Risâle-i Nakşibendiyye: Bu eser Silsiletü’z-zeheb’den farklı olarak Murâd Buhârî’nin Bursa’da bulunduğu sırada yaptığı bir sohbet esnasında müridi Karababazâde İbrahim Bursevî’ye not tutmasını söylemesiyle meydana gelmiş bir risale olup Türkçe yazılmıştır. Kütüphane kayıtlarının birçoğunda eserin yazma

1 Bu eserin bazı yazma nüshaları: Bâyezid Devlet Ktp., Veliyüddin, no: 1780; Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa, no: 246; Darulmesnevi, no: 275. Bu eser bazı nüshalarında Mektubât-ı Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî-i Nakşibendî ismiyle kayıtlıdır.

2 Murâd Buhârî, Lubsu hırkati’l-Kadiriyye, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, no: 474, vr.

72a; Zakir Şükrü, Silsile-nâme, s. 10.

3 Murâd Buhârî, Mesmû’ât mine’s-Seyyid Muhammed Murâd-ı Buhârî, Bayezit Devlet Ktp., Veliyüddin Efendi, no: 1780, vr. 1b.

4 Bu eserin bazı yazma nüshaları: Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, no: 3152;

Süleymaniye Ktp., Tekkeler-Murad, no: 256.

(14)

işlemini yapan Karababazâde İbrahim Efendi’ye atfedildiği tespit edilmiştir. Ancak eserin kütüphanelerde kayıtlı nüshalarının önemli bir kısmını incelememiz sonucunda içerdiği görüşler Murâd Buhârî’ye ait olup eserin giriş kısmında da ifade edildiği gibi Karababazâde İbrahim eserin müellifi değil derleyicisi ve müstensihidir.1 Müellif bu risâlesinde iman, mahabbet, ilim, zikir ve telkîn-i zikir, müritlerin edepleri ve keşf gibi konuları ele almıştır.

4. TESİRLERİ

Muhammed Murad el-Buharî Anadolu ve Balkanlar’da etkili olmuş bir Nakşbendî-Müceddidî şeyhidir. Özellikle oğulları Muhammed Bahâeddin el- Murâdî (ö.1169/1755) ve Mustafa el-Murâdî’ye müntesip olan pek çok kişi Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde irşad vazifelerini icra etmişlerdir. İstanbul’daki Murad Buharî Tekkesi şeyhliğine halifesi Kilisli Ali Efendi (ö.1147/1734) atanmıştır. Murad Buharî’nin Bursa’da ikamet ettiği dönemde ona intisap eden Karababa-zâde İbrahim Efendi (ö.1135/1722) ve La‘lîzâde Abdulbakî Efendi (ö.1159/1746) onun Anadolu’daki önemli halifelerinden birkaçıdır.

Muhammed Murâd Buhârî’nin tesirleri Hicaz, Suriye, Anadolu’nun çeşitli bölgeleri ve Balkanlar gibi bölgelerdeki halifelerinin irşatlarıyla yetişen insanlar vasıtasıyla birçok yerleşim yerine ulaşmıştır.

1 Karababazâde İbrahim Efendi giriş kısmında eserin hazırlanışı hakkında şu ifadelere yer vermektedir: “Fakir İbrahim el-Bursevî der ki, şeyhimiz Muhammed Murâd en-Nakşibendî el-Buhârî’nin sohbetinde bulunuyorduk. O, bu fakire “bu sohbetten hâsıl olan şeyi yaz”

diye buyurdu. Bende bu emre uyarak sohbetten anladığım kadarıyla yazdım.” Muhammed Murâd Buhârî, Risâle-i Nakşibendiyye, Bâyezid Devlet Ktp., Veliyüddin, no: 1780, vr. 21b;

Veliyüddin, no: 2886, vr. 12b.

Referanslar

Benzer Belgeler

As­ lını ararsanız, dar boğazda sıkışıp kalan rejimin ta ken­ disidir.» Şu son haftanın içyüzünü, kişisel ilişkiler arasın­ daki küçük

10- Karşılıksız kalan çek bedelinin, çekin üzerinde yazılı bulunandüzenleme tarihine göre kanunî ibraz tarihinden itibaren işleyecek3095 sayılı

 Yetkisiz temsil: bir kişinin hiçbir yetkiye sahip olmaksızın veya sahip olduğu yetkiyi asarak bir başkası veya kendi hesabına hukuki işlem yapmasıdır. Bu işlemin hak

Radikal bir toplumsal kuram, dünya ulus-devlet sistemini, ye­ niden yapılandınlmamış Marksist bir gelenek içinde çalışanlar için mümkün olandan daha yeterli bir

Bu iddialara karşın GM’in savunması şu şekilde: Benzinli motor hiç bir şekilde tekerleklere güç vermiyor, sadece akünün doluluk oranı % 25’e düştüğünde otomatik

Olgunun, s›tman›n endemik oldu¤u bölgelerde yaflama- mas› ve seyahat öyküsü de bulunmamas› nedeniyle kan transfüzyonuna ba¤l› bir s›tma olgusu olabilece¤i

Therefore several body part measurements have been suggested as a surrogate for tracheal width for accurate ETT size prediction reported that epiphyseal transverse diameter of

Bir bilgisayardan randıman almak için onun sağladığı bütün olanakları kullanmakla, onu bir daktilo gibi kullanmak arasında nasıl büyük bir fark varsa, kenti çağdaş