• Sonuç bulunamadı

1. ÜNİTE PEYGAMBERİMİZİN MEKKE VE MEDİNE YILLARI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "1. ÜNİTE PEYGAMBERİMİZİN MEKKE VE MEDİNE YILLARI"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1. ÜNİTE

PEYGAMBERİMİZİN MEKKE VE MEDİNE YILLARI

1. PEYGAMBERİMİZ’İN (S.A.V.) DOĞUMU VE ÇOCUKLUĞU

Hz. Muhammed (s.a.v.) Mekke’de 12 Rebiü’levvel 571 yılında dünyaya gelmiştir.

Kureyş kabilesinin Hâşimoğulları soyundandır.

Annesi: Amine (Peygamberimiz (s.a.v.) 6 yaşındayken annesini kaybetmiştir.) Babası: Abdullah (Peygamberimiz (s.a.v.) doğmadan önce babasını kaybetmiştir.)

Süt annesi: Halime (Peygamberimiz (s.a.v.) doğduktan sonra 4 yaşına kadar süt annesinin yanında kalmıştır.) Dedesi: Abdulmuttalib (Peygamberimiz (s.a.v.) 8 yaşındayken dedesini kaybetmiştir.)

Amcası: Ebu Talip (Peygamberimiz (s.a.v.) 8 yaşından 25 yaşına kadar amcasıyla kalmıştır.)

Mekke Müslümanlar için kutsal kabul edilen tek beldedir. Mekke Kur’an’da “Bekke” şeklinde de geçer. Ayrıca yine Kur’an’da

“Şehirlerin Anası” olarak nitelendirilir.

Allah’ın Elçisi (s.a.v.), 63 yıllık ömrünün yaklaşık 53 yılını, “şehirlerin anası” olarak adlandırılan bu kutsal beldede geçirmiştir.

Yüce Allah (c.c.), Hz. Muhammed’i (s.a.v.) Mekke’de peygamberlikle görevlendirmiştir. Daha sonra Medine’ye hicret (göç) eden Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), ömrünün sonuna kadar da Medine’de yaşadığı için Allah Resulü’nün (s.a.v.) hayatı ile peygamberliğini, Mekke Dönemi ve Medine Dönemi olmak üzere iki bölümde ele almak mümkündür.

Mekke’de Çocukların Süt Anneye Verilmesinin Sebepleri:

1) Mekke çok sıcak bir yerdi. Buranın havası çocuklara iyi gelmiyor ve salgın hastalıklara sebep oluyordu.

2) Kırsal kesimlere gönderilen çocuklar ana dilleri olan Arapçayı daha doğru bir şekilde konuşmayı öğreniyorlardı.

Efendimiz (s.a.v.)’in süt kardeşlerinin isimleri: Şeyma, Üneyse, Abdullah

Peygamberimiz (s.a.v.) 12 yaşındayken ticaret için amcası Ebu Talip ile birlikte Şam yönüne hareket etmek üzere Mekke’den ayrıldı. Busra denilen bir kasabaya geldiklerinde rahip Bahira, Hz. Muhammed’de (s.a.v.) gelmesi beklenen son peygamberin alametlerini gördü ve amcasını uyardı.

2. PEYGAMBERİMİZ’İN (S.A.V.) GENÇLİĞİ VE EVLİLİĞİ

Hz. Muhammed (s.a.v.) her zaman sevilen, saygı duyulan ve insanların güven duyduğu bir kişiliğe sahipti. Mekke halkı onu ‘’el- Emin’’ yani ‘’güvenilir insan’’ diye tanırdı.

Hılfu’l-Fudul (Erdemliler Anlaşması) : Mekke’de hak ve hukuku hâkim kılarak yaşanan haksızlıkların önüne geçmek, haksızlığa uğrayanlara destek olmak, insanların can ve mal güvenliğinin sağlandığı bir ortam oluşturmak için Mekke’deki vicdan ve erdem sahibi bazı insanlar toplanıp görüşmeler yaptılar. Bu iyi insanlar Hılfu’l-Fudul denilen bir topluluk oluşturdular. Bu topluluğa Hz.

Muhammed (s.a.v.) ve amcası Zübeyr de katılmıştır.

Evliliği : Peygamberimiz 25 yaşındayken, adına ticaret yaptığı Hz. Hatice ile evlenmiştir. Kendisinden dördü kız, ikisi erkek altı çocuğu dünyaya gelmiştir. Çocukları sırasıyla Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm, Fatıma ve Abdullah’tır.

( Hz. Muhammed’in Hz. Hatice’nin vefatından sonra evlendiği Mariye adlı eşinden de İbrahim adında çocuğu olmuştur.)

İLK VAHİY

1.1. İlk Vahiy: “Yaratan Rabb’inin Adıyla Oku!”

İslamiyet doğmadan önce Arap yarımadası başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde zulümler ve haksızlıklar yaşanıyordu.

Arap yarımadasında kabile savaşları, kan davaları vardı. Zengin ve güçlü olanlar, fakirleri eziyorlardı. Toplumda kölelik vardı.

Kadınlara değer verilmiyordu. İnsanların çoğu taşlardan yaptıkları heykellere ve putlara tapıyorlardı. Hz. Muhammed bütün bu adaletsizliklere çok üzülüyordu.

610 yılının Ramazan ayında Hz. Muhammed (s.a.v.) 40 yaşındayken Mekke yakınlarındaki Nur Dağı’nda bulunan Hira Mağarası’nda vahiy meleği Cebrail (a.s.); “Yaratan Rabb’inin adıyla oku! O, insanı bir alaktan (aşılanmış yumurtadan) yarattı.

Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabb’in, en büyük kerem sahibidir.” şeklindeki Alak Suresi’nin ilk 5 ayetini Peygamberimize ilk vahiy olarak bildirdi.

Hz. Muhammed yaşadığı deneyimin etkisiyle koşarak eve gitti ve durumu eşi Hz. Hatice’ye anlattı. Hz. Hatice Hz.

Muhammed’i İncil ve diğer kitaplar hakkında bilgi sahibi olan amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’in yanına götürdü. Varaka Hz.

Muhammed’in beklenen peygamber olduğunu kendisine anlattı.

(2)

1.2. Yakın Çevreye Çağrı

İlk vahyin gelmesinin üzerinden epey bir zaman geçtikten sonra Hz. Muhammed bir gün yine Hira Mağarası’na gitmişti.

Buradan dönerken bir ses işitti. Başını kaldırıp göğe doğru bakınca Cebrail’i (a.s.) gördü. Heyecan ve endişe içinde, hızlı adımlarla evine gitti. Yatağına uzandı ve eşi Hz. Hatice’den (r.a.), üzerini örtmesini istedi. Bu sırada Cenab-ı Allah (c.c.) ona Müddessir suresinin ilk beş ayetini vahyetti. “Ey bürünüp sarınan (Resulüm)! Kalk ve uyar. Rabb’ini yücelt. Elbiseni tertemiz tut ve kötü şeyleri terk(e devam) et.” (Müddessir suresi, 1-5. ayetler.)

Müddessir suresinin ilk ayetleri, Hz. Muhammed’e (s.a.v.) İslam’ı tebliğ etme görevini yükleyen bu ayetlerin nazil olmasıyla birlikte Hz. Muhammed’in (s.a.v.) İslam’a davet vazifesi başladı. Allah Resulü (s.a.v.), en yakınında olan ve çok güvendiği kişilerden başlayarak İslam’ı tebliğ etti. Onun peygamberliğine ilk iman eden, her zaman yanında olan, en büyük destekçisi sevgili eşi Hz. Hatice (r.a.) oldu. Ondan sonra amcasının oğlu Hz. Ali (r.a.), hizmetçisi Zeyd b. Harise (r.a.) ve Peygamberimizin (s.a.v.) yakın arkadaşı Hz. Ebu Bekir (r.a.) İslam’ı kabul etti. Bunlar İslam tarihinde ilk Müslümanlar olarak bilinir.

Hz. Peygamber (s.a.v.), İslam davetini başlangıçta çok gizli bir şekilde sürdürdü.

İslam tebliğinin ilk zamanlarında Müslümanlar Mekke’de, Safa Tepesi’nin eteklerinde bulunan Dârü’l-Erkam olarak bilinen Ebu’l-Erkam (r.a.) adlı sahabinin evinde gizlice toplanıyorlardı.

Gizli davet döneminde Müslümanlık çok yavaş yayıldı. Kendisine İslam tebliğ edilenler, birer ikişer yeni dini kabul ediyorlardı.

Osman b. Affan (r.a.), Abdurrahman b. Avf (r.a.), Talha b. Ubeydullah (r.a.), Zübeyr b. Avvam (r.a.), Sa’d b. Ebi Vakkas (r.a.) gibi bazı sahabiler bu dönemde İslam’ı kabul etmişlerdir.

1.3. Çağrının Yaygınlaşması

Allah Resulü Hz. Muhammed (s.a.v.), İslam tebliğini üç yıl boyunca gizli sürdürdü. Bu süreçte sadece yakın çevresindeki insanlara İslam’ı anlattı. Gizli davet sürecinde Müslümanların sayısı oldukça sınırlı sayıda kaldı. Süreç sonunda İslam’ı kabul edenlerin sayısı kırka ulaştı. Hz. Hamza (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) gibi Mekke’nin yiğit ve güçlü kişileri de bu süreçte İslam’ı kabul etti.

Üç yılın sonunda Yüce Allah (c.c.), “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!” (Hicr suresi, 94. ayet) ve

“Önce en yakın akrabanı uyar.” (Şuarâ suresi, 214. ayet) ayetlerini vahyetti. Bu ayetlerin nazil olmasıyla da İslam’a gizli davet dönemi sona erdi ve açıktan davet süreci başladı.

Daha sonra İslam daveti tüm Mekkelilere yayıldı.

Mekkeli müşrikler önceleri Müslümanları önemsemediler. Ancak zamanla İslam’ı kabul edenlerin artması müşrikleri endişelendirdi. Müşrikler hem Sevgili Peygamberimize (s.a.v.) hem de ona iman edenlere kötü davranmaya başladılar. Önceleri Müslümanlarla alay ettiler, onlara hakaretlerde bulundular.

Mekkeli müşrikler önceleri Müslümanları önemsemediler. Ancak zamanla İslam’ı kabul edenlerin artması müşrikleri endişelendirdi. Müşrikler hem Sevgili Peygamberimize (s.a.v.) hem de ona iman edenlere kötü davranmaya başladılar. Önceleri Müslümanlarla alay ettiler, onlara hakaretlerde bulundular. Böylece hak dinin yayılmasını önlemeyi arzuluyorlardı. Amaçlarına bu yollarla ulaşamayınca daha şiddetli mücadele yöntemlerine yöneldiler. İslam’ı kabul edenlere dinlerini terk etmesi için baskılar yapmaya hatta işkence etmeye başladılar.

Bilal-i Habeşî (r.a.) başta olmak üzere özellikle kölelere, arkasında kabilesinin desteği olmayan kimsesizlere dayanılması güç işkenceler ettiler. Onları kızgın kumlara yatırıp üzerlerine sıcak ve kocaman taşlar koydular. Yapılan baskı ve işkenceler sonucunda Sümeyye (r.a.) ve Yâsir (r.a.) adlı Müslümanlar İslam’ın ilk şehitleri oldular.

Ancak müşrikler, her türlü baskılarına rağmen yine de Müslümanları dinlerinden döndürmeyi başaramadılar. Müşrikler, Peygamberimizi (s.a.v.) insanların gözünden düşürmek için ona iftira attılar. Resulullah (s.a.v.) için deli, kâhin, sihirbaz, şair dediler. Ona, davasından vazgeçmesi için ne istiyorlarsa vereceklerini söylediler. Zengin olmak istiyorsa para, mevki ve makam istiyorsa başkanlık, evlenmek istiyorsa istediği kadını vereceklerini belirttiler. Ancak Allah’ın Kutlu Elçisi (s.a.v.), amacının dünyevi şeyler değil, Allah’ın (c.c.) verdiği peygamberlik görevini yerine getirmek olduğunu ifade etti. Onların tekliflerini geri çevirdi.

Mekkeli müşrikler, İslam’ın yayılmasını engelleme çabalarından sonuç alamadılar. Hz. Peygamber’i (s.a.v.) koruyan amcası Ebu Talip’e geldiler. “Yeğenin ilahlarımızı kötüledi, dinimizi ayıpladı, akıllarımızı küçümsedi, atalarımızı sapıklıkla suçladı. Ya onu bundan vazgeçirirsin ya da aradan çekil, bırak, biz onun hakkından gelelim.” dediler. Ebu Talip, müşriklerin dediklerini yeğenine anlattı. Kendisinin de zor durumda kaldığını söyledi. Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.) amcasına şu cevabı verdi: “Ey amca!

Allah’a yemin ederim ki bu işi bırakmam için Güneş’i sağ elime, Ay’ı da sol elime koysalar yine de Allah bu daveti güçlendirinceye veya ben bu uğurda ölünceye kadar bu işi bırakmayacağım.”

Müşriklerin baskıları dayanılmaz hâle gelince 615 ve 616 yılında iki grup Müslüman Habeşistan’a hicret etti. İslam’da ilk hicret budur. Mekkeliler, Habeşistan’a gidip hicret edenleri almak için girişimde bulundularsa da bu çabaları sonuç vermedi.

Yaptıkları baskılar sonuçsuz kalan müşrikler, yeni bir yıldırma metodu denediler. Müslümanları Ebu Talip mahallesine hapsedip toplumdan dışladılar. Müminlere toplumsal ve ekonomik ambargo uyguladılar. İnananlarla konuşmayı bıraktılar, alışverişi kestiler, onlara yiyecek ve içecek vermediler. Müslümanlar, 616-619 yılları arasında, üç yıl devam eden bu süreçte (boykot) çok zorluk yaşadılar. Sonuçta bazı vicdan sahibi kişilerin girişimiyle boykot kaldırıldı.

620 yılında Hz. Hatice (r.a.) ve Ebu Talip kısa zaman aralıklarıyla vefat etti. Onların ölümü, Hz. Peygamber’i (s.a.v.) çok üzdü.

Hz. Hatice (r.a.) ile Ebu Talip’in vefat ettiği yıla Hüzün Yılı denildi.

Eşini ve amcasını kaybeden Allah Resulü (s.a.v.), Mekke dışında da İslam’ı tanıtmanın ve yaymanın yollarını aramaya başladı.

Bu amaçla Zeyd b. Hârise (r.a.) ile Taif’e gitti. Ancak Taifliler, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) davetini kabul etmedikleri gibi ona kaba

(3)

da davrandılar. Efendimiz’i (s.a.v.) aşağılayıp onunla alay ettiler. Köleleri ve çocukları kışkırtıp Sevgili Peygamberimiz’i (s.a.v.) taşlattılar. Zeyd b. Hârise (r.a.), Efendimiz’i (s.a.v.) korumak için kendi vücudunu siper ettiyse de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ayakları kanlar içinde kaldı.

Üst üste sıkıntılı olaylar yaşayan Hz. Muhammed (s.a.v.), İsrâ ve Miraç mucizesi ile teselli buldu. 621 yılında Cenab-ı Allah (c.c.), Sevgili Elçisi’ni (s.a.v.) İsrâ ve Miraç mucizesiyle mükâfatlandırdı. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), bir gece Mekke’deki Mescid-i Haram’dan alınıp Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürüldü (İsrâ), oradan da Allah (c.c.) katına yükseltildi (Miraç Hadisesi:

Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Hicret’ten bir buçuk yıl kadar önce Mekke’den Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya, Allah’ın (c.c.) izniyle götürülmesine İsra (gece yürüyüşü), oradan da göğe yükseltilerek Allah’ın (c.c.) ayetlerinin ve olağanüstü nimetlerinin gösterilmesine Miraç (göğe yükseliş) denir.).

Mekke’ye başka bölgelerden her yıl ticaret, Kâbe’yi ziyaret vb. amaçlarla çok sayıda kişi gelirdi. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de onlara İslam’ı anlatırdı. Allah Resulü (s.a.v.), 620 yılında Medine’den gelen altı kişilik bir grupla Akabe denilen yerde görüştü.

O kişiler İslam’ı kabul ettiler ve gelecek yıl aynı yerde buluşmak üzere Hz. Muhammed (s.a.v.) ile sözleştiler. Bu arada da Medine’de insanlara İslam’ı anlattılar. Hz. Peygamber (s.a.v.), 621 yılında Medine’den gelen on iki kişilik grupla Akabe’de tekrar gizlice buluştu. Medineli Müslümanlar, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) Allah’a şirk koşmayacakları, hırsızlık ve zina yapmayacakları, çocuklarını öldürmeyecekleri vb. konularda söz verip biat ettiler. Buna Birinci Akabe Biatı denir. Akabe Biatı’ndan sonra Medine’ye dönen Müslümanlar, burada İslam’ı yayma faaliyetlerinde bulundular. 622 yılında 75 kişilik bir Medineli grup yine aynı yerde Peygamberimiz (s.a.v.) ile buluştu. Medineliler Hz. Peygamber’i (s.a.v.), Medine’ye davet ettiler.

Resulullah’ı (s.a.v.) eşleri ve çocukları gibi koruyacakları, ona itaatten ayrılmayacakları, iyiliği emredip kötülükten alıkoyacakları gibi hususlarda Efendimiz’e (s.a.v.) söz verdiler. Bu olaya da İkinci Akabe Biatı denilmektedir.

1.4. Hicret Olayı

Müşriklerin Müslümanlara yönelik baskıları, eziyetleri iyice artmış, Mekke’de müminlerin can ve mal güvenliği kalmamıştı.

Müslümanlar, en temel hakları olan inanma ve ibadet etme haklarını kullanamıyorlardı. Ayrıca Mekke’de İslam’ın yayılması müşrikler tarafından engelleniyordu. Allah’ın (c.c.) dininin Mekke dışında da tebliğ edilip yayılması bir gereklilikti. Bütün bunlardan dolayı Müslümanlar, İkinci Akabe Biatı’ndan sonra Hz. Peygamber’in (s.a.v.) izni ve yönlendirmesiyle birer ikişer, gizlice Medine’ye hicret etmeye başladılar. Kısa zamanda birçok Müslüman şehirden ayrıldı. Mekke’de, aralarında Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hz. Ali (r.a.) ve Hz. Ebu Bekir’in (r.a.) de olduğu çok az Müslüman kaldı.

Müminlerin Mekke’den ayrıldığını öğrenen müşrikler telaşlandılar. Çünkü Medine’de İslam’ın yayılmasını putperestlik için en büyük tehdit görüyorlardı. Ayrıca Şam ticaret yolu üzerinde bulunan Medine’ye Müslümanların hâkim olması da onların asla istemedikleri bir durumdu. Gelişmeler üzerine Mekkeliler, ne yapacaklarını belirlemek için toplantı yaptılar ve toplantıda, İslam’ı yok etmenin tek yolunun Hz. Muhammed’i (s.a.v.) öldürmek olduğuna karar verdiler. Peygamberimiz’e (s.a.v.) suikast düzenlemek için her kabileden birer kişi seçtiler. Yüce Allah (s.a.v.), Sevgili Resulü’nü (s.a.v.) müşriklerin planından haberdar etti ve ona Medine’ye hicret iznini verdi. Hava kararınca suikastçılar Resulullah’ın (s.a.v.) evinin önüne geldiler. Sabah namazına giderken onu öldüreceklerdi.

Resulullah (s.a.v.), Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) haber göndererek beraber hicret edeceklerini ve hazırlanmasını söyledi. Kendisi de gerekli hazırlıkları yaptı. Yanında bulunan emanetleri, sahiplerine teslim etmesi için Hz. Ali’ye (r.a.) verdi. Ayrıca evden ayrıldığı fark edilmesin diye de Hz. Ali’den (r.a.), kendi yatağına yatmasını istedi. Hz. Ali (r.a.), bir an bile tereddüt etmeden bu teklifi kabul etti. Canını tehlikeye atarak Efendimiz’in (s.a.v.) yatağına yattı. Allah Resulü (s.a.v.), geceleyin evinden Yâsin suresini okuyarak çıktı. Allah’ın (c.c.) izniyle suikastçılar onu göremediler. Hz. Muhammed (s.a.v.), Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile birlikte hicret yolculuğuna çıktı. Peygamberimiz’in (s.a.v.) evden çıkmadığını gören suikastçılar hava aydınlanınca içeri girdiler. Yatakta Hz.

Ali’yi (r.a.) görünce çok şaşırdılar. Hemen Peygamberimiz’i (s.a.v.) aramak üzere hareket geçtiler. Hz. Muhammed’i (s.a.v.) yakalayıp getirene yüz deve ödül vereceklerini her tarafa duyurdular. Peygamberimiz (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir (r.a.), müşrikleri şaşırtmak için Medine yolunun ters istikametinde olan Sevr Mağarası’na gelip burada üç gün gizlendiler. Mekkeliler her tarafta onları arıyordu.

Hatta bir grup müşrik, onların ayak izini takip edip mağaranın girişine kadar geldi. Öyle ki içeriden onların konuşmaları duyuluyordu. Hz. Ebu Bekir (r.a.) çok endişelendi ancak Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) onu sakinleştirdi. Bu arada mağaranın girişine bir örümcek ağ örmüş, bir güvercin de yuva yapmıştı. Bunu gören müşrikler, içeride kimsenin olamayacağını düşünüp mağaranın önünden ayrıldılar.

Mekkeliler, Hz. Muhammed’i (s.a.v.) bulamayınca onun uzaklaştığını düşündüler ve Efendimiz’i (s.a.v.) aramayı bıraktılar.

Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Hz. Ebu Bekir (r.a.) de Sevr Mağarası’ndan ayrılıp Medine yönüne doğru yola koyuldular. Nihayet Medine’ye yakın bir yer olan Kuba köyüne ulaştılar. Burada bir kısım Medineliler onları karşılamaya geldi. Resulullah (s.a.v.) Kuba’da bir müddet konakladı ve burada bir de mescit yaptırdı. İslam tarihinde kurumsal anlamda ilk mescit, Kuba Mescidi kabul edilir. Hz. Ali (r.a.) de Kuba’da Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) yetişti.

Kuba’dan ayrılan Allah Resulü (s.a.v.), Ranuna denilen yere geldi. Burada, Müslümanlara cuma namazının farz olduğunu bildirdi ve ilk Cuma namazını kıldırdı. Yoluna devam eden Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), 622 yılının Eylül ayında Medine’ye ulaştı. Onun ve Müslümanların 622 yılında yaptığı bu kutlu yolculuğa Hicret denildi. Medineli müminler onu şarkılar söyleyerek, def çalarak sevinçle karşıladılar.

(4)

HİCRET’İN SONUÇLARI

Hicret’le birlikte Müslümanlar;

1. Mekkeli müşriklerin baskısından kurtuldular.

2. İnançlarını serbestçe ifade etme, ibadetlerini özgürce yerine getirme ve dinlerini yaşama imkânı buldular.

3. Bağımsız bir topluluk ve siyasi bir güç hâline geldiler.

4. Son olarak da İslamiyet Hicret’ten sonra hızlı bir şekilde yayıldı.

5. Hicret, Hz. Ömer’in halifeliği zamanında, 639 yılında takvim başlangıcı kabul edildi.

HZ. MUHAMMED’İN ÇAĞRISI: MEDİNE DÖNEMİ

1. Peygamber Mescidi ve Sosyal İşlevi

Hz. Peygamber (s.a.v.), Medine’ye ulaştığında ikamet edeceği bir evi yoktu. Medineli müminler, onu evlerinde misafir etmek için âdeta yarışıyorlardı. Peygamberimiz (s.a.v.), kimseyi gücendirmemek için devesinin durduğu yere misafir olacağını söyledi.

Resulullah’ın (s.a.v.) Kusva adındaki devesi önce boş bir arsaya çöktü, sonra da oradan kalkıp Halid b. Zeyd el-Ensârî, bilinen diğer meşhur adıyla Ebu Eyyub el-Ensarî (r.a.) adlı sahabinin evinin önüne oturdu. Arsanın iki yetime ait olduğunu öğrenen Allah Resulü (s.a.v.), parasını onlara ödeyip burayı satın aldı. Arsaya bir mescit yapılmasına karar verildi. Hemen mescidin yapımına başlandı. Medineli ve Mekkeli Müslümanlar el birliğiyle mescidin yapımında çalıştılar. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de Mescid- i Nebi’nin inşasında bizzat çalıştı, kerpiç ve toprak taşıdı. Yaklaşık yedi ay süren çalışmalar sonucunda mescidin yapımı tamamlandı. Mescid-i Nebi’nin bitişiğine, Resulullah (s.a.v.) ve ailesinin kalması için de odalar eklendi.

Mescid-i Nebi, esas itibarıyla inananların toplanıp ibadet yapması amacıyla inşa edilmişti. Peygamberimiz’in (s.a.v.) mescidi, ibadethane olmasının yanında başka birçok işleve de sahipti.

Yardıma muhtaç olanları burada belirliyor, ona el birliğiyle yardım ediyorlardı.

Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamber olmasının yanı sıra aynı zamanda bir devlet başkanı ve Müslümanların lideriydi. Buna bağlı olarak Mescid-i Nebi, aynı zamanda devletin de merkezi durumundaydı. Devleti ve Müslüman toplumu ilgilendiren önemli kararlar burada istişare edilir ve sonuca bağlanırdı. Anlaşmazlıklar burada çözülür, adli davalar burada sonuçlandırılırdı.

Mescid-i Nebi, Ashab-ı Suffe başta olmak üzere bazı müminler için barınma yeri, Allah Resulü’nü (s.a.v.) ziyarete gelenlerin kaldığı bir misafirhane, sosyal yardımların dağıtıldığı bir müessese işlevlerini de üstleniyordu. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), çeşitli Arap kabilelerine mensup elçi heyetlerini burada “üstüvânetü’l-vüfûd” (Elçiler Sütunu) denilen sütunun önünde kabul etmiş, bazı heyetleri mescidin içerisinde kurulan çadırlarda ağırlamıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında Mescid-i Nebi’de Eslem kabilesinden Rufeyde el-Ensâriyye adındaki kadın için bir çadır kurulmuş, Rufeyde burada yaralı ve hastaları tedavi etmişti.

Mescid-i Nebi’de bulunan bir oda da “beytülmal” yani devlet hazinesi olarak kullanılmaktaydı. Bütün bunlar, İslam’ın ilk zamanlarında Mescid-i Nebi’nin toplumsal açıdan çok önemli işlevleri olduğunu ortaya koymaktadır.

2. Eğitim ve Öğretim Etkinlikleri

“İlim öğrenmek, kadın ve erkek her Müslümana farzdır.”

Allah Resulü Hz. Muhammed’in (s.a.v.), Medine’ye hicret ettiğinde yaptığı ilk işlerden biri, Mescid-i Nebi’nin inşası oldu.

Mescid-i Nebi’nin en temel işlevlerinden biri de insanların eğitildiği, bilgilendirildiği bir mekân olmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.) burada namazlardan önce ve sonra sahabilerine Kur’an ayetlerini açıklıyor; onları dinî, ahlaki, toplumsal vb. konularda bilgilendiriyordu. Sahabiler, anlayamadıkları ayetler hakkında, bilmedikleri konularda Resulullah’a (s.a.v.) sorular soruyorlardı.

Böylece başta dinî esaslar olmak üzere çeşitli konularda bilgi sahibi oluyorlardı. Kadın ve erkek her Müslümana ilimin farz olduğunu belirten Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), hanımların ve kız çocuklarının eğitimine de önem veriyordu. Nitekim Mescid- i Nebi’de haftanın bir gününü özel olarak kadınların eğitimine ayırmıştı. O günde hanım sahabilerine nasihat ediyor; onları dinî, ahlaki, sosyal vb. konularda bilgilendiriyordu.

Mescid-i Nebi’nin hemen bitişiğine yapılan Suffe İslam tarihindeki ilk yatılı okul kabul edilmektedir. Suffe’de kalanlara Ashab-ı Suffe denilmekteydi.

Suffe’de genellikle kimsesiz ve yoksul Müslümanlar kalıyordu. Medine dışından İslam’ı öğrenmek ve kabilesine anlatmak üzere gelenler de burada kalıyordu. Suffe’de kalanlar okuma-yazma, Kur’an tilaveti (okumak) ve ilimle meşgul oluyorlardı.

Bu kişiler Resulullah’ın (s.a.v.) yanından ayrılmamaya, onun sünnetlerini ve hadislerini en ince ayrıntısına kadar takip edip öğrenmeye gayret ederlerdi.

Ashab-ı kiramın arasında Farsça, Rumca, Kıptice, Habeşçe, İbranice ve Süryanice dillerini bilenler bulunmaktaydı.

Hicret’ten sonra müşriklerle yapılan Bedir Savaşı sonunda Mekkeli müşriklerden 70 kadar kişi esir alınmıştı. Esirlerden bir kısmı fidye karşılığı, fidye verecek gücü olmayanlar da karşılıksız serbest bırakıldı. Hz. Peygamber (s.a.v.), esirler arasından okuma-yazma bilenleri ise on Müslümana okuma-yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmıştı. Bu olay Peygamberimizin eğitim-öğretime verdiği önemi göstermektedir.

2.3. Toplumsal Barışın Kurulması

İslam, bütün Müslümanların kardeş olduğunu belirtir. Rabb’imiz (c.c.) bu durumu Hucurât suresi, 10. Ayette şöyle açıklar:

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) temel amaçlarından biri, Müslümanları İslam kardeşliği etrafında bir araya

(5)

getirmektir. Allah Resulü (s.a.v.), özellikle Medine’ye hicret ettikten sonra bu konuya ayrı bir önem vermiştir. Medine’de güçlü bir İslam toplumu oluşturmak için öncelikle barış ve kardeşliği tesis etmeye gayret etmiştir. Bunun için de her bir Medineli Müslümanı, Mekkeli bir Müslümanla kardeş ilan etmiştir. Buna Muâhât (Kardeşleştirme) denir. Medineli Müslümanlar evlerini, mallarını, maddi ve manevi imkânlarını kardeşleriyle paylaştılar. Hatta gerekli durumlarda kardeşlerini kendilerine tercih ettiler. Yüce Allah (c.c.), onların bu tutumunu Kur’an-ı Kerim’de övmüştür.

Medine’de yaşayan Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki düşmanlığa son verildi.

Ensar: Hicret sırasında Hz. Peygamber’e (s.a.v) ve Mekke’den Medine’ye hicret eden diğer Müslümanlara kucak açıp onları misafir eden; beslenme, barınma ihtiyaçlarını gideren ve farklı bir yaşamın kurulabilmesinde onlara yardımcı olan ve sahip oldukları her şeyi onlarla paylaşan Medineli Müslümanlara denir.

Muhacir: İslam dinini Kur’an-ı Kerim’in emrettiği gibi yaşamak, Mekkeli müşriklerin baskılarından kurtulmak ve din, can, namus, akıl ve soy emniyetini sağlayıp her türlü tehlikeden korunmak amacıyla Mekke’den Medine’ye hicret eden Hz. Muhammed (s.a.v.) ve arkadaşlarına denir.

Medine’de Müslümanların yanı sıra Yahudiler de yaşıyordu. Bunlar Nâdiroğulları, Kurayzaoğulları ve Kaynukaoğulları kabileleri ile Müslümanlar arasında yapılan görüşmeler sonunda Medine Sözleşmesi adı verilen bir belge imzalandı.

Medine Sözleşmesi, Müslümanların ve Yahudilerin kendi dinlerinde kalarak özgürce birlikte yaşamasını öngörüyordu.

Bu durum anlaşmada, “Yahudilerin kendi dinlerine bağlı kalma hakkı vardır. Müslümanların da kendi dinlerine bağlı kalma hakkı vardır. Bu durum gerek kendileri gerekse köleleri için de geçerli olan bir hükümdür.” ifadesiyle kayıt altına alınmıştı. Anlaşmaya göre Yahudiler ve Müslümanlar birbirine zarar vermeyecekti. Kim bir başkasına zarar verirse verdiği zararı ödeyecekti. Medine’ye bir saldırı olursa Yahudiler ve Müslümanlar şehri birlikte savunacaklardı.

Medine’de hiç kimse bir başkasına zulmetme hakkına sahip olmayacaktı. İnsanlar arasında anlaşmazlık çıktığı zaman karar mercii Hz. Muhammed (s.a.v.) olacaktı.

SÖZLÜK

Ashab, Sahabe, Sahabi: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in sohbetinde bulunan ve onu gören arkadaşlarına verilen isimdir.

Ashab-ı Suffe: Suffe’de kalan, genellikle Hz. Peygamber’in ve diğer Müslümanların yardımıyla geçimlerini sağlayan, zamanlarını ilim öğrenmeye ayıran Müslümanlar.

Cahiliye Dönemi: Araplarda Müslümanlıktan önceki çağ.

Ensar: Hz. Muhammed’e ve Mekke’den göç eden Müslümanlara (muhacir) yardım eden Medineli Müslümanlar.

Hamd: Allah’a şükretmek. Teşekkür etmek. Âlemlerin Rabbinin Allah olduğu bilinciyle onu yüceltmek, övmek ve ululamak.

Haram Aylar: Cahiliye dönemi ve İslami dönemde savaşmanın haram kabul edildiği, hac ve ticaretin rahatlıkla yapılabildiği, kutsal kabul edilen aylardır. Bunlar Zilkade (11. Ay), Zilhicce (12. Ay), Muharrem (1. Ay) ve Receb (7. Ay) ayları olup üçü peş peşe Receb ise ayrıdır.

Hendek: Hz. Muhammed’in Sahabe Selman-ı Farisi’nin önerisiyle Medine’nin savunmasız yerlerine genişliği 9, derinliği 4,5 metre kadar olan, 5,5 km. uzunluğunda kazdırdığı çukur.

Hicret: Müslümanların Hz. Peygamber’in liderliğinde 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmesidir. 9 Eylül 622’de başlayan Hicret yolculuğu 24 Eylül 622’de Medine’de son bulmuştur.

İstişare: Danışma

Kabile: Türkçe’de “boy” veya “aşiret” terimiyle karşılanan bu kelime aynı soya mensup ailelerden oluşan topluluğu ifade etmektedir. Kabilenin ortak bir atası vardır. O atanın çocukları ve torunlarından oluşan kabileler, bazen bir kasabayı dolduracak kadar büyük, bazen de bir köyü dolduramayacak kadar küçük olabilir.

Kâfir: Gerçeği bile bile isteyerek gizleyen ve reddeden anlamındadır.

Muâhât: Hz. Peygamber’in hicretten hemen sonra Medineli ensar ve Mekkeli muhacirlerden bazılarını birbirleriyle kardeş ilan etmesi olayıdır.

Mağfiret: Bağışlama.

Muhacir: Mekke’den Medine’ye göç eden Müslümanlar. Sayıları 226’dır.

Münafık: Küfrünü gizleyerek kendini Mümin gibi gösteren veya imanla küfür arasında bocalayan kimsedir.

Müşrik: Allah’a ortak koşan. Allah’a inanmakla birlikte başka varlıkları da tanrı kabul eden.

Suffe: Mescid-i Nebi’nin avlusunda misafirlerin kalması için ayrılmış üzeri örtülü kısım.

Şirk: Ortak koşma, eş tutma. Allah’ın birden çok olduğuna inanma. Başka varlıkları Allah’a denk görme.

Takva: Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olma. Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yerine getirme.

Tesbih: Allah'ı eksik sıfatlardan uzak tutmak, O'nun şanının yüceliğini anmak demektir.

Tevhid: Allah’tan başka ilah olmadığı düşüncesi. Allah’ı birleme.

(6)

2. ÜNİTE

PEYGAMBERİMİZİN DİNDEKİ KONUMU

• Her peygamberde bulunan ortak özellikler vardır. Bu özellikler şunlardır:

Sıdk: Doğruluk

Emanet: Güvenilir olmak Fetânet: Akıllı ve zeki olmak

İsmet: Günahlardan korunmuş olmak

Tebliğ: Allah’ın (c.c.) bildirdiklerini hiç değiştirmeden insanlara bildirmek.

Asr-ı Saâdet: Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberlik görevini yaptığı ve varlığıyla âlemi şereflendirdiği devirdir.

• Yüce Rabb'imiz; emir ve yasaklarını bildirmek için her topluma bir peygamber göndermiş, Peygamber göndermedikçe de insanlara azap etmeyeceğini belirtmiştir. Peygamberler vahiyleri sadece bildirmekle kalmaz, aynı zamanda açıklar. Peygamberlerin vahyi açıklamasına tebyin denir.

Tebliğ Allah’ın (c.c.) bildirdiklerini hiç değiştirmeden insanlara bildirmek. Peygamberimiz (s.a.v.)

peygamberliğinin ilk yıllarında tebliğ faaliyetini gizlice yürütmüştü. Buna rağmen inananlar gizlice de olsa onun öğrettiklerini yerine getirmeye çalıştılar. Namaz farz kılındığında inananlara, namazın nasıl kılındığını öğreten Peygamberimiz’di (s.a.v.). Böylece ilk günden Kur’an ayetlerini ümmetine yaşayarak açıklama görevini yerine getirmişti.

• Peygamberimiz (s.a.v.), ümmetine ibadetlerin yanı sıra evlilik, boşanma, miras, haramlar-helâller ve ticaret gibi daha pek çok konuya işaret eden ayetlerle ilgili de açıklayıcı bilgiler vermiştir. Örneğin, “Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı.” ayetinden her türlü alışverişin helal olduğu anlaşılmasına rağmen domuz ve içki satışını yasaklayarak buna birtakım sınırlamalar getirmiştir. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) yaşantısı, uygulamaları, koyduğu hükümler vahiyden bağımsız değildir. O, kendisine vahyedileni yaşamının her alanında uygulamış, yaşadığı toplumda ortaya çıkan sorunlara vahyin rehberliğinde çözümler üretmiş ve hükümler koymuştur. Bu bağlamda Resulullah'ın (s.a.v.) hüküm koymasına teşri denir.

Örneğin; Ramazan ayında fıtır sadakası (fitre) verilmesi, yırtıcı hayvanların etlerinin ve ehli merkep etinin haram oluşu gibi uygulamalar Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) hüküm koymasına örnektir. Peygamberimiz (s.a.v.), Vahye dayanarak hüküm vermiştir. Bilmediği konularda susmuş, o konuyla ilgili vahyin gelmesini beklemiştir. Kur'an'daki ayetleri açıklamıştır. Bütün işlerde kolaylaştırıcı olmayı öğütlemiş, kendisi de her zaman kolaylaştırıcı olmuştur.

• Peygamberimiz (s.a.v.) insanları kötülüklerden arındırmaya, iyiliğe, güzelliğe ve doğruluğa yöneltmeye çalışmıştır. Buna da tezkiye (temizleme, paklama, arıtma) denilmektedir. Şirk, günah, çirkin düşünce ve davranışlar temizlenmesi gereken manevi kirlerdir. Peygamberimiz (s.a.v.) insanları bu manevi kirlerden temizlemeyi; iyilik, güzellik, sevgi gibi güzel vasıflarla bezemeyi amaç edinmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) insanları tezkiye etmek amacıyla, en büyük manevi kir olan şirkle mücadele etmiş, insanlığı şirkten arındırmaya çalışmıştır. İnsanların imanla nasiplenmesi ve Allah'a (c.c.) kul olmaları için çalışmıştır.

İnsanların günahlardan ve ruhlarını kirleten manevi hastalıklardan arınmaları için gayret göstermiştir. Allah (c.c.) sevgisi ve korkusunu kalplere yerleştirmeye çalışmıştır. Ortaya koyduğu ahlaki ilkelerle hayatı güzelleştirmeye çalışmıştır.

(7)
(8)

3. ÜNİTE

PEYGAMBERİMİZ VE SOSYAL HAYAT

• Dinimizin en önemli ilkelerinden biri de adalet’tir. İslam'ın adalet anlayışı “insanlar arasında kültür, ırk, makam vb. farklar gözetmeden herkese eşit davranma” esasına dayanmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) güçlülerin zayıfları ezdiği, zenginlerin haklı sayıldığı bir toplumda büyümüştür. Ancak Peygamberimiz (s.a.v.), zulüm ve adaletsizliğin sona ermesi için hayatı boyunca gayret göstermiştir. Mazlumların haklarını savunmak ve adaleti sağlamak amacıyla kurulan Hilfü’l-Fudûl’un (Erdemliler Topluluğu) içerisinde yer alması onun bu gayretinin en güzel ispatıdır.Medine Sözleşmesi bunlardan biridir ve Peygamberimizin (s.a.v.) devlet yönetimindeki başarısını ortaya koyan önemli bir belgedir.

• Medine Sözleşmesi'nin Sonuçları;

a. Medine Sözleşmesi, Medine'de hicretten sonra Müslümanlar ve Yahudiler arasında imzalanmıştır. Bu sözleşme, farklı inanç ve kabilelerden insanların huzur içinde bir arada yaşamasını sağlayan bir anayasadır. Medine'deki Müslümanlar ve Yahudiler eşit haklara sahip olmuştur.

b. Toplumda birlik ve beraberlik sağlanmıştır.

c. Anlaşmazlık durumunda Peygamberimizin (s.a.v.) hakem tayin edilmesi, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) adalet konusunda Yahudilerin de güvendiğinin bir göstergesidir. Medine Sözleşmesi toplumda barış ve adaleti sağlayarak huzurun temel kaynağı olmuştur. Bunun yanı sıra Peygamberimizin (s.a.v.) ortaya koyduğu ahlaki uygulamalar adaletin yerleşmesinde çok önemli bir etkiye sahiptir.

Peygamberimiz (s.a.v.) adaleti sağlamak için;

Herkese kendi dinine ve kanunlarına göre adil davranmış, Fikir alışverişine önem vermiş,

İşi ehline vermiş, Rüşveti yasaklamıştır.

• Mescid-i Nebi’nin İşlevi;

Peygamberimiz (s.a.v.) hicret ettikten sonra Medine’de bir mescit yaptırmıştır. Mescid-i Nebi adındaki bu mescit sadece ibadet için kullanılmamış, eğitim, kimsesizlerin ihtiyaçlarını karşılama gibi pek çok sosyal işlevi de yerine getirmiştir:

Beş vakit namazın,

Cuma ve bayram namazlarının kılındığı bir ibadethane, Eğitim görülen bir okul, davaların görüldüğü bir mahkeme, Savaş sırasında yaralıların tedavi gördüğü bir hastane, Şehir dışından gelenlerin ağırlandığı bir misafirhane, Önemli konuların konuşulduğu bir toplantı salonu,

Kimsesiz insanların kaldığı ve ihtiyaçlarını karşıladığı bir yer olarak kullanılmıştır.

(9)

Suffe; Hz. Peygamber, Mescid-i Nebi'yi inşa ettirirken Medine'de evleri ve kalacak yakınları ol- mayan, kimsesiz, fakir sahabilerin barınması için özel bir bölüm yaptırmıştır. Burası zamanla bir eğitim kurumu haline gelmiş, bu okula

“Suffe Okulu” adı verilmiştir. Burada kalan ve çoğunluğu muhacirlerden oluşan topluluğa ise “Ashâb-ı Suffe"

denilmiştir. Ashâb-ı Suffe’nin ihtiyaçları Resul-i Ekrem (s.a.v.) ve zengin sahabiler tarafından karşılandığı için bu müminler “Müslümanların misafirleri ” diye de isimlendirilmiştir.

• Dinî ölçülere göre zengin kabul edilen Müslümanların mallarının belirli bir kısmını Allah (c.c.) rızası için fakirlere vermesi demek olan zekât; (sözlükte temizlenme, temizleme, arınma, anlam- larına da gelmektedir) Hicretin 2. yılında farz kılınmıştır.

Peygamberimiz (s.a.v.) sahabiler arasında zekât emrinin daha iyi yerleşmesi için zekât memurları tayin etmiştir. Zekât memurları zenginin vermesi gereken zekâtın toplanıp fakirlere dağıtılmasında bir köprü

vazifesi görmüştür

Peygamberimiz (s.a.v.) anlaşmazlıkların çözümünde karar verirken;

Sağduyulu, akılcı olmuş,

Olaylara adil, merhametli yaklaşmış, Tarafları dinlemeye özen göstermiş, Varsa şahitleri dinlemiştir.

• Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) çalışma hayatında uyguladığı önemli ahlaki kurallar vardır. Bunlar; ölçü ve tartıda doğruluk, kul hakkına dikkat etme, işini iyi yapma, çalışana hakkını verme ve dürüst olma gibi kurallardır. Bu kuralları hayatında uygulamış olan Peygamberimiz (s.a.v.) bizlere en güzel şekilde örnek olmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v.) kurmuş olduğu Medine Pazarı’nda bazen kendisi bazen de “muhtesib” adı verilen denetleyicilerle beraber pazarı denetlemiştir. Peygamberimiz Dönemi'nde, Hz. Ömer ile Sevde binti Nuheyk isimli hanım sahabi pazar denetleyicileri olarak görevlendirmiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Temel Yeterlilikler Testi’ne giren ve Temel Yeterlilik Puanı en az 150 olan adaylar Özel Yetenekle Öğrenci Alan Lisans programlarını

Temel Yeterlilikler Testi’ne giren ve Temel Yeterlilik Puanı en az 150 olan adaylar Özel Yetenekle Öğrenci Alan Lisans programlarını

Boru çapı AB ve CD kısımlarında 0.2 m dir. Akışkan ideal olup, mutlak atmosfer basıncı 9.81 N/cm 2 dir. a) Boru çapı BC kısmında 0.15 m iken sistemin çeşitli

[r]

In dieser Arbeit wurde für diesen Zweck eine andere und zwar chemische Methode, die Ehrlich - Reagenz verwendet und erstmals von FR A SE R und SW A N (1972)

Medine Sözleşmesi Temelli, Mekke Ruhunu Esas Alan Medeniyet Tasavvuru ve Yeni Türkiye.. Mesut MEZKİT 

fiyatlı emirlerin, kotasyonun alış tarafının fiyatına eşit fiyatlı olanları ile kotasyonun alış tarafının fiyatından daha yüksek fiyatlı olanlarının işlem

Okul birincileri, genel kontenjan (öncelikle) ve okul birincisi kontenjanı göz önünde tutularak merkezî yerleştirme ile yerleştirme puanlarının yeterli olduğu en üst