Türk Tiyatro Tarihi- 5
GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU
Seyirlik Köylü oyunlarının kaynakları nelerdir?
Bugün Anadolu'nun hangi köşesine gidilse oradaki köylerde kimi kez değişik adlarda aynı konular üzerine, üstelik çoğu kez aynı tarihlerde birtakım seyirlik oyunlar
oynadıkları görülür. Diyelim bir uçtan ötekine Kuzeyden Güneye, Batıdan Doğuya, öyle ki kimi kez Arap Oyunu, Deve Oyunu gibi adların bile bile benzerliği şaşırtıcı ve
düşündürücüdür. Bu konuda köylü ne düşünmektedir? Köylüler oyun konusunda konuşmakta çekingendir, güvenini kazanıp bu oyunlar üzerine bilgi aldığınızda
köylünün bu oyunlara ayrı bir önem verdiği görülür. Kimi yerlerde köylü bu oyunların amacını açıklayamaz, ancak yüzyıllar boyunca edindiği bilinçle «bu oyun ille de
oynanmalıdır,» ya da «oynanmadan olmaz» diye kestirip atar.
Kimi yerde ise köylü bilinçli, kesin cevaplar verir. Nitekim Erzurum'un Aşkale ilçesinin Pırankapan Köyü’nde yılbaşında oynanan Deve Oyunu ve Ayı Oyunu olmak üzere iki bölümden oluşan Ali Fattik oyununun neden oynandığı köylüye sorulunca kimi Yılbaşı olduğu için, kimi yeni yıla uğur getirmesi için, kimi Yeni Yıla girme sevinci cevabını vermiş.
Yalnız oyunda gelini oynayan köyün yaşlılarından Veli Duvarcı'nın verdiği şu cevap ilginçtir:
« Ben Veli Duvarcı. Bu oyunun ismi Ali Fattik oyunu. Bu Fattik oyununu oynamak için, yeni yıla geçmek için, hayırlı ve uğurlu, neşeli, ekinlerin bol olması ve otların bitmesi dedelerimizden duyduğumuza nazaran bu oyunu oynarız. Haydi Allahaısmarladık.»
Oyunun belirli zamanda yani yılbaşında oynanması, (gerçi burada söz konusu oyun 28 Aralıkta oynanmıştı; ancak bunun nedeni şudur: oyun evlerden yiyecek toplamaya dayandığından ve ilk oyunu çıkaran yiyecekleri alacağı için bir topluluk erken davranmış, böylece oyun tarihi yılbaşından bir iki gün öne alınmıştır), belirli bir biçimde oynanması ve yukarda oyuncuların sözleri oyunun bir bolluk töreni kalıntısı olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Bu oyunların tıpatıp benzerlerini Yakın Doğu ülkelerinde, Balkanlarda ve
Avrupa'da buluyoruz. Avrupalı incelemeciler Avrupa'da bugün de
köylünün oynadığı oyunların Yakın Doğu'nun eski tarımsal bolluk
törenlerine uzadığını bilimsel yollardan göstermişlerdir. Mevsimlik
örnekler, kalıplar üzerine oluşan ve kuşaktan kuşağa pek az
değişikliklerle geçen bu törenlerin yalnız ve yalnız Yakın Doğu'nun eski
uygarlıklarında görüldüğü, Eski Yunan'a burdan geçtiği ve Antik dramın
da bunlardan doğduğu gene bilim adamlarının bugün kesin olarak ortaya
koyduğu sonuçlardır.
Oysa bizim incelemeciler içinde kimi Anadolu'ya gelen Türklerin Anadolu'da
kendilerinden önce yaşamış ve yaşamakta olan halkla dolaylı bir kültür
alışverişinde olduklarını da kabul etmezler. Sanırsınız Türkler Anadolu'ya gelip
yerleştiklerinde Anadolu bomboştu, burada hiç kimse yaşamıyordu. Oysa
gene bugün bilginlerin gösterdiği gibi bu eski inançlar köylünün bilincine öyle
sinmiştir ki, tek tanrılı dinlerin bile, örneğin Hıristiyanlıkta Paskalya, Noel,
İslâmda Muharrem ve Aşure törenini bile, eski inançlara ve bunların takvim
dönemlerine uydurulduğunu göstermişlerdir. Bizim incelemeciler her şeyin
Orta Asya'dan getirildiğine öyle inanmışlardır ki kesin olarak yalnız Yakın
Doğu uygarlıklarında görülen ölüp dirilme motifinin Orta Asya destanlarında
bulunduğunu göstermek gibi gereksiz açıklamalara kalkarlar; oysa bu
destanlardaki ölüp dirilme motifi ile doğanın kışın ölüp ve yaz ile yeniden
doğmasına dayanan bolluk törenleriyle hiç bir ilgisi olmadığını bilmez
görünürler.
Bu tür oyunlarda, daha önce Kars'tan alınan oyunda gösterdiğimiz gibi Orta
Asya'dan gelen öğeler de bulunmaktaysa da oyunlar temelinde Yakın Doğu bolluk
törenlerinin bir kalıntısıdır. Bu konuyu tartıştığım ünlü Bizans bilgini Profesör
Steven Runciman kendi başından geçmiş şu olayı anlattı: Profesör Suriye'de
bulunduğu sırada bir bölgeye demiryolu döşeniyormuş. Demiryolunun müslüman
halkın çok bağlı olduğu bir yatırın üstünden geçmesi gerekiyormuş. Ya türbeyi
yıkmak, ya da demiryolunun geçtiği yerden birkaç metre uzağa almak
gerekiyormuş. Gönüllü müslüman işçilerin yardımıyla türbe kaldırılmış, ancak
görülmüş ki evliyanın yeri bomboş, daha derin kazılınca bu kez aynı yerde bir
Hıristiyan azizinin gömülü olduğunu belirten kalıntılara rastlanmış, fakat Hıristiyan
azizinin de gömülü olmadığı görülmüş, daha da derine gidince ortaya çıka çıka eski
çok tanrılı dinlerden kalma bir tanrının heykeli çıkmış. Aynı toprak parçası üzerinde
çeşitli inançların bu kat kat beraberliği sanırım Anadoluculuğun karşısına çıkanlara
en iyi cevap olacaktır. Bu bolluk törenleri işlevseldi, amaçları doğanın
canlandırılması içindi. Bu törenlerle 'myth'lerin birleşmesi dramı yaratmıştır.
Bu mevsimlik törenler yalnız Yunan dramında değil, fakat eski Mısır,
Mezopotamya, Suriye, Filistin, Frigya, Hititlerde de görülüyordu. Kimi kez
eskinin kovulmasıydı. Eski ise tahtından indirilmiş Kral, Ölüm, Kötülük,
Bolluk Görüntüsü olarak canlandırılıyordu. Kimi törenlerde iki hasım
arasında bir yarış, yağmur, yaşam ile ölüm gibi. Sonunda önceden belli
olan yan kazanıyordu; kimi kez bu bir gelinle yapılan kutsal bir
evlenmeyle sonuçlanıyordu. Böylece bolluk sağlanıyor, doğa yeniden
uyanıp, diriliyordu. Yaşamın, dirliğin sonu her dönem sonunda kemerleri
sıkma, oruç, perhiz, ölüm, sıkıntı canlılığın sona ermesiydi. İkinci kesim
ise yeni dönemin başlaması, kuraklığa karşı yalancı savaş, yağmur
yağdırmak için büyü, topluca çiftleşme gibi öğelerdi. Törenler çoğunlukla
ya gün-tün eşitliğine (equinoxe: 23 Eylül - 21 Mart) veya gün durumuna
(solstice: 21 Haziran - 22 Aralık’a) rastlar.
Anadolu köylüsünün takvimindeki aylar uyarıcıdır: Döl dökümü, Çiçek ayı, Yağmur ayı, Orağ ayı, Oy biçim, Biçin ayı, Harman ayı, Şarap ayı, Koç katımı, Çileler ayı gibi. Yıl da ikiye ayrılır. Birincisi 6 Mayıstan (Rumî 23 Nisan) 7 Kasım'a kadar 186 gün “rüz-ı Hızır” yani “yeşeren gün”, 8 Kasımdan (Rumî 27 Ekim) 5 Mayıs'a kadar 179 gün, “ruz-ı kasım” yani bölen gündür. Birinciyle kış, ikinciyle yaz başlar. Bütün bu öğelerin hemen hepsinin karşılıklarını Anadolu'da bugün buluyoruz. Yağmur yağdırmak için yeşillikler giyme, «Dodu» üzerine su dökülüp çan çalınması, Bodi Bostan oynanması, güneş çıkarmak için çıralar yakıp evleri dolaşarak oynanan Kuç Kuçura, Hıdırellezle ak giysi veya Hızır'ın yeşil giysili olması, bugün de hastalıktan kurtulmak için yeşillikler üzerinde yuvarlanılması gibi türlü danslı, danssız törenler buluruz.
Bunlara çocukların tutucu ve koruyucu olmasından Anadolu çocuk oyunlarında da benzerlerine rastlanır. Anadolu seyirlik oyunları kış yarısı, hayvanların yavrulaması, bitkisel yaşamın uyanması veya uykuya dalması, hayvanların çiftleşmeleri gibi olgulara yönelmiştir.
Törenler ya kışın geçmesi yani ölümü, ya da yazın ölümünde görülüyor. Bunun gelişmesi tarımın gelişmesine ayak uydurdu, toprağın verimliliği, kış ile yazın birbirinin ardı sıra gelmesi, ilkbahar ile ürün devşirme, toprağı işleme, saban sürme, tohum ekme, biçme olayları üzerine ilgi toplandı, işte doğanın bu işlevini yenileme kaygısı toprağa bağlı insanları her yıl büyü yoluyla dönüşümü sağlamak zorunluluğuna itmiştir. Kışın öldürücülüğünü ve yazın kuraklığını değiştirip baharla yaşam getiren Ana - Gelin'e Sümerlerde, Akadlarda da rastlanıyor. Ana-oğul, karıkoca tanrı çiftler Dionisos-Semele, Kybele-Attis, AstarteAdonis, Isis-Osiris'dir. Anadolu seyirlik köylü oyunları ister bu bolluk törenlerinin kalıntısı olsun, ister bu kalıntıların sonradan biçim, öz, amaç değiştirmiş çeşitlemeleri olsun, isterse de daha çok şakalaşma, oyalanma için önceki örnekler uyarınca sonradan düzülmüş oyunlar olsun, Anadolu'da bunların tümüne
«oyun çıkarma» denilir. Bunların kimi yalnız dans ve pantomime dayanan sözsüz, suskun oyunlardır. Zaten törensel, büyüsel oyunlarda eylem (dromenon) sözden (muthos) daha önemlidir. Bu türlü oyunlara Anadolu'da ya Arapça “sessiz”, susan anlamına “samıt”, ya da Farsça “dilsiz” anlamına “lal“ denilir.