• Sonuç bulunamadı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ AVRUPA BİRLİĞİ VE ULUSLARARASI EKONOMİK İLİŞKİLER ANABİLİM DALI 25. YIL ARMAĞANI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ AVRUPA BİRLİĞİ VE ULUSLARARASI EKONOMİK İLİŞKİLER ANABİLİM DALI 25. YIL ARMAĞANI"

Copied!
448
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ (ATAUM)

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

AVRUPA BİRLİĞİ VE ULUSLARARASI EKONOMİK İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

25. YIL ARMAĞANI

Ankara, 2017

(2)

Ankara Üniversitesi Yayınları No: 564

ISBN: 978-605-136-352-3

Tüm Hakları Saklıdır.

Yayıncı izni olmadan, kısmen de olsa fotokopi, film vb. elektronik ve mekanik yöntemlerle çoğaltılamaz.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ BASIMEVİ İncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler / ANKARA

Tel: 0 (312) 213 66 55 Basım Tarihi: 15.12.2017

(3)

İÇİNDEKİLER

SUNUŞ ... V ÖNSÖZ ... IX Merve AĞZITEMİZ

LİZBON ANTLAŞMASI SONRASINDA AVRUPA BİRLİĞİ’NDE

“YASAMA DIŞI TASARRUFLAR” ... 1 Belgin AKÇAY, Begüm ŞEREN GÜLER

AB İPOTEKLİ PİYASALARINDA KURUMLARIN ROLÜ ... 29 Kenan ALPDÜNDAR 

AVRUPA BİRLİĞİ ADALET DİVANI KARARLARI IŞIĞINDA EKONOMİK VE PARASAL BİRLİĞİN GELECEĞİ ... 65 Ceran ARSLAN OLCAY 

2014-2020 MALİ PLANI ÇERÇEVESİNDE AVRUPA BİRLİĞİ BÜTÇESİ VE ORTAK TARIM POLİTİKASI İLİŞKİSİ ... 97 Zeynep AYATA 

LİZBON ANTLAŞMASI ÇERÇEVESİNDE REKABET HUKUKU:

“REKABETÇİ SOSYAL PAZAR EKONOMİSİ” KURAMI İLE UYUMLU EKONOMİK YAKLAŞIM ÖNERİLERİ ... 115 Sanem BAYKAL 

AB ANTLAŞMASI 50. MADDENİN İŞLETİLMESİNE GİDEN SÜREÇ: BREXIT REFERANDUMU ÖNCESİ BİRLEŞİK KRALLIK İLE AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNİN YENİDEN DÜZENLENMESİ GİRİŞİMLERİ VE

SONUÇLARI ... 141 A. Aslı BİLGİN 

AVRUPA BİRLİĞİNDE VERİLERİN KORUNMASI VE "TAMAMEN KİŞİSEL VEYA EV/HANE HALKI FAALİYETLERİ" İSTİSNASI ... 167

(4)

Seven ERDOĞAN, Hatice YAZGAN 

AVRO KRİZİ, SİYASİ ETKİLERİ VE AB GENİŞLEMESİNE

YANSIMALARI ... 195 İlke GÖÇMEN

AVRUPA BİRLİĞİ İÇ PAZAR HUKUKUNDA TEMEL SERBESTÎLERİN TAHDİDİNİN MEŞRU SEBEBİNİN SINIRI OLARAK ORANTILILIK

İLKESİ ... 217 Arda OZANSOY 

GÖÇ ALANINDA AB’NİN DIŞ POLİTİKASININ NORMATİF GÜÇ AB

KAVRAMI ÇERÇEVESİNDE İNCELENMESİ ... 249 Buket ÖKTEN 

NATO AND EU: COMPETITORS OR CO-OPERATORS? ... 289 Özge ÖZSOY

WHY IS A SPECIALISED COURT NECESSARY FOR THE EU TRADEMARKS? – SUGGESTION FOR A NEW COURT IN THE EU

JUDICIAL SYSTEM ... 307 Emriye Özlem ŞEKER 

LİZBON SONRASI KURUCU ANTLAŞMALARIN DEĞİŞTİRİLME

USULLERİ ... 337 Ceyda ÜMİT

BİRLİK VATANDAŞLIĞI İLE ÜÇÜNÇÜ ÜLKE VATANDAŞLIĞI ARASINDA YENİ BİR HAK KATEGORİSİ: UZUN DÖNEM İKAMET STATÜSÜ ... 363 Fatma YILMAZ ELMAS 

AB DIŞ GÖÇ POLİTİKASINDAKİ KAYIP PARÇA:

GÖÇMEN-ODAKLI YAKLAŞIM ... 401

(5)

SUNUŞ

Avrupa Birliği, üye devletleri ve onların vatandaşları arasında tarihin ilk ve bugüne dek tek uluslarüstü bütünleşmesini oluşturmaktadır. Avrupa bütünleşmesi hareketinin başarılı olmasının arkasında yatan iki temel neden ise ortak iradeye ve rızaya, paylaşılan değerlere ve özellikle de ortak bir hukuk düzeninin tesisine ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir modelin benimsenmiş olması ile, Avrupa devletlerini ve onların vatandaşlarını öncelikli olarak ortak ekonomik menfaatler çerçevesinde bir araya getirecek, ancak nihai amaç olarak siyasi, sosyal ve kültürel yakınlaşmayı da içerecek aşamalı bir yöntemin tercih edilmiş olmasıdır. Bu nedenle Avrupa Birliği alanındaki bilimsel çalışmalar ekonomiden dış ticarete, siyaset biliminden sosyolojiye, siyasi tarihten uluslararası ilişkilere ve hukuka pek çok alanda bütünlüklü bir yaklaşımı ve bu farklı disiplinlerin bir arada ele alındığı bir bilimsel araştırma ve eğitim-öğretim anlayışını gerektirmektedir.

Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler, 1963 tarihli Ankara Anlaşması ile o zamanki Avrupa Ekonomik Topluluğu (bugünkü adı ile Avrupa Birliği) ile Türkiye arasında kurulan ve taraflar arasında bir gümrük birliğini ve uzun vadede de üyeliği hedefleyen ortaklık ilişkisi ile başlamıştır. Özellikle, Türkiye’nin 1987 tarihli tam üyelik başvurusunun ardından ivme kazanan ilişkiler, Aralık 1999 tarihinde Helsinki’de gerçekleştirilen Avrupa Birliği zirvesinde ülkemizin aday ülke statüsünün tescili ve 3 Ekim 2005 tarihinde katılım müzakerelerine başlanması ile yeni bir döneme girmiştir.

İlişkilerin bu uzun tarihi sürecinde, ülkemizde Avrupa bütünleşmesini çeşitli yönleri ile bilimsel tahlil ve değerlendirmeye tabi tutabilecek, ilişkilerin geliştirilmesi ve üyelik hedefinin gerçekleştirilmesi ve sonrası için gerekli uzman insan gücünün yetiştirilmesi görevini yerine getirebilecek akademik yapılaşmanın, ihtiyaca cevap verebilecek ölçüde sağlanmasına yönelik pek çok adım atılmıştır. Nitekim, Avrupa bütünleşmesi hareketinin dayandığı temellerin ve gerçekleştirmeyi hedeflediği ideallerin tam olarak belirlenebilmesi ve ülkemizin bu bütünleşme hareketi içindeki yerinin ve geleceğinin doğru biçimde ortaya konması, bu alanda kapsamlı akademik çalışmaların yanı sıra, söz konusu idealleri benimsemiş ve ülke çıkarları çerçevesinde gözeten uzman bir kadronun lisansüstü düzeyde yetiştirilmesine ihtiyaç göstermektedir.

Bu ihtiyaca binaen ülkemizde bir ölçüde lisans, ama özellikle de lisansüstü eğitim ve araştırma alanında önemli aşamalar kaydedilmiştir.

Bugün itibariyle pek çok devlet ve vakıf üniversitemiz “Avrupa Birliği”,

“Avrupa Çalışmaları”, “Avrupa Bütünleşmesi” adları altında Avrupa

(6)

Birliğini çeşitli yönleriyle inceleyen ve öğreten “merkez”, “anabilim dalı”,

“enstitü” gibi farklı akademik birimlere yer vermektedir. Avrupa Birliğinin yapısının, işleyişinin, amaçlarının ve yöntemlerinin tamamıyla kendine özgü özellik ve nitelikler göstermesi bu alanda adı ne olursa olsun farklı ve tek bir akademik birim bünyesinde lisansüstü akademik çalışmaların ve eğitim faaliyetinin yürütülmesini gerekli kılmaktadır. Zira, Avrupa Birliği yeni bir örgütlenme biçimi göstermekte ve bu biçime esasen “uluslararası” değil,

“uluslarüstü” örgütlenme adı verilmekte olup, dünyada bugüne kadarki tek örneğini de Avrupa Birliği oluşturmaktadır.

Avrupa Birliği odaklı çalışmalar tarihten, hukuka; uluslararası ilişkilerden ekonomiye ve sosyolojiye kadar pek çok sosyal bilimler disiplinini içine alan disiplinlerarası bir yaklaşıma sahip bir eğitim-öğretimi ve bilimsel araştırma yöntemini gerekli kılmaktadır. Dünyada ve özellikle Avrupa’da Avrupa Birliği alanındaki bu gereklilik dikkate alınarak gerek lisans, gerekse lisansüstü yapılanmalar oluşturulmuş ve oluşturulmaktadır.

Bilindiği üzere, sadece Avrupa Birliği alanında değil, pek çok diğer kavram, kurum ya da olgunun incelenmesini konu alan akademik çalışmalarda da tüm dünyada giderek artan biçimde tercih edilen yaklaşım disiplinlerarası yaklaşımdır.

Bu çerçevede, 1990 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde, YÖK’ün de onayı ile “Avrupa Toplulukları”, bugünkü adıyla “Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı”

kurulmuştur. Ankara Üniversitesi bünyesindeki Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalımızda AB-Hukuk, AB- Ekonomi/Maliye ve AB-Uluslararası İlişkiler yüksek lisans programları ile yine AB-Hukuk, AB-Ekonomi/Maliye ve AB-Uluslararası İlişkiler doktora programları ayrı ayrı yürütülmektedir. Bu programlar, Avrupa Birliği üyesi ülkelerde ve Avrupa dışında, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Japonya gibi gelişmiş akademik çevrelerde Avrupa Birliği konusunda yürütülen lisansüstü programlarına paralel şekilde düzenlenmiş disiplinlerarası programlardır. Esasen, Anabilim Dalının herhangi bir fakülte bünyesinde değil, özel ve bilinçli biçimde Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde kurulmuş olması da, Avrupa Birliği alanındaki çalışmaların ancak disiplinlerarası bir yaklaşım ve yöntemle gerçekleştirilebileceğinin değerlendirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

İster AB-Uluslararası İlişkiler, ister AB-Ekonomi/Maliye, ister AB- Hukuk alanında uzmanlaşsınlar, Anabilim Dalına kabul edilen tüm lisansüstü öğrenciler, Avrupa bütünleşmesinin tarihi, ekonomisi, hukuku, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkileri konusunda dersler alarak ancak bütünlüklü ve disiplinlerarası bir yaklaşımla kavranabilecek olan Avrupa

(7)

Birliğinin farklı yönleri hakkında donanım sahibi kılınmaktadır. Böylece, bu programlardan herhangi birine devam eden öğrenciler uzmanlaşacakları alanın yanı sıra, Avrupa bütünleşmesinin farklı veçhelerini oluşturan diğer alanlarda da bilgi sahibi akademisyenlerden Avrupa bütünleşmesine ilişkin teorik dersler almaktadır. Bunun ardından, Anabilim Dalı bünyesinde, “AB- Hukuk”, “AB-Ekonomi/Maliye” ve “AB-Uluslararası İlişkiler” alanlarının her birinde ayrı ayrı yüksek lisans ve doktora derecesi almaya imkan verecek biçimde bu alanlara özgü lisansüstü tezler, yine alanlarında uzman öğretim üyelerinin danışmanlığında hazırlanmaktadır. Farklı alanlarda verilen yüksek lisans ve doktora diplomaları sayesinde bu alanda akademik çalışmalarını ilerletmek ve özellikle doçentlik çalışması yapmak isteyenler bakımından

“ekonomi-maliye”, “hukuk” ve “uluslararası ilişkiler” alanları altında bu çalışmaların yapılabilmesi de mümkün hale gelmektedir. Bugüne kadar 200’ün üzerinde mezun veren ve bu sayıda lisansüstü tez hazırlanmasına ortam sağlayan Anabilim Dalımız, alanında başarılı pek çok akademisyen ve bürokrata diploma vermiştir.

Anabilim Dalının öğretim elemanları da bu disiplinlerarası yaklaşımı yansıtacak biçimde Ankara Üniversitesinin Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültelerinden öğretim üyelerinin yanı sıra, Ankara’daki diğer devlet ve vakıf üniversitelerinden konusunda uzmanlaşmış değerli akademisyenleri içermektedir. Bu çerçevede, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, TODAİE, Çankırı Üniversitesi, Atılım Üniversitesi, Çankaya Üniversitesi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi gibi akademik yapılardan öğretim üyeleri Anabilim Dalının 6 programında ders vermekte ve tez yürütmektedir. Bunun yanı sıra, Anabilim Dalı, bürokraside ve sivil toplum kuruluşlarında Avrupa Birliğinin çeşitli veçhelerinde uzmanlaşmış çok sayıda değerli uzmanın, uygulamadaki tecrübeleri ile zenginleşmiş ve çeşitlenmiş bilgilerini teorik düzeyde Anabilim Dalı öğrencilerine aktarmaktadır. Özellikle Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (yeni adıyla Avrupa Birliği Bakanlığı), Devlet Planlama Teşkilatı (yeni adıyla Kalkınma Bakanlığı), Dış Ticaret Müsteşarlığı (yeni adıyla Ekonomi Bakanlığı), TÜSİAD, Türk Patent Enstitüsü, TEPAV gibi kamu ve özel kurum ve kuruluşlardan uzmanlar programlarımızda ders vermiş bulunmaktadır.

Bu çerçevede Anabilim Dalımızda ders vermiş, tez yürütmüş, jürilerde yer almış olan ve tüm bu alanlarda desteklerini devam ettiren tüm değerli öğretim üyelerine, araştırmacılara, uzmanlara şükranlarımızı sunuyoruz.

Bu girişimin öncüsü, Anabilim Dalının kurucusu ve Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesinden 2006 yılında emekli olana kadar Anabilim Dalı Başkanlığını yürüten, öğrencisi olmaktan büyük onur duyduğum

(8)

Hocam Prof. Dr. Tuğrul ARAT’tır. Bu Armağan kitabının önsözünü de yazarak bizi onurlandıran Hocam Prof. Dr. Tuğrul ARAT, gerçek akademik vizyonu ve başarılı yöneticiliği sayesinde Anabilim Dalının kuruluşunu gerçekleştirmiş, yapısını oluşturmuş ve Anabilim Dalının bugüne kadar ulaşmasında attığı bu başarılı temel ana unsuru oluşturmuştur. Hocam’a Türkiye’nin Avrupa Birliği yolunda hem akademik hem de bürokrasi bağlamında gerçekleştirdiği eşsiz katkı için saygı ve minnetimizi ifade ediyor, açtığı yolda yürüme kararlılığımızı bir kez daha belirtmek istiyoruz.

Anabilim Dalının 2006-2010 yılları arasında Başkanlığını yürüten Prof. Dr.

Belgin Akçay’a da teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Bu Armağan Kitap Anabilim Dalımızın kuruluşundan bu yana doktora programlarımıza devam eden ve mezun olan değerli öğrencilerimizin bir bölümünün çalışmalarından oluşuyor, dolayısıyla da Anabilim Dalımızın akademik birikimine ve katkısına bir örnek oluşturuyor. Avrupa Birliği alanında çalışanlara yararlı olması dileğiyle…

Prof. Dr. Sanem BAYKAL Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler

Anabilim Dalı Başkanı

(9)

ÖNSÖZ

Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalının kuruluşunun yirmi beşinci yılını kutlarken, bahtiyarlık duyduğum kadar seviniyorum da. Avrupa Toplulukları Anabilim Dalı adıyla Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüne bağlı “müstakil anabilim dalı” olarak kurulmuş olduğundan, aslında bir bölüm yapısına sahiptir, bu anabilim dalı.

Dolayısıyla, disiplinler arası bir eğitim, öğretim, araştırma birimi olarak, üniversite çapında etkinlik yürütür ve lisansüstü programları ile de seçkinleşmiş bulunmaktadır.

Gerçekten bugün, Anabilim Dalında, üç yüksek lisans ve üç doktora programı yürütülmektedir. Bunlar iki düzeyde de, Avrupa Birliği Hukuku, Avrupa Birliği Uluslararası İlişkiler ve Avrupa Birliği Ekonomi/Maliye alanlarında yürütülmek üzere oluşturulmuştur. Bazı dönemler, bu programlardan bazıları, değişik nedenlerden ötürü açılamasa da, genel olarak, programlarının uygulanması bakımından en istikrarlı bölümlerden biri olarak seçkinleşmiştir, Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı.

Anabilim Dalının kuruluşunda, önerimi heyecanla kabul ederek, bütün kuruluş aşamalarında canı gönülden yardım eden, katkı sunan Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün o zamanki müdürü Prof. Dr. Mualla ÖNCEL’e şükran borçluyum ve onu bugün açıklarken büyük mutluluk duyuyorum. Lisansüstü programların en hızlı şekilde örgütlenerek, etkinliğe geçirilmesinin ve gerçekten büyük başarıyla yürütülmesinin sağlanmasında çok önemli katkıları olan Prof. Dr. Mehmet GÖNLÜBOL, Prof. Dr. Necdet SERİN, Prof. Dr. Hüseyin PAZARCI, Prof. Dr. Turgut TAN, Prof. Dr. Füsun ARSAVA, Prof. Dr. Nahit TÖRE, Prof. Dr. Ahmet GÖKDERE, Prof. Dr.

Haluk GÜNUĞUR, Prof. Dr. Yahya TEZEL ve Prof. Dr. Nami ÇAĞAN’a minnettarlığımı ifade ederken, aramızdan ayrılmış olanlarımıza Allah’dan rahmet niyaz ederim. Ayrıca, Anabilim Dalının bugünkü adını almasında büyük çaba gösteren Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü eski müdürlerinden Prof. Dr. Can HAMAMCI’ya teşekkürü de bir borcun ifası bildiğimi ifade etmek isterim. Bütün bu isimler çağdaş Türkiye idealinin büyük öncüleri olarak katkılarını esirgemediler ve birçok Avrupa Birliği üyesi devletten dahi önce, böylesine üst düzey ve her türlü zorluğa rağmen yirmi beşinci yılını idrak eden bu bölümün sağlam temellerinin atılmasını sağladılar.

Onların çok önemli bir işi gerçekleştirdikleri bugün algılanamıyor olsa bile, ileride daha da net olarak anlaşılacaktır. Ankara Üniversitesi de böylesine bir eğitim hamlesine öncülük etmekten dolayı ne kadar öğünse yeridir. Ankara Üniversitesine yıllarını vakfetmiş bir öğretim üyesi olarak ben de, çağdaş

(10)

Türkiye yolunda büyük hizmetleri geçmiş ve hâlâ da geçmekte olan Ankara Üniversitesiyle övünüyorum, hep de öğüneceğim.

Evet! Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı, birçok Birlik üyesi devletten önce, henüz üye olmayan, ama üyeliğe ciddiyetle hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti devletinde ileri düzeyde lisansüstü öğretim programlarını başlatmak ve daha da önemlisi bu programların tamamıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları tarafından uygulanmasını sağlamak başarısını göstermiştir. Ama, tabii ki, bu başarıda Ankara Üniversitesi yönetiminin ileri görüşlülüğü, çeşitli yüksek öğretim kurumları ve devletin çeşitli kurum ve organları ile işbirliğine açık tutumu çok önemli rol oynamıştır. Bu başarının devamı için bugünkü üniversite yönetiminin de aynı yapıcı katkıyı sürdürmesi önemli rol oynayacaktır. Bu konuda bir ilginç olayı da nakletmek istiyorum.

Anabilim Dalının ilk yıllarında, bir grup arkadaşımız bir “Avrupa Toplulukları” Seminerine katılmak amacıyla Selanik’e gitmişti. Selanik Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden bir Profesör ile sohbet ederlerken arkadaşlarımızdan biri, Ankara Üniversitesinde, Avrupa Birliği alanında hukuk, uluslararası ilişkiler ve ekonomi/maliye alanında lisansüstü programlar uygulandığını belirtince, Profesörün birden çok sevindiğine tanık olmuştu. Bu sevincinin nedenini Yunanlı Profesöre sorunca da, arkadaşımız şöyle bir cevapla karşılaşmış (hatırladığım kadarıyla mealen naklediyorum):

“Bunu duyduğum çok iyi oldu; ben, bizim Fakültenin yetkili kurulunda böyle bir programı başlatmamız, hatta bir bölüm kurmamız gerektiğini defalarca dile getirmeme rağmen, olumlu karar çıkartmayı bir türlü başaramadım.

Şimdi, Türkler, Ankara Üniversitesinde böyle bir bölüm kurmuşlar ve lisansüstü programları uygulamaya başlamışlar dersem, eminim ki, bölüm kurulması yönündeki kararın çıkması sağlanacaktır. Bana, lütfen, Üniversitenizdeki bölümle ilgili bilgi ve uygulanan programları gönderebilir misiniz?” Uzun bir zaman geçtiği için hangi arkadaşımızın bunu bana naklettiğini tam hatırlamıyorum; ama, büyük bir ihtimalle halen Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğretim üyesi olan Prof. Dr. Lale SİRMEN veya Prof. Dr. Bilgin TİRYAKİOĞLU idi. İşte, Türkiye 1980’lerde, 1990’larda ve 2000’li yılların başlarındaki bu inançlı ve kararlı tutum ve davranışlarıyla AB üyesi olmanın son merhalesi sayılan “katılım müzakereleri”ne ulaşma başarısını göstermiştir. Ondan sonraki gelişmelerdeki olumsuzluklar Türkiye’yi bu noktadan çok gerilere götürdüyse, bu konuyu yeniden düşünmek ve eğer hala Avrupa Birliği üyesi olmak istiyorsak, yeni bir yol haritası çizerek yolu yeniden yürümeye başlamak ihtiyacıyla karşı karşıya olduğumuzu kabul etmek durumundayız.

(11)

Bence, bu yolu yürümek, yeniden de olsa Türkiye için gereklidir, yararlıdır ve önemlidir. Çünkü, bu yürüyüş, Türkiye’miz için aydınlanma ve çağdaşlaşma yürüyüşüdür. Ve, Türkiye, bu yürüyüşe 19. yüzyılın başlarından, hatta 18. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak yavaş yavaş da olsa, zorlu engellerle karşılaşarak da olsa başlamıştır ve böylelikledir ki, 20. yüzyılın ikinci yarısında “Avrupalılığı” genel kabul görmüş bir devlet olmuştur.

Böylecedir ki, kültürel etkinliklerde, sosyal etkinliklerde, sportif etkinliklerde bir Avrupa ülkesi olarak yer alabilmekte, Avrupa ülkeleriyle yarışma imkanlarını kullanabilmekteyiz. Böylecedir ki, NATO’ya, Avrupa Konseyine, Avrupa Futbol Federasyonları Birliğine (UEFA) üye olabiliyor, Avrupa şampiyonalarına katılabiliyoruz; aynı husus Avrupa ile ilgili bütün Federasyonlar, Konfederasyonlar ve Birlikler için de geçerlidir; ve, bu nedenledir ki, Avrupa bizden bütün olaylarda ve eylemlerde bir Avrupalı olarak, Avrupa’nın temel siyasal, ekonomik ve hukuki değerlerine sahip bir ülke olmanın gerektirdiği tavırları beklemektedir.

İşte, Türkiye, Avrupalılığının nihai tescili olarak AB’ye üye olduğu takdirde, iki yüz elli küsur yıllık bir yürüyüşü tamamlayacak ve Avrupa’nın en ileri ülkeleri arasında yerini kesin biçimde alacak, sözü en çok geçen bir Avrupa ülkesi olarak dünya politikasına yön verme noktasına ulaşacaktır.

Ama, işte bunun içindir ki, Türkiye’yi buraya taşıyacak uzmanların yetişmesini sağlayacak imkanların her türlüsünden yararlanmak ihtiyacını da duymak durumundayız. Bu ihtiyacın gereğidir ki, Türkiye Cumhuriyetinin 7.

Beş Yıllık Kalkınma planında şu paragrafa yer verilmiştir: “AB ile bütünleşme süreci içinde, gerek politikaların oluşturulması ve uygulanmasında, gerek yeniden düzenlenecek kurumsal yapının işleyişinde başarı sağlanmasının ön şartı, kalifiye insan gücünden ve özellikle ekonomi, dış politika ve hukuk alanlarında sorunlara, uluslararası ilişkilerin gerektirdiği açılardan her düzeyde yaklaşabilen uzman personelden yararlanabilmektir. Bu amaçla yüksek ve teknik öğretim sistem ve programlaması, gelişmiş ülkelerde uygulanan programlara koşut olarak, uluslararası konu ve boyutlara ağırlık verecek biçimde yeniden düzenlenecektir.” (Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000), ‘Devlet Planlama Teşkilatı’, Ankara, sh. 85)

Bu paragraf, o dönemde, işlemeye başlayan gümrük birliği ile birlikte, Türkiye’de, AB ile ilişkilere dair tüm çalışma etkinliklerindeki yeni dinamizmi eğitim alanına yayma etkisini göstermiştir ve başta Yüksek Öğretim Kurumu olmak üzere, ilgili tüm kurum ve kuruluşlar Avrupa Birliği ve uluslararası ilişkiler alanında hukuk, siyaset, ekonomi çalışmalarına büyük ağırlık vermişlerdir. Bu dinamizmdir ki, Türkiye’yi 2005’e taşımıştır ve Türkiye, katılım müzakerelerine dahil olmuştur. (03 Ekim 2005) Ama, o noktadan itibaren de ne olmuş ise olmuş, birdenbire işler adeta ters dönmüş

(12)

ve Türkiye’nin Avrupa Birliğine üye olma hevesi kaçmıştır. İçe dönük politikaların daha “yararlı(!)” olacağına inananların yanında, değişik ideoloji ve inanç sistemlerini benimseyenler de yer alınca, Türkiye’nin “Avrupalı”

olması fikrine çeşitli ve farklı nedenlerle karşı çıkılmasını sağlamak üzere adeta bir “ittihat” oluşturulmuştu; toplumun bu kesimi bir yandan

“Avrupalılık” fikrine karşı çıkarken, öbür yandan da Avrupa’nın Türkiye’yi Birliğe almayacağını türlü gerekçelerle anlatmak ve Avrupa’nın Türkiye’ye dürüst davranmadığı iddiasını dile getirmek için her fırsatı değerlendiriyordu.

İşin şaşkınlık veren tarafı halkımızın genelinin olduğu gibi, daha önce AB’ye üyelik düşüncesinin hararetli savunucusu olan, hatta bu yöndeki çabalara önemli katkıda bulunmuş olan bazı aydınlarımızın, akademisyenlerin ve hatta bürokrat ve politikacıların da bu iddialara, değişik ölçülerde de olsa, giderek daha çok inanma eğilimine girmiş olmasıydı. Öyle ki, Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliği sürecinin son aşaması olan “katılım müzakereleri”nin açılmasını takiben, Avrupa’dan dönen devlet adamlarımız ve bürokratlarımızın, halkın bir kesimi tarafından coşkuyla karşılanmasına karşılık, oldukça geniş bir kesim, gerek karşılayanları, gerekse karşılananları çeşitli biçimlerde kınayarak, özellikle de bu başarıyı elde etmiş Türk heyetinde yer alanları da pek de hoş olmayan sözlerle suçlamıştır. Bu kesim içinde, bazı partilerimiz, akademisyenlerimiz, basın mensuplarımız yer alıyordu. Böylece, Türkiye, adeta Avrupa Birliği kapısını araladığı bir noktada, kendini yeriyor, üzüntüden neredeyse yas tutuyor ve insanlar birbirlerini suçluyordu. Bu, Avrupa Birliği tarihinde ilk kez görülen bir olaydı;

katılım müzakereleri noktasına gelen aday devletlerin halklarının bu vesileyle düzenledikleri şölenlere alışmış olanlar, bu yas görünümünü ve suçlama hadiselerini şaşkınlıkla izliyordu.

İşte böylece 2005 yılından bu yana Türkiye, giderek AB üyeliğine önce kayıtsız kalmaya, daha sonra da olumsuz tavırla bakmaya başlamıştır.

Gümrük Birliğinin kurulması döneminde (1994-1996) AB üyeliğini %70’in üstünde bir çoğunlukla destekleyen Türkiye’nin halkı, 2015 yılında bu desteğini %20’ye indirmiştir. Kamu kuruluşlarındaki AB birimleri gözden geçirilmeye, küçültülmeye, bazıları itibarıyla kaldırılmaya başlamıştır.

Kalkınma Planlarında ve benzeri resmi metinlerde AB’den ve üyelikten söz eden kısımlar giderek kısalmaya hatta metinlerde yer almamaya başlamıştır.

Bu, şaşırtıcı hızda gerçekleşen olumsuz gelişme, belki de doğal olarak, yüksek öğretim kurumlarını da etkiledi. Bazı üniversitelerde kurulmak üzere planlanmış AB birimlerinden vazgeçildiğine veyahut yeniden ele alınarak daha geniş bağlamların içine sığdırılmaya çalışıldığına dair havadisler, bilgiler, belgeler gittikçe çoğalarak, konuyu çalışan akademisyenleri üzmeye, kaygılandırmaya başlamıştır. Aynı biçimde, Yüksek Öğretim Kurulumuz da, örneğin Hukuk Fakültelerinde kendi onayı ile kurulmuş bulunan AB

(13)

Kurumlarını ve AB Hukukunu konu alan Anabilim Dallarını kapatma veya AB Hukukunu Doçentlik Sınavı alan kodifikasyonundan çıkarma yönünde değişik uygulamalara yönelmiştir. Daha sonra, tekrar Hukuk Fakültelerinde AB Hukuku Anabilim Dallarının ihtiyari olarak açılabileceği bildirilmişse de, bir iki Fakülteden başka hiçbir hukuk fakültesi bu yola yeniden girmek istememiştir. Şurasını, yine memnuniyetle belirtmek gerekir ki, yine Ankara Üniversitesinin Hukuk Fakültesi, Yüksek Öğretim Kurumundan gelen ikinci yazı üzerine, AB Hukuku Anabilim Dalını yeniden kurma yoluna giderek öncü ve çağdaş olma işlevinin gereğini derhal yerine getirmiştir. Bu vesile ile, Hukuk Fakültesindeki anabilim dalının kuruluşunda emeği geçen zamanın dekanı Prof. Dr. Lale SİRMEN’e de teşekkür etme borcumu yerine getirmek isterim.

İşte böyle bir olumsuz gelişmeden geçerken, bu olumsuzluk ülkede yavaş yavaş “Batı karşıtlığı” yönünde bir anlayışa dönüşürken, bu AB’ye olumsuz bakışa rağmen, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü “Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler” Anabilim Dalı, varlığını muhafazaya ve işlevini görmeye devam etmiştir. Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezini de hesaba katarsak, Ankara Üniversitesinin ve özellikle onun yöneticilerinin bu tutumu, tekrar etmeyi göze alarak belirteyim ki, gerçekten öncü olma ve çağdaş olma niteliklerini, her türlü takdiri hak edecek biçimde, sürdürme kararlılığının açık göstergesidir.

Bu öncü olma ve çağdaş olma özelliklerini niye vurgulama ısrarında olduğumu kısaca açıklamak istiyorum. Türkiye, yukarıda belirttiğim gibi, tarihsel olarak etkisini sürdüren bir tezden vazgeçmiş değildir. Çağdaş uygarlık düzeyini yakalamak ve hatta bu yönelişte öncü olmak birçok ülkenin model alacağı bir ülke olmak tezi. Bu anlayış, Türkiye Cumhuriyetinde uygulama kesinliği ve bütünlüğü kazanmışsa da, yüzyıllar içinden geçerek tekamül etmiştir. Gerek tarihsel olarak, gerek Cumhuriyet döneminde, çağdaşlaşmanın Batıya yönelme yoluyla kazanılacak bir önemli özellik olduğu da, bu anlayışı tamamlamıştır. Türkiye için “Batı”, Avrupa olarak algılanmıştır diyebiliriz. Bu kesintisiz olarak böyle değerlendirilmiş ve Cumhuriyet ile birlikte de kesinlik kazanmıştır.

Cumhuriyet döneminde bu tezi iyi ifade ettiğine inandığım iki çok önemli kişiden alıntı yaparak tespitimi güçlendirmek istiyorum.

Birincisi, Cumhuriyetimizin öncü kurucusu aziz Atatürk’e ait olup, bugün Ankara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Araştırma ve Uygulama Merkezinin girişinde bulunan Atatürk kaidesi üzerinde işlenmiş bulunmaktadır: “Türkler bütün medeni milletlerin dostlarıdır. Memleketler çeşitlidir. Ama medeniyet birdir ve bir milletin ilerlemesi için de bu biricik medeniyete iştirak etmesi lazımdır.”

(14)

İkinci alıntı, 1926 tarihinde ilk “Türk Kanunu Medenisi”nin “esbabı mucibe layihası”nda, zamanın Adliye Vekili ve çok önemli bir Türk hukukçusu olarak tarihe geçmiş olan Mahmut Esat Bozkurt’un bu gerekçenin çeşitli yerlerinde yaptığı bazı tespitlere ilişkin bulunmaktadır: “…

Cumhuriyet, Türk adaletinin bu keşmekeşten, yokluktan ve pek iptidai vaziyetten kurtarılmasını inkılabın ve asrı hazır medeniyetinin icabatına muvafık yeni bir Türk Kanunun Medenisinin sür’atle vücuda getirilmesini ve takninini zaruri kılmıştır…”

“Asrı hazır aileyi medeniyetine mensup milletlerin ihtiyaçları arasında esaslı bir fark yoktur. İçtimai ve iktisadi daimi temaslar beşerin büyük ve medeni bir kütlesini bir aile haline getirmiş ve getirmekte bulunmuştur.

Prensipleri yabancı bir memleketten iktibas edilmiş olan Türk Kanunu Medenisi layihasının mer’iyete vaz’ından sonra memleketimizin ihtiyacati ile kabili telif olmaması müddeası varit görülmemiştir…”

“Şu ciheti de işaret etmek lazımdır ki: muasır medeniyeti almak ve benimsemek kararile yürüyen Türk Milleti, muasır medeniyeti kendisine değil, kendisini muasır medeniyetin icabatına her ne bahaya olursa olsun ayak uydurmak mecburiyetindedir. Yaşamak kararında olan bir millet için bu, şarttır. İhzar olunan lâyiha bu icabatın aksamı muhimmesini ihtiva etmektedir…”

“Asrı hazırın medenî milletlere tanıdığı tekmil hukuku, cihanı medeniyetten bilâ kaydu şart talep ederken bu hukukun istilzam ettiği vezaifi medeniyeyi de Türk Milleti yeni Kanunu Medenîsi ile kendi eliyle kendisine tahmil etmiş bulunuyor…”

Bu önemli sözlerde ifadesini bulan “çağdaş uygarlık” kuşkusuz ki, Batı uygarlığıdır. Bunu anlamak için, 1926 Türk Medeni Kanununun İsviçre’den alındığını hatırlamak bile yeterlidir. Ancak, bu noktada tereddüt edenler için açıklayıcı olur düşüncesiyle, bugünkü Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin başlangıcını oluşturan Ankara Hukuk Mektebinin ilk

“Profesörler Meclisi”nin 15 Eylül 1925 tarihli ilk toplantısı hakkında, o kurulun üyesi, dolayısıyla Mektebin kurucu hocalarından olan Profesör Süheyp Derbil’in 1950’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisinin yedinci cildinde yayımlanan konuşma metninden1, bir alıntı daha yapayım:

“… Ne yapmak istiyorduk? Batıdaki hukuk fakülteleri ayarında bir bilim       

1“Fakültenin En Kıdemli Profesörü Süheyp Derbil’in Konuşması” Sayı 3-4, sh. 10-20, metin Prof. Ahmet Mumcu tarafından “Ankara Adliye Hukuk Mektebinden Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine, (1925-1975), Ankara Hukuk Fakültesinin Yarım Yüzyıllık Tarihi, Ankara:

Sevinç Matbaası, 1977’de (sh. 60-66’da)” kısmen yayımlanmıştır. Alıntı Sayın Mumcu’dan naklen sunulmaktadır.

(15)

müessesesi kurmak azminde idik. Batıdaki hukuk fakültelerinin her birinde bir takım özellikler, vardı. Fakat bu özellikler dışında bütün ileri memleketlerin hukuk fakültelerinde müşterek bazı vasıflar, müşterek bir standart da vardı. Biz de bu müşterek standardı sağlayacaktık.”

“Müessesemizin, millî durumumuz ve millî ihtiyaçlarımız bakımından bir takım özellikleri olacağını, kısaca millî bir müessese olacağını adını

"fakülte" değil, "mektep" koymakla belirtmiş bulunuyorduk. Batı zihniyeti ile çalışacağımızı da belirtmeği yerinde bulduk.”

Hatırlatmak uygun düşer ki, sözü edilen kurulda, başkan sıfatıyla Mahmut Esat Bozkurt da bulunuyordu; aynı toplantıda Kurul, Atatürk’ü Fahri Başkanlığa seçmişti. (Mumcu 69) yine, Atatürk, 1 Kasım 1925’de, yeni çalışma yılını açarken TBMM’de yaptığı konuşmada, yeni kanunların

“muassır medeniyetin kanunları zümresinden” olmasının tabiiliğini vurgulamıştır. Bunlar arasında, Avrupa ülkelerinden iktibas ya da uyarlama yoluyla hazırlanmış olan Ceza Kanunu, Medeni Kanun ve Ticaret Kanunu aynı konuşmada özellikle belirtilmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin ekonomik, sosyal ve ticari hayatını baştan aşağı yeniden tanzim eden yeni hukuk gösteriyor ki, devlet bir Avrupa devleti olma kararını kesinleştiriyordu. Artık Türkiye Cumhuriyeti, hala aşiretler, mezhepler, tarikatlar arası çekişmelerle yoğurulan Orta Doğu’nun bir devleti olma fikrinden veya temayülünden kesin olarak uzaklaşmış ve laik, akılcı esaslara, objektif davranış kuralları ve standartlarına uygun siyasal, ekonomik, hukuki kurumlara dayalı bir uygarlık anlayışını kesinlikle benimsemiş devlet olma iddiasına sahip çıkıyordu ki, bu anlayışın kökeni de, halen en etkili uygulandığı bölge Avrupa’dır.

Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyetinin kesinlikle benimsediği sosyo-kültürel ve siyasal anlayışa sahip bir ülkenin bu anlayışı en iyi biçimde uygulama gerekliliğine meyletmesi, o ülkenin Avrupa devletler camiasının yeni bir üyesi olmasını adeta zorunlu kılar.

Yukarıda belirttiğim tercihin en önemli niteliğini ortaya koyması bakımından aziz Atatürk’ün şu sözlerini açıklayıcı buluyorum (30 Ağustos 1925’de Kastamonu konuşması): “Efendiler ve ey millet, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”

Bir de, zaman zaman Türkiye Cumhuriyetinin bir Asya devleti olduğu iddiasının öne sürüldüğü gözlem konusu olmaktadır. Bu iddia, eğer Türkiye’nin Asya ile de özellikle ticari, ekonomik, folklorik, hatta belirli ölçülerde kültürel ilişkiler kurma potansiyeline, biraz abartmalı vurgu ile işaret etmek maksadıyla kullanılıyorsa, itiraz edilmesi gereksizdir. Ama, Türkiye’nin Asyalılığının, ülkenin Avrupalılığının zıddı bir tespite dayanarak,

(16)

Avrupa devletler camiasına dahil olamayacağı iddiasını güçlendirme maksadıyla vurgulanması söz konusuysa, buna itiraz etmek gerekli hale gelir.

Anadolu’ya yerleşmiş Türkler bin küsur yıllık bir geçmiş içinde kültür ve siyaset itibarıyla, ekonomi ve hukuk itibarıyla, zamanla yönünü Avrupa’ya çevirmiş ve giderek Avrupalılaşma sürecine yoğunlaşmıştır. Öyle ki, bugün geçerli, siyasal, ekonomik, hukuki değer, kavram ve ilkeler noktasında, Türkiye’nin yeri kesin olarak Avrupa’dır. Bugün, bir insan hakları koduna dahi sahip olmanın uzağında kalan Asya devletleri, Türkiye’nin yöneldiği uygarlık anlayışıyla pek de uyum içinde sayılmaz. Asya ülkeleri, otokrasiye eğimli siyaset anlayışları, hukukun üstünlüğü ilkesine sempatiden uzak durma tercihleri ve ekonomi politikalarının belirsiz görünümleriyle dikkat çekmektedir. Bugün ulaştığı uygarlık düzeyi dolayısıyla tercih ettiği hukuki, siyasi, ekonomik ve sosyal değerlere dayalı sistemleri ve kurumlarıyla, Türkiye Cumhuriyetinin Asya devletler camiasına mensubiyeti iddiası çok mesnetsiz kalmaktadır.

Yukarıdan beri belirtilen gözlem ve saptamalar ortaya koymaktadır ki, Türkiye Cumhuriyetinin Avrupa devletleri camiasındaki yerine yeniden sahip çıkmasını, Türkiye’nin halkının da Avrupa Halkları arasında hak ettiği konuma yerleşmesini bu kez güvenceye bağlayacak çabalar ve çalışmalar her türlü takdirin üzerinde bir değere sahip kabul edilmelidir. Ankara Üniversitesinin Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalının bu çaba ve çalışmalara yüksek düzeyde olumlu katkısı muhakkak ve her zaman olacaktır, olmalıdır. Kamusal alanda görev gören organ ve kurumlar, özel sektörün ilgili kuruluşları ve sivil toplumun değerli temsilcisi olan yapılar, Avrupa Birliği Türkiye ilişkilerine dönük etkinliklerinde Anabilim Dalımız ile işbirliği içinde ortak çalışmalar yürütmeyi her zaman ön plana alma basiretinin icabını yerine getirmelidir.

“Önsöz”e son verirken, Anabilim Dalının Doktora Programını tamamlayan bazı isimleri de belirtmek ihtiyacı duymaktayım. Rekabet Kurumu eski Başkan Vekili Dr. Kemal Erol, Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği eski Genel Müdürü Dr. Ayşe Saadet Arıkan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Gamze Aşçıoğlu Öz, Hakim Doç. Dr. Servet Alyanak, Yardımcı Doçent Dr. Tünay Köksal, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi (AB Hukuku Anabilim Dalı) olan Doç. Dr. İlke Göçmen, Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sinem Akgül Açıkmeşe, Hakim Dr. Ceyda Ümit, Doğu Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ulaş Gündüzler, ATAUM uzmanı Dr.

Ceran Arslan Olcay, Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd.

Doç. Dr. Zeynep Ayata, Çukurova Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Aslı Bilgin, Türk-Alman Üniversitesi Hukuk Fakültesi

(17)

öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Tolga Candan, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Seven Erdoğan, İzmir Ekonomi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Özge Özsoy, Doç.

Dr. Dilek Yiğit, Abdullah Gül Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Derya Büyüktanır’a mezun oldukları Anabilim Dalının hakkını verdikleri ve onu iyi temsil ettikleri için teşekkür ediyorum.

İsimlerini buraya almaya ihmal ettiğim öğrencilerimizden ise özür diliyorum.

İki arkadaşımı son paragrafa sakladım. Anabilim Dalının benden sonraki başkanlıklarını başarıyla yürütmüş bulunan Prof. Dr. Belgin Akçay’a teşekkürlerimi ve halen de Anabilim Dalımızın Başkanı ve aynı zamanda Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü olan, Doktorasını Anabilim Dalında tamamlamış eski öğrencimiz, şimdi meslektaşımız Prof. Dr. Sanem Baykal’a, Türkiye’deki Avrupa Birliği çalışmalarının iki temel biriminin de başında gerçekleştirdiği çalışmalara daha uzun yıllar yenilerini eklemesi temennisiyle tebriklerimi sunuyorum.

Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalının birçok yıldönümünü, daha önemli performanslarıyla birlikte kutlamak istiyorum, istiyoruz, istemeliyiz. Bu performanslara katkıda bulunmaya ise daima hazır olacağız.

Prof. Dr. Tuğrul ARAT Ankara, 3 Kasım 2017

(18)
(19)

LİZBON ANTLAŞMASI SONRASINDA AVRUPA BİRLİĞİ’NDE “YASAMA DIŞI

TASARRUFLAR”

Merve AĞZITEMİZ1 Giriş

Yasama dışı tasarruflar,2 özellikle de Lizbon Antlaşması ile tanımlanan yeni sistemleri ile Avrupa Birliği (AB / Birlik) hukuk düzeni içerisinde       

1 Ar. Gör., Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Avrupa Birliği Hukuku Anabilim Dalı.

2 Lizbon Antlaşması sonrasında Avrupa Birliği’nde “yasama dışı tasarruflar” ile ilgili bu çalışma, bu konuyu üç yönden sınırlandırarak ele almaktadır. Birincisi, bu çalışma, Avrupa bütünleşmesinde “sektörel” yaklaşım sergileyen Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu’nu göz ardı ederek “genel” yaklaşım sergileyen Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu temel almaktadır. İkincisi, bu çalışma, Lizbon Antlaşması öncesi dönem açısından Maastricht Antlaşması (1993) ile kurulan Avrupa Birliği’ni de, ikinci sütunu (ortak dış ve güvenlik politikası) ve üçüncü sütunu (adalet ve içişlerinde işbirliği / Amsterdam Antlaşması (1999) sonrası adıyla cezai konularda polis ve adli işbirliği) asıl olarak hükümetler arası nitelikte olduğundan ve bu nedenle yasama tasarrufu-yasama dışı tasarruf tartışması bu sütunları pek de içermediğinden göz ardı edecektir. (Lizbon Antlaşması sonrası eski üçüncü sütun ulus üstü nitelik kazanmış, eski ikinci sütun özel konumda kalmaya devam etmiştir, hatta bu alanda hala yasama tasarrufları kabul edilememektedir. Lizbon Antlaşması ile değişik ABA m. 24(1).) Üçüncüsü, bu çalışma, yasama dışı tasarruflar aslen Komisyon tarafından çıkarıldığından gerek Lizbon Antlaşması öncesi gerek Lizbon Antlaşması sonrası dönem açısından Komisyonun çıkardığı yasama dışı tasarrufları temel almaktadır. (Nitekim Lizbon Antlaşması sonrası yalnızca Konsey, istisnai olarak, yasama dışı tasarruflardan birisi olan uygulama tasarrufu çıkarabilmektedir. Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma (ABİHA) m.291/2.)

Toparlanırsa bu çalışma, Lizbon Antlaşması öncesi dönem açısından Avrupa (Ekonomik) Topluluğu’nu temel alacaktır. Lizbon Antlaşması sonrası dönem açısından ise Avrupa Birliği incelenecektir; zira Avrupa Birliği, artık, Avrupa (Ekonomik) Topluluğu’nun yerini almıştır ve halefi olmuştur. (Lizbon Antlaşması ile değişik ABA m. 1.) Son olarak, bu çalışma, hem Lizbon Antlaşması öncesi hem de Lizbon Antlaşması sonrası dönem açısından Komisyonun çıkardığı yasama dışı tasarrufları temel alacaktır.

Hakemli  Makale 

(20)

özellikle kabul ediliş şekilleri bakımından yasama usullerinden farklı bir noktada durmaktadır. Ayrıca içerik açısından genel yasama tasarruflarının yeterli detay seviyesine inemediği alanlara yetişmeye çalışmakta ve aynı zamanda idari açıdan büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Üstelik bu tasarrufların AB hukuk düzeni içerisindeki sayıları oldukça fazladır. Birlik hukukunun önemli bir parçası olan bu tasarrufların hem temel bileşenlerinin ve kabul prosedürlerinin detaylı olarak bilinmesi hem de AB hukuk düzeninde nerede durduklarının açık bir şekilde görülebilmesi gereklidir.

Aslen Komisyonun norm koyma yetkisini kullandığı ve böylece yürütme erkine vücut vermiş olduğu3 yasama dışı tasarruflar sadece Lizbon Antlaşması sonrası döneme haiz tasarruflar değildir. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (Topluluk) ilk zamanlarından itibaren kullanılan bu tasarruflar, Lizbon Antlaşması ile farklı bir görünüm kazanmıştır. Lizbon öncesi dönemde yasama tasarruflarının nasıl belirlenebileceği, yasama tasarrufu – yasama dışı tasarruf ayrımının nasıl ortaya konulabileceği gibi hususlar ise kurucu antlaşmada düzenlenmemiştir. Bugün Lizbon Antlaşmasıyla birlikte getirilen sistematik bu ayrımın yapılmasını sağlamış, yasama dışı tasarrufları, ‘yetki devrine dayanan tasarruflar’ ve ‘uygulama tasarrufları’ olmak üzere iki tür olarak ayırmış ve kabul prosedürlerine kimi değişiklikler getirmiştir. Bu değişiklik ve yeni düzenlemelerin ne şekilde gerçekleştiği ve geçmişte yaşanan sorunlara ne ölçüde çözüm sunduğu Lizbon Antlaşması öncesi ve sonrası dönemler karşılaştırılarak ortaya konulursa net bir resim olarak görülebilecektir.

Bu bakımdan öncelikle Lizbon Antlaşması öncesinde yasama dışı tasarrufların, yasama tasarruflarından nasıl ayrıldığı ve çıkarılış usulü olan komitoloji prosedürü ortaya konulacaktır. Daha sonra Lizbon Antlaşması sonrasında yasama dışı tasarrufların, yasama tasarruflarından nasıl ayrıldığı ve çıkarılış usulleri incelenecek ve nasıl bir değişim yaşandığı ile bu değişimin geçmişte yaşanan sorunların çözümünde yeterli olup olmadığı değerlendirilecektir. Bütün bu değerlendirmeler neticesinde Lizbon Antlaşması’nın kabulünden itibaren uygulama alanı bulan bu tasarrufların güncel durumu gösterilecek ve kullanılmaları bakımından geleceğe yönelik olası bir yol haritası çıkarılabilecektir.

Lizbon Antlaşması Öncesi Topluluk Tasarruflarının Niteliği

Lizbon Antlaşması sonrası yasama dışı tasarrufları anlamlandırmak ve değerlendirmek amacıyla, öncelikle Lizbon Antlaşması öncesi yasama       

3 Çıkartılacak tasarruf türüne göre bu yürütme yetkisi istisnai olarak Konsey tarafından da kullanılabilmektedir. Bkz. ABİHA m.291/2.

(21)

tasarrufu – yasama dışı tasarruf ayrımının üzerinde durmak, daha sonra aslen Komisyonun yetkisi dahilinde bulunan yasama dışı tasarrufların çıkarılış yöntemlerini ele almak gerekmektedir.

Yasama Tasarrufu – Yasama Dışı Tasarruf Ayrımı

Lizbon Antlaşması öncesindeki dönemde Topluluğun yasama usulleri ve formları, bu antlaşma sonrası döneme göre bazı farklılıklar göstermektedir.

Öncelikle belirtilmelidir ki bu dönemde yasama süreçleri çok çeşitlidir ve meydana getirilen tasarruf türleri bakımından ayrım yapmak daha zordur.4 Bu dönemde kurucu antlaşmada yasama ve yasama dışı tasarrufların ne olduğu açıkça sayılmamış, kabul usulleri belirtilmemiş ve bu tasarruf türleri için ayrı bir başlık açılmamıştır. Peki, bu dönemde bir tasarrufun niteliğinin belirlenmesi ne şekilde olmaktadır?

Bu sorunun cevabını vermeden önce Topluluk’ta yasama tasarrufunun ne anlama geldiği üzerinde kısaca durulmasında fayda vardır. Lizbon Antlaşması’na kadar olan dönemde kurucu antlaşma; yasa, Topluluk (yasama) tasarrufu ya da yasama (tasarrufu) gibi kavramlar içermemektedir. Divan kararlarına baktığımızda, kurucu antlaşmada bu ifadeler bulunmamasına rağmen, “Topluluk yasama tasarrufu” ifadesine yer verilmiş olduğu görülmektedir.5 Ancak yer verilen bu ifadenin tanımı yapılmamaktadır. Bu bakımdan genel uygulamadan hareketle Topluluk yasama tasarrufu ifadesinin;

kurucu antlaşma hükümlerine dayanılarak oluşturulan, bağlayıcı ve genel uygulama alanına sahip mevzuatı kapsadığı söylenebilecektir.6

Yasama tasarrufu ile birlikte yasama dışı tasarrufların da ne olduğu ve nasıl sınıflandırılacağı kurucu antlaşmada düzenlenmemiştir. Ancak, yasama dışı tasarruflar, yasama tasarruflarından net olarak ayrılmamış olsalar da en azından kurucu antlaşmada yetki devrinin nasıl yapılacağı zikredilmiştir.7 Bu yetki devri usulü Topluluğun ilk dönemlerinden beri evrimleşerek uygulanagelen bir usul olarak karşımıza çıkmaktadır.8 Buna göre Konsey,       

4 Çeşitliliğin yanı sıra yasama prosedürleri, özellikle de Topluluk sütunu altında yer alanlar oldukça karmaşıktır. CRAIG, Paul – GRAINNE, Burca, EU Law Text Cases and Materials, 4th Edition, Oxford University Press, New York, 2008, s.108. Bu süreçler Topluluk kurumlarının süreç boyunca aldıkları pozisyonlara göre sınıflandırılmıştır. Bkz.

CRAIG, Paul – GRAINNE, Burca, EU Law Text Cases and Materials, 3rd Edition, Oxford University Press, New York, 2003, s.139 vd.

5 Bir örnek için bkz. Case C- 348/85, Denmark v. Commission, 1987, ECR 5225 prg. 19.

6 LIISBERG, Jonas Bering, The EU Constitutional Treaty and its distinction between legislative and non legislative acts – Oranges into apples?, Jean Monnet Working Paper 01/06, 2006, s.7.

7 AETA m.145.

8 1957 tarihli Avrupa Ekonomik Topluluğunu Kuran Antlaşma (AETA) m.145.

(22)

kurucu antlaşmanın hedeflerinin gerçekleştirilebilmesi amacıyla yürütme yetkileri bakımından yetki devrinde bulunabilecektir. Konsey, devredilen bu yetkilerin kullanımı için belirli kurallar belirleyebilecektir.9 Bu da, devredilen yetkilerin belirli kurallar dahilinde kullanılabileceğini göstermektedir. Burada zikredilen belirli kurallar ise komitoloji usulünü ifade etmektedir.

Böyle bir düzende, tasarrufların niteliklerinin bir şekilde ortaya konulması ve ayrımın bir şekilde yapılması gerekmektedir. Örneğin yasama tasarrufunun ne olduğunun açıkça ortaya konulması özellikle iptal davaları açısından önem kazanabilmektedir.10 Lizbon Antlaşması’ndan önce kurucu antlaşmada yasama tasarrufları ve usulleri hakkında açık bir betimleme yapılmamıştır. Buna rağmen örneğin kişilerin iptal davalarını ‘kararlara’

karşı açabileceği düzenlenmiştir. Bu ‘karar’ ifadesinin ne şekildeki tasarrufları kapsadığının yorumu ise yine Divan tarafından yapılmıştır.11 Hatta Divan, işlemlerin resmi adından bağımsız olarak, konusu ve kapsamını değerlendirerek tasarrufun niteliğine karar verebileceğine hükmetmiştir.12 Nitekim Divanın bu yönde şekillenen içtihat hukuku, Lizbon Antlaşması’nda yasamanın ve yasama tasarrufu-yasama dışı tasarruf ayrımının yapılması yönünde belirleyici olmuştur.

Sonuç olarak, yasama tasarrufunun ne olduğunun belirlenebilmesi, dahası yasama tasarrufu – yasama dışı tasarruf ayrımının yapılabilmesi için o tasarrufun maddi yönüne bakılması zorunlu hale gelmektedir. Bu husus ise, özellikle açılan davalarda ilgili tasarrufun ne olduğunun belirlenebilmesi için ayrı bir inceleme yapılmasını gerektirmekte ve doğal olarak iş yükünü arttırmaktadır. Bu karmaşanın ve iş yükünün önüne geçebilmek amacıyla Avrupa Anayasal Antlaşması’nda düzenleme yapılmışsa da ilgili Antlaşma onay süreçlerini tamamlayamamış ve yürürlüğe girememiştir.13 Sonra gelen       

9 Nice Antlaşması (NA) ile değişik Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma m.202.

10 İptal davası ile ilgili genel bilgi için bkz. BAYKAL, Sanem – GÖÇMEN, İlke, Avrupa Birliği Kurumsal Hukuku, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2016, Bölüm V.

11 Divan 1994 yılında verdiği Codorniu kararı ile birlikte kişilerin, bireysel ve doğrudan ilgili olma koşullarını sağlayan tüm tasarruflara karşı iptal davası açılabileceklerine hükmetmiştir. Bkz. Case C-309/89, Codorníu SA v Council of the European Union, 1994, ECR I-1853, prg.19.

12 Joined cases 16-17/62, Confédération nationale des producteurs de fruits et légumes and others and Fédération nationale des producteurs de raisins de table v. Council, 1962, ECR 478.

13 Avrupa Anayasal Antlaşması (AAA) her ne kadar yasama tasarrufu – yasama dışı tasarruflar bakımından değişik bir yapılanma öngörmüşse de, bu antlaşma yürürlüğe girmediği için ayrıca incelenmeyecektir. AAA’nın bu bakımdan getirdiği yapılanma için bkz. GÖÇMEN, İlke, Avrupa Birliği Hukukunda Direktiflerin Bireyler Arasındaki İlişkilere Etkileri, Yetkin Yayınevi, Ankara, 2008, s. 67–73; HOFMANN, Herwig, A Critical Analysis of the new Typology of Acts in the Draft Treaty Establishing a Constitution for Europe, European Integration online Papers (EIoP) Cilt. 7, N. 9, 2003, http://eiop.or.at/eiop/pdf/2003-009.pdf

(23)

Lizbon Antlaşması ise kendi içerisinde yasama tasarrufları ile yasama dışı tasarrufları ayırarak sistematize etmiştir. Lizbon Antlaşması’nın bu konuyu kendisinden önceki döneme göre ne oranda farklı ele almış olduğu ileride incelenecektir.

Yasama Dışı Tasarrufların Çıkarılma Yöntemi

Yasama dışı tasarruflar, aslen Komisyon tarafından çıkarılmakta olup Komisyon, hem saf idari nitelikli tasarruflar hem de yetki devrine dayanan ve daha ‘yasal’14 olarak tanımlayabileceğimiz tasarruflar bakımından söz sahibi olabilmektedir. Komisyon gerek normatif gerek idari nitelikte olan bu yürütme yetkilerini kullanırken ‘komitoloji’ adı verilen bir yöntem kullanarak çalışmaktadır. Peki, komitoloji prosedürü nedir ve Komisyon ve diğer kurumların bu yapı içerisindeki pozisyonları nasıl değişmektedir? Devam eden başlıklar altında öncelikle komitolojinin ne olduğu ve neden böyle bir yönteme ihtiyaç duyulduğu ortaya konulduktan sonra yapının işleyişi ele alınacaktır. Yapılan bu inceleme, Lizbon Antlaşması ile değişen unsurların geçmişinin net bir şekilde görülmesine olanak sağlayacaktır.

Komitoloji Prosedürünün Ortaya Çıkışı ve Gelişimi

Komitoloji, üye devletlerin,15 Birlik tasarruflarının Komisyon tarafından uygulanmasını kontrol etmeleri/denetlemeleri için kullanılan bir yol olarak tarif edilebilecektir.16 Bu yöntemde üye devletlerin uzmanlarından oluşan komiteler, Komisyonun çalışmalarını denetlemekte ve şekillendirmektedir.17       

14 ‘Quasi-Legislative Measures’ olarak kullanılan ve yasama benzeri tasarruflar olarak çevrilebilecek bu tasarruflar, uygulama yetkilerinin Komisyona devredilmesi sonucu çıkartılan ve yeknesak olarak uygulanması gerekli olan teknik kuralları düzenleyen idari nitelikli tasarruflardan ayrılmaktadır. Bu yasama dışı tasarruf türü ile bir yasama tasarrufunun asli olmayan unsurları değiştirilebilmektedir. Ancak Lizbon Antlaşması öncesinde idari ve yasama benzeri tasarruflar arasında ayrım yapılmamıştır ve her iki yasama dışı tasarruf da aşağıda incelenecek komitoloji prosedürüne tabi kılınmıştır.

15 Sonraki dönemde Avrupa Parlamentosu da dahil olmuştur. Regulation (EU) No 182/2011, Laying Down The Rules And General Principles Concerning Mechanisms For Control By Member States Of The Commission’s Exercise Of Implementing Powers, OJ L 55/13, 28.2.2011.

16 HANSEN, J. Blom, The EU Comitology System in Theory and Practice, Keeping an Eye on the Commission?, Palgrave, UK, 2011, s.2 ; BRANDSMA, Gijs Jan, Controlling Comitology: Accountability in a Multi-Level System, Palgrave, UK, 2013, s.19-20.

17 Komisyon, Antlaşmalar ile kendisine verilen birçok görevi yürütmektedir. Bu görevlerden biri de Birlik çerçevesinde yürütme yetkilerini haiz olmasıdır. Ancak Komisyonun bir yürütme organı olarak tanımlanması, onun sadece genel ve otonom bir yürütme erkine sahip olacağı anlamına gelmemektedir. Bu tanımlama aksine, Konsey tarafından verilen yetkilerle hareket etme işlevini vurgulamaktadır; çünkü Komisyon bir organ olarak üye devletlerde idari uygulamaları gerçekleştirme yönünden idari yapılanmaya sahip bulunmaz. Bkz.

(24)

İdari fonksiyonun sürdürülebilmesi belirli bir yapılanmayı zorunlu kılmaktadır ve teknik kararların alınabilmesi belirli bir uzmanlığa ihtiyaç duymaktadır. Konsey ve Parlamento ise detaylı ve özellikle uygulama sürecinin gerektirdiği karmaşık ve kimi zaman ivedilik gerektiren teknik kararların alınmasından çok, genel düzenlemeler ortaya çıkartma yönünde hareket etmektedir. Genel kuralların uygulanmasına yönelik detaylı düzenlemelerin yapılması görevi ise başka bir organa devredilmelidir.

Topluluğun ilk dönemlerinden itibaren Konseyin bazı durumlarda yetki devrinde bulunabileceği kurucu antlaşmada yer almaktadır.18 Komisyonun ise Konsey tarafından ortaya konulan kuralların uygulanmasının sağlanabilmesi için yetkilendirilebileceği düzenlenmiştir.19 Bu düzenlemelerden görmekteyiz ki kurucu antlaşma, her ne kadar diğer kurumlar ve üye devletlere geniş yetkiler vermekteyse de, teknik açıdan yürütme görevini üstü kapalı olarak Komisyona bırakmış durumdadır.

İlk komitoloji uygulamaları 60’lı yılların ilk yarısında görülmüştür. İlk komiteler, özellikle tarım politikalarında hızlı ve teknik olarak detaylı düzenlemelerin yapılması gerekliliğinin doğmasıyla birlikte, oldukça sorunlu bir alan olarak görülebilecek Ortak Tarım Politikasının (OTP) yürütülmesi döneminde ortaya çıkmıştır.20 Hansen, yürütmenin tarafsız olamayacağının unutulmaması gerektiğine vurgu yaparak ve üye devletlerin belirli derecelerde supranasyonel yapıya katılması durumunun da göz ardı edilmemesi gerektiğini belirterek bu komitelerin neden ortaya çıktığına ilişkin üç hipotez oluşturulabileceğini savunmaktadır. Bunlardan ilki üye devletlerin OTP’nin yönetilmesi bakımından değişken tercihlere sahip olması ve esas konuların       

TEZCAN, Ercüment, Avrupa Birliği Komisyonu, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Ankara, 2007, s.490. Bu tanımlama ise bizi, komitoloji prosedürünün ortaya çıkmasına yol açan temel neden olan Komisyonun denetim altında tutulması unsuruna yönlendirmektedir.

18 AETA’nın 145. maddesine göre, Antlaşmanın amaçladıklarına ulaşılabilmesi için Konseye karar alma yetkisini devredebilme imkanı tanınmıştır.

19 AETA m.155.

20 Le Conseil, Règlement N° 19, Portant établissement graduel d'une organisation commune des marchés dans le secteur des céréales, OJ N.30, 20. 4. 1962, Bu ilk komiteler ağırlıklı olarak idari niteliktedir. Düzenleyici işleve sahip bulunan komiteler ise 60’lı yılların ikinci yarısında görülmeye başlanmıştır. Bkz. Regulation (EEC) No 802/68 of the Council of 27 June 1968, On The Common Definition of The Concept of The Origin of Goods, OJ L 148/

1, 28.6.68; Regulation (EEC) No 803/68 of the Council of 27 June 1968 On The Valuation of Goods For Customs Purposes, OJ L 148/6, 28.6.68. Komitoloji komiteleri ile ilgili ilk adım atılırken Parlamento, Komisyonun Antlaşmadan kaynaklanan yetkilerinin kısıtlanmaması ve Konseyin kendisine danışmadan yeni bir kurumsal yapılanma kurmaması gerektiğine ilişkin bir karara varmıştır. Bkz. Résolution Sur Lés Attributions de la Commission Européenne Dans La Mise En Œuvre De La Politique Agricole Commune, OJ P3 72/62, 17.01.1962.

(25)

yanı sıra ikincil idari sonuçlar daha az değer teşkil ediyormuş gibi görünse de üye devletlerin bu teknik yönleri dahi belirlemeye katılmada oldukça aktif davranmalarıdır. İkinci hipotezi, Komisyonun OTP için idari örgütlenme teklifi sunmasının hükümetlerarası pazarlık yapılabilecek bir çözüm olarak görülmesi oluşturmaktadır. Üçüncü hipotez ise supranasyonel ve ulusal yürütme kuvvetlerinin uzlaştırılabilmesi için diğer politika alanlarında da özellikle hükümetlerarası pazarlığın yapılabilmesinin önünü açmak için böyle bir model benimsendiğidir.21 Hangi görüş benimsenirse benimsensin sonuç, Komisyonun hükümetlerarası bir pazarlığın konusu haline getirilmiş olmasına dayanmaktadır.22

Her ne kadar üye devletlerin ve tabii ki Konseyin elini güçlendiren bir uygulama olsa da komitoloji komitelerinin kullanımı için kurucu antlaşmada açık bir hüküm bulunmamaktadır. Avrupa Tek Senedi (ATS) ile birlikte yapılan değişikliğe kadar da Konseyin, komitoloji komitelerini oluşturarak kullanmasının yasal bir dayanağı bulunmamıştır.23 Bu eksikliğe rağmen Divan, Köster kararında komitoloji prosedürünü Topluluk hukukuna aykırı bulmamıştır. Ön karar usulünün kullanılması sonucu Divan önüne gelen bu davada bir Alman şirketi, tahıl pazarını genel olarak düzenleyen Konsey       

21 HANSEN, Jens-Blom, The Origins of the EU Comitology System: A Case Of Informal Agenda-Setting By The Commission, Journal of European Public Policy, Cilt. 15, No.2, 2008, s.212 vd.

22 Antlaşma yürütme bakımından Komisyona geniş bir yetki veriyor olsa da bu yetkilendirme gerek üye devletler gerek Konsey tarafından önüne geçilmek suretiyle, Komisyonun hareket serbestisi kısıtlanmaya çalışılmıştır. Bu durumun arkasında ise bütünleşme sürecinin kaygıları yatmaktadır. Üye devletlerin üzerinde ve supranasyonel bir yapılanmaya sahip

‘hükümet benzeri’ bir oluşumun topluluğu idare etmesi, düzenlemesi ve Komisyonun, topluluğun bir birliğe dönüşmesini sağlayacak itici gücü oluşturmasına yönelik düşüncelere rağmen Komisyon, kontrollü bir şekilde denetim altına alınmaya çalışılmıştır. Bu amaçla da komitoloji prosedürü kullanılmıştır. Tindemans ise Avrupa Birliğine ulaşılabilmesi için birçok unsurla birlikte, yapılması gerekeni yapabilmesini sağlayacak yürütme yetkileriyle donatılmış bir Komisyonun önemini vurgulamıştır. Bkz. Bulletin of the European Communities, 25 March 1987 Thirtieth Anniversary of the Signing of the Treaties of Rome, Supplement 2/87, s.7 vd. Delors, Avrupa projesinin devamını, üye devletlerin bireyselciliği ve gerek coğrafi gerek kültürel ayrışmaların yaşanmasının önüne geçebilecek bir kurum olan Komisyona bağlamaktadır. Bkz. Bulletin of the European Communities, s. 9 vd. Craig ve De Burca’ya göre Konsey, Komisyonun federatif eğiliminin farkında olup, komitoloji komitelerinin oluşturulduğu dönem ve sonrasında yasama dışı işlemler bakımından yetkilerini hükümetlerarası bir kontrol sağlamaksızın devretmek istememiştir.

CRAIG – DE BURCA, 2008, s.118.

23 ATS ile birlikte AETA’nın 145. maddesi değiştirilmiştir. Konseyin kabul ettiği mevzuatta yer alan kuralları uygulama yetkisini Komisyona devredeceğinin açıkça altını çizildikten sonra bu yetkinin kullanımına şartlar getirebileceği hüküm altına alınmıştır. Bu sayede komitelerin kullanımı da yasal bir zemine oturtulmuştur. Bkz. ATS m.10 (AETA’nın 145.

maddesi üzerinde yapılan değişiklik).

(26)

Tüzüğüne binaen Komisyon tarafından yönetim komitesinin katılımıyla birlikte çıkartılan ve tahılların ithalat ve ihracatına ilişkin teknik detayları düzenleyen Tüzüğün, kurucu antlaşmada böyle bir komite düzenlenmediğinden bahisle yasal olmadığı iddiasında bulunmuştur. Divan, Konseyin Komisyona devrettiği yetkiler bakımından kimi şartlar öne sürebileceğinin altını çizmiş, bu şartlardan birinin ise davaya konu olan komite usulü olabileceğini belirtmiştir. Divana göre bu şekilde oluşturulan komiteler, karar alma sürecinde asli bir rol oynamamakta ve nihai kararı eninde sonunda Konsey veya Komisyon vermektedir.24

Her ne kadar Divan, önüne gelen davada yaptığı yorum ile komitoloji komitelerini Topluluk hukuku içerisine oturtmaya çalışmışsa da bu husus yeterli görülmemiştir. ATS ile25 Konsey tarafından Komisyona yapılacak yetki aktarımının kapsamının genişletilmesiyle birlikte bu alanda bir mevzuat oluşturulması ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyaç Konseyin 1987 yılında bir komitoloji kararı almasını sağlamıştır.26 Bu ilk karar ile birlikte komitoloji değişim süreci başlamış bulunmaktadır. 1999 yılına kadar uygulama alanı bulan bu karar, kurumlar arası ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, özellikle de Parlamentonun bu sürece aktif katılım isteği nedeniyle yenilenmek durumunda kalmıştır.27

      

24 Case 25/70, Einfuhrstelle v Köster, 1970, ECR 1161, prg.3-12.

25 Bkz. dn.22.

26 Council Decision, 87/373/EEC, Laying Down the Procedures for the Exercise of Implementing Powers of 13 July 1987, OJ L 197, 18.7.1987. Bu karar ile Konsey, komitoloji komitelerinin usullerine ilişkin ilke ve kuralları belirleyen organ olarak Komisyon karşısındaki üstünlüğünü korumuştur. Alınan bu karar ile komite usulleri üç şekilde yapılanacak şekilde belirlenmiştir. Ayrıntılı inceleme için Bkz. YÜRÜKÇÜ, Arzu, Avrupa Birliği’nde Komitoloji Usulleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006, s.29 vd.

27 Council Decision, 1999/468/EC, Laying Down the Procedures for the Exercise of Implementing Powers Conferred on the Commission, 28 June 1999, OJ L 184, 17.7.1999.

Parlamentonun yasama dışı tasarruflar bakımından oldukça geri planda bırakılmış olması ile Parlamentonun Komisyon üzerindeki geniş seçme ve denetleme yetkileri karşı karşıya gelerek ayrıksı bir alan oluşmasına neden olmuştur. Bu nedenle Parlamentonun komitoloji sürecine aktif olarak katılım sağlamak istemesi doğal bir sonuçtur. Üstelik Parlamentonun, kendisi bypass edilerek yasama dışı tasarruflar ile belirli alanların düzenlenmesi ihtimalinin de önüne geçmek istediğini düşünmekteyiz. Böyle bir sonuç ise Parlamento ve Konsey arasındaki yasama süreçlerini kapsayan kurumsal dengenin, iki kurum arasındaki güç dengesinin bozulmasıyla birlikte zedelenmesi ihtimalini doğurmaktadır. Bkz. VOS, Ellen, The Rise of Committees, European Law Journal, Cilt. 3, No. 3, 1997, s.214. Nitekim 1987 tarihli ilk komitoloji kararı Parlamento tarafından şiddetle eleştirilmiş ve Divan önüne getirilmiştir. Bu davada 1987 tarihli komitoloji kararının, Antlaşma ve ATS’nin ruhuna uygun olmadığı iddia edilmişse de Divan tarafından dava kabul edilemez bulunmuştur. Bkz.

Case 302/87, European Parliament v Council, 1988, ECR 5615. Parlamentonun başvurusu

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada, BM yaptırım kararları ve Rusya Federasyonu’nun BM yaptırımları konusundaki politikasını açıklaması ile birlikte uluslararası hukukta

Bu çerçevede Türkiye ve AB‟de cari işlemler hesabı, enerji tüketimi ve GSYİH arasındaki ilişki hem nicel hem de nitel olarak analiz edilmiş, Türkiye ve

Bugün büyük devrim liderimizin işaret ettiği yolda yürümeği çok şerefli ve çok verimli bir ilke olarak kabul eden Ankara Hukuk Okulu geçmişten kalma ilkeleri tarihe

Benzer iç güvenlik sorununa sahip olan ve bu sorunun bölgesel hatta uluslararası eğilim kazanmasından endişe eden Türkiye ve Irak gibi iki devletin dış

49 Bu noktada NATO’nun 2014 Galler Zirvesi ile üye devletlerin savunma harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasılalarının en az yüzde ikisine denk gelecek

Geri kabul edilecek kiĢinin geçerli bir seyahat belgesi veya kimlik kartı varsa ve üçüncüülke vatandaĢının veya vatansız kiĢilerin söz konusu olması

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin üye Devletlere ceza infaz politika ve uygulamalarının spesifik özellikleri hakkındaki tavsiye kararlarında, özellikle cezaevinde eğitim

Faydacılığı duygular temelinde bir soruşturmaya tabi tuttuğumuzda bu geleneğin antikiteye kadar gittiğini gözlemleriz. 411) ve Gorgias gibi Erken Dönem Sofistlerinin, Doğa