• Sonuç bulunamadı

H Uzak: Ben Irak

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "H Uzak: Ben Irak"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

91 Ben, göğsüme alarak besledim tanıdık bu sesi Yıldızın yağmura düştüğü meçhul bir temmuz gecesi

H

er şeyden önce, eski günleri hatırlamanın verdiği ciddiyetle ben ba- bamı avutuyordum, babam da beni. O gün bana son bakışı endişe dolu bir gülümsemeydi.

Dünyanın en zor savaşını vermeye gitmişti. Üzülmeyeyim diye her şe- yini erteledi. Tüm zamanlarını. Nereden bilebilirdi ki üzülmemem için er- telediği zamanlarımıza üzüldüğümü. Nerden bilebilirdim ki bu aklımın, bu vücudumun sevinçle değil de ızdırapla büyüyeceğini. Ondan uzak kalmak, her şeyden uzak kalmak değil miydi?

Evet, kâğıttan yaptığımız bu küçük kuşla başlamıştı yolculuk. Büyük göç haritasında sınırlar çizilmişti. Babam kuşu elinde tutup bana doğru ha- reket ettirdiğinde öyle heyecanlanmıştım ki bir an omzuma konacak sandım.

Annem o yumuşacık elleriyle elimi sıkı sıkı tutmasaydı korkudan bitişiğim- de duran tahta sandalyeye yığılacaktım. Hâlbuki kanatları olsa da uçamaz, ayakları olsa da sıçrayamazdı. Bu benim ilk korkumdu. Hani fâni bir ilk aşkı kaybetmiş gibi. Hani ölümle burun buruna gelmiş gibi. Hani yalancı şahit- lerin eline düşmüş gibi. Zamana mağlup olup muazzam bir kayboluş gibi.

Bir tarihçinin belge arama edasıyla gözümü gezdirdiğim yerlerde baba- mın ucu çatlamış fincanda yarım bırakmak zorunda kaldığı acı çayı, dem- liğin yükselen buharı, ocağın üzerindeki yarı boş yarı dolu toprak tencere, ahşap masadaki titrek mektuplar ve duvarda asılı alacalı peşkiri ve kırarık fötr şapkası duruyordu. Hepsini bu tahta valize sığdıramazdı annem. En önemlisi, üçünün resminin bulunduğu çerçeveyi. Kırılmasın diye özenle bir

Uzak: Ben Irak

Pınar VARDAR

ÖYKÜ

Türk Dili Kasım 2018 Yıl: 68 Sayı: 803

(2)

Uzak: Ben Irak

92 Türk Dili

bohçaya sarmıştı onu uzun parmaklarıyla. Her şeyi bırakabilirdi fakat o res- mi asla.

Hazırlanmamız kısa sürmüştü. Tencerede azıcık kalan çorbayı bana içirmişlerdi. Saat onu on geçiyordu. Aksilik bu, saat hep onu on geçiyordu.

Çizmelerimi giyerken süzdüğüm babam, odamıza son kez bakıyordu uçu- şan gözleriyle. Okulda çizdiğim resimler de bana. Olsun, dedim. Annemi, babamı ve kendimi yeniden çizebilirim. Kelebekleri, ağaçları ve kuşları da.

Usulca duvarda asılı oldukları yerden alıp katladı ve babasının cebine koyu- verdi resimleri.

Daha sabah olmamıştı. Aslında olacaktı ama olamıyordu bir türlü. Gün doğumu kilitlenmiş güneş memlekete küsmüş müydü ne. Mızmız bir karan- lık hüküm sürüyordu gökte. Bir o kadar da kudretli ve cesaretliydi…

Annemle babamın arasında ellerinden sıkıca tutmuş, ufacık pencere- leriyle kibrit çöpü gibi yan yana dizilmiş dört beş katlı taş evlerin önünden yürürken önümüzden ve arkamızdan tüm şehri kuşatmışçasına bir ejderha höykürüyordu. Kuyruğunun gölgesini görür gibi oldum bir ara, o soğuk bi- naların gövdesinde. Aynı anda hem bizi kovalıyor hem karşımıza çıkıyordu.

Bu ikinci korkumdu. Uzakta çırpınan ürpertici yakın siyahlık. Ardından tiz- den kalına tırmanan boğuk bir ses bekliyordum gelsin diye kulağıma.

Bulutlar iki göz müydü, bizi izleyen iki sıra dikenli tel mi, bilemedim.

Trenin püskürttüğü ve evlerin bacasından çıkan kara dumanlar. İşte, bütün suç onlarındı. Tren gelmemiş olsaydı babam gitmezdi. Annem ve beni bu- rada, hüzünlü evlerin arasında bırakmazdı. Bilmiyorum. Ben bu ayrılığı hiç istemedim.

Sadece babam değil, tüm fötr şapkalı adamlar binip gidiyordu trene.

Biliyorum ama sadece benim babam şapkasının altında kâğıttan küçük bir kuş götürüyordu. Annem ağlamasa diğer kadınlar ve çocuklar ağlamasa ağ- lamayacaktım. Trenin acı sireni çalmasa ayrılmayacaktık. Umutla bırakılan yüzlerce silik yüz zorla ayrıldı istasyondan.

Evet, tren gitti. Evet, annem ve ben geldiğimiz yoldan geri dönüyorduk evimize. E-vi-mi-ze. Aynı ejderha yine bizi takip ediyordu boş sokakta. Sa- bah oluyordu. Korkmamalıydım.

Babam, trenden inince üç katlı beyaz bir gemiye binmiş. Kuğu gibiymiş.

Ben gemi nasıl bir şey bilmiyordum. Üç dört katlı evlerimize mi benziyordu.

Yoksa üç vagonun üst üste konmuş hâli gibi miydi? Babam da şu an çorba içi-

(3)

Pınar VARDAR

Türk Dili 93

yor muydu? Şimdi burada gece orada da gece miydi? Gemide ışık var mıydı?

Çatısı var mıydı mesela? Penceresi? Tıpkı evimiz gibi soğuk muydu?

İğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık gemiyle tam on gün, on gece yolculuk yapıldı. Üzerlerinde uzun kuyruklu korsan martılar dolaştı.

Kâğıttan yaptıkları küçük kuş söyledi bunları.

Kıyıya yanaşırken tanrılar el sıkışıyordu önlerindeki devasa iki ayrı gemiden. Birinin yükü çay ve elma, diğerinin tencere ve demlikti. Tanrılar, yaptıkları anlaşmadan memnunlar. Memnunlar çünkü kurdukları yeni dün- yada altından gökdelenler uzanıyor semaya. Kendileri kadar soğuk ve koca- man. Tanrıların kuşları, bizim kâğıttan kuşumuzun yüz katı kadarmış. Tan- rılar ehramın en üstünde yaşarmış. İşte o gün, babam ilk korkusunu yaşamış.

O havası kirli dişli çarklar ülkesinden her hafta mektup postalıyordu.

Büyük fabrikaların devasa bacalarından çıkan beyaz dumanların boğazını nasıl yırttığını, rayların üzerinde hareket eden devasa makinelere ceketiyle sağ kolunu nasıl kaptırdığını, uçmaya gidenlere yol gösterircesine göğe uza- yıp giden merdivenleri ve parmakla sayılacak kadar az olan ağaçları anlatı- yordu.

Ben de burada kahve taştı diye üzülüyorum. Oturup ağlıyorum. Hani beni kim anlar diyorum, seni kim anlar...

Onlar için sıradan şeylerdi havanın hep soğuk olması, her gün yağmur yağması, misafir kabul edilmeyen evlere ayakkabıyla basılması, en güzel koltukların üzerinde kedilerin dolaşması. Her an termoslarda sıcak neskafe bulunması, mikrodalgada ısıtılan hazır yiyecekler tuhaf geliyordu babama.

Hangi birini saysındı ki.

Bir keresinde tanrılardan birinin yumurtladığını yazmıştı. Ananas gö- rüntüsünde, kırınca içinden pırlantalar dökülen bir yumurta. Bazı yumurta- lardan kedi, tilki, salyangoz ve kertenkeleler çıktığını da görmüş. Ayrıca bu hayvanların keman ve akordeon eşliğinde dans ettiklerini de.

Şehrin tam ortasında, kocaman bir binanın en tepesinde, kocaman bir saat vardı. Nereden bakarsan bak mutlaka görürdün saatin kaç olduğunu.

Böylece, şehre gelen işçiler çalışma saatlerini hiç aksatmazlardı.

Babam, gittiği ülkenin dilini bilmediği için kâğıtlara şekiller çizerek an- latmış söylemek istediklerini bir müddet. Kaldığı tek kişilik odada duvar- larla, karyolayla, masayla konuşurmuş. Her gece valizinden çıkardığı resme bakıp, yavrusunu çocuk işçilerin yerine koyup sıcak döküm atölyelerinde

(4)

Uzak: Ben Irak

94 Türk Dili

çıplak ayaklarıyla ocağa kürek kürek kömür attığını, omuzlarını bastıran tanrılara karşı çaresizce bir şey yapamadığını düşünüp boğulurmuş.

Yüzlerce işçi dev dişli çarkların altında ezilirken tanrılar gizli planlar ya- parmış. Bir dişin kovuğuna yetmeyen dünyamızı kendilerine pay edivermiş- ler. Bu; yolculuktan kalan mutlu bir varış değil, ejderhanın göğsüme vuran koyu gölgesindeki hüzün…

Biliyorum ki yakında babam geri dönecek. Hem de gerçekten. Ben adam olacağım. İçimdeki renkler tüm çıplaklığıyla gökkuşağı. Çizmemi giyip, yün şapkamı takıp karşılamaya gideceğim istasyona. Fötr şapkasını yine duvara, aynı yerine asacak. O yokken çizdiğim resimlerimi asacağız hemen yanına.

Mutlu olmak adına beklemekten vazgeçmeyeceğim. İlkbahara kadar, sonbahara kadar, kışa kadar…

Referanslar

Benzer Belgeler

KARADENİZ’e akan derelerin önünü asfalt yolla kapatıp, sonra “Dere niye taştı?” diye sormanın elbette bir adı vard ır.. Ama

Dışsalcılık açısından şansı engellemek için bilginin üçüncü koşulu olarak gerekçelendirmeyi aynen bırakmak (Quine ve Rorty gibi radikal dışsalcılar hariç) ve

Çocuk gözüyle görseydim ağlarken babamı, onun için üzülürdüm; aciz ve çaresiz, acınılacak birisi duygusuna kapılırdım belki… ama şimdi daha da büyüdü

Bilmek şöyle dursun, onların gün yüzüne çıkartılmasını yasaklayanların, sular altında bırakmak isteyenlerin de ne denli bunlardan yoksun olduklar ını... Cengiz

Bu problemi test etmek için araçsal yardım etme görevi kullanılarak yetişkinin yere düşen nesneye ihtiyacı olup olmadığı ile nesnenin kendiliğinden yere düştüğü

Bu çal›flmada hastanemizde yata- rak tedavi gören hastalar›n klinik örneklerinden izole edilen 68 enterokok suflunda Brain Heart Infusion Agar (Oxoid) be- siyerinde 2000 mm

Yapılan reformdan sonra ilk me­ zunlarını bu yıl vermiştir. Miies- sesenin müdürü bu vesile ile dergimize yazdığı aşağıdaki yazı­ da, Darüşşafakanın

fliflmanlardaki dopamin almaç say›s›n›n azl›¤›, beyinlerinin çok yeme al›flkanl›¤›n›n yükseltti¤i dopamin düzeylerini dengelemek için gelifltirdi¤i bir