• Sonuç bulunamadı

15. HAFTA ALLAH YOLUNDA SAF HALİNDE SAVAŞANLAR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "15. HAFTA ALLAH YOLUNDA SAF HALİNDE SAVAŞANLAR"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ALLAH YOLUNDA SAF HALİNDE SAVAŞANLAR

1. Kavramsal Çerçeve

Sözlükte “öldürmek, katletmek, kırıp geçirmek, savaşmak, mücadele etmek”1 anlamındaki (ل-ت-ق) k-t-l kök harflerinden türetilmiş olan katl “bir canlının başka bir canlıyı öldürmesi, bir kimsenin hukuken can dokunulmazlığı bulunan bir şahsın ölümüne yol açacak bir davranışta bulunması, adam öldürme su- çu”2 demektir. Bu suçu işleyene kâtil, öldürülen kişiye de maktûl adı verilir.3

Şimdi, çalışmamızda bu bölümün açılmasına konu olan ve Yüce Allah’ın (cc), kendi yolunda kenet- lenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sevdiğini beyan ettiği Saff sûresi 4. âyette fiil formuyla َنوُلِتاَقُي yükâtilûne şeklinde zikredilen (ل-ت-ق) k-t-l kök harflerinden türetilmiş kelimelerle anlam yönünden ilişkisi bulunan cihâd kavramını incelemek istiyoruz.

Sözlükte “çalışmak, güç ve gayret sarfetmek, herhangi bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak”4 anlamındaki (د-ه-ج) c-h-d kök harflerinden türetilmiş olan cihâd “Kur’ân’ın içerdiği emir ve yasakları bilip ona göre yaşamak, Kur’ân’ın mesajlarını başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kö- tülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ etmek, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek, İslâm düşmanlarıyla Allah yolunda savaşmak, nefs-i emmâreyi yenmeye çabalamak”5 demektir. Cihâd,

“Allah yolunda can, mal, dil ve diğer vasıtalarla savaşta elden gelen bütün güç ve gayreti sarfetmektir.”6 Cihâd eden kişiye de mücâhid denir. Hz. Peygamber (s) mücâhidi, “nefsiyle cihâd eden kişi”7 şeklinde ta- nımlamaktadır.

İslâm’da cihâd büyük önem arz etmektedir. Bu bağlamda Kur’ân’daki şu âyetler oldukça dikkat çe- kicidir:

ِرِفاَكْلا ِعِطُت َلََف ِهِب ْمُهْدِهاَج َو َني

ِبَك اًداَه ِج

ا ًري “Kâfirlere boyun eğme ve onunla (Kur’ân ile) onlara karşı büyük cihâd yap.”8

ِقِفاَنُمْلا َو َراَّفُكْلا ِدِهاَج ُّيِبَّنلا اَهُّيَا ٓاَي ِصَمْلا َسْئِب َو ُمَّنَهَج ْمُهي ٰوْاَم َو ْمِهْيَلَع ْظُلْغا َو َني

ُري “Ey peygamber! Kâfirlerle ve münâfıklarla

cihâd et; onlara sert davran; onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!”9 ِف اوُدَهاَج َو او ُرَجاَه َنيِذَّلا َو اوُنَمٰا َنيِذَّلا َّنِا

ٌمي ِح َر ٌروُفَغ ُ ٰاللّ َو ِِۜ ٰاللّ َتَمْح َر َنوُج ْرَي َكِئٰٓل ۬وُا ِِۙ ٰاللّ ِليِبَس ي “İman edenler, Allah yolunda hicret edip savaşanlar var ya işte Allah’ın rahmetini umacaklar onlardır. Allah, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.”10

ِذَّلا ُ ٰاللّ ِمَلْعَي اَّمَل َو َةَّنَجْلا اوُلُخْدَت ْنَا ْمُتْبِسَح ْمَا ِرِباَّصلا َمَلْعَي َو ْمُكْنِم اوُدَهاَج َني

َني “Yoksa siz, Allah içinizden cihâd edenleri ve

dâvası uğrunda sabredip direnenleri ortaya çıkarmadan kolayca cennete girivereceğinizi mi sandınız?”11 ِذَّلا َو

َمٰا َني ِف اوُدَهاَج َو او ُرَجاَه َو اوُن ِبَس ي

ِذَّلا َو ِ ٰاللّ ِلي ُهَل ِۜاًّقَح َنوُنِم ْؤُمْلا ُمُه َكِئٰٓل ۬وُا او ُٓرَصَن َو ا ْو َوٰا َني

ِرَك ٌق ْز ِر َو ٌة َرِفْغَم ْم

ٌمي “İman edip hicret

eden ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihâd edenlerle, onlara kucak açıp yardım edenler, işte onlar gerçek mü’minlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve kesintisi olmayan güzel ve bol bir rızık vardır.”12

ِِٰۜاللّ َدْنِع ًةَج َرَد ُمَظْعَا ِْۙمِهِسُفْنَا َو ْمِهِلا َوْمَاِب ِ ٰاللّ ِليِبَس يِف اوُدَهاَج َو او ُرَجاَه َو اوُنَمٰا َنيِذَّلَا

َنو ُزِئآَفْلا ُمُه َكِئٰٓل ۬وُا َو “İman edenler, hicret

1 Ezherî, “Ktl”, 3: 2884-2885; Cevherî, “Ktl”, 2: 278-279; İbn Fâris, “Ktl”, 844; Isfehânî, “Ktl”, 655-656; İbn Manzûr, “Ktl”, 12: 22-25.

2 Ezherî, “Ktl”, 3: 2884-2885; Cevherî, “Ktl”, 2: 278-279; İbn Fâris, “Ktl”, 844; Isfehânî, “Ktl”, 655-656; İbn Manzûr, “Ktl”, 12: 22-25.

3 Katl, kâtil ve maktûl kelimeleri hakkında geniş bilgi için bk. Ali Bardakoğlu, “Katil”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2002), 25: 45-48.

4 Ezherî, “Chd”, 1: 675-676; Cevherî, “Chd”, 1: 216-217; İbn Fâris, “Chd”, 210; Isfehânî, “Chd”, 208; İbn Manzûr, “Chd”, 3: 223-225.

5 Ezherî, “Chd”, 1: 675-676; Cevherî, “Chd”, 1: 216-217; İbn Fâris, “Chd”, 210; Isfehânî, “Chd”, 208; İbn Manzûr, “Chd”, 3: 223-225.

6 Ebû Bekr b. Mes‘ûd Ahmed el-Hanefî el-Kâsânî, Bedâi‘u’s-sanâi‘ fî tertîbi’ş-şerâi‘ (Kahire: Matba‘atü’l-Cemâliyyeti’l-Âmira, 1910), 7: 97; Mu- hammed Emîn b. Ömer b. ‘Abdulazîz ed-Dımeşkî İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr ‘ale’d-dürri’l-muhtâr (Kahire: yy., 1969), 4: 121.

7 Tirmizî, “Fezâilü’l-Cihâd”, 2.

8 Furkân 25/52.

9 Tevbe 9/73; Tahrîm 66/9.

10 Bakara 2/218.

11 Âl-i ‘Imrân 3/142.

12 Enfâl 8/74.

(2)

edenler ve mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihat edenler, Allah yanında pek büyük mertebelere sahip- tirler. İşte bunlar kurtuluş ve başarıya erişenlerin ta kendileridir.”13

Bu âyetler cihâdın, Müslümanların bekâsı, inananların Yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretini kazan- ması, insanlar arasında inananlarla inanmayanların ayırt edilmesi, Müslümanların Allah yolundaki feda- karlıklarının anlaşılması ve onların Yüce Allah’ın katındaki üstün mertebeye ulaşmaları adına ne denli önemli olduğunu göstermektedir.

Hz. Peygamber de cihâda büyük önem atfetmektedir. Bu kapsamda o, “Mü’min kılıcı ve diliyle cihâd eder.”14 “Müşriklere karşı mallarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihâd edin!”15 buyurarak, Müslümanın İslâm düşmanlarına karşı tüm imkânlarıyla cihâd etmesi gerektiğini bildirmektedir.

Hz. Peygamber (s) “Cihâdın en faziletlisi zalim sultanın yanında hakkı söylemektir.”16 buyurarak, yönettiği kişilere âdil davranmayan, onlara zulmeden, hak ve hakikatten uzak bir hayat anlayışına sahip olan ve hakkın yerini bulmasını engelleyen idarecinin huzurunda gerçeği söylemenin en faziletli cihâd olduğunu beyan etmektedir. O, “Kim yapmayacakları şeyleri söyleyenlerle ve emrolundukları işleri yap- mayanlarla eliyle, diliyle ve kalbiyle cihâd ederse o mü’mindir.”17 ifadeleriyle de insanlara karşı övgüyle söz ettikleri şeyleri kendileri yapmayan, İslâm’ın emirlerini yerine getirmeyen, Kur’ân âyetlerine karşı duyarlı davranmayan kişilerle de cihâd edilmesini, böylelikle onların da Yüce Allah’ın (cc) dosdoğru yolu- na döndürülmeye çalışılmasını salık vermektedir.

Hz. Peygamber (s), cihâd edecek olan bir Müslümanın aile fertlerine ya da başka insanlara karşı olan sorumluluklarını yerine getirmesini de mutlaka önemsemektedir. Bu çerçevede o, savaş hazırlığı yapmakta olan İslâm ordusuna katılmak üzere kendisine müracaat eden bir kişiye ana-babasının hayatta olup olmadığını sormuş; onların hayatta olduklarını öğrenince de “O halde onlara hizmet yolunda - nefsinle- cihâd et!”18 buyurmuştur. Bu durum, ihtiyaç içerisindeki ana-babaya hizmet etmenin de cihâd sevabı kazandıracak büyük bir ibadet olduğunu göstermesi bakımından oldukça manidardır.

Cihâdın kapsam ve yöntemleri insanların özel durumlarına ve şartalarına göre değişiklik arz edebi- lir. Nitekim kendisine, “Ey Allah’ın Rasulü! Görüyoruz ki cihâd amellerin en faziletlisidir; o halde biz de cihâd etmeli miyiz?” şeklinde bir soru yönelten Hz. Âişe’ye (ra) Hz. Peygamber’in (s), “Sizin için cihâdın en faziletlisi makbul hacdır.” 19 cevabını vermesi, cihâdın hem kapsam hem de yöntem bakımından farklılık gösterebileceğini açıklaması adına önemlidir.

Cihâdın İslâm toplumu ve Müslümanlar açısından pek çok amacı vardır. Zira İslâm’a göre hayat, cihâdla anlam kazanmaktadır. Bu doğrultuda cihâd etmenin öne çıkan amaçları Yüce Allah’a kulluk yap- mayı hayatın hedefi haline getirmek, nefsi arındırmak, İslâm’ı insanlara tebliğ etmek, Kur’ân’ın emir ve yasakları konusunda bireysel ve toplumsal anlamda duyarlılık oluşturmak, Allah ve Rasulü’nün koymuş olduğu prensiplerin hayata hâkim olmasına katkı sunmak, İslâm coğrafyasını ve Müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunmak ve bu konuda gerektiğinde savaşmaya hazır olmak ve savaşmaktır.

Bu istikamette cihâd kalp, dil, el ve silâh gibi her türlü vasıta ile yapılabilmektedir.20 Ancak burada hemen ifade etmek gerekir ki Kur’ân’ın saldırı savaşına olumlu bakmadığı ve savaş konusunda sadece savunma- ya izin verdiği görülmektedir.21 Nitekim Kur’ân’da savaşa izin veren âyetlerin -neredeyse- tamamı, Medi- ne döneminde indirilen sûrelerde yer almakta ve hepsinde saldırıya karşı savunmanın yapılması söz ko- nusu edilmektedir. Öte yandan Kur’ân’da داَه ِج cihâd kelimesi “silahlı savaş” anlamını da içermekle birlikte Kur’ân’ın savaş için kullandığı sözcükler kıtâl ve mukâtele kelimeleridir. Aralarındaki farkı da şu şekilde açıklamak mümkündür: Kıtâlde hedef adam öldürmek iken, İslâm’da cihâdın amacı insanı öldürmek değil,

13 Tevbe 9/20. Cihâd ve önemi konusunda başka âyetler için bk. Nisâ’ 4/95; Mâide 5/35, 54; Enfâl 8/72, 75; Tevbe 9/16, 19, 24, 41, 44, 81, 86, 88;

Muhammed 47/31; Hucurât 49/15; Mümtehıne 60/1; Saff 61/11.

14 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3: 456.

15 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3: 124; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 17.

16 Ebû Dâvûd, “Melâḥim”, 17; Tirmizî, “Fiten”, 13.

17 Müslim, “Îmân”, 80.

18 Buhârî, “Cihâd”, 138; Müslim, “Birr”, 5.

19 Buhârî, “Cihâd”, 1.

20 Ahmet Özel, “Cihad”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1993), 7: 528 (527-531).

21 Bakara 2/190, 191, 192, 193; Nisâ’ 4/89-91; Tevbe 9/5; Hacc 22/39; Mümtehıne 60/8-9.

(3)

onu kazanmaktır;22 yani insanı insanca ve Müslümanca yaşatmaktır.

Kişinin İslâm düşmanlarına karşı cihâd edebilmesi için -öncelikle- kendi nefsiyle olan cihâdını ka- zanması gerekir. Çünkü Hz. Peygamber’in (s) de ifade ettiği üzere mücâhid nefsiyle cihâd eden kimsedir.23 Bu bakımdan nefsiyle cihâdı başaramayan bir bireyin diğer düşmanlara karşı sonunda ölüm/şehitlik se- çeneği de bulunan bir mücadeleye girişmesi çok zordur.24 Bu bağlamda normal koşullarda düşmana karşı cihâd farz-ı kifâye kabul edilirken, İslâm’ın, Müslümanların ve İslâm devletlerinin geleceğini ve bağımsız- lığını tehdit eden tehlike ve saldırılara karşı başlatılan umumi seferberlik durumlarında cihâd farz-ı ‘ayn olur.

Öte yandan cihâdın sadece savaştan ibaret olduğunu düşünmek doğru bir yaklaşım olmasa gerektir.

Zira Kur’ân’da yer alan ا ًريِبَك اًداَه ِج ِهِب ْمُهْدِهاَج َو َني ِرِفاَكْلا ِعِطُت َلََف “Kâfirlere boyun eğme ve (Kur’ân ile) onlara karşı büyük cihâd yap.”25 َنيِنِسْحُمْلا َعَمَل َ ٰاللّ َّنِاَو ِۜاَنَلُبُس ْمُهَّنَيِدْهَنَل اَنيِف اوُدَهاَج َنيِذَّلا َو “Uğrumuzda cihâd edip gerekli gayreti gösteren- leri biz, elbette bize varan yollarımıza eriştireceğiz. Şüphesiz Allah, iyi davranan ve yaptığı işi güzel yapanlar- la beraberdir.”26 âyetlerinde geçen ve (د-ه-ج) c-h-d kök harflerinden türetilmiş olan kelimelerin “savaşmak veya savaş” anlamlarına gelmediği aşikârdır. Bu kapsamda birinci âyetteki ْدِهاَج câhid ve داَه ِج cihâd kelime- leri “Kur’ân’ı anlatmak, yani onlara tebliğde bulunmak” manalarına gelmektedir ki bu da cihâdın en de- ğerlisi ve en büyüğü olsa gerektir. İkinci âyetteki اوُدَهاَج câhedû fiili ise “fedakârlık yapmak” demektir. Yine müfessirler, ي ِصَمْلا َسْئِب َو ُمَّنَهَج ْمُهي ٰوْاَم َو ْمِهْيَلَع ْظُلْغا َو َنيِقِفاَنُمْلا َو َراَّفُكْلا ِدِهاَج ُّيِبَّنلا اَهُّيَا ٓاَي ُر “Ey peygamber! Kâfirlerle ve münâfıklarla cihâd et; onlara sert davran; onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!”27 âyetindeki cihâd emrini, hem kâfirlere karşı gerektiğinde savaş yapma hem de münâfıklara ken- dilerini İslâm’a kazandırma adına delil gösterme, sertlikte bulunma ve onları azarlama gibi silâhlı savaş dışında bazı yollara başvurma şeklinde yorumlamışlardır.28 Kaldı ki “iki grup arasında meydana gelen silâhlı çatışma, savaş” anlamında ب ْرَح harb29 ve لاَتِق kıtâl30 kelimeleri ve bunların türevleri Kur’ân’da kul- lanılmaktadır.31

Hulâsâ Yüce Allah’ın (cc) açık bir emri olan cihâd, bir Müslümanın Rabb’ine layıkıyla kulluk etme ve O’nun rızâsını kazanma adına Kur’ân ve Sünnet ekseninde İslâm dininin esaslarını öğrenme, öğretme, bireysel ve toplumsal planda yaşama ve yaşatma konusunda taşıması gereken manevî şuur ve bilinçlilik halidir. Bu çerçevede İslâm’ı tebliğ ederken ya da Müslümanların İslâm’ın gereklerini yerine getirirken karşılaşacakları iç ve dış sorunları dil, el veya güç-kuvvetle düzeltme ve her türlü dâhilî ve hâricî engeli aşma hususunda sürekli çalışma, hazırlık yapma, bilimsel ve teknolojik imkânlara sahip olma ve bu uğur- da gayret gösterme de cihâdın maddî şuurluluk halini ifade eder.

2. Kur’ân’daki Kullanımı

K-t-l (ل-ت-ق) kök harflerinden türeyen kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de isim ve fiil şeklinde 170 yerde geçmektedir.32 Bu çerçevede, ْمُهَضْعَب َساَّنلا ِ ٰاللّ ُعْفَد َلَ ْوَل َو ُِۜءا َٓشَي اَّمِم ُهَمَّلَع َو َةَمْك ِحْلا َو َكْلُمْلا ُ ٰاللّ ُهيٰتٰا َو َتوُلاَج ُد ُُ۫واَد َلَتَق َو ِِۙ ٰاللّ ِنْذِاِب ْمُهوُم َزَهَف

ِمَلاَعْلا ىَلَع ٍلْضَف وُذ َ ٰاللّ َّنِكٰل َو ُض ْرَ ْلَا ِتَدَسَفَل ٍضْعَبِب

َني “Nihâyet Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Dâvûd da

Câlût’u öldürdü. Allah Dâvûd’a hükümdarlık ve hikmet verdi; ayrıca ona dilediği pek çok şey öğretti. Eğer Allah bu şekilde insanların bir kısmı eliyle diğer bir kısmını bertaraf etmeseydi, hiç şüphesiz yeryüzü fesâda uğrar, dirlik ve düzen kalmazdı. Fakat Allah, bütün varlıklara karşı çok büyük lütuf ve inâyet sahi- bidir.”33 ٍم ْوَق ْنِم َناَك ْنِاَف ِۜاوُقَّدَّصَي ْنَا َّٓلَِا ِٓهِلْهَا ىٰٓلِا ٌةَمَّلَسُم ٌةَي ِد َو ٍةَنِمْؤُم ٍةَبَق َر ُري ِرْحَتَف أًـَطَخ اًنِمْؤُم َلَتَق ْنَم َو ۚأًـَطَخ َّلَِا اًنِمْؤُم َلُتْقَي ْنَا ٍنِمْؤُمِل َناَك اَم َو ِرْحَتَف ٌنِم ْؤُم َوُه َو ْمُكَل ٍٍّوُدَع َبَق َر ُري

ِم ْمُهَنْيَب َو ْمُكَنْيَب ٍم ْوَق ْنِم َناَك ْنِا َو ٍِۜةَنِمْؤُم ٍة ِهِلْهَا ىٰٓلِا ٌةَمَّلَسُم ٌةَيِدَف ٌقاَثي

ِرْحَت َو ِنْي َرْهَش ُماَي ِصَف ْد ِجَي ْمَل ْنَمَف ٍۚةَنِمْؤُم ٍةَبَق َر ُري

ِلَع ُ ٰاللّ َناَك َو ِِۜ ٰاللّ َنِم ًةَب ْوَت ِِۘنْيَعِباَتَتُم ِكَح اًمي

اًمي “Bir mü’minin diğer bir mü’mini öldürmesi olacak şey değildir. Fakat yan-

22 Okuyan, Kur’ân Sözlüğü, 218-219.

23 Tirmizî, “Fezâilü’l-Cihâd”, 2.

24 Ebû ‘Abdillâh Şemseddîn Muhammed İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdü’l-me‘âd (Kahire: el-Matba‘atü’l-Mısriyye, 1950), 2: 38.

25 Furkân 25/52.

26 ‘Ankebût 29/69.

27 Tevbe 9/73; Tahrîm 66/9.

28 Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 16: 135.

29 Mâide 5/64; Enfâl 8/57; Muhammed 47/4; v.dğr.

30 Bakara 2/190, 191, 193; Nisâ 4/74, 75, 76; Tevbe 9/12, 13; v.dğr.

31 Cihâd konusunda geniş bilgi ve tartışmalar için bk. Özel, “Cihad”, 7: 527-531; Bekir Topaloğlu, “Cihad”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklope- disi (İstanbul: TDV Yayınları, 1993), 7: 531-534; Süleyman Uludağ, “Mücâhede”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Ya- yınları, 2006), 31: 440-441; Vecdi Akyüz, Kur’ân’da Siyasî Kavramlar (İstanbul: Kitabevi Yayınları, 1998), 485.

32 Bk. ‘Abdu’l-Bâkī, “Ktl”, 643-645.

33 Bakara 2/251.

(4)

lışlıkla olabilir. Kim yanlışlıkla bir mü’mini öldürürse, cezası, mü’min bir köleyi azat etmesi ve ölenin aile- sine diyet ödemesidir. Ancak ölenin ailesi bağışlarsa, diyet ödemesi gerekmez. Şâyet ölen mü’min olmakla birlikte size düşman olan bir kavimden ise öldürenin cezası, sadece mü’min bir köleyi azat etmesidir. Eğer öldürülen kişi, aranızda anlaşma bulunan kâfir bir kavimdense, o takdirde ceza, ölenin ailesine diyet ödemesi ve mü’min bir köleyi azat etmesidir. Bunları yerine getirmek için yeterli imkânlara sahip olama- yan, bunun yerine peş peşe iki ay oruç tutmalıdır. Allah bu cezaları, yanlışlıkla adam öldüren kimsenin tevbesini kabul etmek için koymuştur. Allah, hakkıyla bilen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan- dır.”34 َساَّنلا اَيْحَا آَمَّنَاَكَف اَهاَيْحَا ْنَم َو ِۜاًعي ِمَج َساَّنلا َلَتَق اَمَّنَاَكَف ِض ْرَ ْلَا يِف ٍداَسَف ْوَا ٍسْفَن ِرْيَغِب اًسْفَن َلَتَق ْنَم ُهَّنَا َلي ِءا َٓرْسِا ي ِٓنَب ىٰلَع اَنْبَتَك َۚكِلٰذ ِلْجَا ْنِم

ِمَج ِثَك َّنِا َّمُث ِِۘتاَنٍِّيَبْلاِب اَنُلُس ُر ْمُهْتَءآَج ْدَقَل َو ِۜاًعي

َنوُف ِرْسُمَل ِض ْرَ ْلَا يِف َكِلٰذ َدْعَب ْمُهْنِم ا ًري “İşte bundan dolayı İsrâiloğulları için şu hük- mü koyduk: ‘Bir cana kıymanın veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmanın cezası olmaksızın kim bir kim- seyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.’ Şüphesiz peygamberlerimiz onlara apaçık deliller, mûcizeler getirdiler. Ne var ki bütün bunlardan sonra onların pek çoğu hâlâ yeryüzünde taşkınlık yapıp durmaktadırlar.”35 âyetle- rinde ve başka âyetlerde farklı çekimleriyle zikredilen36 َلَتَق katele fiili “öldürmek” manasındadır.

ِذَّلَا ِف َنوُلِتاَقُي اوُنَمٰا َني ِبَس ي

ِذَّلا َو ِۚ ٰاللّ ِلي َني

ِف َنوُلِتاَقُي او ُرَفَك ِبَس ي

ِعَض َناَك ِناَطْيَّشلا َدْيَك َّنِا ِۚناَطْيَّشلا َءآَيِل ْوَا اوُٓلِتاَقَف ِتوُغاَّطلا ِلي

اًفي “İman

edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise şeytânî güçlerin yolunda savaşırlar. Öyleyse ey mü’minler, haydi şeytanın taraftarlarıyla savaşın. Bilin ki şeytanın hîlesi cidden zayıftır.”37 ْمُهَسُفْنَا َني ِنِمْؤُمْلا َنِم ى ٰرَتْشا َ ٰاللّ َّنِا

ِف َنوُلِتاَقُي َِۜةَّنَجْلا ُمُهَل َّنَاِب ْمُهَلا َوْمَا َو ِبَس ي

يِف اًّقَح ِهْيَلَع اًدْع َو َنوُلَتْقُي َو َنوُلُتْقَيَف ِ ٰاللّ ِلي ِجْنِ ْلَا َو ِةي ٰر ْوَّتلا

ِهِدْهَعِب ىٰف ْوَا ْنَم َو ِِۜنٰا ْرُقْلا َو ِلي ُمُكِعْيَبِب او ُرِشْبَتْساَف ِ ٰاللّ َنِم

ِذَّلا ِِۜهِب ْمُتْعَياَب ي ِظَعْلا ُز ْوَفْلا َوُه َكِلٰذ َو

ُمي “Allah mü’minlerden, kendilerine vereceği cennet karşılığında canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Müjdelenen bu cennet Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah’ın yerine getirmeyi uhdesine aldığı kesin bir sözdür. Verdiği sözü Allah’tan daha iyi yerine getirecek kim olabilir? O halde, ey mü’minler, Allah ile yapmış olduğunuz bu alış verişten dolayı sevinin. İşte bu, gerçekten büyük bir başarı ve kurtuluştur.”38 اًّفَص ِهِلي ِبَس ي ِف َنوُلِتاَقُي َني ِذَّلا ُّب ِحُي َ ٰاللّ َّنِا ٌصوُص ْرَم ٌناَيْنُب ْمُهَّنَاَك “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.”39 َكَّب َر َّنِا ِذَّلا َنِم ٌةَفِئآَط َو ُهَثُلُث َو ُهَفْصِن َو ِلْيَّلا ِيَثُلُث ْنِم ىٰنْدَا ُموُقَت َكَّنَا ُمَلْعَي ْنَل ْنَا َمِلَع َِۜراَهَّنلا َو َلْيَّلا ُرٍِّدَقُي ُ ٰاللّ َو َِۜكَعَم َني

َن ِم َرَّسَيَت اَم ا ُُ۫ؤ َرْقاَف ْمُكْيَلَع َباَتَف ُهوُصْحُت

َو ِِۙ ٰاللّ ِلْضَف ْنِم َنوُغَتْبَي ِض ْرَ ْلَا يِف َنوُب ِرْضَي َنو ُرَخٰا َو ِۙى ٰض ْرَم ْمُكْنِم ُنوُكَيَس ْنَا َمِلَع ِِۜنٰا ْرُقْلا ِف َنوُلِتاَقُي َنو ُرَخٰا

ِبَس ي َرَّسَيَت اَم ا ُُ۫ؤ َرْقاَف ِِۘ ٰاللّ ِلي ِقَا َو ُِۙهْنِم

اوُمي

ِع ُهوُد ِجَت ٍرْيَخ ْنِم ْمُكِسُفْنَ ِلَ اوُمٍِّدَقُت اَم َو ِۜاًنَسَح اًض ْرَق َ ٰاللّ اوُض ِرْقَا َو َةو ٰك َّزلا اوُتٰا َو َةوٰلَّصلا ِح َر ٌروُفَغ َ ٰاللّ َّنِا َِۜ ٰاللّ او ُرِفْغَتْسا َو ِۜا ًرْجَا َمَظْعَا َو ا ًرْيَخ َوُه ِ ٰاللّ َدْن

ٌمي

“Rasûlüm! Rabb’in, senin gecenin üçte ikisine yakın kısmını, bazen yarısını, bazen da üçte birini ibâdetle geçirdiğini, beraberindeki mü’minlerden bir kısmının da böyle yaptığını elbette biliyor. Geceyi ve gündü- zü yaratıp sürelerini takdir eden Allah’tır. O, gece ibâdetini gerektiği şekilde yapamayacağınızı bildiği için size lütuf ve merhametiyle muâmele edip kolaylaştırmaya gitti. Artık Kur’an’dan kolayınıza gelen miktarı okuyun. Allah şunu da biliyor ki içinizden hastalar olacak; bir kısmınız Allah’ın lütfundan nasibini aramak üzere yeryüzünde dolaşacak; bir kısmınız da Allah yolunda savaşacak. Bundan böyle Kur’an’dan kolayını- za gelen miktarı okuyun, namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, bir de Allah’a gönül hoşluğuyla güzel bir borç verin. Kendiniz için iyilik olarak önden ne gönderirseniz, Allah katında onu daha hayırlı ve mükâfatı kat kat artmış olarak bulursunuz. Günahlarınız için Allah’tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz Allah, çok ba- ğışlayıcıdır, sonsuz merhamet sahibidir.”40 âyetlerinde zikredilen َنوُلِتاَقُي yükâtilûne fiili “savaşmak, cihâd etmek” anlamlarına gelmektedir.

ُت َلَ َو ِۚلْتَقْلا َنِم ُّدَشَا ُةَنْتِفْلا َو ْمُكوُج َرْخَا ُثْيَح ْنِم ْمُهوُج ِرْخَا َو ْمُهوُمُتْفِقَث ُثْيَح ْمُهوُلُتْقا َو ْمُكوُلِتاَقُي ىٰتَح ِما َرَحْلا ِد ِجْسَمْلا َدْنِع ْمُهوُلِتاَق

ْمُكوُلَتاَق ْنِاَف ِۚهي ِف ِرِفاَكْلا ُءا َٓزَج َكِلٰذَك ِْۜمُهوُلُتْقاَف

َني “Onları yakaladığınız yerde öldürün. Onlar sizi nereden çıkardılarsa siz de onları oradan çıkarın. Bilin ki fitne, adam öldürmekten daha beterdir. Onlar sizinle Mescid-i Harâm civarında savaşmadıkça, siz de onlarla orada savaşmayın. Fakat sizinle orada savaşmaya kalkışırlarsa onları öldü- rün. Kâfirlerin cezası işte budur.”41 يِف ْف ِرْسُي َلََف اًناَطْلُس ِهٍِّيِل َوِل اَنْلَعَج ْدَقَف اًموُلْظَم َلِتُق ْنَم َو ِ ٍِّۜقَحْلاِب َّلَِا ُ ٰاللّ َم َّرَح ي ِتَّلا َسْفَّنلا او ُلُتْقَت َلَ َو ا ًروُصْنَم َناَك ُهَّنِا ِِۜلْتَقْلا “Haklı bir gerekçeye dayanmaksızın, öldürülmesini Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın.

Kim haksız yere öldürülürse, onun velisine hakkını arama yetkisi vermişizdir. Fakat o veli de artık öldür-

34 Nisâ’ 4/92.

35 Mâide 5/32.

36 Bakara 2/85, 87, 91; Mâide 5/28, 30, 95; Enfâl 8/17; Yûsuf 12/10; Kehf 18/74; Furkân 25/68.

37 Nisâ’ 4/76.

38 Tevbe 9/111.

39 Saff 61/4.

40 Müzzemmil 73/20.

41 Bakara 2/191.

(5)

mede ileri gidip Allah’ın belirlediği sınırı aşmasın. Çünkü kendisine verilen bu yetkiyle zâten gerekli yar- dım yapılmıştır.”42 âyetlerinde ve başka âyetlerde geçen ِلْتَقْلا el-katl43 sözcüğü “öldürme, ölüm” manalarına gelmektedir.

َبِتُك َش اوُّب ِحُت ْنَا ىٰٓسَع َو ْۚمُكَل ٌرْيَخ َوُه َو أًـْيَش اوُه َرْكَت ْنَا ىٰٓسَع َو ْۚمُكَل ٌه ْرُك َوُه َو ُلاَتِقْلا ُمُكْيَلَع

َنوُمَلْعَت َلَ ْمُتْنَا َو ُمَلْعَي ُ ٰاللّ َو ِْۜمُكَل ٌّرَش َوُه َو أًـْي “Ho- şunuza gitmese de savaş size farz kılındı. Hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olabilir. Hoşlandığınız bir şey de sizin için kötü olabilir. Gerçeği Allah bilir, siz bilemezsiniz.”44 ِۜاًرْيَخ اوُلاَنَي ْمَل ْمِهِظْيَغِب او ُرَفَك َني ِذَّلا ُ ٰاللّ َّد َر َو

ِنِم ْؤُمْلا ُ ٰاللّ ىَفَك َو َِۜلاَتِقْلا َني

ِزَع اًّيِوَق ُ ٰاللّ َناَك َو

ۚاًزي “Allah, inkâr edenleri tüm kin ve öfkeleriyle birlikte geri çevirdi; arzu ettikleri hiçbir iyiliğe nâil olamadılar. Allah, rüzgâr ve melekleri yardıma göndererek savaş hususunda mü’minlere yetti. Onların savaşmasına gerek kalmadı. Çünkü O, çok kuvvetlidir, mağlup edilemez bir kud- rete sahiptir.”45 âyetlerinde ve diğer başka âyetlerde geçen ُلاَتِقْلا kıtâl46 kelimesi “savaş” anlamına gelmek- tedir.

َا ِۜىٰلْتَقْلا يِف ُصاَصِقْلا ُمُكْيَلَع َبِتُك اوُنَمٰا َني ۪ذَّلا اَهُّيَا آَي ِخَا ْنِم ُهَل َيِفُع ْنَمَف ِۜىٰثْنُ ْلَاِب ىٰثْنُ ْلَا َو ِدْبَعْلاِب ُدْبَعْلا َو ٍِّرُحْلاِب ُّرُحْل

ِفو ُرْعَمْلاِب ٌعاَبٍِّتاَف ٌءْيَش ِهي

َلِا ٌءآَدَا َو ِفْخَت َكِلٰذ ٍِۜناَسْحِاِب ِهْي ُهَلَف َكِلٰذ َدْعَب ىٰدَتْعا ِنَمَف ٌِۜةَمْحَرَو ْمُكٍِّبَر ْنِم ٌفي

ِلَا ٌباَذَع

ٌمي “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size

kısas emredildi. Buna göre hüre hür, köleye köle ve kadına da kadın kısas edilir. Fakat kâtil, öldürdüğü kimsenin yakını tarafından affedilirse kısas düşer. O zaman affeden, uygun görülen diyeti kabul etmeli, affedilen de diyet borcunu güzelce ve tam olarak ödemelidir. Bu, Rabb’inizin bir hafifletmesi ve merhame- tidir. Bütün bunlara rağmen kim Allah’ın koyduğu sınırı aşarsa, pek acı bir azabı haketmiş olur.”47 âyetin- deki ىٰلْتَقْلا el-katlâ kelimesi “öldürülenler” demektir.

َِۙنوُصا َّرَخْلا َلِتُق “Kahrolsun Allah’ın va‘dettiği şeylerden şüphe duyan o koyu yalancılar!”48 َّمُث َِۙرَّدَق َفْيَك َلِتُقَف َِۙرَّدَق َفْيَك َلِتُق “Kahrolası nasıl da ölçtü biçti! Hay kahrolası, nasıl, nasıl da ölçtü biçti!”49 ُِۜه َرَفْكَا آَم ُناَسْنِ ْلَا َلِتُق “Kah- rolası insan; ne kadar da nankördür o!”50 ِِۙدوُدْخُ ْلَا ُباَحْصَا َلِتُق “Kahrolsun mü’minleri yakmak için o hendekleri kazanlar.”51 âyetlerinde geçen َلِتُق kutile fiilleri “kahrolsun, kahrolası” manalarına gelmektedir.

K-t-l (ل-ت-ق) kök harflerinden türetilen kelimelerin Kur’ân’daki kullanımlarına baktığımızda bu ke- limelerin isim ve fiil formunda “öldürmek, savaşmak, cihâd etmek, öldürme, ölüm, savaş, öldürülenler, kahrolsun, kahrolası” gibi anlamlar kazandığına şahit olmaktayız.

C-h-d (د-ه-ج) kök harflerinden türetilen kelimeler isim ve fiil formunda Kur’ân’da 41 defa geçmek- tedir.52 Bu bağlamda, ْمُهَل َو ْمُهْنِم ُ ٰاللّ َر ِخَس ْمُهْنِم َنوُرَخْسَيَف ْمُهَدْهُج َّلَِا َنوُد ِجَي َلَ َني ِذَّلا َو ِتاَقَدَّصلا يِف َني ِنِمْؤُمْلا َنِم َني ِعٍِّوَّطُمْلا َنو ُزِمْلَي َني ِذَّلَا

ِلَا ٌباَذَع

ٌمي “Sadaka veren mü’minleri çekiştiren ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanlarla alay edenlerle Allah da alay etmiştir. Onlar için elem verici bir azap vardır.”53 âyetindeki دْهُج cühd ve benzer âyetlerde geçen دْهَج cehd54 kelimeleri “bütün güç, gücü yetmek” anlamlarına gelmektedir.

ِذَّلا َو ِف اوُدَهاَج َني اَنَلُبُس ْمُهَّنَيِدْهَنَل اَني

ِنِسْحُمْلا َعَمَل َ ٰاللّ َّنِا َو

َني “Bizim uğrumuzda fedakârlık yapanlara bütün yollarımızı

açacağız. Şüphesiz Allah, iyi davranan ve yaptığı işi güzel yapanlarla beraberdir.”55 âyetindeki اوُدَهاَج câhedû fiili, benzer âyetlerdeki اوُدَهاَج câhedû56 ve َدَهاَج/دِهاَجُي câhede/yücâhidü57 fiilleri ve اوُدِهاَج/

داَه ِجcâhidû/cihâd58 kelimeleri “Allah yolunda çalışmak, O’nun uğrunda çaba sarf etmek, fedakârlık yap- mak” manalarına gelmektedir.

ِب َك ِرْشُتِل َكاَدَهاَج ْنِا َو ِۜاًنْسُح ِهْيَدِلا َوِب َناَسْنِ ْلَا اَنْيَّص َو َو ِهِب َكَل َسْيَل اَم ي

َمُهْعِطُت َلََف ٌمْلِع

َنوُلَمْعَت ْمُتْنُك اَمِب ْمُكُئٍِّبَنُاَف ْمُكُع ِج ْرَم َّيَلِا ِۜا “Biz insana ana-babasına iyi davranmasını emrettik. Fakat onlar seni hakkında bilgin olmayan bir şeyi körü körüne

42 İsrâ’ 17/33.

43 Bakara 2/217; Âl-i ‘Imrân 3/154, 181; Nisâ’ 4/155; Mâide 5/30; En‘âm 6/137; İsrâ’ 17/31; Ahzâb 33/16.

44 Bakara 2/216.

45 Ahzâb 33/25.

46 Bakara 2/217, 246; Âl-i ‘Imrân 3/121, 167; Nisâ’ 4/77; Enfâl 8/16, 65; Muhammed 47/20.

47 Bakara 2/178.

48 Zâriyât 51/10.

49 Müddessir 74/19-20.

50 ‘Abese 80/17.

51 Burûc 85/4.

52 Bk. ‘Abdu’l-Bâkī, “Chd”, 224-225; Okuyan, Kur’ân Sözlüğü, 216-219.

53 Tevbe 9/79.

54 Mâide 5/53; En‘âm 6/109; Nahl 16/38; Nûr 24/53; Fâtır 35/42.

55 ‘Ankebût 29/69.

56 Nahl 16/110.

57 ‘Ankebût 29/6.

58 Hacc 22/78.

(6)

bana ortak koşmaya zorlayacak olurlarsa, onlara sakın itaat etme! Dönüşünüz ancak banadır. Ben de yapmakta olduğunuz şeyleri size bir bir haber vereceğim.”59 اَمُهْعِطُت َلََف ٌمْلِع ِهِب َكَل َسْيَل اَم ي ِب َك ِرْشُت ْنَا ىٰٓلَع َكاَدَهاَج ْنِا َو

ْنُّدلا يِف اَمُهْب ِحاَص َو ِبَس ْعِبَّتا َو ِۘاًفوُرْعَم اَي

َّۚيَلِا َباَنَا ْنَم َلي

َنوُلَمْعَت ْمُتْنُك اَمِب ْمُكُئٍِّبَنُاَف ْمُكُع ِج ْرَم َّيَلِا َّمُث “Eğer anne-baban seni, ilâhlığına dâir bilgin olmayan şeyleri bana ortak koşmaya zorlayacak olurlarsa, o takdirde onlara itaat etme. Fakat yine de dünyada onlara gerektiği ölçüde sahip çık. Sen, her işinde bütün gönlüyle bana yönelmiş, sürekli benim rızâmı arayan seçkin kulların yolunu izle. Sonunda dönüşünüz bana olacak, ben de bütün yaptıklarınızı size tek tek haber vereceğim.”60 Bu âyetlerde geçen اَدَهاَج câhedâ fiilleri “zorlamak” manasındadır ve Müs- lüman olmayan ana-babanın, çocuklarını Yüce Allah’a ortak koşmaları için zorlamalarından söz etmekte- dir.

ِرِفاَكْلا ِعِطُت َلََف ِهِب ْمُهْدِهاَج َو َني

ِبَك اًداَه ِج

ا ًري “(Rasûlüm, biz senin cihanşumûl son uyarıcı olmanı diledik. ) Kâfirlere boyun eğme ve Kur’ân ile onlara karşı büyük cihâd yap.”61 Bu âyetteki دِهاَج câhid ve داَه ِج cihâd kelimeleri, kâfirlere itaat etmemenin ardından onlara “Kur’ân’ı anlatmak” şeklinde yer almaktadır. Dolayısıyla buradaki maksat, Kur’ân’ı anlatmaktır ve bu da en büyük cihâddır.62

ِقِفاَنُمْلا َو َراَّفُكْلا ِدِهاَج ُّيِبَّنلا اَهُّيَا ٓاَي َلَع ْظُلْغا َو َني

ِصَمْلا َسْئِب َو ُمَّنَهَج ْمُهي ٰوْاَم َو ْمِهْي

ُري “Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münâfıklarla

cihâd et; onlara sert davran; onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir gidiş yeridir orası!”63 Bu ve başka âyetlerde geçen َدَهاَج câhede,64 اوُدَهاَج câhedû,65 اوُدِهاَجُي yücâhidû,66 َنوُدِهاَجُي yücâhidûne67 ve َنوُدِهاَجُت tücâhidûne68 fiilleri ile اوُدِهاَج câhidû69 emir kalıbı “cihâd etmek”; َنوُدِهاَجُمْلا/ َني ِدِهاَجُمْلا el-mücâhidûn/el- mücâhidîn70 kelimeleri “cihâd edenler”; داَه ِج cihâd71 sözcükleri ise “savaş” demektir.

C-h-d (د-ه-ج) kök harflerinden türetilen kelimelerin Kur’ân’daki kullanımlarına baktığımızda bu ke- limelerin isim ve fiil formunda “Kur’ân’ı anlatmak, Allah yolunda çalışmak, O’nun uğrunda çaba sarf etmek, fedakârlık yapmak, bütün güç, gücü yetmek, zorlamak, cihâd etmek, cihâd edenler, savaş” gibi anlamlar kazandığını görmekteyiz.

3. İlgili Âyetlerin Yorumu 3.1. Saff Sûresi 61/1-4

ِزَعْلا َوُه َو ِض ْرَ ْلَا يِف اَم َو ِتا َو ٰمَّسلا يِف اَم ِ ٰ ِلِلّ َحَّبَس ِكَحْلا ُزي

ُمي ٓاَي ِذَّلا اَهُّيَا اَم اوُلوُقَت ْنَا ِ ٰاللّ َدْنِع اًتْقَم َرُبَك َنوُلَعْفَت َلَ اَم َنوُلوُقَت َمِل اوُنَمٰا َني

َنوُلَعْفَت َلَ

ِذَّلا ُّب ِحُي َ ٰاللّ َّنِا ِف َنوُلِتاَقُي َني

ِبَس ي ِهِلي

ٌصوُص ْرَم ٌناَيْنُب ْمُهَّنَاَك اًّفَص

Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır. Ey iman edenler! Yapmadığınız ve yapmayacağınız şeyleri niçin söylü- yorsunuz? Yapmadığınız ve yapmayacağınız şeyleri söylemek, Allah katında büyük kızgınlığa sebep olan çok çirkin bir davranıştır. Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanla- rı sever.

Bu âyetlerin nüzûl sebebi hakkında kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:

i. Bir grup sahabî kendi aralarında “Hangi amel Allah’a daha sevimli acaba? Bunu bilsek de onu işle- sek.” diye konuşurken Yüce Allah (cc) Hz. Peygamber’e (s) “Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder. O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır. Ey iman edenler!

Yapmadığınız ve yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmadığınız ve yapmayacağınız şeyleri söylemek, Allah katında büyük kızgınlığa sebep olan çok çirkin bir davranıştır. Allah, kendi yolunda ke- netlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.”72 meâlindeki âyetleri indirdi.73 Bir başka rivaye-

59 ‘Ankebût 29/8.

60 Lukmân 31/15.

61 Furkân 25/52.

62 Isfehânî, “Chd”, 208.

63 Tevbe 9/73; Tahrîm 66/9.

64 Tevbe 9/19.

65 Bakara 2/218; Âl-i ‘Imrân 3/142; Enfâl 8/72, 74, 75; Tevbe 9/16, 20, 88; Hucurât 49/15.

66 Tevbe 9/44, 81.

67 Mâide 5/54.

68 Saff 61/11.

69 Mâide 5/35; Tevbe 9/41, 86.

70 Nisâ’ 4/95; Muhammed 47/31.

71 Tevbe 9/24; Mümtehıne 60/1.

72 Saff 61/1-4.

73 Tirmizî, “Tefsîru’l-Kur’ân”, 61/1; Vâhıdî, Esbâbü’n-nüzûl, 89.

(7)

te göre ise Saff sûresinin tamamını indirdi.74

ii. Ashâbdan bazıları: “Acaba hangi amel Allah’a daha sevimli ve daha faziletli? Bunu bilsek de onu işlesek.” dediler. Bunun üzerine ٍمي ِلَا ٍباَذَع ْنِم ْمُكي ِجْنُت ٍة َراَجِت ىٰلَع ْمُكُّلُدَا ْلَه اوُنَمٰا َني ِذَّلا اَهُّيَا آَي “Ey iman edenler! Sizi pek acı bir azaptan kurtaracak çok kârlı bir ticâretin yolunu size bildireyim mi?”75 âyeti indirildi. Fakat böyle ko- nuşanlardan bazıları bu âyetin indirilmesinden hoşnut olmadılar. Bunun üzerine “Ey iman edenler! Yap- madığınız ve yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmadığınız ve yapmayacağınız şeyleri söy- lemek, Allah katında büyük kızgınlığa sebep olan çok çirkin bir davranıştır.”76 âyetleri nâzil oldu.77

iii. Bu âyetler, aralarında ‘Abdullah b. Revâhâ’nın da bulunduğu bir grup sahabe hakkında indiril- miştir. Onlar bir arada oldukları bir zamanda “Acaba hangi amel Allah’a en sevgili? Bunu bilsek de ölünce- ye kadar onu işlesek.” demişlerdi de bunun üzerine Saff sûresinin ilk dört âyeti nâzil oldu. Bu âyetlerin indirilmesinden sonra ‘Abdullah b. Revâhâ: “Ölünceye kadar kendimi Allah yolunda cihâda adayacağım.”

demiş ve gerçekten de şehid olarak ölmüştür.78

Saff sûresi ilk dört âyette öne çıkan hususlar şunlardır:

 İlk âyette Yüce Allah, göklerde ve yerde bulunan her şeyin Allah’ı tesbih etmekte olduğunu bildir- mekte ve böylece bütün mahlûkatın Yüce Allah’ı tesbihe kodlandığını vurgulamaktadır. Âyette geçen اَم mâ edatı, bunun hiçbir istisnasının bulunmadığını göstermektedir.

Birinci âyetin َحَّبَس sebbeha şeklinde geçmiş zaman kalıbında bir fiille başlaması, mahlûkatın tesbi- hinin bittiğini değil, bir sistem halinde devam ettiğini göstermektedir. Nitekim aynı fiilin başka âyetlerde ُحٍِّبَسُي yüsebbühu79 şeklinde geniş zaman kalıbında zikredilmesi bunun delilidir.80

 ا ًروُفَغ اًمي ِلَح َناَك ُهَّنِا ِْۜمُهَحي ِبْسَت َنوُهَقْفَت َلَ ْنِكٰل َو ِهِدْمَحِب ُحٍِّبَسُي َّلَِا ٍءْيَش ْنِم ْنِا َو َِّۜنِهي ِف ْنَم َو ُض ْرَ ْلَا َو ُعْبَّسلا ُتا َو ٰمَّسلا ُهَل ُحٍِّبَسُت “Yedi gök, yer ve bunlar içinde bulunan herkes Allah’ı tesbih eder. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız. Şüphesiz ki O, ceza vermekte hiç acele etmeyen ve çok bağışlayan- dır.”81 âyetinde ifade edildiği üzere bütün varlıklar Yüce Allah’ı (cc) kendi halleriyle tesbih ederler. Dola- yısıyla diğer varlıkların tesbihinde bilinç ve kelime tekrarı şart olmadığından bunların tesbîhini insanlar anlayamamaktadır. Diğer taraftan Yüce Allah’ın iradeli kulları olduğu gibi iradesiz kulları da vardır. İşte kâinatta insanlar ve cinler dışındaki diğer mahlûkat iradesiz kullardır. Bu çerçevede tesbîh iradesiz varlık- ları da içeren bir övgü faaliyeti olmasına karşın, zikirde özellikle bilinç şarttır. Bir başka ifade ile tesbîh iradeli, iradesiz bütün yaratıkların; zikr ise iradeli ve akıllı varlıkların övgüsüdür.

Tesbîh “Yüce Allah’ı eksikliklerden ve olumsuzluklardan uzak tutmak, eksikliklerle onu buluştur- mamaktır.” Takdîs ise “Yüce Allah’ı bütün kemâl sıfatlarıyla birlikte bilmek, anmak ve yüceltmektir.”82 Bu kapsamda “Kelime-i Tevhid” tesbîh ve takdîsi birlikte içermektedir ve ُالل َّلَِا َه ٰلِا َٓلَ Lâ ilâhe illallâh cümlesin- de önce tesbîh, sonra takdîs söz konusudur. Bu açıdan bakıldığında, İhlâs sûresinin ilk iki âyeti takdîs, son iki âyeti ise tesbîh içermektedir, denilebilir.

 Birinci âyetin son kısmında Yüce Allah’ın ِزَعزي azîz ve ِكَحمي hakîm sıfatlarına yer verilmekte ve böy- lelikle mutlak galip ve hükmünde hikmet sahibi olan Allah’ın bütün güçlerin üstünde bir gücü, mutlak üstünlüğü, izzet ve yüceliği elinde bulundurduğu vurgulanmaktadır. Bu kapsamda Yüce Allah, verdiği hükümlerde ve uygulamalarında derin hikmet ve mutlak isabet sahibidir; yegane üstün güç olması itiba- riyle tesbîhe layık olan sadece O’dur. Dolayısıyla başka varlıklar tesbîhe layık olmadıkları gibi verdikleri hükümlerinde hikmet aramaktan da söz edilemez.

 Sûrenin ikinci ve üçüncü âyetlerinde mü’minlerin yapmadıkları ya da yapmayacakları şeyleri söylemelerinin çok büyük bir günah olduğu gündeme getirilmektedir. Burada Yüce Allah, doğrudan mü’minlere hitap etmekte ve özleriyle sözlerinin uyumlu olması gerektiği mesajını vermektedir. Âyetin

74 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5: 452; Dârimî, “Cihâd”, 1.

75 Saff 61/10.

76 Saff 61/2-3.

77 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 28: 55.

78 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 28: 55.

79 Bk. Ra‘d 13/13; İsrâ’ 17/44; Nûr 24/36, 41; Haşr 59/24; Cum‘a 62/1; Teğâbun 64/1; v.dğr.

80 Zemahşerî, Keşşâf, 4: 459; Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 29: 206.

81 İsrâ’ 17/44. Bu konuda başka âyetler için bk. Ra‘d 13/13; Hadîd 57/1; Haşr 59/1; Saff 61/1; Cum‘a 62/1; Teğâbun 64/1.

82 Razî, Mefâtîhu’l-ğayb, 2: 171-174.

(8)

iniş sebebinin özel oluşu, mesajının genel ve evrensel oluşuna engel olmayacağından, buradaki mesajın tüm insanlarla ilgili olduğu kanaatindeyiz. Zira âyette kullanılan َنوُلوُقَت tekûlûne fiilinin geniş zaman kalı- bında getirilmesi de bu kanaati destekler mahiyettedir.

Bu konuyla ilişkili olarak Kur’ân’da َنوُلِقْعَت َلََفَا َِۜباَتِكْلا َنوُلْتَت ْمُتْنَا َو ْمُكَسُف ْنَا َن ْوَسْنَت َو ٍِّرِبْلاِب َساَّنلا َنو ُرُمْأَتَا “(Ey İsrailoğulla- rı!) Sizler el-Kitâb’ı tilâvet ettiğiniz halde insanlara iyilik yapmayı emredip kendinizi unutuyor musunuz?

Siz aklınızı kullanmıyor musunuz?”83 ifadeleri yer almaktadır. Yüce Allah bu âyette evrensel manada son derece açık ve bir o kadar da önemli bir hususa değinmektedir. Bu doğrultuda insanların kendilerinin yapması gerekenleri yapmayıp bunları başkalarına emretmesi şiddetli bir şekilde eleştirilmekte ve böyle bir davranış akılsızlık olarak nitelendirilmektedir. Bu açık uyarıya reğmen Müslümanların günlük hayat- larında sanki böyle bir uyarı yokmuş gibi davranmaları vahiyden ne kadar uzak yaşadıklarının bir göster- gesidir.

 Sûrenin üçüncü âyetinde mü’minlerin yapmadıkları veya yapmayacakları şeyleri söylemelerinin Yüce Allah’ın katında büyük bir nefretle karşılanacağı bildirilmektedir. Bu bağlamda kişinin bizzat kendi- sinin yapmadığı ya da yapamayacağı bir şeyi bir başkasına telkin etmemesi gerekmektedir. Zira bu türden bir davranış nefret verici olduğu için Yüce Allah (cc) tarafından hiç hoş karşılanmaz. Böyle bir davranış ayrıca insanlar nezdinde de güven eksikliğine neden olur. Dolayısıyla Müslümana yakışan özü-sözü bir, söylemleriyle eylemleri uyumlu bir insan olmaktır.

 Sûrenin dördüncü âyetinde Yüce Allah, söz ve davranış uyumunu ortaya koyma adına mü’minlerin birlik, beraberlik ve kardeşlik duyguları içerisinde tıpkı bir binanın duvarları gibi kenetlenmiş biçimde saf tutarak Kendi yolunda cihâd edenleri ve savaş meydanlarında çarpışanları sevdiğini beyan etmektedir.

Dolayısıyla Yüce Allah’ın eşsiz sevgisine kavuşmayı uman mü’minler, fitne ve tefrikadan uzak durarak birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularıyla birbirlerine kenetlenmekle ve İslâm ve Müslüman düşmanla- rına karşı mücadele etmekle mükelleftirler.

Hulâsâ Saff sûresi ilk dört âyette Yüce Allah, göklerde ve yerde bulunan her şeyin Allah’ı tesbih et- mekte olduğunu belirttikten sonra mü’minlere yönelik şu çok önemli uyarıları yapmaktadır: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır. Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.”

83 Razî, Mefâtîhu’l-ğayb, 2: 171-174.

(9)

“Kur’ân’da Sevilen İnsan Tipleri” konusunun işlendiği bu kitap çalışmasında şu sonuçlara ulaşılmış- tır:

 Yüce Allah (cc) insanı en güzel biçimde yaratmış, onu şerefli kılmış, izzet ve itibar sahibi yapmış ve ona değer vermiştir. İnsanların bir kısmı bu değeri, izzet ve itibarı taşıyabilmiş; bir kısmı da taşıyamamış- tır. Yüce Allah Kur’ân’da, kendisine lütfettiği şerefi, izzet ve itibarı taşıyabilen kullarını sevdiğini, taşıya- mayanları ise sevmediğini beyan etmektedir. Bu bağlamda Yüce Allah’ın sevdiği insanlar Hz. Peygamber’e (s) tâbi olanlar, muttakîler, sabredenler, iyiler/işini iyi yapanlar, tevbekârlar, temizlenip arınanlar, Yüce Allah’a tevekkül edenler, âdil olanlar ve Yüce Allah’ın yolunda saf halinde savaşan/cihâd eden kahraman- lardır.

 Hiçbir sevgi, Allah (cc) sevgisinden üstün olamaz. Bir başka ifade ile sevilmeye en layık olan, Yüce Allah’tır. İnsanların O’nu sevmesinin ya da sevgisini kazanmasının en önemli şartı da Hz. Peygamber’e (s) tâbi olmak, onu örnek almak ve onun yolunu izlemektir.

 İnsanoğlu Rabb’ini sevdiği gibi Rabb’i de insanoğlunu sevmektedir. Bu çerçevede insan, Yüce Al- lah’a (cc) olan sevgisini, O’na saygı gösterip itaat ederek, âyetlerine karşı duyarlılık göstererek, iman edip salih amel işleyerek, O’na karşı sorumluluklarının bilincinde tutum ve davranışlar sergileyerek ve O’nun rızasını isteyerek kanıtlar. Yüce Allah’ın (cc) kullarına karşı olan sevgisi ise Yüce Yaratan’ın insanları ko- ruması, ödüllendirmesi, övmesi ve kendilerinden razı olması şeklinde tezahür etmektedir.

Kur’ân’da günah kavramını farklı yönleriyle karşılamak üzere حاَنُج cünâh, مْثِا ism, بْنَذ zenb, ر ْزِو vizr, بوُحhûb, ة َريِبَك/رِئاَبَك kebîra/kebâir, مَمَل lemem, رَكْنُم münker, أَطَخ/ةَئيِطَخ hata’/hatîe, ةَش ِحاَف/ءاَشْحَف fâhişe/fahşâ’, تْقَم makt, قْسِف fısk, ثيِبَخ habîs, سْج ِر rics, ةَئِ يَس seyyie, ناَيْغُط tuğyân, مْلُظ zulm, روُجُف fucûr ve ناَيْصِع/ةَي ِصْعَم

‘ısyân/ma‘sıyet kelimeleri kullanılmaktadır. Nüansları olmakla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de günah anlamın- da zikredilen bu kelimeler dikkate alındığında, bunların Kur’ân’da sevap anlamı ifade eden kelimelerden çok daha fazla oldukları görülmektedir. Bir başka ifade ile Kur’ân’da sevap olarak takdim edilen tutum ve davranışlardan, günahlar oranında çeşitli ve detaylı biçimde bahsedilmemektedir. Bunun sebebi, Kur’ân’ın hayatın bütününe sevap olarak bakması, yani aslî durumun sevap olması, günahın ise arızî ve istisnaî bir durum arz etmesi olsa gerektir.

 İnsan, bilerek veya bilmeyerek günah işleyebilen bir varlıktır. Bu çerçevede kişi, Yüce Allah’a (cc) karşı işlediği ve cezası uhrevî olan günahlardan dolayı gerçekten pişmanlık duyup tevbe ederse, -şirk ha- riç- Allah dilerse o kimseyi affeder. Buna mukabil insanın diğer insanlara karşı işlediği beşerî hukukla ilgili günah ve suçların cezası, tevbe edilse dahi haksızlık ya da zarara uğrayan kişi tarafından affedilme- dikçe ortadan kalkmaz.

 İnsanların itibar etmesi gereken söz, en güzelin yani Yüce Allah’ın sözüdür. O’nun sözü Kur’ân’dır.

Kur’ân’ın diğer sözlere üstünlüğü, Yüce Allah’ın mahlûkata üstünlüğü gibidir. Dolayısıyla sözü dinlenile- cek yegâne otorite Yüce Allah; bu sözlerin pratik hayata yansıyan en güzel örneği ise O’nun Rasûlü’dür.

Zira Yüce Allah’ın sözleri olan Kur’ân, Hz. Peygamber (s) aracılığıyla insanlık ailesine tebliğ edilmiş, açık- lanmış ve evrensel ilkelerinin bir beşer olarak nasıl hayata aktarılması gerektiği uygulamalı biçimde gös- terilmiştir. Bu noktada muttakî müslüman, Kur’ân-Sünnet bütünlüğü içerisinde bir din anlayışına sahip olmak ve bu minval üzere İslâm dinini yaşamakla mükelleftir.

Kur’ân’da takvâ ile af, akrabalık bağı, adâlet, dürüstlük, doğru sözlülük, şükür, merhamet ve iyilik kavramları arasındaki ilişkiler, Yüce Allah’ın (cc) katındaki en değerli insanın, en çok takvâya sahip olan, O’nun âyetlerine karşı duyarlılık gösteren, Yüce Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olan ve bunun gereklerini yerine getiren kişi olduğunu göstermektedir.

Takvânın bedene ve organlara yansıyan ve mü’mini bir zırh gibi koruyan hali, libâsu’t-takvâ yani

“takvâ elbisesi”dir; bir başka ifade ile kalpteki takvâdır. A‘râf sûresi 26. âyette, örtünmenin takvâ boyutu-

(10)

na vurgu yapılması, asıl örtünmenin ve hayırlı olanın takvâ elbisesine bürünmek olduğunu gözler önüne sermektedir.

 Kur’ân’da Enfâl sûresi ile Tevbe sûresinin hem iniş zamanlarının hem de içeriklerinin farklı olması nedeniyle sözü edilen iki sûrenin birbirinin devamı olduğu şeklindeki yaklaşımlar sağlıklı gözükmemek- tedir. Buna göre Tevbe sûresinin başında Besmele bulunmamasıyla ilgili en sağlıklı kanaat, Hz. Ali’ye da- yandırılan “Besmele bir emândır; emniyet ve güveni ifade eder. Hâlbuki Tevbe sûresi kılıçla vuruşma ve ahitlerden vazgeçmeyi emretmiş olup, bunda bir emân yani güven manası yoktur. Dolayısıyla başında Besmele bulunmamaktadır.” şeklindeki rivayettir.

 Yüce Allah Müslümanlara, müşriklerle bir antlaşma yaptıklarında, antlaşma şartlarına uyan, kendilerine karşı yükümlülüklerinde hiçbir eksiklik göstermeyen, Müslümanların aleyhine olacak şekilde herhangi bir kişi ya da grupla işbirliğine girişmeyen ve İslâm ve müslüman düşmanlarına arka çıkmayanlarla yapılan antlaşmalara sadık kalmalarını ve bu antlaşmaları tamamlamalarını emretmektedir.

 Kur’ân’da Yüce Allah’ın insanları korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle ve cihâdla imtihan ettiği, bu imtihanları sabırla karşılayıp Yüce Allah’a tam bir teslimiyetle iman edenlerin Rab’lerinin destek, lütuf ve rahmetine kavuşacakları ve böyle mü’minlerin ebedî kurtuluşa erecekleri müjdelenmektedir.

Sabır, zor gerçekleştirilebilecek bir davranış, üstün gayret gerektiren bir imtihan ve ibadettir. Bu zorluğu nedeniyle de Yüce Allah (cc) sabredenlerle beraberdir ve onları sevmektedir. Dolayısıyla muttakî kullar, sıkıntılara katlanma, musibetlere sabretme, azim ve kararlılık konularında dirayetli davranmak ve sağlam bir irade ve duruş ortaya koymakla mükelleftirler. Zira önemli ve ibadet değeri olan, insana sıkın- tının gelmesi değil, mü’minin sıkıntıya sabretmesi ve katlanmasıdır. İşte Müslüman ahlâkının zirve nokta- sı da burasıdır.

 Kur’ân’da “ecelin tehiri”nden değil, “muhatapların ecele tehiri”nden söz edilmektedir. Çünkü he- nüz gelmemiş olan şey zaten tehir olunmuş demektir. Dolayısıyla her bir insan için Yüce Allah tarafından belirlenmiş olan ecelde yani ömür süresinde herhangi bir değişiklik ya da erteleme söz konusu değildir.

Bu doğrultuda kişinin eceli gelmeden ölmesinden ya da eceli geldiğinde geriye bırakılmasından söz edi- lemez. Bu durumda Uhud günü Hz. Peygamber’in (s) öldürüldüğü yalanına ya da yalan haberine itibar edenlerin, ölümle ilgili ilâhî yasayı bilmedikleri, onların bu konuda sağlam bir araştırma yapmadan veya etraflıca bir düşünce içerisine girmeden, savaş şartlarının zorluğu nedeniyle böyle asılsız bir habere ilgi duydukları anlaşılmaktadır.

 Savaşta, savaşı sevk ve idare eden komutanın ölümü dâhil, şartlar ne kadar çetin olursa olsun, gerçek anlamda inanmış bir Müslümana, düşmana karşı gevşek davranmak, zayıflık göstermek ve boyun eğmek asla yakışmaz. Bu aşamada mü’mine yakışan, ya zafer kazanıncaya ya da şehit oluncaya kadar ma- lıyla ve canıyla Allah yolunda cihâd etmektir. Zira gerçek Müslüman gayet iyi bilmektedir ki “ölürse cen- net onun, kalırsa vatan onun!”

Kur’ân’da ihsân ve muhsin kelimeleri derin anlamlar içermektedir. Bunların başında da “iyilik”,

“iyiler, işini iyi yapanlar” manaları gelmektedir. Bu çerçevede dünyada barış, huzur ve kardeşliğin vücut bulması ve yaygınlaşması adına “iyilik”lerin artması ve “iyiler”in çoğalması son derece önem arz etmek- tedir. Zira savaş, katliam, zulüm, işkence, sürgün, tecavüz, kan, gözyaşı, insan hakları ihlali gibi pek çok olumsuzlukların yaşandığı dünyamızı, iyiliğin ve iyilerin değiştireceği açıktır.

Günümüzde istiğfâr ve tevbe kavramları genellikle birbirinin yerine kullanılmakta ve sık sık an- lamları birbirine karıştırılmaktadır. Ancak istiğfâr ve tevbe arasında zaman açısından öncelik-sonralık bağlamında doğrusal bir ilişki söz konusudur. Bu doğrultuda istiğfâr, “önceden yapılan hata ve günahlar- dan dolayı özür dilemek, bağışlanma talebinde bulunmaktır.” Tevbe ise işte bu istekte bulunan kişinin mezkûr içerikteki talebinde samimi olup olmadığının test edilmesidir. Bir başka ifade ile istiğfâr, “hayatın yaşanmış kısmındaki hatalardan dolayı özür dilemeyi ve günahlar nedeniyle bağışlanma dileğinde bu- lunmayı kapsarken”, tevbe “hayatın yaşanmakta ve yaşanacak olan kısmındaki istikamet ve kararlılığı”

ifade eder. Dolayısıyla her iki kavram, zaman açısından hayatın tamamını içerir.

 İslâm dininde maddî ve manevî temizlik son derece önemlidir. Bu konuda Hz. Peygamber (s),

“Temizlik imandandır.” buyurarak temizliğin imanın bir parçası olduğunu belirtmiştir. İslâm dininin maddî temizliğe atfettiği önemin neticesi olarak İslâm medeniyetinde bir temizlik kültürü oluşmuş; bu

(11)

doğrultuda çeşme, hamam, kuyu, sarnıç gibi su ve temizliğe dair tesisler inşa edilmiş; bunlar İslâm mede- niyetinin en belirgin unsurları olmuşlardır. Bu durum, Müslümanların su ve temizliğe ne denli önem ver- diklerini ve Kur’ân ve Sünnet ekseninde adeta bir temizlik medeniyeti inşa ettiklerini göstermektedir.

İslâm dini manevî yani ruhî ve ahlâkî temizliğe de büyük önem vermektedir. Bu kapsamda nasıl ki maddî temizlik bazı ibadetler için şart ise nefsi kötülük ve günah kirinden arındırmak için de kalp ve rûh temiz- liği ve manevî arınma şarttır. Zira insan ancak manevî temizlik ile takvâya uygun bir hayat yaşayabilir ve günahlardan uzak kalabilir. Zaten günahlarından temizlenmeyi seven kişilerin, Yüce Allah (cc) tarafından sevildiği de Kur’ânî bir gerçekliktir.

 Tevekkül konusunda mü’minlerden beklenen, herhangi bir iş hususunda elden gelen insanî çabayı sart ettikten sonra sözü edilen işin sonucunu Yüce Allah’ın takdirine havale etmektir; O’na güvenmek ve bu güveni hayat felsefesi haline getirmektir. Çünkü Yüce Allah (cc) bir kul hakkında bir işin olmasını mu- rad etmişse, kâinattaki tüm insanlar bir araya gelseler o işi bozamazlar, söz konusu iş mutlaka gerçekle- şir; tam tersine Allah (cc) bir insan hakkında bir işin gerçekleşmeyeceğine hükmetmişse, kâinat bir araya gelse o işi olduramaz ve bu iş de gerçekleşmez. Bu bilinç, Yüce Allah’ın tek otorite olduğuna dair gerçek anlamda bir imanın ve bu imanın gerektirdiği güvenin göstergesidir. İşte bu şekilde Yüce Allah’a tevekkül etmeyi ve O’na güvenmeyi başarabilenleri Yüce Allah sevmektedir.

Adâlet, Yüce Allah’ın (cc) bir emridir ve O, açık delillerle peygamberler göndermesinin en temel gerekçesi olarak insanlar arasında adâletin temin edilmesini göstermektedir. Zira adâlet, huzurlu ve istik- rarlı bir toplumun temel dayanağıdır. Bu nedenle adâlet, sosyal barış ve huzurun sağlanması adına insan- ların gelişigüzel irade, istek ve arzularına terk edilemeyecek kadar önemli bir değerdir.

 Yüce Allah’ın kullarına karşı adâleti, insan olmaları bakımından onlar arasında herhangi bir ayırım yapmaması ve üstünlük derecesi olarak da tevhîd akidesi üzerine inşa edilen sağlam bir iman ve bu ima- nın gerekli kıldığı sâlih amellerle kendini ispatlayan bir takvâ ölçüsünü koymasıdır. Kulların Yüce Allah’a karşı adâleti ise O’nun bir ve tek olduğuna iman etmektir. Bu, tevhîd inancının temel esasıdır. Bunun öte- sinde O’na ortak yani şirk koşmak ise en büyük zulümdür. Bir başka ifade ile Yüce Allah (cc) hakkında düşünüldüğünde şirk en büyük zulümdür; bu da adâletin zıddıdır.

Adâlet, toplumsal yönü olan bir değerdir. Bu çerçevede adâlet kavramının “eşitlik” anlamından ha- reketle toplumun bireyleri arasında kanunların eşitlik ilkesine göre uygulanması ve herkesin kanun kar- şısında eşit tutulması, hukukta adâletin vazgeçilmez prensibidir. Bu noktada İslâm şahitlik, hak sahibine hakkının teslim edilmesi ya da işlediği suçun cezasını çekme konusunda zengin-fakir, yönetici-yönetilen ayırımı yapmamaktadır.

 Adâletsizlik, toplumda kin, nefret, düşmanlık ve parçalanma gibi olumsuz tutum ve davranışların yaygınlaşmasına sebep olur. Bu da toplumsal huzur ve refahın ortadan kalması ve toplumu oluşturan bireylerin güven içerisinde yaşamalarının imkânsız hale gelmesi demektir.

 Toplumsal adâletin gerçekleşmesinde en önemli hususlardan birisi ister yönetici ve makam-mevki sahibi olsun isterse yönetilen, toplumu oluşturan herkesin kul hakkına riayet etme zorunluluğudur. Bu kapsamda elinde yetki olan kişilerin adam kayırma, torpil, iltimas, işi ehline vermeme gibi davranışlarda bulunması hem adâletsizlik hem de kul hakkı ihlalidir. Buna mukabil insanların da ehil olmadıkları ve hak etmedikleri bir konuda yönetici ya da makam-mevki sahiplerinden kendilerini diğer insanlara tercih et- meleri yönünde herhangi bir istek veya telkinde bulunmaları doğru değildir; adâletsizliktir; haksızlıktır.

Kur’ân’da adâlet kelimesi “sözde/konuşmada adâlet, kararda adâlet, doğru şâhitlik, ekonomik iliş- kilerde adâlet, yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve -genel olarak- yetimler hakkında adâlet, ödüllendirme- de adâlet, ölçü tartıda adâlet, mahşerdeki yargılamada adâlet ve insanlar arası ilişkilerde adâlet” manala- rında kullanılmaktadır.

Cihâd Yüce Allah’ın (cc) açık bir emridir. Cihâdın manevî şuur ve bilinçlilik hali, bir Müslümanın Rabb’ine layıkıyla kul olma ve O’nun rızâsını kazanma adına Kur’ân ve Sünnet ekseninde İslâm dininin esaslarını öğrenme, öğretme, bireysel ve toplumsal planda yaşama ve yaşatma konusunda ortaya koydu- ğu samimi gayrettir. Cihâdın maddî şuurluluk hali ise İslâm’ı tebliğ ederken ya da Müslümanların İslâm’ın gereklerini yerine getirirken karşılaşacakları iç ve dış sorunları dil, el veya güç-kuvvetle düzeltme ve her türlü dâhilî ve hâricî engeli aşma hususunda sürekli çalışma, hazırlık yapma, bilimsel ve teknolojik imkânlara sahip olma ve bu uğurda gayret göstermedir.

(12)

 Yüce Allah, mü’minlerin birlik, beraberlik ve kardeşlik duyguları içerisinde tıpkı bir binanın du- varları gibi kenetlenmiş biçimde saf tutarak Kendi yolunda cihâd edenleri ve savaş meydanlarında çarpı- şanları sevmektedir. Dolayısıyla Yüce Allah’ın eşsiz sevgisine kavuşmayı uman mü’minler, fitne ve tefri- kadan uzak durarak birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularıyla birbirlerine kenetlenmekle ve İslâm ve Müslüman düşmanlarına karşı hep birlikte mücadele etmekle mükelleftirler.

Sözün özü: Bilinçli ve duyarlı bir Müslümanın dünya hayatındaki amacı Yüce Allah’ın (cc) rızasını kazanmak, O’nun iman eden ve bu imanıyla uyumlu sâlih amel işleyen Müslümanlara ikram edeceği cen- neti hak etmek ve böylece büyük kurtuluşa ermektir. Bu amacı gerçekleştirmek için kişi, Yüce Allah’ın sevdiğini bildirdiği insan tiplerinin tutum ve davranışlarını yapmak; sevmediğini belirtiği tiplerin tutum ve davranışlardan da olabildiğince uzak durmak zorundadır. Bunu başarabilmesi için birey, Kur’ân-ı Kerîm’in rehberliğine, Hz. Peygamber’in (s) örnekliğine muhtaçtır. Ancak günümüzde genelde tüm insan- ların, özelde Müslümanların tutum ve davranışları göz önüne alındığında, sözü edilen rehberlik ve örnek- liğe çok fazla itibar edilmediği görülmektedir. Zira söz konusu insanların pek çok davranışları Kur’ân ve Sünnet’le uygunluk arz etmemekte ve haliyle İslâm’a aykırılık teşkil etmektedir. Böyle olunca da yeryü- zünde savaş, zulüm, işkence, kan, sürgün, tecavüz, insan hakları ihlali, gözyaşı gibi insan vicdanını yarala- yan hadiseler eksik olmamaktadır.

Bireysel ve sosyal hayatta İslâmî ve insanî değerlerin makes bulması, Müslümanlarda, sadece mü’minlerin gerçek kardeşler olduğu bilincinin oluşması, mü’minlerin Allah yolunda kenetlenmiş binalar gibi sapasağlam durmaları, aralarındaki ihtilafları tefrikaya dönüştürmeden bir araya gelip konuşmaları ve ortak akılla çözüme kavuşturmaları, ekonomik ve sosyal güçlerini birleştirmeleri, İslâm dışı unsurlara muhtaçlık gibi bir zilletten kurtulmaları, gayr-ı müslimlerin ekonomik, sosyal ve siyasi baskı ve esaretin- den korunmaları, dünyevî işlerden kaynaklanan problemlerini kamu vicdanını rahatlatacak şekilde çö- züme kavuşturmaları, ümmetin içerisinde bulunduğu darmadağın görüntüden kurtulması ve mü’minlerin birlik, beraberlik ve kardeşlik duyguları içerisinde yaşaması adına günümüz Müslümanları Kur’ân’ın reh- berliğine ve Hz. Peygamber’in (s) örnekliğine her zamankinden daha fazla muhtaçtırlar.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu iki doktor, çörek otu ile ilgili laboratuvar çal ışmalarında şu sonuca ulaştılar: "dört hafta boyunca günde iki kere bir gram çörek otu kullan ımı, lenf

Bu üç nitelik şu demektir: Güzel olan ı doğrulamak ki güzel olan cennettir, Allah’a isyandan sakınmak ve tüm hayat ını Allah için vermek üzerine inşa etmek.. Bunlar

Özetle mesele şudur; şayet bir beldede Allah'tan başkasına dua etmek ve bunun tamamlayıcıları olan ameller ortaya çı- karsa; belde ehli bunu devam ettirirse; bunun için

Muhsin olan Yüce Allah, bir kere daha isminin gereğini yapmış “İhsan Edenlerin En Güzeli” oldu- ğunu göstermişti.... SÖZÜNE

“Hiçbir küçük günah da ısrar edildiği takdirde, küçük kalmaz/büyür Hiçbir büyük günah, tövbe ve isti ğfar edildiği takdirde, büyük kalmaz.”.. (Ebu Hureyre

Toplumun güven ve huzurunu korumak için mü’minler gıyablarında dahi olsa birbirlerinin hak ve hukûkuna riâyet etmeli ve birbirleri hakkında hüsn-ü zann 378

Mülk kavramının daha çok siyâsî bir içerik taşıdığını iddia edenler olmuşsa da 82 aslında mülk ve hükümranlık kavramları Kur'ânî manada bütünüyle

147- Ebu Hureyre Rasulullah'm (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder:Üç sınıf insan var ki onlara yardım etmek Allah'ın üzerinde bir haktır: Allah yolunda cihad eden