• Sonuç bulunamadı

KUR ÂN DA TEVEKKÜL EDENLERİN ÖZELLİKLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KUR ÂN DA TEVEKKÜL EDENLERİN ÖZELLİKLERİ"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

12. HAFTA

KUR’ÂN’DA TEVEKKÜL EDENLERİN ÖZELLİKLERİ

1. Kavramsal Çerçeve

Sözlükte “Yüce Allah’a güvenmek”1 anlamındaki (ل-ك-و) v-k-l kök harflerinden türeyen tevekkül

“Yüce Allah’a güvenip dayanma, birinin işinin sorumluluğunu üstüne alma, bir kimseye güvence verme, güven duyulan bir kimseye bir işi havale etme”2 manalarına gelir. Dinî bir terim olarak tevekkül “bir insanın kendisini Yüce Allah’a teslim etmesi, rızkında ve tüm işlerinde O’nu vekîl bilip sadece ve sadece O’na güvenmesi, O’na dayanması,3 bireyin kendi gücünü aşan hususlarda işin sonunu Yüce Allah’a havale etmesi, elden gelen fedakârlık ve sorumluluklar yerine getirildikten sonra sonucun Yüce Allah’ın takdirine bırakılmasıdır.4” İbn Teymiyye tevekkülü “kalbin yalnızca Yüce Allah’a güvenmesi”5 şeklinde tanımlamaktadır. Bu kapsamda Yüce Allah’a ya da bir kimseye güvenip dayanan kişiye mütevekkil, güvenilene de vekîl adı verilir.

Vekîl kelimesi bazen kefîl sözcüğü ile eş anlamlı olarak değerlendirilmişse de bunun çok doğru bir yaklaşım olmadığı anlaşılmaktadır. Zira vekîl sözcüğü kefîlden daha genel bir mana ifade etmektedir. Bu nedenle her vekîl kefildir; fakat her kefil vekîl değildir,6 denilebilir.

İslâm’ın önemle üzerinde durduğu bir konu olan tevekkülün özü, insanın kendisini -şartlar ne olursa olsun- Yüce Allah’ın irade ve takdirine teslim etmesi, O’na dayanıp güvenmesidir. Bu noktada Hasan el-Basrî’nin, “Tevekkül rızadan ibarettir.”7 sözü son derece manidardır. Ancak hemen ifade edelim ki tevekkülü, her türlü insanî tedbiri terk edip Yüce Allah’ın takdir ve rızasına teslimiyet olarak algılamak ve tamamen pasif bir hayat anlayışına bürünmek doğru bir yaklaşım değildir. Zira Kur’ân’da “…İş(ler) hakkında insanlarla istişarede bulun! Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a güven! Muhakkak ki Allah, kendisine güvenenleri sever.”8 buyrulmaktadır. Hz. Peygamber (s) de çölde devesini başıboş bir şekilde salıverip Allah’a tevekkül ettiğini söyleyen bir sahâbîye “Önce deveni bağla, ondan sonra Yüce Allah’a tevekkül et!”9 demiştir. Bütün bunlar tevekkülün esasının, kişinin elinden gelen insanî gayreti sarf ederek aktif bir hayat anlayışını ortaya koyduktan sonra işin sonucunu Yüce Allah’ın takdir ve rızasına bırakması olduğunu göstermektedir.

Tevekkül, Hz. Peygamber’in (s) hayatında önemli bir yer tutan ve onun Yüce Allah’a (cc) olan sonsuz teslimiyetini ortaya koyan bir değerdir. Bu çerçevede Rasûlullah’ın duâlarında yer alan “Allahım!

Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim, sana yöneldim!”10 cümleleri son derece anlamlıdır. Hz. Peygamber, Yüce Allah’a tevekkül edip üfürükçülük, uğur-uğursuzluk, dağlama gibi câhiliye adetlerinden uzak duranların Allah tarafından mükâfatlandırılacaklarını müjdelemektedir.11 Öte yandan Hz. Peygamber (s), güçlü mü’minin zayıf mü’minden daha değerli ve Yüce Allah’ın sevgisine daha lâyık olduğunu ifade etmekte, bu bağlamda kişinin güçlü bir gayretle faydalı olanı elde etmeye çalışmasını, güç bir durumla karşılaştığında da Yüce Allah’ın takdirine rıza göstermesini öğütlemekte ve

1 Ezherî, “Vkl”, 4: 3947; Cevherî, “Vkl”, 2: 711-712; Isfehânî, “Vkl”, 882; İbn Manzûr, “Vkl”, 15: 272-273.

2 Ezherî, “Vkl”, 4: 3947; Cevherî, “Vkl”, 2: 711-712; Isfehânî, “Vkl”, 882; İbn Manzûr, “Vkl”, 15: 272-273.

3 Ezherî, “Vkl”, 4: 3947; Cevherî, “Vkl”, 2: 711-712; Isfehânî, “Vkl”, 882; İbn Manzûr, “Vkl”, 15: 272-273; Gazzâlî, İhyâ’, 4: 259.

4 Ebu’l-Ferac ‘Abdurrahmân b. ‘Ali İbnu’l-Cevzî, Telbîsü İblîs, thk. Seyyid Cümeyli (Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabî, 1994), 341-344.

5 Ebu’l-‘Abbas Takıyyüddîn Ahmed b. Abdulhalîm İbn Teymiyye, et-Tuhfetü’l-‘Irâkıyye fî’l-a’mâli’l-‘arâkıyye/kalbiyye, thk. Yahyâ b.

Muhammed b. ‘Abdullâh el-Huneydî (Riyad: Mektebetü’r-Reşid, 2000), 185.

6 Isfehânî, “Vkl”, 882.

7 Muhammed b. ‘Ali b. ‘Atıyye el-Hârisî Ebû Tâlib el-Mekkî, Kutü’l-kulûb fî mu‘âmeleti’l-mahbûb ve vasfu tarîkı’l-mürîd ilâ makâmi’t-tevhîd, thk. Abdülmün’im el-Hıfnî (Kahire: Dâru’r-Reşâd, 1991), 2: 8.

8 Âl-i ‘Imrân 3/159.

9 Tirmizî, “Ḳıyâme”, 60.

10 Buhârî, “Teheccüd”, 1; Müslim, “Müsâfirîn”, 199; Ebû Dâvûd, “Salât”, 119.

11 Buhârî, “Ṭıb”, 17, 42; Müslim, “Îmân”, 273.

(2)

dünya işlerinden dolayı yakınmanın şeytanın etkisine kapı açacağı uyarısında bulunmaktadır.12 Bu tespit ve tavsiyeler, tedbir, insanî gayret ve çalışma ile tevekkül ve takdiri birlikte düşünmek ve gözetmek gerektiğini ortaya koymaktadır.

Mutasavvıflar tevekkülü “kalbin Yüce Allah itimat etmesi”13 şeklinde tanımlamaktadırlar. Onlar tevekkülü üç mertebesinden söz ederek açıklamaktadırlar: i. Avâmın tevekkülü: Bütün mü’minleri kapsayan tevekküldür. Delilleri “Mü’minler Allah’a tevekkül etsinler.”14 âyetidir. ii. Havâssın tevekkülü:

Mü’minlerden özel bir zümreyle ilgili olan tevekküldür. Delilleri “Tevekkül edenler Allah’a tevekkül etsinler.”15 âyetidir. iii. Ehassü’l-havassın tevekkülü: Çok özel bir zümreye özgü olan tevekküldür. Delilleri

“Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona kâfidir.”16 âyetidir.17 Bu tasnifin, mutasavvıfların Kur’ân âyetlerini yorumlama biçiminden, bir miktar da parçacı yaklaşımdan kaynaklandığı kanaatindeyiz. Zira Yüce Allah’ın katında mü’minler, insan olma bakımından eşittirler. Onların derecelerini belirleyen temel unsur takvâdır;18 Yüce Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirme bilinci ve Allah’ın âyetleri karşısında gösterilen duyarlılıktır. Dolayısıyla her Müslüman, Yüce Allah’a tevekkül edebilir; tekrar tekrar tevekkül edebilir ve vekîl olarak Allah herkese yeter.

Bir başka bakış açısına göre tasavvufta tevekkül “gassâl önünde meyyit” benzetmesiyle açıklanmaktadır. Gazzâlî bu durumu tevekkülün en yüksek derecesi olarak nitelendirmekte ve sözü edilen ifadeyi hiçbir koşulda Yüce Allah’ın kudret, irade, ilim gibi sıfatlarının etkisi dışına çıkılamayacağı yönünde bir şuur hali olarak açıklamaktadır. Ona göre bu şuurla çalışmak ve tedbir almak tevekküle aykırı değildir. Çünkü tevekkülü iş görmeyi ve tedbir almayı terk etmek şeklinde anlamak, cahillik kuruntusudur ve böyle bir anlayış İslâm’da haram sayılmaktadır. Dahası bu yanlış anlayış, sünnetullahı19 bilmemekten kaynaklanmaktadır.20

Diğer taraftan “gassâl önünde meyyit” anlayışının, kulun iradesini tamamen ortadan kaldırma, insanı sorumsuzluğa itme, din ve dünya işlerinde tembelliğe sevketme, çalışmayı ve tedbiri büsbütün elden bırakma gibi olumsuz sonuçlar doğuracağı da açıktır. Böyle bir anlayış ayrıca iş ve çalışma düzenini bozar, iyi-kötü, doğru-yanlış gibi kavramların anlamlarını yitirmesine sebep olur ve en önemlisi de akıl nimetiyle donatılan insanın elde edeceği en kıymetli birikim olan bilgiyi faydasız hale getirir.21 Kaldı ki tevekkül, herhangi bir işin başarılı bir şekilde sonuçlanması için yerine getirilmesi emredilen sebeplere başvurmayı gereksiz kılmaz. Şayet insan söz konusu sebeplere sarılmayı terk ederse, bu durumda Yüce Allah’ın emrettiği şeyleri yapmadan kendisi hakkında mutluluk veya mutsuzluk olarak takdir edilen şeye rıza gösterme gibi bir anlayışı benimsemiş olur ki bu doğru bir yaklaşım değildir. Bu doğrultuda, yemeden içmeden Yüce Allah’ın kendisini doyuracağını iddia eden kimse ahmak, sebepleri terkeden kişi de âcizdir.22

12 İbn Mâce, “Zühd”, 14.

13 Ebû Nasr ‘Abdullah b. ‘Ali et-Tûsî es-Serrâc, el-Lüma’ fî târîhi’t-tasavvufi’l-İslâmî, thk. Kâmil Mustafâ Hindavî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-

‘Ilmiyye, 2001), 79.

14 Mâide 5/11.

15 İbrâhîm 14/12.

16 Talâk 65/3.

17 Serrâc, el-Lüma’, 78. Bu konuda geniş bilgi için bk. Süleyman Uludağ, “Tevekkül”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41: 3-4.

18 Hucurât 49/13.

19 Sünnetullah, “Yüce Allah’ın ilâhî kanunudur.” Bu kanunda hiçbir değişiklik söz konusu değildir. (Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 21: 23; Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 7: 171). Sünnetullahın değişmezliğine dair âyetler için bk. İsrâ’ 17/77; Ahzâb 33/38, 62; Fâtır 35/43; Feth 48/23. Sünnetullah konusunda geniş bilgi için bk. Ömer Özsoy, Sünnetullah, Bir Kur’ân İfadesinin Kavramlaşması (Ankara: Fecr Yayınları, 1994), 53; Muhsin Demirci, Nas-Olgu İlişkisi Bağlamında Kur’ân’da Sosyal Gerçekler (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2008), 261-264.

20 Gazzâlî, İhyâ’, 4: 261-265.

21 İbn Teymiyye, et-Tuhfetü’l-‘Irâkıyye, 191-192; Mustafa Çağrıcı, “Tevekkül”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2012), 41: 2 (1-2).

22 Ebu’l-‘Abbas Takıyyüddîn Ahmed b. Abdulhalîm İbn Teymiyye, et-Tevekkül ‘alellāh ve’l-aḫẕ bi’l-esbâb, nşr. Ebu’l-Mecd Harek (Kahire: ed- Dâru’l-Mısrıyyetü’l-Lübnâniyye, 1992), 13-17; Çağrıcı, “Tevekkül”, 41: 2.

(3)

İslâmî kaynaklarda tevekkülden önce tedbir almanın gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Çünkü Yüce Allah, insanî sebeplere sarıldıktan sonra kendisine tam bir teslimiyetle tevekkül edenlere rızıklarını verecektir.23 Bu kapsamda, hem kendisinin ve sorumluluğu altındakilerin rızkını temin etmek hem de helal yoldan kazanıp helal yerlere harcamak niyetiyle bir iş için evinden çıkan kimse, “Bismillâh, Allah’a inandım, O’na dayandım, O’na tevekkül ettim; güç kuvvet yalnız O’nundur” derse Yüce Allah onu en hayırlı şekilde rızıklandıracak ve kötülüklerden koruyacaktır.24

Tevekkül ile iman ve tevhîd arasında dikkat çekici bir ilişki söz konusudur. Bu kapsamda tevekkülü, Yüce Allah’ın varlık ve olaylar dünyasında sebep-sonuç ilişkisi şeklinde kurduğu genel düzenle Kur’an’da ortaya koyduğu evrensel ilkeler, emir ve yasaklar sistemi çerçevesinde düşünmek gerekir. Zira tevekkül, her şeyden evvel iman sahibi bireyin Yüce Allah’a olan derin inanç ve güveninin bir ifadesidir. Dolayısıyla gerçek anlamda Yüce Allah’a tevekkül eden bir kul, başladığı bir işin üstesinden gelmek için sahip olduğu imkân ve fırsatları Allah’ın bahşettiğine ve kendisinin de bu imkânları kullanmak üzere yaratıldığına inanır. Hatta bu insan, sebepleri ihmal veya terk etmenin onların anlamsız yere yaratıldığı fikrinin doğmasına neden olacağını düşünür. Ayrıca insanın amelî hayatıyla ilgili âyet ve hadisleri bağlamından koparıp sebeplere karşı ilgisizlik istikametinde yorumlamak, Kur’ân ve Sünnet’e aykırılık teşkil edebilir.

Nitekim tevekkül, bütün sebeplerin ve tedbirlerin üzerinde nihaî belirleyici irade ve gücün Yüce Allah’a ait olduğu yönündeki şuur ve inancın zorunlu bir sonucu olarak gerçekleşir. Bu şuur ve inanç sayesinde mütevekkil insan, gerekli sebep ve tedbirlere başvurmasına rağmen sonuç umduğu şekilde çıkmadığında, ilâhî takdirin öyle tecelli ettiğini bilir; kendisini veya sebepleri suçlamaktan kaçınır ve böylece iyimser ruh halini korumayı ve moral çöküntüsünden kurtulmayı başarır. Zaten tecrübeler, inançlı ve mütevekkil insanların başarısızlıklar karşısında çok daha metanetli ve ümitli davrandığını göstermektedir.25 Bu doğrultuda, bir işin üstesinden gelmek için gerekli sebep ve tedbirlere başvurduktan sonra tevekkül eden insan, gerçekleşen sonucun kendisi hakkında daha hayırlı olduğunun bilincindedir ve o, bu durumu geleceği için bir nimet bilir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Ya‘kûb’la (s) ilgili olarak şu ifadeler yer almaktadır: “Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah’tır…26 Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O’na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O’na dayansınlar…27 (Babaları) dedi ki: ‘Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.’28” Oğlu Yûsuf’un kaybolmasından dolayı derin bir üzüntü yaşayan Hz. Ya‘kûb’la (s) ilgili bu âyetlerde dile getirilen yüksek sabır ve tevekkül anlayışına sebep olan temel etken, Hz. Ya‘kûb’un (s) sahip olduğu güçlü imandır. Bu iman, aynı zamanda onun metanetle ümidini korumasını da sağlamıştır.

2. Kur’ân’daki Kullanımı

V-k-l (ل-ك-و) kök harflerinden türeyen kelimeler Kur’ân’da isim ve fiil formunda 70 defa zikredilmektedir.29 Bu çerçevede, ِلَّك َوَتَيْلَف ِ هاللّٰ ىَلَع َو اَنوُمُتْيَذٰا ٓاَم ىٰلَع َّن َرِبْصَنَل َو اَنَلُبُس اَنيٰدَه ْدَق َو ِ هاللّٰ ىَلَع َلَّك َوَتَن َّلََّا ٓاَنَل اَم َو َنوُلِ ك َوَتُمْلا “Hem, bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah’a dayanıp güvenmeyelim? Sizin

23 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1: 30, 52; İbn Mâce, “Zühd”, 14; Tirmizî, “Zühd”, 14.

24 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1: 66; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 103; İbn Mâce, “Du‘â”, 18.

25 Çağrıcı, “Tevekkül”, 41: 2.

26 Yûsuf 12/18.

27 Yûsuf 12/67.

28 Yûsuf 12/83.

29 Geniş bilgi için bk. ‘Abdu’l-Bâkī, “Vkl”, 851-852; Okuyan, Kur’ân Sözlüğü, 883-884.

(4)

bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah’a güvensinler.”30 âyetinde ve başka âyetlerde geçen َلَّك َوَتَن netevekkele,31 ُتْلَّك َوَت tevekkeltü,32 اَنْلَّك َوَت tevekkelnâ;33 لَّك َوَتَي yetevekkel(ü),34 َنوُلَّك َوَتَي yetevekkelûne35 fiilleri ile ْلَّك َوَت tevekkel36 ve ا ٓوُلَّك َوَت tevekkelû37 emir kalıpları “güvenmek, dayanmak”

anlamlarına gelmektedir. Yine لي ِك َوِب ْمِهْيَلَع َتْنَا ٓاَم َو “Sen onlara vekil değilsin.”38 âyetinde ve diğer âyetlerde geçen لي ِك َو/لي ِك َوْلا vekîl/el-vekîl39 kelimeleri “güven kaynağı, güvenilen”; نوُلِ ك َوَتُمْلا/ني ِلِ ك َوَتُمْلا el- mütevekkilûn/el-mütevekkilîn40 kelimeleri ise “güvenenler” manasındadır.

Kur’ân’da َني ِرِفاَكِب اَهِب اوُسْيَل اًم ْوَق اَهِب اَنْلَّك َو ْدَقَف ِءٓ َلَّ ُ۬ؤٰٓه اَهِب ْرُفْكَي ْنِاَف َة َّوُبُّنلا َو َمْكُحْلا َو َباَتِكْلا ُمُهاَنْيَتٰا َني ِذَّلا َكِئٰٓل ۬وُا “İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar (kâfirler) bunları inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeyecek bir toplum getiririz.”41 âyetinde geçen اَنْلَّك َو vekkelnâ fiili “(başkasının) yerine getirmek” anlamındadır.

ِذَّلا ِت ْوَمْلا ُكَلَم ْمُكيهف َوَتَي ْلُق

َنوُعَج ْرُت ْمُكِ ب َر ىٰلِا َّمُث ْمُكِب َلِ ك ُو ي “De ki: Size vekil kılınan (bu konuda görevlendirilen) ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabb’inize döndürüleceksiniz.”42 âyetinde geçen َلِ ك ُو vükkile edilgen fiili ise “vekil edilmek, görevlendirilmek” demektir.

V-k-l (ل-ك-و) kök harflerinden türeyen kelimelerin Kur’ân’daki kullanımları dikkate alındığında şunları söylemek mümkün gözükmektedir: Bu âyetlerde Yüce Allah, hükmün sadece kendisine ait olduğunu ve insanların neticede Allah’a sığınması gerektiğini,43 Allah’ın herhangi bir topluluğu helâk etmek istemesi durumunda o topluluğa hiç kimsenin yardım edemeyeceğini,44 inanarak Allah’a sığınanlar üzerinde şeytanın hiçbir etkisinin bulunmadığını,45 Allah’a sığınanlar için başka bir sığınağa ihtiyaç kalmayacağını,46 zira Allah’tan başka bir ilâh olmadığını47 bildirmektedir. Bu âyetlerde gündeme getirilen bir diğer konu da bazı peygamberlerin inançlarındaki kararlılıklar ve örnek tevekkül anlayışlarıdır.48 Hz. Peygamber’e (s) yönelik olarak kamu işlerinde çevresindekilerle istişare edip kararını kesinleştirdikten sonra Yüce Allah’a tevekkül etmesinin salık verilmesi49 de bu âyetlerde işlenen konulardan birisidir. Tevekkülle ilişkili âyetlerde ele alınan konular ve bu kavramın farklı türevleriyle Kur’ân’da zikredilme yaygınlığı, tevhîd inancı, Müslümanın sarsılmaz imanı ve onun sosyal ve dinî hayatı açısından sözü edilen tevekkülle gerçekleşen samimi teslimiyetin önemini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir.

3. İlgili Âyetlerin Yorumu

Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette50 “ َنيِلِ ك َوَتُمْلا ُّب ِحُي” yuhıbbü’l-mütevekkilîn ifadesi geçmektedir:

30 İbrâhîm 14/12.

31 İbrâhîm 14/12.

32 Tevbe 9/129; Yûnus 10/71; Hûd 11/56, 88; Yûsuf 12/67; Ra‘d 13/30; Şûrâ 42/10.

33 A‘râf 7/89; Yûnus 10/85; Mümtehıne 60/4; Mülk 67/29.

34 Âl-i ‘Imrân 3/122, 160; Mâide 5/11; Enfâl 8/49; Tevbe 9/51; Yûsuf 12/67; İbrâhîm 14/11, 12; Zümer 39/38; Mücâdele 58/10; Teğâbun 64/13; Talâk 65/3.

35 Enfâl 8/2; Nahl 16/42, 99; ‘Ankebût 29/59; Şûrâ 42/36.

36 Âl-i ‘Imrân 3/159; Nisâ’ 4/81; Enfâl 8/61; Hûd 11/123; Furkân 25/58; Şu‘arâ’ 26/217; Neml 27/79; Ahzâb 33/3, 48.

37 Mâide 5/23; Yûnus 10/84.

38 Şûrâ 42/6.

39 Âl-i ‘Imrân 3/173; Nisâ’ 4/81, 109, 132, 171; En‘âm 6/66, 102, 107; Yûnus 10/108; Hûd 11/12; Yûsuf 12/66; İsrâ’ 17/2, 54, 65, 68, 86;

Furkân 25/43; Kasas 28/28; Ahzâb 33/3, 48; Zümer 39/41, 62; Şûrâ 42/6; Müzzemmil 73/9.

40 Âl-i ‘Imrân 3/159; Yûsuf 12/67; İbrâhîm 14/12; Zümer 39/38.

41 En‘âm 6/89.

42 Secde 32/11.

43 Yûsuf 12/67.

44 Âl-i ‘Imrân 3/160.

45 Nahl 16/99.

46 Talâk 65/3.

47 Tevbe 9/129; Teğâbun 64/13.

48 Yûnus 10/71; Hûd 11/56, 88; Yûsuf 12/67.

49 Âl-i ‘Imrân 3/159.

50 Âl-i ‘Imrân 3/159.

(5)

3.1. Âl-i ‘Imrân Sûresi 3/159

ْمُهَل َتْنِل ِ هاللّٰ َنِم ةَمْح َر اَمِبَف ِلَغ اًّظَف َتْنُك ْوَل َو

ُّضَفْن َلَّ ِبْلَقْلا َظي ِماو

ِرْمَ ْلَّا يِف ْمُه ْرِواَش َو ْمُهَل ْرِفْغَتْسا َو ْمُهْنَع ُفْعاَف َكِل ْوَح ْن ِلِ ك َوَتُمْلا ُّب ِحُي َ هاللّٰ َّنِا ِ هاللّٰ ىَلَع ْلَّك َوَتَف َتْم َزَع اَذِاَف

َني

Allah’tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davranmıştın. Sen kaba, katı yürekli olsaydın, muhakkak ki etrafından dağılırlardı. (Şu halde) onları affet; bağışlanmaları için duâ et; iş(ler) hakkında onlarla istişarede bulun! Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a güven! Muhakkak ki Allah, kendisine güvenenleri sever.

Kaynaklarda bu âyetin Hz. Ebû Bekr (ra) ve Hz. Ömer (ra) hakkında nâzil olduğu ifade edilmektedir.51

Hz. Peygamber’e (s) ve onun şahsında tüm insanlık ailesine yönelik mesajların aktarıldığı bu âyette öne çıkan hususlar şunlardır:

 Bu âyette Yüce Allah, Hz. Peygamber’e (s) hitap etmekte ve Allah’tan bir rahmet sebebiyle insanlara yumuşak davrandığını, kaba ve katı yürekli olsaydı etrafındaki herkesin dağılacağını kendisine bildirmektedir.

 Âyette Yüce Allah, Hz. Peygamber’den (s), insanları affetmesini, bağışlanmaları için Yüce Allah’a duâ ve niyazda bulunmasını, dünya işleri konusunda kendileriyle istişare etmesini, kararını verdiğin zaman da artık Allah’a güvenmesini, çünkü Allah’ın kendisine güvenenleri sevdiğini bilmesini istemektedir.

 Âyette toplumsal hayatın en önemli ilkeleri gündeme getirilmekte ve bu bağlamda insanlara şefkatle yaklaşma, davranış düzgünlüğü, affedicilik, istiğfârda bulunma ve dünya işlerini istişareyle yürütme gibi prensipler üzerinde durulmaktadır.

 Bu âyette Yüce Allah, Uhud günü Hz. Peygamber’in sıkı tembihini tutmayarak Okçular tepesini terk eden ve netice itibariyle bir zaferin mağlubiyete dönüşmesine sebep olan Müslümanlara yumuşak davrandığını, bunu Allah’ın kendisine verdiği bir rahmet ve merhamet sayesinde yaptığını dile getirmektedir. Hakikaten Hz. Peygamber (s), Uhud günü çok büyük bir hata yapmış olmalarına rağmen İslâm’ın ilk döneminde yaşanan her türlü sıkıntıya göğüs geren arkadaşlarına son derece iyi davranmıştı.

Hz. Peygamber’in (s) onlara karşı bu denli hassas ve yumuşak davranmasının sebepleri arasında Yüce Allah’ın (cc) katından gelen bir rahmet ve merhametin yanı sıra onun af yolunu tercih etmesi,52 mü’minleri üzen her şeyin kendisine ağır gelmesi, mü’minlere çok düşkün olması ve onlara karşı şefkat ve merhamet beslemesi,53 kendisine tâbi olanlara kol kanat germesi54 ve muhteşem bir ahlâk sahibi olması55 sayılabilir.

 Âyette Yüce Allah, Uhud savaşında mağlubiyete sebep olanlara karşı Hz. Peygamber’in (s) kaba ve katı kalpli bir tutum sergilemiş olması halinde yaşanacaklara dikkat çekmekte ve şayet öyle davransaydı etrafındaki insanların dağılıp gideceklerini bildirmektedir. Âyetin başında yer alan ْوَل lev edatı, Hz. Peygamber’in katı ve öfkeli davranmadığını ve çevresindeki insanların da onu terk edip gitmediğini göstermektedir.

 Bu âyette Yüce Allah, Hz. Peygamber’in (s) Uhud’da hata yapan Müslümanlara karşı bundan sonra nasıl davranması gerektiğini üç aşamalı bir şekilde haber vermektedir. Bu aşamalar ve uygulanması gereken tutum ve davranışlar şunlardır:

i. Onları affetmek. Hz. Peygamber’e (s) yönelik bu talimat Kur’ân’da, “Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif

51 Âlûsî, Rûḥu’l-me‘ânî, 4: 107.

52 A‘râf 7/199.

53 Tevbe 9/128.

54 Şu‘arâ’ 26/215.

55 Kalem 68/4.

(6)

ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrât’ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.”56 âyetinde bir defa daha zikredilmektedir. Konu bağlamında Kur’ân’da “(Ey Peygamber!) Sen af yolunu tut; iyiliği emret ve câhillerden yüz çevir.”57 ifadeleri yer almaktadır. Bu talimatlarla Yüce Allah (cc), Hz. Peygamber’in (s) hoşgörülü olmasını, insanlara karşı zorluk çıkartıcı ve dışlayıcı bir üslup takınmamasını emretmektedir.

“Affı almak” demek, insan ilişkilerinde hoşgörülü ve kolaylık tarafını gözetmek; zor gelecek şeyleri istememek, şiddet ve zorluk taraftarı olmamak demektir.58 Dahası bu ifade affedici olmak, hiç kimsenin eksik veya kusuruna bakmamak, kusurları affetmek ve özür beyan edenleri bağışlamak demektir.

Dolayısıyla affedicilik, Hz. Peygamber’in şahsında bütün insanların uygulaması gereken bir erdem, bir değerdir. Bu çerçevede Kur’ân’da “O takvâ sahipleri ki bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar;

öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.59 Onlar, büyük günahlardan ve çirkinliklerden kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.60 Rabb’inin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla sadece güzel bir şekilde mücadele et!... 61 İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.62” buyrulmaktadır. Bu âyetler, affedici ve hoşgörülü olmanın, insanlara şefkat ve merhametle davranmanın ve kötülüğü iyilikle savmanın, insanların gönüllerini fethedecek diriltici bir güç olduğunu ve Yüce Allah’ın dinine davet konusunda muhataplara verilmek istenen mesajın yerini bulmasını kolaylaştıracağını göstermektedir.

ii. Bağışlanmaları için duâ etmek. Yüce Allah (cc) Uhud’da mağlubiyete sebep olanları affetmesini Hz. Peygamber’e (s) emrettikten sonra onlar için bağışlanma dileğinde bulunmasını da kendisinden istemektedir. Bu çerçevede âyetteki ْمُهَل ْرِفْغَتْسا َو “bağışlanmaları için duâ et” ifadesi, bir başkası için istiğfarda bulunulabileceğinin en önemli delillerindendir. Esasında bu cümle, önceki emirle birlikte düşünüldüğünde, Müslümanlara insanlar hakkında duygudaşlık/empati63 yapma,64 hüsn-ü niyet besleme ve kalbi duâda bulunma anlayışını yerleştirme ve yaygınlaştırmayı hedeflemektedir.

Başkalarıyla ilgili bağışlanma dileğinde bulunma konusunda Kur’ân’da farklı örnekler de söz konusudur. Bu bağlamda; “Arş’ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rab’lerini hamd ile tesbih ederler, O’na iman ederler. Mü’minlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabb’imiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler).”65 “Neredeyse yukarılarından gökler çatlayacak! Melekler de Rab’lerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yerdekiler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”66 âyetlerinde ifade edildiğine göre melekler, mü’minler ve yeryüzündeki insanlar için Yüce Allah’tan bağışlanma temennisinde bulunmaktadırlar.

Kur’ân’da “Mü’minler, ancak Allah’a ve Resûlüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o Peygamber ile ortak bir iş üzerindeyken ondan izin istemedikçe bırakıp gitmezler. (Resûlüm!) Şu senden

56 Mâide 5/13.

57 A‘râf 7/199.

58 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 9: 155.

59 Âl-i ‘Imrân 3/134.

60 Şûrâ 42/37.

61 Nahl 16/125.

62 Fussılet 41/34. Benzer içerikli âyetler için bk. Ra‘d 13/22; Mü’minûn 23/96.

63 Empati/duygudaşlık, “kendini duygu ve düşüncede bir başkasının yerine koyabilme, aynı duyguları paylaşma” şeklinde tanımlanmaktadır.

(Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, 729, 796). İslâm’da empatinin ölçüsünü Hz. Peygamber’in (s) şu hadisi belirlemektedir. “Sizden biriniz, kendisi için sevip istediğini kardeşi için de sevip istemedikçe, gerçekten iman etmiş olmaz.” (Buhârî, “Îmân”, 7; Müslim, “Îmân”, 71, 72)

64 Kişide empatinin olabilmesi ve kendisini bir başkasının yerine koyarak ona davranabilmesi için karşısındaki herkesi insan olarak görmesi şarttır. (Nevzat Tarhan, Toplum Psikolojisi -Sosyal Şizofreniden Toplumsal Empatiye- (İstanbul: Timaş Yayınları, 2010), 78).

65 Mü’min 40/7.

66 Şûrâ 42/5.

(7)

izin isteyenler, hakikaten Allah’a ve Resûlüne iman etmiş kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istediklerinde, sen de onlardan dilediğine izin ver; onlar için Allah’tan bağışlama dile; Allah mağfiret edicidir, merhametlidir.”67 ifadeleriyle, Hz. Peygamber’in (s) de başkaları için bağışlanma dileğinde bulunduğu bildirilmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, “Babası (İbrahim’e) şu tehditleri savurdu: ‘Ey İbrahim! Sen tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun (onlara itibar etmiyor musun)? Eğer hâlâ vazgeçmediysen, seni taşlayarak kovarım!

Uzun bir süre benden uzak dur (seni gözüm görmesin, defol git)!’ Bunun üzerine İbrahim, babasına şöyle cevap verdi: ‘Selâm sana (esenlik içinde kal), Rabb’imden senin için bağışlanma dileyeceğim. Çünkü O, bana karşı çok lütufkârdır (şefkatlidir). Sizden de Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzaklaşıyor ve Rabb’ime yalvarıyorum. Umarım ki Rabb’ime duâ etmemle bedbaht (emeği boşa gitmiş) olmam.”68 âyetlerinde geçtiği üzere Hz. İbrâhim’in (s), babası sağ iken onun için Yüce Allah’tan (cc) bağışlanma dileğinde bulunacağını söylediği beyan edilmektedir.

Yine Kur’ân’da, “(Oğulları) dediler ki: Ey babamız! (Allah’tan) bizim günahlarımızın affını dile!

Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik. (Ya‘kûb:) Sizin için Rabb’imden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir, dedi.”69 âyetlerinde zikredildiği üzere Hz. Ya‘kûb’un (s) oğullarının, babalarından Yüce Allah’ın (cc) kendilerini bağışlaması için duâ ve niyazda bulunmasını talep ettikleri;

Hz. Ya‘kûb’un da bunu çocukları için yaptığı bildirilmektedir.

Kur’ân’da, Yüce Allah’tan (cc) kendileri için istenilen bağışlanma talebinin kesin olarak reddedileceği bildirilen kişi ya da gruplar da zikredilmektedir. Bu çerçevede “(Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidâyete erdirmez.”70

“Onlara: ‘Gelin, Allah’ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin’ denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün. Onlara mağfiret dilesen de dilemesen de birdir.

Allah onları kesinlikle bağışlamayacaktır. Çünkü Allah, yoldan çıkmış topluluğu doğru yola iletmez.”71 âyetlerinde dile getirildiği üzere Hz. Peygamber’in (s), fâsık ve münâfıklar için bağışlanma dileğinde bulunmasının sonucu değiştirmeyeceği beyan edilmektedir

“(Kâfir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, müşrikler için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara.”72 âyetinde ise Yüce Allah’a (cc) ortak koşanlar için bağışlanma talebinde bulunmanın Hz. Peygamber’e (s) ve inananlara asla yakışmayacağı dile getirilmektedir.

İşte bütün bu âyetlerden çıkan sonuçlar ve verilmek istenen mesajlar şunlardır:

 Mü’minler, diğer mü’min kardeşleri için istiğfarda yani bağışlanma talebinde bulunabilir; ancak onlar inkârcılar, fâsıklar ve müşrikler için böyle bir dilekte bulanamazlar, bulunmamalıdırlar.

 Mü’minler, başkaları için istiğfarda bulunabilirler; fakat hiç kimse başkası için tevbe edemez; zira istiğfâr bir duâdır; tevbe ise bizzat kişinin kendisinin gerçekleştirmesi gereken bir yöneliştir.

 Mü’minler, hem yaşamakta olan insanların istikamet bulmaları hem de mü’min olarak ölenlerin hata ve günahlarının bağışlanması için duâ etmelidirler. Bu, bir Müslümanın diğer Müslüman kardeşinden esirgememesi gereken bir duyarlılıktır.

67 Nûr 24/62. Bu bağlamda başka âyetler için bk. Nisâ’ 4/64; Feth 48/11; Mümtehıne 60/12.

68 Meryem 19/46-48.

69 Yûsuf 12/97-98.

70 Tevbe 9/80.

71 Münâfikûn 63/5-6.

72 Tevbe 9/113.

(8)

iii. Dünya işleri hakkında onlarla istişarede bulunmak. Yüce Allah, hakkında vahiy indirilmeyen konularda -Uhud’da mağlubiyete sebep olanlar da dâhil olmak üzere- muhataplarıyla istişarede bulunmasını Hz. Peygamber’e (s) emretmektedir. Böylelikle Uhud’da olumsz bir tecrübe yaşanmış olsa da toplumsal hayatta istişarenin ne denli önemli olduğu ve olası hataları en aza indirme adına karar alıcıya ciddi katkılar sağladığı vurgulanmaktadır.

İstişare konusunda Yüce Allah (cc) Kur’ân-ı Kerîm’de, “(Mü’minler), Rab’lerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.”73 buyurmaktadır. Bu âyette Yüce Allah, istişareyi iman ve güven ehli mü’minlerin bir özelliği olarak zikretmektedir. Bu âyette geçen ve sûreye ismini veren ى ٰروُش şûrâ kelimesi “istişareye dayalı ortak akıl” şeklinde anlaşılmalıdır. Bu doğrultuda mü’minler, bireysel ibadetlerinin yanı sıra bu ibadetlerin Müslümanda meydana getirdiği insanî ve ahlâkî olgunluğun toplumsal hayata yansımasını önemseyen, birlikte hareket eden, Müslüman kardeşleriyle işbirliği yapan ve aralarındaki meseleleri istişareye dayalı ortak akıl ile çözmeye çalışan bilinçli insanlardır.74

Hz. Peygamber’in (s), “Siz dünya işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz. Ben de din işlerini sizden daha iyi bilirim.”75 ifadesinde, şûrâ ve istişarenin önemi ortaya konulmaktadır. Bu ifadesiyle Hz. Peygamber (s), -zımnen- istişarenin muhataba ve onun görüşlerine değer verme anlamına geldiğini de belirtmiş olmaktadır.

Âl-i ‘Imrân sûresi 159. âyette Hz. Peygamber’i (s) muhatap alan istişare emri, esasında onun şahsında tüm ümmete yöneliktir. Bu bağlamda mü’minler, dünya işlerine dair meseleleri çözüme kavuşturmaya çalışırlarken, bir konu hakkında kimin ne bildiğini, konunun çözümüne ne kadar katkı sağlayabileceğini ve toplumsal kararlara hep birlikte elvermek gerektiğini dikkate almak, böylelikle ortak bir akıl üretmek ve alınan kararlar istikametinde hep birlikte omuz omuza yürümekle mükelleftirler.

Nitekim Kur’ân’da zikredilen راَصْبَ ْلَّا اوُل ۬وُا ulu’l-ebsâr76 “basiret sahipleri” ve باَبْلَ ْلَّا اوُل ۬وُا ulu’l-elbâb77

“sağduyu sahipleri” ifadeleri, her toplumda sosyal sorunların çözümüne katkı sunacak akıllı ve basiret ehli kişilerin bulunduğunu göstermektedir.

İslâm toplumunda istişare, esasında “Yüce Allah’ın ipi”78 olan Kur’ân’a topluca ve sımsıkı sarılmanın da bir gereğidir. Zira Müslümanların ortak akıl, ortak şuur için zaten vahiyden istifade etmeleri gerekmektedir. “Sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen, dosdoğru yoldasın. Doğrusu Kur’ân, senin için ve kavmin için bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.”79 âyetinde Hz. Peygamber’e (s), “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.”80 âyetinde de tüm ümmete yönelik olarak dile getirilen “vahye tâbi olma” emrinin asıl gerekçesinin de İslâm toplumuna Kur’ân’ın rehberliğinde, Hz. Peygamber’in (s) örnekliğinde ortak bir aklın, ortak bir şuurun hâkim olmasını sağlamaktır, denilebilir. Öte yandan günümüzde, bireysel ve sosyal hayatta İslâmî ve insanî değerlerin makes bulması, dünyevî işlerden kaynaklanan problemlerin kamu vicdanını rahatlatacak şekilde çözüme

73 Şûrâ 42/38.

74 Toplumsal konularda istişare etmenin ekonomik, sosyal ve siyasi faydaları hakkında geniş bilgi için bk. Muhammed b. İbrâhîm Seyyid Kutub, fî Zılâli’l-Kur’ân (Beyrut: Dâru’ş-Şurûk, 1985), 2: 499-505; Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 9: 95; Bayraklı, Kur’an Tefsîri, 4: 445-447; Kara, Kur’ân Kıssaları, 257-262.

75 Müslim, “Fedâil”, 141.

76 Âl-i ‘Imrân 3/13; Nûr 24/44; Haşr 59/2.

77 Bakara 2/179, 197, 269; Âl-i ‘Imrân 3/7, 190; Mâide 5/100; Yûsuf 12/111; Ra‘d 13/19; İbrâhim 14/52; Sâd 38/29, 43; Zümer 39/9, 18, 21;

Mü’min 40/54; Talâk 65/10.

78 Âl-i ‘Imrân 3/103.

79 Zuhruf 43/43-44.

80 Âl-i ‘Imrân 3/103.

(9)

kavuşturulması, -bugün- ümmetin içerisinde bulunduğu darmadağın görüntüden kurtulması ve mü’minlerin birlik, beraberlik ve kardeşlik duyguları içerisinde yaşaması adına Kur’ân’ın rehberliğine ve Hz. Peygamber’in (s) örnekliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Böylelikle Müslümanlar, sadece mü’minlerin gerçek kardeşler olduğu81 bilincini kazanır, mü’minlerin Allah yolunda kenetlenmiş binalar gibi sapasağlam olması gerektiğini82 öğrenir, aralarındaki ihtilafları tefrikaya dönüştürmeden bir araya gelip konuşabilir ve bir ortak akılla çözüme kavuşturabilir,83 ekonomik ve sosyal güçlerini birleştirebilir, İslâm dışı unsurlara muhtaçlık gibi bir zilletten kurtulabilir ve gayr-ı müslimlerin ekonomik, sosyal ve siyasi baskı ve esaretinden kaçınabilirler.

 Âl-i ‘Imrân sûresi 159. âyette Yüce Allah (cc), Hz. Peygamber’den (s) muhataplarıyla yaptığı istişare neticesinde vermiş olduğu kararda azim ve kararlılık göstermesini ve işin akıbeti konusunda Allah’a güvenmesini istemektedir.

 Âyette Yüce Allah Hz. Peygamber’e, etrafındaki insanların fikrine müracat edip onların kanaatlerini öğrendikten sonra Allah’a tevekkülü de ihmal etmemesi gerektiğini bildirmektedir. Zira Yüce Allah’ın kendisine güvenenleri mahçup etmeyeceği ve onların güvenlerini boşa çıkarmayacağı Kur’ânî bir gerçekliktir.84 Bu bağlamda günümüz Müslümanları sadece istişare ile yetinmemeli, ilgili işin akıbeti hususunda Yüce Allah’a tevekkül etme ve O’na güvenme samimiyetini ortaya koymalıdır.

 Âyetin son kısmında Yüce Allah, kendisine güvenenleri sevdiğini beyan etmektedir. Daha önce de ifade edildiği üzere tevekkül, “elden gelen fedakârlık ve sorumluluklar yerine getirildikten sonra sonucun Yüce Allah’ın takdirine bırakılması” demektir. Dolayısıyla tevekkül sadece ve sadece Yüce Allah’a yönelik olarak gerçekleştirilmelidir.85 Bu noktada Hz. Peygamber’in şahsında mü’minlerden beklenen, herhangi bir iş hususunda elden gelen insanî çabayı sart ettikten sonra sözü edilen işin sonucunu Yüce Allah’ın takdirine havale etmektir; O’na güvenmek ve bu güveni hayat felsefesi haline getirmektir; zira vekîl yani “güven kaynağı” olarak Allah yeter;86 O her şeye vekîl olandır;87 hatta O en güzel vekildir.88 Konu bağlamında Müslümanın şu bilinçte olması beklenmektedir: Yüce Allah bir kul hakkında bir işin olmasını murad etmişse, kâinattaki tüm insanlar bir araya gelseler o işi bozamazlar, söz konusu iş mutlaka gerçekleşir; tam tersine Allah (cc) bir insan hakkında bir işin gerçekleşmeyeceğine hükmetmişse, kâinat bir araya gelse o işi olduramaz ve bu iş de gerçekleşmez. Bu bilinç, Yüce Allah’ın tek otorite olduğuna dair gerçek anlamda bir imanın ve bu imanın gerektirdiği güvenin göstergesidir. İşte bu şekilde Yüce Allah’a tevekkül etmeyi ve O’na güvenmeyi başarabilenleri Yüce Allah sevmektedir.

Netice itibariyle Âl-i ‘Imrân sûresi 159. âyette, Hz. Peygamber’e (s) hitap edilmekte ve bu kapsamda, Allah’tan bir rahmet sayesinde insanlara yumuşak davrandığı, kaba ve katı yürekli olması durumunda etrafındakilerin dağılıp gideceği haber verilmekte; kendisinden Uhud’da verdiği emre itaat etmeyerek mağlubiyete sebep olanların şahsında bütün insanları affetmesi, inananlar için bağışlanma dileğinde bulunması, dünya işleri konusunda kendileriyle istişare etmesi, kararını verdiğin zaman da artık Allah’a güvenmesi, zira Yüce Allah’ın kendisine güvenenleri sevdiğini bilmesi istenmektedir.

81 Hucurât 49/10.

82 Saff 61/4.

83 Mü’minler arasındaki olası sorunların çözüme kavuşturulmasında takip edilecek yöntem hakkında bir âyet için bk. Hucurât 49/9.

84 Âl-i ‘Imrân 3/159; Nisâ’ 4/81, 132, 171; Yûsuf 12/67; İbrâhîm 14/12; Ahzâb 33/3, 48; Zümer 39/38; Haşr 59/23.

85 Âl-i ‘Imrân 3/159; Nisâ’ 4/81; Enfâl 8/61; Hûd 11/123; Furkân 25/58; Şu‘arâ’ 26/217; Neml 27/79; Ahzâb 33/3.

86 Nisâ’ 4/81, 109, 132, 171; İsrâ’ 17/65; Ahzâb 33/3, 48; Müzzemmil 73/9.

87 En‘âm 6/102; Hûd 11/12; Yûsuf 12/66; Kasas 28/28; Zümer 39/62.

88 Âl-i ‘Imrân 3/173.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yukarıda zikrettiğimiz anlamlar çerçevesinde Lafza-i Celâl; ‘teabbüd etmek, kulluk etmek, insanın kainatın herc-ü merçliği içinde sığınacağı ve sükûnete ulaşacağı

Toplumun güven ve huzurunu korumak için mü’minler gıyablarında dahi olsa birbirlerinin hak ve hukûkuna riâyet etmeli ve birbirleri hakkında hüsn-ü zann 378

Mülk kavramının daha çok siyâsî bir içerik taşıdığını iddia edenler olmuşsa da 82 aslında mülk ve hükümranlık kavramları Kur'ânî manada bütünüyle

Âdem (s) de bir insan olarak hata etmiş, fakat daha sonra bu hatasından dolayı pişman olmuş, bunun üzerine Yüce Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmuş ve Allah da

İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler bü- yüklük taslayanlara diyecek ki: “Şüphesiz bizler size uymuş- tuk; şimdi siz az bir şey olsun,

Dünyevî küçük bir işi sebebiyle, küçük bir amirin huzuruna çıkıncaya kadar çok zorluklar ve engellerle karşılaşan insan için, bütün âlemlerin Rabbi olan

Ayette Hz. Mûsâ’ya dokuz tane mucize verildiğinden bahsedildiği halde bu mucizeler hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir. Çünkü Kur’ân’ın daha önce farklı

278 Dolayısıyla tefsiri yapılan ayette belirsiz durumda olan yani kendisinden neyin kast edildiği anlaşılamayan konu, Şâri tarafından Kur’an’ın başka