-Mayıs - Temmuz 2005
Yıl : 7 Sayı : 25
Globalleşme Sürecinde
Orta Asya ve Kafkasya Özel Sayısı
Bu Sayının Editörü: Vildan SERiN
May - July 2005 Volume: 7 Number: 25 Central Asia and Caucasus in the Globalization Process
Special lssue
"A.Yesevi'de Mistik Unsurlar" Üzerine İtalya'da Yapllan Bir Doktora Çahşması
"Venedik'te Bir YesevJ Dervişi"
Kudret ALTUN*
İtalya'da Türkoloji çalışmaları resmi olarak XVIII. yy.'ın başlarına kadar gider. Bu çalışmaları l 732'de Napoli'de Çin Koleji'nin (Collegio Cinesi) ku-
rulmasına kadar dayandırabiliriz. Ancak malfimdur ki Osmanlı-Venedik ticari
ilişkileıini XIII. yy. başlarına kadar götürmek mümkündür. Şark dünyası üzeri- ne çalışanlarla, oraya seyahat eden gezginler ve diplomatik görevliler-ki İtalya, Osmanlı İmparatorluğu nezdinde İstanbul'da altı şehir devletinin elçileriyle temsil ediliyordu'- o tarihten itibaren ticari ve kültürel ilişkilerin gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
O zamanki Osmanlı Türk hayatına dair birçok eser, sözlük ve gramer kitabı İtalyanlar tarafından da kaleme alınmıştır. En önemlileri arasında Andrea Cambini'nin "Della Origine Dei Turchi E İmpero Degli Ottomani (Osmanlı İm
paratorluğu ve Türkler'in Asılları Hakkında, 1529)", Luigi Bassano'nun
"Costumi Et I Modi Particolari Della Vita Dei Turchi (Türk Hayatı'nın Kendine Has Gelenek ve Görenekleri, 1545)" ve G.B. Bonauguroio'nun "Le Lettere Sopra La Turchia (Türkiye Üzerine Mektuplar, 1795)" gibi eserleri sayabiliriz.
Bunun yanında Venedik Devlet Arşivi, dünyanın en zengin Osmanlı belgelerini muhafaza etmektedir. Bu belgelerin bir kısmı tasnif edilmiş, büyük bir kısmı ise bizzat müşahade ettiğim üzere -uzman eksikliğinden- okunamamıştır. Venedik Devlet Arşivi'nde çalışan bir İtalyan uzman Maria Pediani, bunların bir kısmını kitap olarak tasnif etmiştir. Ancak yine de binlerce mektup, padişah tuğraları,
Venedik sefirlerinin yazdığı belgeler hiç el değmeden beklemektedir.
Venedik'te bulunan Universita'Degli Studi Di Venezia (Venedik Üniversi- tesi Doğu Dilleri Bölümü) bu konuda kısıtlı da olsa çalışmalarını sürdürmekte- dir. Bu bölümün başkanı olan Prof. Dr. Giampiero Bellingeri, hem Osmanlı
Kültür ve Edebiyatı hem de Azeri Edebiyatı konusunda öğrencileri yönlendir- mektedir.
Bizim tanıtmaya çalıştığımız eser, Ermanno Visintainer tarafından Ahmed Yesevl üzerine yapılan ve oldukça ilginç, farklı bir konuyu işleyen, orijinal adı
"Elementi Sciamanici E Mistici In Ahmad Yasaw! (Şamanist ve Mistik Unsur- larda Ahmed Yesevl)" olan bir doktora çalışması üzerinedir.
Tez, Türkçe ve İtalyanca bir önsözle başlar. Daha sonra sekiz ana bölüme
ayrılır.
Yazar, araştırmasına şu girişle başlar:
"Hoca Ahmed Yesevl, Türk Dünyası'nın manevi hayatını derin bir surette etkileyip "Plr-i Türkistan" veya "Hz. Türkistan" namı ile anılan meşhur bir Türk
"A.Yesevi'de Mistik Unsurlar" Üzerine ltalya'da Yapılan Bir Doktora Çalışması "Venedik'te Bir Yesevi Dervişi"
Mutasavvıf, ulu bir veli ve şairdir. Ünü büyüktür ve O'nun faaliyetinin izleri hem dini hem edebi bakımdan Türkler'in tarihini etkileyip asırlar boyunca si- linmez bir mahiyet bırakmıştır. İslam ordularıyla ilk temasa gelen o zamanki Türkler, Zerdüşt, Buda, Mani, kısmen Nesturi-Hıristiyan ama öncelikle Şama
nist idiler. İsliimiyet bunlar arasında çok yavaş yerleşiyordu~
Ahmed Yesevi, dolayısıyla, İslfim'ı henüz. kabul etmeyip hala bu eski
inançlarını ve kültürlerini yani Şamanizm kalıntılarını geniş ölçüde saklayan XII. yy.'daki Orta Asya'nın bu Türklerini davetine çağırmış, ama O'nun davet yöntemi sevgiyle dolu, sevgiye davet eden, gayesi kılıç, kırbaç, zulüm ve kana karşı çıkan farklı bir davet olmuŞtur."2
Daha sonra yazar, temel olarak hedefini tespit eder ve incelemek istediği
konu hakkında şunları söyler:
"Ahmed Yesevl'nin menkıbevi hayatının hikayelerinde İsliim öncesi veya
Şamanizm'den gelip eski Kam (Ozan)larla büyük bir benzerlik gösteren motif- lere çok sayıda rastlanmaktadır. Bizim hedefimiz, Yesevi'nin menkıbevl haya-
tında ve eserinde mevcut olan Şamanizm kalıntıları, unsurları ve etkilerini derin bir tetkike tabi tutmaktır."3
İlk bölüme İsliim öncesi motifleriyle Ahmed Yesevl'nin menkıbevi hayatı
na ait ortak yönlerin incelenmesiyle başlanır. Yazar bu bölümde Türkler'in bili- nen ilk tarihi metinlerinden başlayarak, yerleştikleri coğrafi alanı inceler. Türk- ler' in diğer kavimlerle özellikle Çinliler'le etkileşimleri incelendikten sonra
Moğollarla ilişkileri anlatılarak 955 yılına, Satuk Buğra Han'ın Kaşgar'da kur- duğu "İslfim Devleti"ne geçilir. Buralarda yazar Barthold, Rene Grousset gibi yazarları kaynak olarak almıştır.4
Kara Hıtaylar ve Uygur Türkleri'nin Budizm etkilerinden söz edilirken Turfan, Beşbalık'ta kurulan imparatorluktan "İmperi Delle Steppe (Bozkır İm
paratorluğu)" olarak söz edilir.
Birinci bölüm, bu çok çeşitli etkileşimler ve unsurlar antik İsliim'ın Türk- ler'in gündemine girmesini kesinleştirmiştir, diyerek bitirilir.
İkinci bölüm "CREDENZE RELIGIOSE PREISLAMICHE" İLK İSLAM'IN OLUŞUMU başlığını taşır.
Yazar bu bölümde Türkler'in "Tengri" kavramlarını inceler. Şamanizm'
den gelen unsurlarla İslfimiyet'e geçişin kesiştiği yönler araştırılır ve özellikle Şamanizm'deki mistik unsurların İslfimiyet'teki tasavvuf fikriyle benzerlikleri
anlatılır. Ve bu bağlamda Kitab-ı Dede Korkut güzel bir incelemeye tabi tutu- lur. Kaynak olarak da Ettore Rossi'nin Vatikan nüshasından İtalyanca yayımla
dığı "11 Kitab-ı Dede Qorqut" esas alınır. 5
"Oğuz Türkleri'nin edebi kitabı olan Dede Korkut'ta, hikaye örgüsü Şama
nist, karakter ve kahramanlar Şaman, ancak yorumlama son derece renkli bir İs
lami üslup sergiler."6
·---166 Journal Academic
Aynı şekilde Mahmud Kaşgarl'de de aynı özellikler tespit edilir.
İkinci olarak V. Barthold kaynak gösterilerek Tabgaçlar'daki "Budizm" in- celenir. Uygur Türkleri'nin uzun zaman dini olan bu öğretinin, hem Şamanizm'
den gelen etkileri taşıdığı hem de İslamiyet'ten ve özellikle mistik İslamiyet'in temelinden birçok ortak noktalar aldığı ortaya konulur.
Yuğ törenlerinden bahsedilerek buralardaki bahşı ve ozanların hareketleri- nin tamamen İslamiyet'teki dervişlere tekabül ettiği söylenir. Şamanist Türk- ler'in töre ve din büyüklerine verdikleri "ata", "baba" lakabının İslamiyetle aynı
şekilde şeyhlerde devam ettiği belirtilir. Arslan Baba, Korkut Ata, Çoban Ata, bahşı ve ozanların İslami şeklidir, denir.
Üçüncü bölüm "CORRENTI MISTICHE ISLAMICHE" TASAVVUFUN YA YILMASI ya da İSLAM MİSTİZMİNİN YA YILMASI başlığını taşır.
Yazar, burada İsHimiyet'in Maveraü'nnehir'den sonra Türkistan'a girişini açıklar. Buhara'da, Fergana'da Türkler kendi şeyhlerine "Bab" yani "Baba"
adını verirler, dedikten sonra Dede Korkut'a geçer. "Korkut Ata"dan ilgiyle
"Arslan" motifini ele alır.
Buradan hareketle, önce Arap ve İsHim tarihinde Arslan'ı araştıran yazar şu görüşlere yer verir:
"Korkut Ata ile Arslan Baba'nın özellikleri arasında yakın bir ilgi vardır.
Türkler'de sık sık rastlanan arslan motifi, Türk resmi Unvanları arasına, Türk Mitolojisi'ne girmiş ve bazı Türk-İslam devletlerinde hukuki bir timsal ve remiz olarak da kullanılmıştır. Oğuz Kabileleri'nin beyleri hep arslanlıdır; Arslan Han, Alp Arslan, Kılıç Arslan ... gibi. Kadınlar arasında da Arslan Hatun ismi
kullanılır.
Aslında bu ve benzeri örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Fakat konumuz
bakımından daha fazla detaya inmeye ihtiyaç yoktur. Yalnız şu kadarını söyle- yebiliriz ki; Türkler'de gerek İslam öncesinde gerekse İslam'dan sonra arslan deyimi hem yiğit, kahraman manasında hem de bilgin ve manevi gücün sembolü olarak kullanılmıştır. İşte Ahmed Yesevl'nin manevi terbiyesini üstlenmiş olan Arslan Baba'nın da adının böylece kendisine verilmiş olduğunu düşlinebili
riz."7
Burada arslan motifinin İtalyanlar, özellikle de Venedikliler için çok önem- li olduğunu hatırlatmak yerinde olur. Venedik şehrinin sembolü arslandır. Şeh
rin bütün girişleri ve su başları arslan motifleriyle süslenmiştir. Yazarın arslan motifinin ve bu kelimenin üzerinde bu kadar çok durması kendi geçmişleriyle
de ilgili olabilir.
Dördüncü bölüm "LA VITA LEGGENDARIA Dİ KHOGA AHMAD YASAWI" HOCA AHMED YESEVI'NİN EFSANEVİ HAYATI başlığını
taşır.
Bu bölümde yazar Fuad Köprülü'yü kaynak alarak Hoca Ahmet Yesevi'nin
etrafında oluşan efSaneyi yorumlar.
"Türkistan'ın Sayram şehrinde XI. yy.'da İbrahim adlı bir şeyh vardı. Şeyh İbrahim, soy olarak Oğuz Kağan neslindendi. Diğer taraftan ise soyu Hz. Ali'ye
dayandırılıyordu. Şeyh bir gün öldü ve Gevher Şehnaz adlı bir kızı ve Ahmed
"A.Yesevi'de Mistik Unsurlar" Üzerine ltalya'da Yapılan Bir Doktora Çalışması "Venedik'te Bir Yesevi Dervişi"
isminde yedi yaşında bir oğlu kaldı. Ahmed daha çocukken olağanüstü tavırlar
gösteriyordu. Ahmed yedi yaşında yetim kalınca diğer bir manevi Ata 'dan Arslan Baba'dan terbiye gördü. Hz. Peygamber'in manevi işaretiyle Ashab' dan
Şeyh Baba Arslan Sayram'a gylerek O'nu irşat etti.
Arslan Baba, Ashab'ın ileri gelenlerindendi. Menkıbeye göre yedi yüzse- ne yaşamıştı. Bir gün Hz. Peygamber'in gaziilanndan birinde Ashab-ı Kiram aç kalarak huzuruna geldiler. Hz. Peygamber'in duası üzerine cennetten bir tabak hurma geldi. Cebrail dedi ki: "Bu hurma sizin ümmetinizden Ahmed Yesevi adlı
birinin kısmetidir." Her emanetin sahibine verilmesi tabi olduğu için Peygam- ber, bu görevi Arslan Baba'ya tevdi etti ve Ahmed Yesevi"yi nasıl bulacağını
tarif ederek O'nun terbiyesiyle meşgul olmasını emretti. Bunun üzerine Arslan Baba Sayram'a veya Yesi'ye geldi ve vazifesini yerine getirdikten sonra ertesi yıl vefat etti."8
Bu menkıbeyi Fuad Köprülü'yü kaynak göstererek aynen aktardıktan sonra Yesevl'nin diğer hallerini anlatmaya devam eder ve O'na Yesevl isminin veril- mesinin hikayesini şu şekilde aktarır:
"Bu devirde Maveraü'mıelıir ve Türkistan'da Yesevf adlı bir hükümdar saltanat sürüyordu. Kışm Semerkand'da oturuyor, yazları Türkistan dağların
da yaşıyordu. Biitün Türk hükümdarları gibi av meraklısı olan bu padişah, yaz-
ları Türkistan dağlarında avlamakla vakit geçirirdi; lakin bir yaz Karaçuk da-
ğlllda avlamak istediği halde, dağlll çok girintili çıkmtılı olması, onu bu eme- linden mahrum etti; Karaçuk'da hiç av avlayamadı. Bunun üzerine bu dağı or- tadan kaldırmak istedi. Kendi hükmettiği yerlerde ne kadar velfler varsa hepsi- ni topladı ve duaları berekatiyle bu dağı ortadan kaldırmalarmı istedi. Türkis- tan evliyası hükümdarın bu niyazmı kabul' ettiler. İhram bağlayıp üç güne ka- dar bu dağlll ortadan kalkması için tazarru' ve niyaza koyuldular; fakat bütün tazarru 'lar umulamn aksine, neticesiz kaldı. Sebebini araştırdılar, "memleket- teki ô.riflerden, velflerden gelllleyen var mı?" diye sordular. Şeyh İbrahim oğlu Hoca Ahmed' in henüz pek küçük olduğu için, çağırılmadığı anlaşıldı. Hemen Say ram' a adallllar gönderip çağırdılar. Çocuk, ablasma danıştı. Ablası dedi ki,
"Babaıııızlll vasiyeti vardır. Senin meydana çıkma zamanmm gelip gelmediğini
belli edecek şey, babamızııı ma 'bedi içindeki bağlı bir sofradır. Eğer onu aç- maya kô.dir olursan var git. Meydana çıkma zamanın gelmiş demek olur." Ço- cuk bunun üzerine ma 'bede gitti ve sofrayı açtı. Aı11k meydana çıkma zamanı gelmiş demekti. Hemen sofrayı alarak Yesi şehrine geldi. Bütün evliya orada
hazırdılar. Sofrasmda olan bir tane ekmeği niyaz gösterdi, kabul edip Fatiha okudular. Evliyadan ve padişahm ümera ve askerlerinden orada 99.000 kişi hazır olmuştu. Olanlar bu kerameti görünce, Hoca Alzmed'in büyüklüğünü da- ha iyi anladılar. Hoca Ahmed, babasmm hırkası içinde duasuwı neticesini bek- liyordu. Birdenbire gökyüziinden seller boşaldı, her yer suya boğuldu. Şeyhle
rin seccadeleri dalgalar üzerinde yiiznıeye başladı. Bııııun üzerine bağrışıp ni-
---168 - - - - Journal Academic
yaz ettiler. Hoca Ahmed, hırkadan başını çıkardı. Hemen fırtına kesilerek gü-
neş açıldı. Baktılar, Karaçuk dağı ortadan kalkınış: Şimdi o dağ yerinde Karaçuk adlı bir kasaba bulunur ki burası, Hoca'nın ekser evladının mesken ve vatanıdır. Bu kerameti gören Hükümdar Yesev~ kendi adının kıyamete kadar cihanda.baki kalmasını te'min için Hoca'dan niyaz eyledi ve dedi ki: "Alemde her kim bizi severse senin adınla beraber yadeylesin." İşte bundan dolayı o günden beri "Hoca Ahmed Yesevf" adı ile anılır oldu. "9
Yazar bundan sonra Şamanist Türkler'in yağmur yağdırmak için kullandık
ları "Yada Taşı" üzerinde durur. Yada Taşı ile eski Kamlar'ın yağmur yağdır
dıklarını, kuraklığı giderdiklerini anlatır ve Ahmed Yesevl'nin İs!anıl menkıbe
lerinde de bu motifin aynen işlendiğine dikkat çeker. A. İnan'dan alıntı ile Şa
manist Türkler' in Yada Taşı ile ilgili inançlarını aynen aktarır:
"Türk Kavimleri'nde çok eski devirlerden beri yaygm bir inanca göre, bü- yük Türk Tanrısı Tiirkler'in cedd-i fılfısıııa Yada (yahut cada, yat) denilen bir sihirli taş armağan etmiştir ki bununla istediği zaman yağmur, kar, dolu yağdı
rır, fırtına çıkarırdı. Bu taş her devirde Türk komutanlarının ellerinde bulun-
muştur, Şamanistler'e göre, zamammızda da büyük Kanılar'm ve Yadacılar'm
ellerinde bulıınmaktadır"10•
Visintainer, Dlvan-ı Lügati't-Türk'ü de araştırarak burada da Yadacılık hakkında Kaşgarlı Mahmud' un söylediklerini aktarır.
" ... Bir tür kahinliktir. Belli başlı taşlarla yapılır. Böylelikle yağmur ve kar
yağdırılır, rüzgar estirilir. Bu, Türkler arasında tanınmış bir şeydir. Ben bunu
Yağma ülkesinde gözümle gördüm. Orada bir yangın olmuştu, mevsim yazdı.
Bu suretle kar yağdırıldı. Ulu Tanrı 'nın izni ile yangııı söndürüldü. "11
Yazarın bundan sonra bu motifi Ahmed Yesevl'nin Anadolu'ya kollar ha- linde ulaşan Anadolu erenlerine kadar araştırması ilgi çekicidir. Visintainer,
Şamanizm' den gelen bu geleneğin Vilayetname'de de anlatıldığını ve daha son- raki Türk erenlerinde bu tür Şamanizm etkilerinin İslamlaştırılarak Türkler ara-
sında yaşatıldığını belirtir.
"Bir gün, Seyitgazi Tekkesi Şeyhi Kara İbrahim, Hacım Sultan 'ı ateşle im- tihan edip gerçek velf olup olmadığını anlamak istemiş, bunu fark eden Hacım
Sultan, havada tek bulut olmadığı halde bir dua ile ani bir fırtına çıkamıış, yağmur ve dolu yağdırarak etrafı tufana boğmuştu. Tam bu sırada bir yıldırım
Kara İbrahim 'in başıııa isabet ederek onu öldiinnüştü. Osman Baba ise, tabiat kuvvetlerini dilediği şekilde kullanma konuswıda daha faal görünüyor. Bir ke- resinde İstanbul' da At Meydanı 'nda otururken, meydanm tam ortasındaki De- likli Taş denilen iri kayayı, havada bulut yokken yıldırım isabet ettirerek parça- lamıştı. "12
Yine Vilayetname'de geçen, Hacım Sultan'ın Horasan' dan gelirken Ahmed Yesevl tarafından kendisine verilen sofrayı ve bu sofranın bolluk, bereket ve
cömertliğin sembolü olduğunu belirttikten sonra, Türkler' in sofra açma deyimi- nin ve konukseverliklerinin çok eskiden beri var olageldiğini açıklar.
d' '1'
"A.Yesevi'de Mistik Unsurlar'' Üzerine ltalya'da Yapılan Bir Doktora Çalışması "Venedik'te Bir Yesevi Dervişi"
Türkler'de kadın-erkek ilişkilerinin diğer İslam kavimlerinden daha farklı olduğunu ve temelinde insan olma anlayışının bulunduğunu belirten yazar, buna örnek olarak da meşhur menkıbeyi aktarır.
"Gtıya Hoca 'nın meclisinde örtüsüz kadmlar, erkeklerle birlikte zikre karı
şır/armış. Şeriat hükümlerini muhafazaya şiddetle riayet eden Horasan ve M.averaii 'nnehir alimleri, bilhassa miifettiş göndererek bu şayianın doğru olup
olmadığını talzkfk ettiler. Talıkfkat neticesinde bııııwı sırf bir iftiradan ibaret
olduğu anlaşıldı. Ancak Hoca Ahmed Yesevf, onlara bir ders vemıek istedi. Bir hokka getirip ortaya koydu. Müritlerine hitaben dedi ki: "Sağ kolunu bulılğ zamanzııdan bu ana kadar avrat uzuvlarına hiç değdimıemiş evliyadan kim
vardır?" Hiç kimse cevap vermedi. Derken şeyhin müridlerinden Celal Ata or- taya geldi Yesevf, hokkayı onun eline vererek miifettişlerle birlikte onu
Maveraii'nnelıir ve Horasan memleketlerine gönderdi. Oralarda bütün Qlim ve şeriatçılar birleşerek hokkayı açtılar. İçindeki pamukla ateş, hiç birbirine tesir
etmemişti, ne pamuk yanmış ne de ateş sönmüştü. O vakit, Hoca' dan şüpheye düşerek miifettiş yollamış olan alimler,
o
'ııım kendilerine vemıek istediği der- sin manasıııı bütün açıklığıyla anladılar. Eğer erkek-kadın bir ehl-i Hak mecli- sinde birleşerek birlikte zikirle ibadete devam etseler bile, Hak Ta' ala, onlarıııkalplerindeki her türlü fesat ve diişnıanlığı yok etmeğe muktedirdir. Bunun üze- rine hepsi fevkalade utanıp korktular ve kabahatlerini ajfettirmeğe çalıştılar."
13
Bu tespitlerden sonra yazar, Yesevl Ekolü'nün dolayısıyla Şamanizm un-
surlarının devamını müşahede ettiği Bektaşiliğe geçer.
Bektaşilikte zikıin tamamen Şamanizm' deki dini törenlerin aynısı olduğunu
belirtir.
"Bektaşi ayinlerinde topluca kımız içilir, ayini Şanımı (Şeyh) yönetir, ka- dm-erkek bir yerde toplanarak birbirlerinin elinden tutup bir daire meydana getirirlerdi. Sonra "htı izli." diyerek raks etmeye başlarlardı. Bazan da Şaman yalnız dans eder veya dokuz erkek, dokuz kadm kendisine refakatte bulunur- du. "14
Yazar Bektaşiler' in. "mum söndürme" törenlerinin de tamamen Maniheizm'den geçme bir davranış olduğunu belirtir. Horasan'ın Anadolu kolu olan Hacı Bektaş-ı Veli'nin Yesev! ile olan manevi bağı A. Y. Ocak kaynak gösterilerek şu anektotla aktarılır:
"Ahmed Yesevf'nin bir ağaç kılıcı vardı. Getirip, tekbir edip Sultan Hacı
Bektaş-ı Velf'nin beline kuşattığı ve dahi ocakta dut ağacından od yanardı. "15 Anadolu'daki diğer manevi büyüklerin Yesevl ile ilgileri de aynı şekilde aktarılır.
Yesevl dedi ki "Saltık Mıılıaınıned'inı! Bektaş'ım seni Rıım'a göndersin.
Leh diyarmda dalalet-ayzıı olan Sarı Saltık süre tine girip, ol mel 'ıııııı bir tahta
~·~-170
Journal Academic
kılıçla katleyle! Makedonya, Dobruca 'ya, yedi krallık yerde nam ve şan sahibi ol! Benim Saltık Mzılzanımed'im." 16
"Sarı Saltık'ın, kafirleri hıyar manendi doğradığı bu tahta kılıç, hzımıa ağacından yapılmış olup, bizzat Hz. Muhammed tarafından kendisine verilmek üzere Hızır Aleyhi 's-selam 'a teslim edilmişti. "17
Yazar şu sözlerle tespitlerini tamamlar. "Dikkat edilirse Hz. Muhammed ve Hızır Aleyhi's-seıam gibi iki İslarrıl motif bu Şamanist unsuru İsHl.mlleştirmeye kafi gelmiştir. Aynı şekilde XVII. yy.'da Alevi-Türkmen şairlerin kullandıkları
Şamanist unsurlar Hz. Ali yoluyla İsHl.mlaştınlmıştır."18
Beşinci bölüm "LA FAMA, L'INFLUENZA E GLI ALLIEVI PIU'IM- PORTANTI" YESEVİ'NİN KENDİNDEN SONRAKİLER ÜZERİNE ETKİLERİ (YESEVİ EKOLÜ) başlığını taşır.
Türkistan'ın ruhi rehberi olan ve "Plr-i Türkistan" olarak ünlenen Yesev!, Seyyid Mansur'un deyimiyle dar hücresinin hudutlarından dünyayı Fena Fi'l-
aşk'a "nell'amore divino" kutsal sevgiye ulaştırmaya çalışan olağandışı bir in-
sandı.
Beşinci bölüme bu sözlerle başlayan yazar, tespitlerini sürdürür. Türkistan
topraklarında Yesevl'nin ruhi rehberliğinde başlayan bu rüzgar, Orta Asya' dan Ön Asya'ya ve Hindistan'a kadar ulaşmıştır. Dolayısıyla bu topraklar, daha bir ehemmiyet kazanmıştır.
Böylece Ahmed Yesevi'nin ruhi ve politik önderliği ortaya çıkmış oluyor- du. Bu, Orta Asya Altay Türkleri'nden Ön Asya ya da Küçük Asya' ya kadar ke- sintisiz uzanıyor ve Hacı Bektaş-ı Veli'ye kadar geliyordu.
Yesevl'nin hikmetlerinden sonraki en önemli ikinci geleneksel eser Vilayetname'de bahsedilen Sufi Muhammed, Danişmend Zemuki, Hakim Sü- leyman Ata, Mansur Ata, Seyyid Ata, Baba Maçin ... v.b. Horasan Erenleri ola- rak anılırlar.19
A.Y. Ocak'ı kaynak alarak erenleri coğrafi ve kronolojik olarak üçe ayırır:
1 )Türkistan Erenleri.
2)Horasan Erenleri.
3)Rum Erenleri.
Sonra enteresan bir tespitte bulunur:
"Fena Fi'l-aşk'ın (İlahi Aşk) kaynağı Türkistan'dır ve Yesevi, İlahi Aşk'a insanları davet eden ilk insandır."20
Devam ederek, özellikle Hacı Bektaş-ı Veli Ekolü'nü yani Rum Erenleri'ni inceler. Hacım Sultan, San Saltuk, Abdal Musa, Osman Baba, Baba İlyas, Kara Çomak, Deli Baba, Koyun Abdal coğrafi olarak Horasan'daki biraz önce zikret-
tiğimiz Yesevl müritlerinin devamıdır, der. Hoca Ahmed Yesevl'nin ruhi tesir- leri Maveraü'nnehir'den Horasan'a ve oradan da Anadcilu'ya yani Osmanlı'ya Bektaşllik olarak intikal eder. Yukarıda adı geçen bu insanlar Türk Tasavvu- fu'nun ser-halkası olan "Hz. Türkistan" ya da "Plr-i Türkistan"ın öğretileri ve
yansımalarıdır.
"A.Yesevi'de Mistik Unsurlar'' Üzerine ltalya'da Yapılan Bir Doktora Çalışması "Venedik'te Bir Yesevi Dervişi"
Kısaca Anadolu'da oluşan tarikatlara da değinen Visintainer, özellikle Veffillik ve Haydaıilik'i ele alır.
XIII. yy.'da Türkmenler arasında yayılan bu iki tarikatın da temelinde Yesevllik'in olduğunu söyler. "Her ikisi de Anadolu'da bir aradaydılar ve 1240'ta başlayan Babai Hareketi'nin itici gücü idiler. Öte yandan Şeyh Edebali ve Geyikli Baba vasıtasıyla Osmanlı Devleti'nin teşekkülünde oynadığı rolü dikkate almak gerekir" 21der.
Altıncı bölüm "L'EREDITA'DEL KHOGA: LO DHIKQ. E ALTRE PRATICHE SPIRITUALI" HOCA'NIN MİRASI: ZİKİR VE DİGER PRATİKLER başlığı altında ele alınır.
Hoca'nın Mirası olarak nitelendirilen zikir, altıncı bölümde geniş olarak in- celenir. Zikir için şu tabir kullanılır: "Yesevl Tarikatı'nın en özel bölümü olan zikir, tamamen mistik bir içe dönüş, kendine dönüş talimidir. Burada teknik ola- rak Budizm'deki Yoga ile ilgi kuran yazar, yine Orta Asya'ya dönerek Budizm ve Şamanizm etkilerini hatırlatır. Fakat yesevl'nin talim ettirdiği hususi tarzın
çok daha farklı olduğunu da kabul eder."Bu fark, dış etkilerden uzaklaşmanın ötesinde kalbe, gönüle verilen işlevdir. "Kalbin Zikri", onların deyimiyle "Zikr-i Erre", Türk Sfifileri'nin ve bütün Türk Dünyası'nın Fena Fi'l-aşk'a ulaşmak için takip ettikleri yoldur.
"Hızır Aleyh(s-selam bir gün Ahmed Yesevl ile sohbet etmeye gelmiş ve
Hoca'yı her gün şen ve gönlü ferah bulurken, o defa sıkıntı ve üzüntü içinde
görmüştü; hayret ve teaccüple sebebini sordu:-Bu illi hallere ve makamlara
erişmiş iken kederine sebep nedir?-dedi; hoca o vakit şu cevabı verdi: -Rufeka ve fukaranın batınlarını kasavet kabzetmiş; izalesini imkansız gördüğüm için kederli ve sıkıntı içinde kalmıştım.-0 zaman Hızır Aleyhi's-selam, -Ah,Ah!- diye zikru'llah'a başladılar; o kasavet yok oldu ve pu zikir, emirleri ile, bütün silsilede vird oldu ... "22
Zikr-i Erre, Zikr-i Minsaıi şeklinde bir başka isimle de adlandırılır, diyen yazar, Zikr-i Minsarl'yi tarif eder: "Zikr-i Minsarf, beş suretle ifa edilir. Hep- sinde de zikreden kimse, kanımı azıcık sıkarak nefesini göbeğinin altından yu-
karıya doğru çeker; sonra kamını azıcık gevşeterek ve nefesini göbeğine doğru
uzatarak geriye verir. Bu cihet adeta, marangozun tahta üzerinde bıçkıyı uzat-
ması ve çekmesi gibidir. Beş suretten birincisi: Zikreden kimse, iki dizinin üze- rinde oturur; ellerini iki uyluğıaııın üzerinde koyar; nefesini göbeğinden dama-
ğına doğru çekmeğe başlar; "Haf" der; sonra nefesini göbeğiıte doğru uzata- rak başı, beli, sırtı müsavf olacak surette şiddetle aşağıya verir, "Haf" der. Bu sadalar adeta bıçkıyı, marangozun tahta üzerinde ileri geri çektiği vakitte çıkan
sesine benzer. "Haf" ile işaret, ayet-i nefse; "Hay!" ile işaret, Ayat-ı afaka'dır yahut aksinedir. Bu cihet birincide vücubıaı imkan üzre galebesine yahut ikin- cide imkanın vücub üzre galebesine göredir. İkinci suret: Nefesini çekerken
"Hu!", aşağı verirken "Hay!" demektir yahut her ikisinde de "Allah" demek-
_172 Joürnal Academic
tir. Üçüncü suret: Nefesini çekerken "Alfalı" aşağıya verirken "Hu!" demektir.
_Dördüncü suret: Her iki halde "Hay!" demektir. Beşinci suret: Her iki halde de Daim, Kabız, Hazır, Nazır, Şahid demektir. Bu zikrin faydalan çok olup Ze- keriya Aleyhi' s-selam 'dan menkuldü. "23
Visintainer, Yesevl'nin zikir usullerini ve safhalannı derinlemesine inceler.
Bu uygulamanın üç temel hususiyet ihtiva ettiğini ve bu gün de hayata hakim
olmanın yolunun bu üç temel prensipten geçtiğini belirtir. Bunlar;
Vukfif-ı Zaman!
Vukuf-ı Adedi
Vukfif-ı Kalbl'dir.
Geçti mazi, çekme istikbale gam Gün bu gün, saat bıı saat, dem bıı dem
Geçen geçmiştir artık em-ı miistakbelse miibhemdir Hayatmdan nasibin şu geçmek isteyen demdir.24
Son bölüm "IL DfVAN-I HİKMET' DİV AN-I HİKı\1ET' tir.
Yazar, Dlvan-ı Hikmet'in bütün Türk boylarını toparlayan bir kutsal kitap vazifesi gördüğünü, Doğu ve Kuzey Türkleri, Özbekler, Kırgızlar ve Volga Türkleri arasında asırlardan beri elden ele dolaştığını belirtir. Sonra Dlvan-ı
Hikmet' in basmaları ile ilgili bilgileri inceler.
"Dlvan-ı Hikmet'in mevcudiyetinden ilk bahseden ve ondan parçalar neş
reden Vambery'dir.25 Ancak, eserin tamamının ilk defa Kazan'da basmaları ya-
pılmış ve eser, ilk olarak yine orada neşredilmiştir. Bununla birlikte Dlvan-ı
Hikmet'in orijinal nüshasının mevcut olmadığı kesindir. Aynca şu an elimizde bulunan Dlvan-ı Hikmet'in Yesevl'nin müritleri tarafından yazılmış olması
kuvvetle muhtemeldir. Köprülü'nün de belirttiği gibi Hikmet'ler incelendiğinde
daha ileriki yüzyıllara ait dil özellikleri gösteren manzumelere rastlanır. Dolayı
sıyla elimizde bulunan Dfvan-ı Hikmet en iyi ihtimalle, Yesevl'nin kendi man- zumeleriyle halifelerinin yazdıklarının karışımıdır, denilebilir. Velev ki bu gün elimizde bulunan Hikmet'ler Hoca Ahmed Yesevl'ye ait olmasa bile O'nun şe
kil ve ruh bakımından Yesevl'ye ait olanlardan tamamiyle farksız olacağına
hükm edebiliriz. "26
Bu tespitlerde bulunduktan sonra Visintainer, Dlvan-ı Hikmet'in Türk Ede-
biyatı'nın ilk mistik şiir kitabı olduğunu belirterek Türk Edebiyatı'nın ilk opera- hikayesi olan Kutadgu Bilig'de mistik-sfifi temi devam etmiştir, der.
Yazar, manzumelerin edebi hüviyetini incelerken de şu cümleleri saıf eder:
"Yesevl, Hikmet'lerini Orta Asya' da halk arasında pek çok sevilen ve kul- lanılan yedili ve on ikili vezinlerle yazmıştır. Bu vezinlerde Araplar'a ve İranlı
lar'a bağlı kalmayarak tamamen mim edebiyat ananesini devam ettirmiş ve ya-
rım kafiye kullandığı gibi, Türk Halk Şiiri'nde çok yaygın olan redifleri de çok sayıda kullamnıştır."27
Son olarak Visintainer'ın, Ahmed Yesevl'nin dini, tasavvufi Hikmet'leriyle
başlayan tarzın halk edebiyatı şekilleri içinde sade bir dille ifade edebilmek
"A.Yesevi'de Mistik Unsurlar'' Üzerine ltalya'da Yapılan Bir Doktora Çalışması "Venedik'te Bir Yesevi Dervişi"
san'atı, şüphesiz en mükemmel şekilde Oğuz Türkçesi'ne Yunus Emre ile eriş
miştir, şeklindeki tespiti ve H.Bice'den aşağıdaki alıntıyı aynen aktararak son bölümü bitirmesi oldukça dikkat çekicidir.
"Hoca Ahmed Yesevf dün oldugu gibi bugün de dünya Türklüğünü dizleri dibinde biraraya getiren nıanevf yol göstericimiz olnıağa devam etmektedir.
Hoca Ahmed .Yesevf'yi gerçek kimliğiyle taııınıamzz Türkiye ve Türkistan Türk-
leri'niıı kardeşliğini güçlendirecek ve ortak manevf atamız durumundaki Hoca Ahmed Yesevf dergahında kucaklaşmamızı da sağlayacaktır. O dergah, Or-
hım 'dan Tuna 'ya kadar uzanan bütün Türk yurtlarım içine alacak genişlikte
dir. "211
Tez, Dlvan-ı Hikmet'ten seçilen Hikmet'lerin önce orijinali sonra
İtalyanca'sı verilerek bitirilir.
HİKMET
Eya dostlar kulak salıng ayduğumğa
Ne sebebdin altmış üçde kirdim yerge Mirac üzre Hak Mustafa ruhum kördi Ol sebebdin altmış üçde kirdim yerge
Hak Mustafa Cebraildin kıldı seval
"Bu neçük ruh tenge kirmey taptı kemal Közi yaşlığ halka başlığ kaddı hilil.l"
Ol sebebdin altmış üçde kirdim yerge
Cibril aydı "ümmet işi sizge ber-Hak Kökke çıkıp melayikdin alur sebak
Nalişige nale kılur heftüm tabak"
Ol sebebdin altmış üçde kirdim yerge
Evvel elest birabbiküm dedibol Hak Kalu bela dedi ruhum aldı sebak Hak Mustafa ferzend dedi biling mutlak Ol sebebdin altmış üçde kirdim yerge
SONUÇ
Visintainer, tezinin sonucunu şu sözlerle tamamlar:
"Hoca Ahmed Yesevl, dar hücresinin hudutlarından dünyanın geniş, derin
ufuklarını seyrederken, Fena Fi'l-aşk davetini yayan bir cömert derviştir."
---n·4 Journal
ıcademic
Zaten Türkistan'ın ehemmiyeti, Asya'da tuttuğu vaziyetinden doğar. Tür- kistan bir taraftan Orta ve Ön Asya, öbür taraftan Hindistan'ı birbirine bağlaya
bilen durumdadır.
Aynı zamanda muhit Türk iken, çöl halklarının eski geleneklerinin devam
ettiği düşüncesi akla geliyor. Adı geçen göçebe halklarının dünya görüşünde sa- ha bölümleri mefhumu, kudsiyyet mefhumuna sıkı sıkıya bağlıydı (coğrafya
insan ilişkisi). Zaten iki koldan ibaret olan Eski Türkler'in ülkesinde doğuda
Bumin, batıda ise İstemi olmak üzere iki kağan bulunmaktaydı.
Aynı şekilde Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuz Kağan'ın sağ yanında
Bozok, sol yanında ise Üçok adlı oğulları bulunuyordu.
Bütün bunlardan yola çıkılarak Hoca Ahmed Yesevl de Kudsi tesirini sağı
na ve soluna hissettiren eşsiz bir şahsiyettir. 29
Yukardaki değerlendirmeye ekleyecek pek bir şey yok gibidir, yazarın son derece objektif bir bakışla yaptığı değerlendirme, onun Türk tarih ve edebiyatı
nın diğer dönemlerine de vakıf olduğuna dair bize ipucu vermektedir. Türkolo- ji doktorasi yapan bir yabancı araştırmacı olarak, Visintainere, Ahmet Yesevl ve Hikmetlerini neredeyse bizim dikkat-i nazarımızla inceleme konusu yaptı
ğından dolayı içten teşekkürlerimizi iletmek isteriz.
*
Yrd.Doç.Dr., Erciyes Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Öğretim Üyesi.1 Şerafettin Turan, Türkiye-İtalya İlişkileri, İstanbul 1990.
2 Ermanno Visintainer, Elementi Sciamanici E Mistici In Ahmad Yasaw!, Universita'Degli Studi Di Venezia, Anno Accademico 1998.
3 A.g.e., s.2.
4 V. Barthold, Moğol istilfisına Kadar Türkistan, Ankara 1990.
ReneGrousset, Bozkır İmparatorluğu, İstanbul 1993.
5 E. Rossi, Il Kitfib-ı Dede Qorqut, Citta Del Vaticano, Biblioteca Apostolica Vaticana MCMLll.
6E. Visintainer, Elementi Sciamanici E Mistici In Ahmad Yasawl, Universita'Degli Studi Di Venezia, Anno Accademico 1998.
7 A.g.e., s.20-23.
8 A.g.e., s.24-25.
9 A.g.e., s.26.
10 A.g.e., s.28.
11 A. İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1995, s.160.
Roux J. P., La Religione Dei Turchi E Dei Mongoli, Genova 1995.
12 E.Gross, Das Vilfijet-nfime Des Haggi Bektasch, Leipzig 1927, s.185.
13 E. Visintainer, Elementi Sciamanici E Mistici In AhmadYasawl, Universita' Degli Studi Di Venezia, Anno Accademico 1998.
14 A.g.e., s.41.
"A.Yesevi'de Mistik Unsurlar" Üzerine ltalya'da Yapılan Bir Doktora Çalışması "Venedik'te Bir Yesevi Dervişi"
15 A.g.e., s.42; E. Gross,Das Vilajet-nfune ... cit., pp.21-24.
16 A.g.e., s.42.
17 A.Y.Ocak., Bektaşi Menakıbnameleri'nde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, s.131.
18 E. Visintainer, Elementi Sciamanici E Mistici In Ahmad Yasawl, Universita ' Degli Studi Di Venezia, Anno Accademico 1998,s.43.
19 A.g.e., s.57.
20 A.g.e., s.57.
21 A.g.e., s.65.
22 A.g.e., 68-69.
23 A.g.e., s.70.
24 A.g.e., s.75.
25 Vambery, Cagataische Sprachstudien, Leipzig 1867.
26 E. Vislntainer, Elementi Sciamanici E Mistici In Ahmad Yasawl, Unıversita' Degli Studi Di Venezia, Anno Accademico.1998.
27 A.g.e., s.83.
28 A.g.e., s.88.
29E. Visintainer, Elementi Sciamanici E Mistici In Ahmad Yasawl, Unıversita' Degli Studi Di Venezia, Anno Accademico 1998.s.89
---176- Jourrial
~ademic