Kekik toplayan çocuklar “dağ” sözcüğünü duyduğunda, barutun alınlarının çatında olduğu hissediyor. Ü;lkenin hangi dağı acı konvoyu dolu bir vadiyle geçilse ardından bir hüzün çöküyor.
Vadilerin birleştirdiği, ırkçılığın ayırdığı bir Türkiye’nin korkusunu yaşıyor toplum. Korkuların üzerine oturmuş egemen siyaset, İsrail’e bir dolu gemi insan gönderiyor. Kendi “Nuh’un Gemisi”ndeki acılarını unutturuyor. Çocuklar gece yarısı top oynamaya sokağa çıkamıyor. Çocuklar, masal dinleyeceği dil bulamıyor. Masa başından sevilen “kardeşlik” türküleri kimsenin yarasına tuz basmıyor. Habil ile Kabil’in coğrafyasından eksik olmayan barutun dikizlediği yaşamanın içinden “hadi lütfen bir arada yaşamayı başarabiliriz” mırıldanmaları duyuluyor. Fındık tarlasında çalışmaya giden bir kamyon insana, bin kamyon insana fiili vize uygulanıyor. Muğla Üniversitesi’nde bir çocuk vuruluyor. Bir ah daha yükseliyor. Hadi birlikte yaşayalım sayıklamaları yeniden başlıyor.
Birlikte yaşamaktan önce yaşamak istiyor muyuz? Bu soruya bir yanıt bulmak zorundayız. Bu kadar çok, savaş, ölüm, cinayet, şiddet nakaratının ve hamasetinin dolandırıldığı bir toplum kendini nasıl bulacak? Kendi yaşamına
yabancılaşmaktan nasıl kurtulabilecek? Televizyon ekranlarından acı çekmeyi öğrenmiş, ev yapmayı tanımış bir kuşak için bir şans var mı? Tali sorunlar uğrağının biz bekçileri için oikosun bahçesine göz atılmasını beklerken, bahçemizin ayrık otlarını hergün ve hergün ustalıklı bir biçimde temizlemeye dalmışken, yüksek siyasetin
ölüseviciliğine nasıl müdahale edebiliriz? Kılıcını kınından çıkartıp, kendi ezberini dümdüz etmeyi beceremeyen bir sahil kasabası siyaseti inceliğinde işlediğimiz dilimiz nasıl olacak da mutluluğun ülkesini kuracak? Kendi acımızı başkalarının acısı kılabildiğimizde mutlu olurken, başkalarının acısını kendi acımız haline getirmemek için harcadığımız çaba “ayrık otu” siyasetini hergün yeniden üretmiyor mu? Bunun için sahici bir soru sormak
zorundayız? “Biz” ne yapmaya çalışıyoruz? “Biz” kimiz? Baraj karşıtı, nükleer santral karşıtı, gdo sevmez, termik santral düşmanı, kentsel dönüşüme direnen, çöp çimento fabrikalarına hayır diyen, yaşam savunucusu, çevreci (…) Bunlar “biz” olmaya yeter mi? Kendi evinin önünü temizlerken, savurduğumuz her süpürge izinin hangi toz bulutunu havaya kaldırdığını görmeden “biz” olmak mümkün mü? Aynı mahallede yaşarken yan evdeki dayağı perdelerimizi kapatarak önleyebilir miyiz? Önleyemedik, önleyemeyiz. Mahallenin delikanlısı ablanın düzeni inşa edeceğine duyduğumuz derin inançta sarsıldı çoktan. Mahallenin aşağı sokaklarındaki kavga gürültü artık kapımızın önünde. Evinden çık Dışarı
Önce havayı aldılar, görmedik. Sonra suyu, görmedik. Toprağı iğdiş ettiler bilemedik. Ta ki ayaklarımızın altından bir yaşam kayıp giderken küçük bir sallantı yaşadık. Ne de olsa hepimiz için bir ba şka seçenek her zamana vardı? Ama artık “hiçbiri” durağındayız. Bu durakta da araba istop etti. Birlikte yaşamak için önce “yaşamak” zorunda olduğumuz duraktayız. “Yaşama”nın artık “birlikte yaşamak” anlamına geldiği durakta. Bir fabrikanın ürettiği yedek parçalar gibi yaşamak değil, eltezgahında dokunmanın nezaketiyle ve her ilmiğin derin farklılığıyla ve çeşitliğiyle örülmüş bir yurtta yaşamak. Bir ormanörtüsü gibi yaşamak, bir ağaç gibi de değil. Likenin, diken olmadan yaşayamayacağını bilerek yaşamak. Ardıcın, ağaçkakanla yaşaması gibi yaşamak. Uzaklarda bir üveyiğin çığlığını duyduğumuzda onun dilini hissederek yaşamak. Bıldırcın gibi ötmesini isteyerek değil. Orman dediğimiz dünyada, kimsenin kimseden üstün olmadığını, hiçbir canlının başka bir canlıdan daha değerli olmadığını bilerek ve herkesin bir birinin varlığıyla bir arada bir orman olabildiğini bilerek yaşamak. Ama ormandaki her ağacının bir kereste haline gelebileceğini de bilerek yaşamak.
Ki Hepimiz Birer Potansiyel Keresteyiz
Aramızdaki tek fark ise hangimizin önce hızara gideceği ile sınırlı. Hızarın önünde hizaya sokulanlar ise kaygılı gözlerle testereyi uzaktan kesiyor. Suları çalınanlar, meralardan kovulanlar, mahallesi yıkılanlar, tarlası elinden alınanlar (…) Hepsi hızarın karşında tek bir malzeme..Hepsinin farklı farklı işlevi var. Bu süreçten önce yaşamayı becererek kurtulabiliriz. Bizi ormandan kopartan hızarcılarla hesaplaşarak. Ormanda kürt ormanda türk ormanda yerli ormanda eşit olmayı başararak. Dersim’de bir orman yakıldığında, “ne de olsa savaş var” demeyerek. Ormanda yaşadığını bilerek, barajların altında bırakılan bir uygarlığın sesini yükselterek.
Elif Bulut-Ekoloji Kolektifi